Gönderen Konu: Rusyada Türk Soylulara Karşı Çarlık Asimilasyonu...  (Okunma sayısı 4429 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Kök-Börü

  • Ziyaretçi
Rusyada  nihaî amaç Rus olmayan halkları zaman içerisinde eritmekti. Örneğin Türkistan’a yönelik olarak Ruslar buradaki yerli halkı sunî göçle bölgede sayısı artırılan Rus nüfusunun içinde eritmeye yönelik planlar geliştirmekteydi. Kültür bağlamında bu plan, Türklerin ileri gelen aydın kesimlerini ortadan kaldırmayı, yerli kültürlerin yerine Rus kültürünü yerleştirmeyi, bölgede başat inanç sistemi olan İslâm’ın etkisini olabildiğince aza indirmeyi ihtiva etmekteydi (Leylak 2000: 27). Gayrı-Müslim olan Türk boylarında ve özellikle Sibirya Türklerinde başat olan Kamlık inancının yok edilmesini ve yerine Rus Ortodoks Kilisesine mensup misyonerlerin yoğun çalışmalarıyla Hıristiyanlığın yayılması amaçlanan bu dönemde, yani 1917’ye kadarki dönemde yaşananlar çok korkunçtu. Zorbalıklarla dolu bu siyasaların Sibirya Türklerine özellikle ve diğer yerli halklara yönelik olarak genellikle belli bir amaç taşımaktaydı, o da; buradaki halkların Ruslaştırılması ve böylece milliyet olarak ortadan kaldırılmasıydı. Nitekim yerli kültürü ve inancı yok etmekle devlet ve kilise tarafından görevli misyonerler de hedef yerli halkları son derece küçümseyerek ve hatta aşağılayarak bu emellerini çekinmeden açıkça ifade etmekteydi (Davletov 2002:20-37).



Çarlık Rusya’sında Ekim 1917’ye kadar süren bu Ruslaştırma siyasalarının yer aldığı dönemde gayrı-Rus ve özellikle Türklerden de kendi kültürlerini koruma adına tepkisel nitelikte ve aslında son derece örgütlü hareketler de ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda Rusya’da yaşayan Türkler arasında kültürel anlamda Türkçülük akımını başlatan ilk isim olan Kırım Türklerinden Gaspıralı İsmail Bey’i burada zikretmek gerektiğine inanıyorum (Hablemitoğlu 1997:115). Özellikle Rusya Türklerinin arasında çok güçlü bir biçimde kendini gösteren hareketlilik daha çok Müslüman halkları içine almaktaydı. Bununla birlikte, bu dönemde, yani XIX. yy sonu ile XX. yy başında gayrı-Müslim Türklere, yani Ortodoks, Budist, Musevi, Kabalist ve Kamlık inancını yaşayan Türklere yönelik hiçbir faaliyet gösterilmediği gibi bu dönemdeki genel Türklük ideolojisinin içerisinde gayrı-Müslim Türkler büyük önemi oluşturmadıkları gibi dikkat alanı dışında bırakılmıştır. Yani ilk Türkçülük döneminde tüm kavramsal duruşlar Müslümanlarla Müslüman Türklere yönelikti ve Müslüman Birliğinin dışında tüm inançlara mensup Türkleri kapsayacak gerçek Türk Birliğinden bu dönemde söz edilmemekteydi maalesef (Tchervonnaia 2002:131-142). Nesnel olarak o dönemin çerçevesinde bu olguya bakıldığında Rusya’daki Müslümanların çoğu Türklerden oluşmakta ve bunun yanında gayri-Türk ama Müslüman halkların varlığının, hiçbir stratejik öneme sahip olmayan çok az nüfuslu gayrı-Müslim ancak Türk kökenli boylarından siyasî mücadele bağlamında çok daha öncelikliydi denilebilse de bu yine de çok geniş coğrafyada yaşayan Musevi, Kamcı, Ortodoks ve Budist Türklerin sahnenin arkasında bekletilmelerine yeterli açıklık getirmekte eksik kalabilir. Ancak bununla birlikte denilebilir ki sözü geçen bu Türk boyları siyaset bağlamında çok daha edilgendi. Ne var ki bu da gerçekliği tam olarak yansıtmaktan oldukça uzak gibi görünmekte, çünkü Sibirya Türkleri de geç de olsa XX.yy’ın başlarından itibaren Türkçülük hareketi çerçevesinde etkin çalışmalar yürütmekteydi. Buna örnek olarak Ekim Sosyalist devriminden önce XX. yy’ın başlarında Sibirya’da Güney Sibirya Türk Cumhuriyetinin kurulması yönünde yoğun faaliyetlerde bulunan Hakas ve Altay Türklerinde Turancılık hareketlerini göstermek olanaklıdır (Davletov 2002:5-33).



