Tarih Konuşmaları - 04.12.2011Konu: Osmanlı'nın Savaş Makineleri
Konuk(lar): NTV Tarih Dergisi Yayın Kurulu Üyesi Tarihçi sayın Necdet Sakaoğlu, NTV Tarih Dergisi Yayın Koordinatörü Tarihçi Burak Çetintaş ve Geleneksel Okçuluk Yapan ve Okçuluk Araştırmacısı Doktor Murat Özveri
Ahmet Yeşiltepe: Yeniçeriler ve belki bin yıllık geçmişe sahip olan Türk okçuluğu. Yeniçeriler 464 yıl boyunda Osmanlı devletinin vurucu gücünü oluştururlar. Roma lejyonerleri ile birlikte tarihin yazdığı en etkili piyade sınıfı olan yeniçeriler, savaştaki pervasız kahramanlıkları, barıştaki gündelik zorbalıkları ile bir anlamda Osmanlı imparatorluğunun da kaderini çizdiler. Konu başlığımız yeniçeriler ve onun dışında hem ordunun hem de ordunun dışında da zaman zaman sivil hayatın çok merkezinde olan bir elit spor güçlü bir savaş makinesi okçular. NTV Tarih Dergisi Yayın Kurulu Üyesi Tarihçi sayın Necdet Sakaoğlu, NTV Tarih Dergisi Yayın Koordinatörü Tarihçi Burak Çetintaş ve Geleneksel okçuluk yapan ev okçuluk araştırmacısı olarak tanımlayabileceğimiz bir alanda faaliyet gösteren dernekler kuran Doktor sayın Murat Özveri hoş geldiniz. Osmanlı beyliğinin imparatorluğa doğru yürüyüşünde bir anlamda ayakları olan yeniçeriler kimlerdi bu teşkilat nasıl kuruldu bir genel manzara çizebilir miyiz?
Necdet Sakaoğlu: Okullarda çocuklarımıza gençlerimize nasıl savaşa gidildi bunlar yolda ne yediler ne içtiler 3 aylık bir yol nasıl gidilir nasıl gelinir, yağmur yağınca ne yapılır, ırmaklardan nasıl geçtiler, bunların disiplini nasıl sağlandı, hiç yolda yıkandılar mı acaba tarih kitaplarımızdan hiç böyle şeyle yoktur. Gidildi ya kazanıldı ya da mağlup olundu dönüldü. Elimde bir akçe var yeniçeriler bu akçe sevdasına bu işi yapmışlardır. Çünkü onların yevmiyeleri vardır. Acaba bu güne kadar bir tarih öğretmenimiz sınıfa bir akçe götürüp çocuklar işte bu yeniçerilere verilen akçe budur dedi mi? 466 yıldan söz ettiniz bu o kadar uzun bir zaman ki insan hayatı içinde 466 yılı kavrayabilmemiz algılayabilmemizin imkanı yok. Orhan Gazi'den 2.Mahmut'a kadar 17-18 kuşaktır bunların arası bu kadar kuşak padişahın en büyük vurucu gücü yeniçeriler. Bunların yayalarının kışlaları İstanbul'da süvarileri sipahileri İstanbul dışında iskan ediyorlar ama bunlar sürekli İstanbul'da kalmışlar. Bir yandan devlet bunları sürekli sefere sevk edip İstanbul'un dışına çıkarmaya çalışmış. 10 kişilik sur içinde bir kuvvet düşünün silahlı güçlü kuvvetli çarşıya pazara mesela bir baklava alayında İstanbul'a dökülmeleri büyük bir felaket oluyor ama bu gelenek mutlaka yapılıyor. 17.yy'da bu iş bozulmaya başlıyor padişahların güçsüzlük sefere gitmeme gibi bir dönemleri başlıyor. Onunla birlikte bir bozulma yeniçerilere sirayet ediyor. Savaşta esir alınan daha süt emen bebekler bile alınıyor evvela bir Türk yanına veriliyor orada Türkçe öğreniyorlar Müslüman oluyorlar, sünnet ediliyorlar ondan sonra acemi ocağına veriliyor. Oradan seçilenleri Galatasaray mektebine gidiyor daha sonra yapılan İbrahim Paşa sarayı var onlar biraz daha mektep gibi bu iki saray bir da acemi ocağı orada tamamen asker eğitimi alıyorlar. Bu iki mektebe de acemi ocağında yetenekli olanlar ayrılıyor mahreç olmak üzere orada yetiştiriliyorlar. Bir dönemden sonra artık bu savaşlarda esir alma işi biraz zor olmaya başlayınca bu defa Osmanlı devleti kendi sınırları içine aldığı Balkan ülkelerindeki Hıristiyan köylerinden devşirme yöntemi ile bu defa köylere kaydırıyor sizden haraç yerine bunu alacağım diyor. Devşirme ağaları gidiyor seçiyorlar.
