Gönderen Konu: Nöbet Yerini 57 Yıl Terk Etmeyen Türk Askeri!  (Okunma sayısı 4417 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Fatih

  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 401
  • Kök Tenğri'nin esenliği bütün Türklerin üzerinedir
Tokat İli Zile Kazası İğdir Köyünden Hasan Onbaşı'nın 57 Yıllık Mescid-i Aksa Nöbeti!

Osmanlı ordusu Kudüs'ten çekilirken (9 Aralık 1917) Mescid-i Aksa'yı koruması için nöbetçi bırakılan Onbaşı Hasan'ın yürekleri titreten öyküsüdür bu anlatılanlar...
 
Tam 57 yıl nöbetine sâdık kalan Osmanlı askerini, merhum tarihçimiz İlhan Bardakçı 1972 yılının 12 Mayıs günü Mescid-i Aksa'nın merdivenlerinde görür ve yıllar sonra bu inanılmaz karşılaşmayı kaleme alır. Sayesinde haberdar olduğumuz canlı tarih âbidesini şöyle dile getirir rahmetli tarihçimiz:
 
Mevki Kudüs. Mekân Mescid ül Aksa, Tarih 21 Mayıs 1972 Cuma. Ben ve gazeteci arkadaşım rahmetli Said Terzioğlu, İsrail Dışişleri rehberlerinin yardımı ile bu mübarek makamı dolaşıyoruz.
Kudüs Kapalı Çarşısı'nda rüzgâr gibi dolanan entarili kahvecilerin ellerindeki askılara çarpmadan biraz yürüdünüz mü, önünüze çıkan kapı sizi Mescid ül Aksa'nın önüne kavuşturur. Mirac mucizesinin soluklanıldığı ilk Kıble'mize yani… Hemen oracıkta, ilk avlu vardır ki, hâlâ bizim lâkabımızla anılır. “12 bin şamdanlı avlu" derler oraya. Yavuz Selim 30 Aralık 1517 Salı günü Kudüs'ü devlete katmıştır da, ortalık kararmıştır. Yatsı namazını o avluda kılar. Kendisi ve bütün ordu beraber. Şamdanları yakarlar. Tam 12 bin şamdan… O isim oradan kalmadır. Sekiz on basamaklı geniş merdiveni adımladınız mı, o mukaddes Mescid'in bağdaş kurduğu ikinci avluya ulaşırsınız.
 
Onu o merdivenin başında gördüm. İki metreye yakın bir boy… İskeletleşmiş vücudu üzerinde bir garip giysi… Palto?.. Hayır, kaput, pardösü veya kaftan?.. Değil. Öyle bir şey, işte.
 
Başındaki kalpak mı, takke mi, fes m? Hiçbirisi değil. Oraya dimdik, dikilmiş. Yüzüne baktım da, ürktüm. Hasadı yeni kaldırılmış kıraç toprak gibi. Yüz binlerce çizgi, kırışık ve kavruk bir deri kalıntısı.
 
Yanımda İsrail Dışişleri Bakanlığı Daire Başkanı Yusuf var. Bizim eski vatandaşımız. İstanbullu. “Kim bu adam” dedim. Lâkaydi ile omuz silkti. “Bilmem.” diye cevap verdi. “Bir meczup işte. Ben bildim bileli, yıllardır burada dururmuş. Çakılı gibi, hâlâ duruyor ya… Kimseye bir şey sormaz. Kimseye bakmaz, kimseyi görmez.”
 
Kan mı çekti nedir. Nasıl, neden, niçin hâlâ bilmiyorum. Yanına vardım. Türkçe “Selâmünaleyküm baba” dedim.
 
Torbalanmış göz kapaklarının ardında sütrelenmiş gibi jiletle çizilmişçesine donuk gözlerini araladı. Yüzü gerildi. Bana, bizim o canım Anadolu Türkçemizle cevap verdi:
 
- “Aleykümüsselâm oğul…
 
Donakaldım. Ellerine sarıldım, öptüm öptüm…
 
- “Kimsin sen, baba” dedim.
 
Anlattı ki, ben de size anlatacağım.
 
Ama evvelâ biliniz. O canım Devlet çökerken, biz Kudüs'ü 401 yıl 3 ay 6 günlük bir hâkimiyetten sonra bırakırız. Günlerden 9 Aralık 1917 Pazar günüdür. Tutmaya imkân yok. Ordu bozulmuş, çekiliyor, Devlet, zevalin kapısında. İngiliz girinceye kadar geçen zaman içinde yağmalanmasın diye oraya bir artçı bölük bırakırız. Âdet odur ki kenti zapteden galip, asayiş görevi yapan yenik ordu askerlerine esir muamelesi yapmaz.
 
