Kaynak :
http://www.turania.net/devlet-politika-ve-ekonomi/4908-said-i-kurdi-turk-nihal-atsiz-degil-print.html ve Odatv
SAİD-İ NURSİ TÜRK, NİHAL ATSIZ DEĞİL!?Vakit'in internet sitesi Habervaktim’den Ali İlbey'in yazısını yorumsuz aktarıyoruz:
“Bediüzzaman Said-i Nursi’yi Atsız ile kıyas ve misâlden edep ederim. Maksadım sosyal darvinist ve pozitivist Türkçü Atsız’ı Türklüğün mihveri olarak alan bir kısım Türkçüler ile Kemalistlerin fikrî sapkınlıklarını göstermektir.
Said-i Nursi’nin Müslüman Türklüğe paralel düşen değerini anlamak için Atsız’ın İslâmsız Türklüğünün ne menem bir sapkınlık olduğunu görmek gerek.
Said-i Nursi Türkiye Müslüman Türklüğünün mihveridir.
Atsız ise, bin yılda oluşan Müslüman Türklüğün ölçülerini taşıyan bir Türk değil, agnostik, deist (yaradancı) ve semavî olmayan din anlayışına sahip bir Hun’dur.
Önce şu değişmez târif ve oluşu akılda tutalım: Müslüman olan Türklere Türk denir. Türk eşittir Müslüman. Türklüğü bir kimlik ve aidiyet ifadesi olarak kullanmak gerektiğinde bu şekilde anlamak bir nastır.
Türkiye’de İslâm’ı ruh ve maddesine giydirmeyenlere, kainat görüşünü İslâm’ın belirlediğine inanmayanlara, devletin ve milletin meşruiyet kaynağının İslâm olduğunu kabul etmeyenlere Türk denmez. Tuvalet âdabından yatak odasına, ibadetten hayat tarzına, toplum nizamından idarenin esaslarına kadar her esası İslâm üzere idrâk etmeyen kimse Türk olarak addedilmez.
Bu ölçüler, Türkiye’deki Türklüğün varlık sebebidir. Hilafına oluş ve târifler Türklüğü ihtiva etmez.
Sözde Türk olduğunu iddia eden Atsız’ın, Ötüken’in 1964 Nisan sayısında Said-i Nursi ve İslâm hakkında yazdıkları, İstiklâl Savaşı’yla yeniden oluşan “Hakk’a tapan” Türklükten olmadığını gösteriyor:
“Nurculuk, Said’i Nursi adında cahil bir Kürdün peşine takılan sefil bir sürü. Said-i Nursi denilen adam, eskinden Said-i Kürdî diye biri takım risaleler yayınlayan, Türkçe bilmez, daha nokta ile virgülün nerede kullanılacağını bilmekten âciz, Şâfi mezhebinden bir Kürt’tür. Mütareke yıllarında İstanbul sokaklarında millî Kürt kılığı ile dolaşarak caka yapmıştır. Kürt Said ortaya Müslümanlık ve kardeşlik çığırtkanlığı ile çıkıyor. Türklüğü yıkacak ağuları (zehirleri) Müslümanlık ve Nurculuk diye ileri sürüyor.”
“Müslümanlık ve kardeşlik” çağrılarına “çığırtkanlık” diyen ve Şâfi mezhebini küçümseyen birinin Türklüğü sahih olur mu? Atsız’ın dört hak mezhepten birine aidiyeti olduğuna dair tek kelimelik ikrarı da yoktur.
“Şeyh Said’in 1924’de yapamadığını Kürt Molla Said (yani Bediüzzaman) kırk yıl sonra yapmış olacak. Urfa’daki mezarının bir baş belâsı hâline gelmemesi için general Mucip Ataklı tarafından ortadan kaldırılmasından sonra, Kürt Said’in uçtuğuna inananlar Nur Risaleleri denilen sayıklamaları rehber edinen beyni örümcekli zavallılar...” (Ötüken, a. g. s.).
ATSIZ, LÂ-DİNÎ TÜRKLÜĞÜ SAVUNUYORTürkiye’deki Türklüğün gönlünü ve maneviyatını fethetmiş bir âlimin mezarını “ortadan kaldırılması gereken bir baş belâsı” ve İslâm imanını öğrenmeye çalışanları “beyni örümcekli” olarak telakki eden Atsız Müslüman Türklüğün mihveri olabilir mi?