Ahmet Yeşiltepe: Bazı savaşlarda son vurucu güç olarak da kullanılıyor galiba. Ama nihayetinde 16.yy'ın sonu 17.yy'ın başı iyice bir bozulma başlıyor.
Necdet Sakaoğlu: Kapıkulu dediğimiz yeniçerilerin ve sipahilerin oluşturduğu kadro doğrudan doğruya padişahı savaşlarda seferlerde muhafaza eden korumaya alan ve işte son vurucu güç olarak asıl darbeyi karşı tarafa vuran ordu. Ama asıl büyük ordu yani sayı olarak 150 binle ifade ettiğimiz ordu Anadolu'dan gelen tımar askerleri. Onlar sadece sefer zamanı geliyorlar büyük orduyu oluşturuyorlar içinde de çekirdek yapı yeniçeriler oluyor.
Ahmet Yeşiltepe: Sipahiler var yeniçerilerin arasında ve onların arasında okçular var.
Murat Özveri: İki tür sipahiden bahsetmek lazım kapıkulu sipahileri enderunla yetiştirilen aslında küçük bir birlik ve bir de tımarlı sipahiler eyalet askerleri. Asıl orduyu sağlayan tımarlar. Bunlarda dediğiniz gibi çok yakın zamana kadar başıca silahları ok ve yay oluyor 17.yy ortalarına kadar. Çünkü ateşli silahlar 1448'lerde filan yeniçeride ama sipahi 17.yy ortasına kadar ok ve yay uzun menzilli silah olarak kullanılıyor.
Ahmet Yeşiltepe: Temel nedenlerden birisi ateşli silahların kullanmakta yaşanan güçlükler. Dakika da atım sayısı en fazla iki üç olabiliyor.
Murat Özveri: Fitilli tüfeklerde dakikada birdir çakmaklı tüfeklerde bir ila ikidir. 18.yy Prusya-Britanya savaşlarında bu dakika da 4 atışa çıkar ama teknolojiden taviz vermek pahasına çıkar. Tüfek namlu çapı ile kurşun çağı arasındaki fark artar ama bu balistik olarak bir dezavantajdır.
Ahmet Yeşiltepe: Hem hız açısından hem de hedefi tutturma açısında son derece kullanımlı.
Murat Özveri: Fakat kinetik enerji açısından büyük avantajları dahi ki bunları ancak eğitimli askerler kullanabilir işi savaşmak olan sürekli idman yapan savaşçılar ancak bunların kullanabildiği savaş yayları ile bile o erken, doğru dürüst vuramayan ateşli silahların kinetik enerjilerine ulaşmak mümkün değildir. Merminin hedefe gelmiş olduğu zaman üzerindeki enerji yani tabi hedefte yaptığı tahribat. Bu silahların zor doldurulmaları uzun sürmeleri at üstünde esnek bir savaş tekniğini benimsemiş olan Türklerin üst üste çok ok atmaları gerekiyor bunu tüfekle yapmaları mümkün değil.
Ahmet Yeşiltepe: İyi bir okçu dakika da ne kadar atabilir?
Murat Özveri: Dakika da 20 atış yapabilir. Bu bizim coğrafyaya yakın Moskof ordusu gibi Polonya gibi Osmanlı'nın at üstünde savaş tekniklerini benimsemiş ordular için 6 ile 15 diye verilir bu rakam. Biraz daha erkene gidecek olursak Bizanslıların Selçuklu ordusu içi,n verdiği atış hızı dakika da 20'dir.
Necdet Sakaoğlu: Buna cıda yağdırmak deniyor. Ok atmanın aslında çok özel bir moral bozucu tarafı var binlerce asker mütemadiyen yayları ile ok atarak karşı düşman üzerine yağmur gibi bun cıda yağdırmak deniyor.
Ahmet Yeşiltepe: İstanbul'da talimhaneler var Yeniçeri ocağı içinde okçularda var.
