Gönderen Konu: said-i kürdi Türk, Nihal Atsız değil!?  (Okunma sayısı 12431 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Çağrı Bey

  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 690
Kaynak : http://www.turania.net/devlet-politika-ve-ekonomi/4908-said-i-kurdi-turk-nihal-atsiz-degil-print.html  ve Odatv

SAİD-İ NURSİ TÜRK, NİHAL ATSIZ DEĞİL!?

Vakit'in internet sitesi Habervaktim’den Ali İlbey'in yazısını yorumsuz aktarıyoruz:

“Bediüzzaman Said-i Nursi’yi Atsız ile kıyas ve misâlden edep ederim. Maksadım sosyal darvinist ve pozitivist Türkçü Atsız’ı Türklüğün mihveri olarak alan bir kısım Türkçüler ile Kemalistlerin fikrî sapkınlıklarını göstermektir.
Said-i Nursi’nin Müslüman Türklüğe paralel düşen değerini anlamak için Atsız’ın İslâmsız Türklüğünün ne menem bir sapkınlık olduğunu görmek gerek.
Said-i Nursi Türkiye Müslüman Türklüğünün mihveridir.
Atsız ise, bin yılda oluşan Müslüman Türklüğün ölçülerini taşıyan bir Türk değil, agnostik, deist (yaradancı) ve semavî olmayan din anlayışına sahip bir Hun’dur.
Önce şu değişmez târif ve oluşu akılda tutalım: Müslüman olan Türklere Türk denir. Türk eşittir Müslüman. Türklüğü bir kimlik ve aidiyet ifadesi olarak kullanmak gerektiğinde bu şekilde anlamak bir nastır.
Türkiye’de İslâm’ı ruh ve maddesine giydirmeyenlere, kainat görüşünü İslâm’ın belirlediğine inanmayanlara, devletin ve milletin meşruiyet kaynağının İslâm olduğunu kabul etmeyenlere Türk denmez. Tuvalet âdabından yatak odasına, ibadetten hayat tarzına, toplum nizamından idarenin esaslarına kadar her esası İslâm üzere idrâk etmeyen kimse Türk olarak addedilmez.
Bu ölçüler, Türkiye’deki Türklüğün varlık sebebidir. Hilafına oluş ve târifler Türklüğü ihtiva etmez.
Sözde Türk olduğunu iddia eden Atsız’ın, Ötüken’in 1964 Nisan sayısında Said-i Nursi ve İslâm hakkında yazdıkları, İstiklâl Savaşı’yla yeniden oluşan “Hakk’a tapan” Türklükten olmadığını gösteriyor:
“Nurculuk, Said’i Nursi adında cahil bir Kürdün peşine takılan sefil bir sürü. Said-i Nursi denilen adam, eskinden Said-i Kürdî diye biri takım risaleler yayınlayan, Türkçe bilmez, daha nokta ile virgülün nerede kullanılacağını bilmekten âciz, Şâfi mezhebinden bir Kürt’tür. Mütareke yıllarında İstanbul sokaklarında millî Kürt kılığı ile dolaşarak caka yapmıştır. Kürt Said ortaya Müslümanlık ve kardeşlik çığırtkanlığı ile çıkıyor. Türklüğü yıkacak ağuları (zehirleri) Müslümanlık ve Nurculuk diye ileri sürüyor.”
“Müslümanlık ve kardeşlik” çağrılarına “çığırtkanlık” diyen ve Şâfi mezhebini küçümseyen birinin Türklüğü sahih olur mu? Atsız’ın dört hak mezhepten birine aidiyeti olduğuna dair tek kelimelik ikrarı da yoktur.
“Şeyh Said’in 1924’de yapamadığını Kürt Molla Said (yani Bediüzzaman) kırk yıl sonra yapmış olacak. Urfa’daki mezarının bir baş belâsı hâline gelmemesi için general Mucip Ataklı tarafından ortadan kaldırılmasından sonra, Kürt Said’in uçtuğuna inananlar Nur Risaleleri denilen sayıklamaları rehber edinen beyni örümcekli zavallılar...” (Ötüken, a. g. s.).

ATSIZ, LÂ-DİNÎ TÜRKLÜĞÜ SAVUNUYOR

Türkiye’deki Türklüğün gönlünü ve maneviyatını fethetmiş bir âlimin mezarını “ortadan kaldırılması gereken bir baş belâsı” ve İslâm imanını öğrenmeye çalışanları “beyni örümcekli” olarak telakki eden Atsız Müslüman Türklüğün mihveri olabilir mi?
İslâm’ı dünya görüşü olarak kabul etmeyen, kendi ifadesiyle “bilinmeyen tanrının” Türkü pozitivist kafatasçı Atsız’ın Türklüğü, “Hakk’a tapan” Türklükle siyah ve beyaz kadar birbirine zıddır.
“Türk iseniz, hangi sebeple cahil bir Kürd’ün ardından gidiyor, kendi ırkınızı, kendi dilinizi hor görüyorsunuz? Aramızda resmî dilin Arapça olmasını isteyen hainler var” (Ötüken, a. g. s).
Arapça’ya düşmanlık, Kemalist Türkçülüğün başlattığı bir yoldur. Yani pozitivist lâ-dinî Türklüğü tercih edenlerin fikridir. Atsız, Arap dilinden kasıt, Kur’an’ı Kerim ve İslâm aleyhtarlığını dışa vuruyor.
İslâmsız 27 Mayıs 1960 darbecileri hakkında tek satır görüş belirtmediği gibi, o meşum dönemde Müslüman Türklüğe yakın olan Ali Fuat Başgil’in cumhurbaşkanlığı adaylığına karşı çıkar ve aleyhinde yazı yazar.
“Yobazlık Bir Fikir Müstehasesidir” başlığı ile Said-i Nursi ve devrin İslâmî hareketlerine “Müstehase”, yani fosilleşmiş Osmanlıcı, ümmetçi diyerek hakaret eder.