İslâm’ı dünya görüşü olarak kabul etmeyen, kendi ifadesiyle “bilinmeyen tanrının” Türkü pozitivist kafatasçı Atsız’ın Türklüğü, “Hakk’a tapan” Türklükle siyah ve beyaz kadar birbirine zıddır.
“Türk iseniz, hangi sebeple cahil bir Kürd’ün ardından gidiyor, kendi ırkınızı, kendi dilinizi hor görüyorsunuz? Aramızda resmî dilin Arapça olmasını isteyen hainler var” (Ötüken, a. g. s).
Arapça’ya düşmanlık, Kemalist Türkçülüğün başlattığı bir yoldur. Yani pozitivist lâ-dinî Türklüğü tercih edenlerin fikridir. Atsız, Arap dilinden kasıt, Kur’an’ı Kerim ve İslâm aleyhtarlığını dışa vuruyor.
İslâmsız 27 Mayıs 1960 darbecileri hakkında tek satır görüş belirtmediği gibi, o meşum dönemde Müslüman Türklüğe yakın olan Ali Fuat Başgil’in cumhurbaşkanlığı adaylığına karşı çıkar ve aleyhinde yazı yazar.
“Yobazlık Bir Fikir Müstehasesidir” başlığı ile Said-i Nursi ve devrin İslâmî hareketlerine “Müstehase”, yani fosilleşmiş Osmanlıcı, ümmetçi diyerek hakaret eder.
ATSIZ: “KUR’AN, MUHAMMEDİN TÂLİMATIDIR”Atsız’ın, Kur’an’ı Kerim’e, vahye, Hz. Peygamberin sünnet ve hadislerine pozitivistçe bakan ve inanmayan agnostik zihniyetini kendi ifadeleri ele veriyor:
“Kur’an, ‘âlemlerin sahibi olan Tanrıya hamd ederim’ diye başlıyor. Belli ki bu söz Muhammed’indir. Çünkü Tanrı kendisine hamd etmez. Muhammed’in yirmi küsur yıl süren peygamberliği sırasında bâzı âyetlerin mensuh olduğu (geçersiz kılındığı), yani hükmünün düştüğü malumdur. Demek ki Tanrı buyruklarını değiştiriyor. Tanrı eski buyruklarını hükümsüz sayarak yenilerini gönderiyor. (...) Tanrının dünyayı sırf Muhammed için yarattığını ileri süren yobazlar olduğunu...” (Ötüken, 1970, sayı:11)
M. Kemal’in 1930’lı yıllarda el yazısıyla yazdığı fikirlerin aynısı olan Atsız’ın inkâr dolu satırlarının devamı daha fecaat:
“İslâm düşüncesinde sömürgecilik vardır. Tanrı insan idrâki dışındadır. Kur’an, Muhammed’in tâlimatıdır. Bunun birçok delili vardır. Muhammed’in gönlünden ve beyninden doğmadır. Tanrının ne olduğunu bilmeye imkân yoktur. Peygamberlik Mısır’dan geçerek Yahudilere geçer. Tek Tanrı fikrini akıl ve duygusuyla kabul ederek Arap putçuluğuna karşı çıktığını görüp anlamak için yobaz olmaya, eski Mısır’dan gelip Yahudiler aracılığıyla öteki milletlere geçen inançları ilahî hakikat diye kabul etmeye lüzum yoktur. Müslümanlık, sosyoloji bakımından Arapların millet hâline geçme savaşıdır” (Ötüken, 1970, sayı: 11)
Kur’an’ın Kerim’in Allah’ın vahyi olduğuna inanmıyor. Âyetlerin -hâşâ- Hz. Peygamberimizin kendince uydurduğu manzum sözler olduğunu, Allah’ın elçisi diye bir şey olamayacağını, peygamberliğin Mısır’dan ve Yahudilikten geçme bir anane olduğunu söylüyor. İslâm’ın ve peygamberliğin Yahudi inançlarından oluştuğunu, İslâm’ın ilahî bir hakikat olamayacağını ileri sürüyor.