Burak Çetintaş: 1453'te İstanbul'un fethinin ardından askeri tesislerde şehirde kurulmaya başlanıyor. 196'ya çıkmıştır Kanuni döneminde yeniçeri ortalarının sayısı. Bunun işte 101 tanesi cemaat 61 tanesi bölük 34 tanesi de sekmanlara ait olan. Cemaatle bölük arasındaki fark görev dağılımı açısından bir fark değil tamamı da İstanbul'da bulunmuyor. İki büyük kışlaları var biri Şehzade Başı'ndaki Acemi oğlanı hamamının bitişiğinde ve Şehzade başı camiinin bugün bulunduğu yere bir kısmı terk edilmiş geri kalan kısmı da 1826'daki teşkilatın kaldırılması hadiseleri esnasında yıkılıyor. İkincisi daha sonraki bir dönemde yapılan bugün Aksaray-Vatan Caddesi civarını düşündüğünüz zaman oradan Sulukule'ye yani şehir surlarının bitimine kadarki geniş arazi talim yaptıkları alan dediğimizde askeri açından aklımıza gelen ilk bölge burası.
Ahmet Yeşiltepe: Yeniçerilerin duası...
Necdet Sakaoğlu: Evet onu okuyayım; Allah Allah eyvallah, baş uryan, sine püryan, kılıç al kan. Bu meydanda nice başlar kesilir hiç olmaz soran! Eyvallah! Eyvallah! Kahrımız, kılıcımız düşmana ziyan, kulluğumuz padişaha ayan. Üçler, yediler, kırklar, gülbankı Muhammedi, nuru nebi, keremi Ali
Pirimiz, Hünkârımız Hacı Bektaş Veli, demine devranına hu diyelim huuu! Bu bir gülbank taşına çıkıyor birisi cemaatten bir imam o okuyor hepsine bunu tekrar ediyor.
Ahmet Yeşiltepe: Masamızın üstünde şu anda ok ve yay var. Osmanlıca ifadesi ile başka isimlerde kullanıyoruz örneğin tirkeş, kubur, kandil.
Murat Özveri: Onlar okluk için kullanılan tabir. Yayın konulduğu çanta sadaktır Moğolca bir sözcüktür. Sipahiler yanlarına çok fazla ok taşırmış. Yine Bizans kaynakları diyor ki bir Selçuklu tirkeşlerine, sadaklarına ve hatta çizmelerine sokulmuş vaziyette yaklaşık 90-100 ok taşımaktadırlar yanlarında diyor. Yayın defansif olarak kullanıldığı batıda bu kadar değildir mesela İngiliz okçusu 12 ok taşır savaş alanında. Türk yayları daha kısa ve kesinlikle balistik açıdan teknik özellikler açısından İngiliz uzun yayının da dünyadaki yapılmış diğer büyün yaylarında üzerindedir.
Ahmet Yeşiltepe: Ahşabın üzerine bir deri kaplama var ama içinde ne var?
Murat Özveri: Bu sentetik malzemeden yapılmış bir replikadır. Orijinalinde siz yayı çektiğiniz zaman hedefe bakan kısmı hayvan tendonu ile kaplıyor aşil tendonu. Arada bir ahşap iskelet vardır. Bu ahşap iskelete dışında sinir ile iç tarafında da boynuz laminalarla bu mandadan elde edilir kaplanır. Bunun sebebi yayı çektiğiniz zaman hedefe bakan taraf gerilme kuvvetine maruz kalır iç tarafta sıkışma kuvvetlerine maruz kalır. Mesela İngiliz uzun yayı gibi sadece ahşaptan müteşekkil yaylarda ahşap bu her iki kuvvete de mukabil olduğu için belli bir uzunlukta yaptığınız taktirde yayı normal bir insanın çekiş mesafesine uygun bir çekiş o yayla sağlarsınız. Fakat at üstünde kullanmak için manevra kabiliyeti sağlayan kısa bir yay yapmak ancak bu kompozit yay teknolojisi ile mümkün olmuştur. İlk kompozit yayın Asurlularda hatta MÖ 2200'lre kadar varmış olabileceği düşünülüyor. Teknoloji eskidir fakat Osmanlı en gelişmiş kompozit yayı yapmıştır. Diyelim ki elinizde 25 kilogram çekiş kuvvetinde bir yay olsun ve yine 25 kilogram çekiş kuvvetinde bir İngiliz uzun yayı olsun. Bunu 70 santime getirdiğinizde yayın depoladığı enerji aynı çekiş kuvvetindeki İngiliz yayının depoladığı enerjiden fazladır. Sırf bu dahi menzili uzatır. Ama bir avantajı da yapıldığı malzemeler gereği kirişi bıraktığınızda enerji kayıpları da daha azdır.