Yine konumuza dönecek olursak Rusya tarafından XVI. yy’dan itibaren zorla Hristiyanlaştırma faaliyetlerinin yürütüldüğü bilinmektedir. Gayrı-Rus halkları ilk aşamada maneviyat alanında kendine bağlamayı ve daha sonra da asimile etmeyi hedefleyen bu faaliyetlerin altında ise “Hıristiyanlaştırarak Ruslaştırma” fikri ve hatta buna özel olarak geliştirilmiş program yer almaktaydı. Bu zorbalığa dayanan vaftizleştirme siyasetinin ilk kurbanları Kazan Türkleri olmuş, bunlardan Hristiyanlığa girmek zorunda kalanlara da Kreşen (Rusça Kreşçenıy, yani vaftiz edilmiş) adı verilmiştir, bunlar baskı altına alınmış olup diğer çoğunluktan tecrit edilmiştir. Müslümanların (ki bunun kesinlikle Rusya İmparatorluğu dâhilinde yaşayan gayrı-Müslim Türkler için de geçerli olduğu belirtilebilir) kültürel ve ulusal alanda yeniden kalkınmalarının ve gelişmelerinin önüne geçebilmek için Çarlık Rusyası çapında eğitim kurumları yakın mercek ve sıkı denetim altına alınmış, mevcut siyasalara aykırı yazıları, haberleşme ve bu gibi haberlere yer veren basın ve yayıncılığa yönelik olarak sansür önlemleri geliştirilmiş, Rusya Türklerinin siyasî çalışmalarına izin verilmemiştir (Hablemitoğlu 1997: 6-7).



Türklüğün anayurdu ve öz coğrafyası olan Sibirya gölgesine gelince, buralarda yaşayan Türk boyları ve diğer gayrı-Rus yerli halklar da Çarlık yönetimince yürütülen bu özümleme siyasetine maruz kalarak ağır kayıplar vermiştir. Dönemin Rusyasında Sibirya yerlilerinin vaftizleştirilmesine büyük önem verildiği söylenebilir. Sömürgeleştirme süreci içerisinde Sibirya’da ortaya çıkan yönetimsel kurumların hemen ardından daha sonra yoğun misyonerlik faaliyetlerinin odakları hâline gelecek ruhanî kurumların tertiplenmesi izlemekteydi. Buralardan ise Çarlık Rusya’sının resmî dini olan Ortodoks Hıristiyanlığı yaymakla görevlendirilen misyonerler bölgedeki gayrı-Rus halklara yönelik çalışmalara girişmekteydi. Sibirya yerlisi halkların kültürel mirasını ve zenginliğini oluşturan ve Ruslar gelmeden yüzyıllarca ve hatta binyıllarca varlığını sürdürdükleri inançlarına yönelik bu saldırı niteliğindeki siyasette kullanılan araçlar büyük çeşitlilik göstermekte olup zorbalığa dayanan vaftizleştirme, geleneksel kült nesnelerinin yok edilmesi ve kendi inancından vazgeçmeyerek direnenlere yönelik baskı ve tasfiye hareketlerinden başka çıkış yolunun bulunmayışından kaynaklanması pek muhtemel görünen “gönüllü” Hıristiyanlaşmaya kadar olan yöntemleri kapsamaktaydı (Kotojekov 1992:60).