ATSIZ: “KUR’AN, MUHAMMEDİN TÂLİMATIDIR”

Atsız’ın, Kur’an’ı Kerim’e, vahye, Hz. Peygamberin sünnet ve hadislerine pozitivistçe bakan ve inanmayan agnostik zihniyetini kendi ifadeleri ele veriyor:
“Kur’an, ‘âlemlerin sahibi olan Tanrıya hamd ederim’ diye başlıyor. Belli ki bu söz Muhammed’indir. Çünkü Tanrı kendisine hamd etmez. Muhammed’in yirmi küsur yıl süren peygamberliği sırasında bâzı âyetlerin mensuh olduğu (geçersiz kılındığı), yani hükmünün düştüğü malumdur. Demek ki Tanrı buyruklarını değiştiriyor. Tanrı eski buyruklarını hükümsüz sayarak yenilerini gönderiyor. (...) Tanrının dünyayı sırf Muhammed için yarattığını ileri süren yobazlar olduğunu...” (Ötüken, 1970, sayı:11)
M. Kemal’in 1930’lı yıllarda el yazısıyla yazdığı fikirlerin aynısı olan Atsız’ın inkâr dolu satırlarının devamı daha fecaat:
“İslâm düşüncesinde sömürgecilik vardır. Tanrı insan idrâki dışındadır. Kur’an, Muhammed’in tâlimatıdır. Bunun birçok delili vardır. Muhammed’in gönlünden ve beyninden doğmadır. Tanrının ne olduğunu bilmeye imkân yoktur. Peygamberlik Mısır’dan geçerek Yahudilere geçer. Tek Tanrı fikrini akıl ve duygusuyla kabul ederek Arap putçuluğuna karşı çıktığını görüp anlamak için yobaz olmaya, eski Mısır’dan gelip Yahudiler aracılığıyla öteki milletlere geçen inançları ilahî hakikat diye kabul etmeye lüzum yoktur. Müslümanlık, sosyoloji bakımından Arapların millet hâline geçme savaşıdır” (Ötüken, 1970, sayı: 11)
Kur’an’ın Kerim’in Allah’ın vahyi olduğuna inanmıyor. Âyetlerin -hâşâ- Hz. Peygamberimizin kendince uydurduğu manzum sözler olduğunu, Allah’ın elçisi diye bir şey olamayacağını, peygamberliğin Mısır’dan ve Yahudilikten geçme bir anane olduğunu söylüyor. İslâm’ın ve peygamberliğin Yahudi inançlarından oluştuğunu, İslâm’ın ilahî bir hakikat olamayacağını ileri sürüyor.

ATSIZ: “MÜSLÜMANLIK SEMAVÎ BİR DİN DEĞİL...”