ATSIZ: “MÜSLÜMANLIK SEMAVÎ BİR DİN DEĞİL...”“Müslümanlık semavî bir din değil, Arapların sosyolojik bir durumudur” diyor. Bu fikirler de M. Kemal’in bir süre okutulan Afet İnan’ın hazırladığı “Medeni Bilgiler” kitabındaki sözlerinin tıpkısıdır. Yani pozitivizmin kurucusu A. Comte’un görüşlerinden alınmadır.
Müslüman Türklüğün asla kabul etmeyeceği hezeyanlarının ardı arkası kesilmez:
“Atatürk Türkiye’si, (...) koskoca Türk tarihinde bul bala sapık düşünceli, hasta ruhlu Yunus Emre’yi mi buldular. Tasavvuf düşüncesinde Mevlâna’nın Şemsi Tebrizi sevgisi ve semalar bir kadına hitap eder gibi tarzda işleniyor. (...) İnsanlığın bundan altı bin yıl önce yaratılan muhayyel bir Âdem’le hayâli bir Havva’dan türemedikleri ispat olunmuştur. Bilim türlü ilerlemelerle kainatın din kitaplarında yazıldığı gibi altı günde yaratılmadığını açıklıyor. Âdem ile Havva’ya yaratılış masalı bulundu. Nuh’un Gemisi masalı da böyledir. Biz, İslâm olmadan önce de büyüktük. İslâmiyet Türkleri değil, Türkler İslâmiyeti yüceltti. Keramet İslâmiyet de olsaydı her Müslüman millet yükselirdi” (Ötüken, 1969, sayı:10).
Yunus Emre’ye “hasta ruhlu bir insan” diyen, Mevlâna’nın düşüncelerine itiraz eden, Hz. Âdem ile Hz. Havva’nın ilk insan olduklarına ve Kur’an’daki yaratılış âyetlerine inanmayan, “biz (İslamsız Türklüğü kastediyor) İslâm olmadan önce de büyüktük, İslâmiyetin Türklüğü yüceltmediğini, kerametin İslâm’da olmadığını” söyleyen şizofren ruhlu Atsız Müslüman Türklüğün neresine oturtturulabilir?
Oğlu Yağmur Atsız “Babam Müslüman olarak tanımlanamaz, Onun konumunu lâ-dinî olarak tavsif etmek yerinde olur. Semavî dinlerle başı hoş değildir. Ateistte değildir. Yaratan bir güce inansa da bu gücün kainattaki olaylara müdahale ettiğine inanmazdı” diyor (Aksiyon, Mart 2008).
Kendi ideolojisindeki İslâmsız Türklere “Din Arab’ın, hukuk Roma’nın, harp Türklüğündür” ve “Yüz de yüz Türk olduğun gün cihan senindir” diye tâlimat veriyor.
“Yüzde yüz Türk olmakla”, Mete’nin ve Atilla’nın inançsız orduları gibi bir Türklüğü ve İslâmlaşmış Türklükten arınmış, “din yok, cemiyet var” diyen pozitivist bir Türklüğü ifade ediyor.
Onun “Ruh Adam” romanındaki Selim Pusat tipi kendisi olup, İslâm düşmanı bir psikopat Türkçüdür. Tasavvuf ve İslâm akaidini düşmanca sorgulayan hasta ruhlu bir tipin, yani kendi ruh ve düşüncelerini yazdığı romanında Hz. Peygamberimize, evliyalara, Kur’an ahkâmına ve Müslüman Türklüğün varoluşunun sebepleri olan her değere karşı çıkar.
SAİD-İ NURSİ: “İSLÂMİYET ORDULARININ EN KAHRAMANI TÜRKLER...”Atsız’ın Türklüğe mugayir bu şenî fikirlerine karşılık, Said-i Nursi’nin İslâm’la bezenmiş birleştirici şu sözleri Türkiye’deki Türklüğün mihveri değil midir? Bin yıllık izanını ve selim aklını kaybetmeyen Türklere arz edilir:
“Ey efendiler! Her şeyden evvel Müslümanım ve Kürdistan’da dünyaya geldim. Fakat Türklere hizmet ettim. Ve menfaatli hizmetim Türklere olmuş ve çok hayatım Türkler içinde geçmiş ve sâdık ve en hâlis kardeşlerim Türklerden çıkmış ve İslâmiyet ordularının en kahramanı Türkler olduğundan meslek-i Ku’ran’iyem cihetiyle her milletten ziyade Türkleri sevmek ve taraftar olmak kudsî hizmetimin muktezası olduğundan bana Kürt diyen ve kendini milliyetperver gösteren adamların bini kadar Türk milletine hizmet ettiğim civanmert bin Türk gençlerini işhad edebilirim. Dünyanın her tarafında Türkler ise Müslümandır. Müslüman ve gayr-ı müslim olarak iki kısma inkısam etmemiştir. Nerede bir Türk taife varsa Müslümandır. Müslümanlıktan çıkan veya Müslüman olmayan Türkler, Türklükten çıkmışlardır (Macarlar gibi). Halbuki küçük unsurlar dahi, hem Müslüman, hem de gayr-ı Müslim olmuştur. (...) Ey Türk kardeş! Bilhassa sen dikkat et! Senin milliyetin İslâmiyetle imtizaç etmiş. Ondan kabil-i tefrik değildir.”