Zaten Çarlık döneminde uygulanan bu Ruslaştırma ve Hıristiyanlaştırma siyasetinde gayri-Ruslara yönelik en önemli araç olarak seçilen okul ve kilise gibi araçlar gelişi güzel seçilmemiş, çünkü bunlar bir devletin içinde çok iyi biçimde örgütlenmiş ve ihtiva ettikleri çalışan ve görevli bakımından oldukça geniş ve etkili bir ağ olduklarından dolayı, bireyleri ve bireyler üzerinden de kitlelerin mevcut ideolojik düzene uygun hale sokulma işlevinde birer esaslı kurumdur (Gramsci 1975:45-46). Burada okul ve kilise gibi sosyal kurumların bireylerin toplumsallaşma sürecinde oynadıkları etkin işlevleri yerine getirdikleri de göz önüne alındığında anılan siyasalarda bu araçların seçiminin amaca ulaşım yönünden ne denli isabetli olduğunu görebilmek olanaklıdır.



Öbür taraftan hemen işgalden sonrasında bölgeye kasıtlı olarak Rus nüfusunun göçü sağlanmaktaydı. Bununla birlikte Rusya’nın Avrupa’daki kısmından hayatın dayanılmaz halinden kurtulmak ve yeni hayata başlamak ümidiyle kaçan toprak köleleri, köylüler, sürgüne gönderilenler vb. unsurların göçü de yaşanmaktaydı bu dönemde. Ancak bunların nedeni ne olursa olsun sonuç itibariyle, zaten sayısı az olan bölge yerlisi halklar Rus halkıyla ilk sosyal temaslar kurmaktaydı ve Rusların getirmiş olduğu kültürle tanışma olanağına sahip olabilmekteydi. Bahsedilen dönem Çarlık Rusyası olduğundan dolayı doğal olarak tüm bu unsurların çoğunluğunu oldukça dindar kişiler oluşturmaktaydı, bu nedenle göçle gelen Rus nüfusu da beraberinde Hıristiyanlığın yayılmasına da köprü vazifesini görmekteydi (Kotojekov 1992:61).



Bu süreçten önce Sibirya’da Kamlık inancına mensup halkların içerisinde doktorluk görevini yerine getiren kamlar da derinden etkilenmiştir. Bir taraftan bunlar karşı kilise tarafından mücadele yürütülmekteydi, öbür taraftan misyonerler aracılığıyla halk kitleleri bunlardan kopartılmaya çalışılmaktaydı. Bu yapılırken de Hıristiyan misyoner adamları temel tıp bilgilerini edinerek gittikleri bölgede doktorluk yapmaya çalışarak daha önce münhasıran kamlara ait bu işlevin de kamların elinden alınmasında ve böylece halkın gözünde kamların yerini ikame edebileceklerini ummaktaydılar (Kotojekov 1992:61).



Tabi nesnellik adına Sibirya halklarının maneviyat yaşamlarına karışarak kendilerine, yani Rus Ortodoks Kilisesi ve dolayısıyla da Rus devletine bağlamak ve sonraki aşamada özümlemek adına çalışan bu misyonerlerin bölgeye yeni bilgi ve kültür birikimini de getirmiş olduklarını kabul etmek gerekir. Hatta bu akımın sayesinde birçok Türk aydını temel de olsa eğitim alma olanağına kavuşmuştur. Ne var ki özünde bu harekette bulunan misyonerlerin büyük çoğunluğu eğitimli ve kültürlü tanımına dahil edilmesi oldukça güç olan insanlardan ibaretti. Dolayısıyla bu misyonerlik faaliyetlerin etkinliğini temelden sarsmakta ve etkinliğini önemli ölçüde azaltmaktaydı. Nitekim bu konuda ünlü Sibiryalı bilim adamı G.N. Potanin şöyle demiştir : “...ruhani misyon, optik bir yanılsama, el marifetiyle yapılan bir cambazlıktır. Misyon, inorodetslerin içerisinde bir takım yerleşik köyler kurmuş olduğu, birkaç bin inorodetsin ruslaştığı, bunların tarımcılığa alıştırıldığı gibi geliyor... Ancak daha yakından bakıldığında, misyona harcanan paraların tamamen misyonerlerin maaşlarına gittiği konusunda ikna oluyorsun... ” (Kotojekov 1992:61-62).