Anlattı, dedim ya. Gerisini tamamlayayım.
 
- “Ben, dedi, Kudüs'ü kaybettiğimiz gün buraya bırakılan artçı bölüğünden…”
 
Sustu. Sonra, elindeki silahın namlusuna sürdüğü fişekleri ateşler gibi zımbaladı:
 
- “Ben, o gün buraya bırakılmış 20. Kolordu, 36. Tabur, 8. Bölük, 11. Ağır Makineli Tüfek Takım Komutanı Onbaşı Hasan'ım”
 
Yarabbi. Baktım, bir minare şerefesi gibi gergin omuzları üzerindeki başı, öpülesi sancak gibiydi…
 
Ellerine bir kerre daha uzandım. Gürler gibi mırıldandı:
 
- “Sana, bir emanetim var oğul. Nice yıldır saklarım. Emaneti yerine teslim eden mi?”

 - Elbette, dedim, buyur hele…
 
Konuştu:
 
- “Memlekete avdetinde yolun Tokat Sancağı'na düşerse… Git, burayı bana emanet eden kumandanım Kolağası (Önyüzbaşı) Musa Efendi'yi bul. Ellerinden benim için bus et (öp). Ona de ki…
 
Sonra, kumandanı olduğu takımın makinelisi gibi gürledi:
 
- O'na de ki, gönül komasın. Ona de ki, “11. Makineli Takım Komutanı Zile kazasından Iğdırlı Onbaşı Hasan, o günden bu yana, bıraktığın yerde nöbetinin başındadır. Tekmilim tamamdır kumandanım dedi, dersin…”
 
Sonra yine dineldi. Taş kesildi. Bir kez daha baktım. Kapalı gözleri ardından, dört bin yıllık Peygamber Ocağı ordumuzun serhat nöbetçisi gibiydi. Ufukları gözlüyordu. Nöbetinin başında idi. Tam 55 yıl kendisini unutuşumuzdaki nadanlığımıza rağmen devletine küsmemişti.
Yıllar Sonra Merhum İlhan Bardakçı bu hatırasını, TV'de anlattığında zamanın genelkurmay başkanı onu arar ve bu aziz askeri bulmak için aracı olmasını ister. Bardakçı sonra şunları yazar:
Hasan Onbaşı bizdendi…
O halde unutulmak kaderi idi.
Öyle de oldu zaten.
Aramadık ki, bulalım.
Bulunamazdı zaten.
O ki, göklere baş vermiş bir ulu selvi idi.
Ve bizler ki, başımızı kaldırmış olsak bile, uzandığı feza ufkuna yetişemeyecek cılız otlara dönüşmüştük.
Biz, sadece unuturduk.
Unuttuğumuz diğerleri gibi o nöbet noktasındaki elmas mânâyı da unutmuştuk…


Kaynak: İlhan Bardakçı

Çevrimdışı Kurtkaya

  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 412
Ynt: Nöbet Yerini 57 Yıl Terk Etmeyen Türk Askeri!
« Yanıtla #1 : 15 Nisan 2015 »
Neferlere:
Dünyanın hiçbir ordusunda yüreği seninkinden daha temiz, daha sağlam bir askere rast gelinmemiştir.
Her zaferin mayası sendedir.
Kanaatinle, imanınla, itaatinle hiçbir korkunun yıldıramadığı demir gibi pak kalbinle düşmanı nihayet alt eden büyük gayretin için minnet ve şükranımı söylemeyi nefsime en aziz bir borç bildim.
Sizin gibi kumandanları, zabitleri, neferleri olan millete, yad elleri altında köle olmak mümkün değildir.


Türkün Son Başbuğu Atatürk - 20 Eylül 1921


Dünyanın hiç bir yerinde ve hiç bir milletinde ve tarihin hiç zamanında ve de kaydında bu denli bir asalete rast gelmek mümkün değildir.
Asalet, sadakat ve fedakarlık Tanrı'nın Türk'e özel olarak bahşettiği sıfattır.
Türk'ü herkesten üstün kılan işte budur...

Tayin edildiği nöbet yerini ecel kuşu gelene dek terk etmeyen bu abidevi Türk askeri Tokatlı Hasan Çavuş'u ve Hasan Çavuş'un şahsında bütün kahramanları saygıyla selamlıyorum...
Ruhları şad olsun...

Tanrı Yüce Türk'ünü Korusun!