SAİD-İ NURSİ DİYOR Kİ: “MEDENİYET VE DEVLET KURAN, TÜRK DENİLEN EHL-İ İMAN...”Risalelerinde en çok Türk milleti kavramını kullanır. Bununla etnik kökeni ifade etmez. Türkleri “medeniyet ve devlet kuran, Türk denilen bu vatan ehl-i imanıyla” diye isimlendirir ve “Türk milleti denilen şu vatan evlâdı” diye hitap eder.
“Ben cemiyetin iman selameti yolunda ahiretimi de feda ettim. Gözümde ne cennet sevdası var, ne cehennem korkusu. Yirmi beş milyon Türk cemiyetinin imanı nâmına bir Said değil, bin Said fedâ olsun” diyor.
O, milliyetçiliği Türkiye’nin millet yapısına göre târif eder:“Müsbet milliyetçilik cemiyetin dahili ihtiyacından ileri gelir. Yardımlaşmaya ve dayanışmaya sebep olur. Faydalı bir kuvvet temin eder. İslâm kardeşliğini teyid edecek bir vasıta olur. Milliyet kardeşliği İslâm’ı korumaya hizmet etmeli. Irka değil, dil, din ve vatan birliğine bakmak lâzımdır.”
1947’de CHP’ye yazdığı mektubu Türklük iddiasında olan herkes fikrine ve vicdanına emdirmelidir:
“Bin seneden beri âlem-i İslâmiyeti kahramanlığı ile memnun eden ve vahdet-i İslâmiyeyi muhafaza eden ve âlem-i beşeriyyeti, küfr-ü mutlaktan ve dalâletten, şanlı bir surette kurtulmasına büyük vesile olan Türk milleti ve Türkleşmiş olanların din kardeşleri! Eğer şimdi eski zaman gibi kahramansanız Kur’an’a ve hakaik-i imana sahip çıkmazsanız (...) hakaik-i Kur’aniye ve imaniyeyi tervice çalışmazsanız (...) âlem-i İslâm’ı muhabbet ve uhuvvet yerine, dehşetli bir nefret; ve kahraman kardeşi ve kumandanı olan Türk milletine bir adavet; ve âlem-i İslâm’ı mahva çalışan küfr-ü şark şimaliden çıkan dehşetli ejderhanın istila etmesine sebebiyet verirseniz....”
Said-i Nursi’nin fikirleri Türk toplumunun damarlarında hiç kesilmeden akıyor. Nur külliyatı her evde, her dükkânda bulunuyor ve okunuyor.
Atsız’ın hezeyan saçan patolojik fikirlerinin camide, evde ve hayatımızın bir karesinde yaşadığını gören var mı?
Not: Salı günkü Said-i Nursi yazımıza alâka gösterenlere, “cevabül” olan kelimeyi sehven “cenabül” yazdığımızı ve Said-i Nursi’nin siyah yılanları rüyasında görmediğini hatırlatan okuyucu dosta teşekkür ederim. Elbette, üstadın siyah yılanlar telmihi salt rüya değildir. Geceleri sıkça gördüğü yılanlardan kasıt, ceberrut cumhuriyetin memurlarıdır. Yılan telmihini çeşitli hallerde kullandığı ve kendisini rahatsız eden memurların yüzüne karşı söylediği vakalar birden fazla olup ayrı bir yazı mevzuudur. Önümüzdeki salı günü Said-i Nursi’nin cumhuriyetini ve laikçi cumhuriyetçilere söylediklerini âcizane anlatacağız.”
Tibaren