Dolayısıyla Hıristiyanlaştırılmış gibi gözüken Sibirya Türkleri ve özellikle burada yaşayan Türk boyları aslında bu yeni gelen dini özünde kavrayamadıklarından dolayı (burada dilin bilinmemesi ve yerli dünya görüşünün çok farklı olması etkili olmuştur denilebilir) çoğunlukla halklar Hıristiyanlığı benimsememiş, benimsemiş olsalar dahi bu en fazla çift inançlılığa ve dinlerin senkretizmine yol açmıştır, ama tüm bu uğraşlar asla kamlık inancını kökten yok edememiştir ki bunu Rusya devleti resmi düzeyde kabul etmekteydi. Nitekim örneğin Altay ve Hakas Türklerinde XX.yy’da da Kamlık inancı güçlü bir biçimde varlığını sürdürmekteydi. (Kotojekov 1992:62-65). Ki, kimi Rus papazlarınca da bölgedeki Türklerin vücüdüna ve kanına kadar girmiş bulunduğu kabul edilen (Kotojekov 1992:63) Kamlık inancı bu dönemi aşarak ve geleneksel inanç bakımından en korkunç Sovyetler dönemini de geçerek günümüze kadar ulaşarak bugün daha da güçlenmekte olduğu gözlemlenmektedir.



O zaman sonuç olarak kültür ve kültürün içinde yer alan din ya da inanç açısından Ruslaştırma siyasetinin Rusya’daki Türkleri amaçlanan ve gerçekleşmesi beklenenden çok daha aşağı düzeylerde etkili olabildiği söylenebilir.



Burada halen de çok yaygın olan bir görüşten de bahsedeceğim. Bu görüşe göre Türkler tarihte tamamen göçebeliğe dayalı yaşam tarzına sahip olup tarımcılığa ancak Rusların bölgeye gelmesiyle ve tarımcılık kültürünün getirmesiyle Güney Sibirya Türklerinin toprakla uğraşmaya başlamıştır. Rus kültürünün etkisi mevcut olsa dahi yaygın olan bu gerçeği yanlış yansıtan görüşün aksine Rus Kozaklar Sayan ve Altay dağları bölgesine savaşların ardından ulaştığında buradaki Türk boyların son derece gelişmiş tarımcılık kültürüne sahip olduklarını gördüklerinde aslında oldukça şaşırmışlardı, çünkü daha önce başka bölgelerde bu gibi buğday ve arpa dolusu tarlaları görmeye pek alışık değillerdi. İşte bu gerçek Sovyet zamanında çıkan “İstoriya otkrıtiya i issledovaniya Sovetskoy Aziyi” (Sovyet Asya’nın Keşif ve Araştırma Tarihi) adlı monografide de kendi yansımasını bulmuştur (Kotojekov 1992:43).



Bununla birlikte burada şuna da yer verilmesinde yarar görmekteyim; Rusya da diğer Batı ülkeleri gibi sömürgeleştirme siyasetini gütmekteydi, ancak siyasi ve özellikle kültürel bakımdan bunların arasında hatırı sayılır farklılıklar mevcuttu. Bu konuda kendisi Hakas Türkü olan bilim adamı G.G. Kotojekov’un görüşü çok yerindedir, ki ona göre: “İngiliz sömürgelerinde örneğin, halklar, daha sonra dominyonların ve yeni devletlerin kurulmasına yol açan belirli siyasal haklara sahip iken, Sibirya’daki yerli halk hiçbir siyasi hakka sahip değildi...” (Kotojekov 1992:103).

DERLEMEDİR...