“Müslümanlık semavî bir din değil, Arapların sosyolojik bir durumudur” diyor. Bu fikirler de M. Kemal’in bir süre okutulan Afet İnan’ın hazırladığı “Medeni Bilgiler” kitabındaki sözlerinin tıpkısıdır. Yani pozitivizmin kurucusu A. Comte’un görüşlerinden alınmadır.
Müslüman Türklüğün asla kabul etmeyeceği hezeyanlarının ardı arkası kesilmez:
“Atatürk Türkiye’si, (...) koskoca Türk tarihinde bul bala sapık düşünceli, hasta ruhlu Yunus Emre’yi mi buldular. Tasavvuf düşüncesinde Mevlâna’nın Şemsi Tebrizi sevgisi ve semalar bir kadına hitap eder gibi tarzda işleniyor. (...) İnsanlığın bundan altı bin yıl önce yaratılan muhayyel bir Âdem’le hayâli bir Havva’dan türemedikleri ispat olunmuştur. Bilim türlü ilerlemelerle kainatın din kitaplarında yazıldığı gibi altı günde yaratılmadığını açıklıyor. Âdem ile Havva’ya yaratılış masalı bulundu. Nuh’un Gemisi masalı da böyledir. Biz, İslâm olmadan önce de büyüktük. İslâmiyet Türkleri değil, Türkler İslâmiyeti yüceltti. Keramet İslâmiyet de olsaydı her Müslüman millet yükselirdi” (Ötüken, 1969, sayı:10).
Yunus Emre’ye “hasta ruhlu bir insan” diyen, Mevlâna’nın düşüncelerine itiraz eden, Hz. Âdem ile Hz. Havva’nın ilk insan olduklarına ve Kur’an’daki yaratılış âyetlerine inanmayan, “biz (İslamsız Türklüğü kastediyor) İslâm olmadan önce de büyüktük, İslâmiyetin Türklüğü yüceltmediğini, kerametin İslâm’da olmadığını” söyleyen şizofren ruhlu Atsız Müslüman Türklüğün neresine oturtturulabilir?
Oğlu Yağmur Atsız “Babam Müslüman olarak tanımlanamaz, Onun konumunu lâ-dinî olarak tavsif etmek yerinde olur. Semavî dinlerle başı hoş değildir. Ateistte değildir. Yaratan bir güce inansa da bu gücün kainattaki olaylara müdahale ettiğine inanmazdı” diyor (Aksiyon, Mart 2008).
Kendi ideolojisindeki İslâmsız Türklere “Din Arab’ın, hukuk Roma’nın, harp Türklüğündür” ve “Yüz de yüz Türk olduğun gün cihan senindir” diye tâlimat veriyor.
“Yüzde yüz Türk olmakla”, Mete’nin ve Atilla’nın inançsız orduları gibi bir Türklüğü ve İslâmlaşmış Türklükten arınmış, “din yok, cemiyet var” diyen pozitivist bir Türklüğü ifade ediyor.
Onun “Ruh Adam” romanındaki Selim Pusat tipi kendisi olup, İslâm düşmanı bir psikopat Türkçüdür. Tasavvuf ve İslâm akaidini düşmanca sorgulayan hasta ruhlu bir tipin, yani kendi ruh ve düşüncelerini yazdığı romanında Hz. Peygamberimize, evliyalara, Kur’an ahkâmına ve Müslüman Türklüğün varoluşunun sebepleri olan her değere karşı çıkar.

SAİD-İ NURSİ: “İSLÂMİYET ORDULARININ EN KAHRAMANI TÜRKLER...”

Atsız’ın Türklüğe mugayir bu şenî fikirlerine karşılık, Said-i Nursi’nin İslâm’la bezenmiş birleştirici şu sözleri Türkiye’deki Türklüğün mihveri değil midir? Bin yıllık izanını ve selim aklını kaybetmeyen Türklere arz edilir:
“Ey efendiler! Her şeyden evvel Müslümanım ve Kürdistan’da dünyaya geldim. Fakat Türklere hizmet ettim. Ve menfaatli hizmetim Türklere olmuş ve çok hayatım Türkler içinde geçmiş ve sâdık ve en hâlis kardeşlerim Türklerden çıkmış ve İslâmiyet ordularının en kahramanı Türkler olduğundan meslek-i Ku’ran’iyem cihetiyle her milletten ziyade Türkleri sevmek ve taraftar olmak kudsî hizmetimin muktezası olduğundan bana Kürt diyen ve kendini milliyetperver gösteren adamların bini kadar Türk milletine hizmet ettiğim civanmert bin Türk gençlerini işhad edebilirim. Dünyanın her tarafında Türkler ise Müslümandır. Müslüman ve gayr-ı müslim olarak iki kısma inkısam etmemiştir. Nerede bir Türk taife varsa Müslümandır. Müslümanlıktan çıkan veya Müslüman olmayan Türkler, Türklükten çıkmışlardır (Macarlar gibi). Halbuki küçük unsurlar dahi, hem Müslüman, hem de gayr-ı Müslim olmuştur. (...) Ey Türk kardeş! Bilhassa sen dikkat et! Senin milliyetin İslâmiyetle imtizaç etmiş. Ondan kabil-i tefrik değildir.”

SAİD-İ NURSİ DİYOR Kİ: “MEDENİYET VE DEVLET KURAN, TÜRK DENİLEN EHL-İ İMAN...”

Risalelerinde en çok Türk milleti kavramını kullanır. Bununla etnik kökeni ifade etmez. Türkleri “medeniyet ve devlet kuran, Türk denilen bu vatan ehl-i imanıyla” diye isimlendirir ve “Türk milleti denilen şu vatan evlâdı” diye hitap eder.
“Ben cemiyetin iman selameti yolunda ahiretimi de feda ettim. Gözümde ne cennet sevdası var, ne cehennem korkusu. Yirmi beş milyon Türk cemiyetinin imanı nâmına bir Said değil, bin Said fedâ olsun” diyor.
O, milliyetçiliği Türkiye’nin millet yapısına göre târif eder:“Müsbet milliyetçilik cemiyetin dahili ihtiyacından ileri gelir. Yardımlaşmaya ve dayanışmaya sebep olur. Faydalı bir kuvvet temin eder. İslâm kardeşliğini teyid edecek bir vasıta olur. Milliyet kardeşliği İslâm’ı korumaya hizmet etmeli. Irka değil, dil, din ve vatan birliğine bakmak lâzımdır.”
1947’de CHP’ye yazdığı mektubu Türklük iddiasında olan herkes fikrine ve vicdanına emdirmelidir:
“Bin seneden beri âlem-i İslâmiyeti kahramanlığı ile memnun eden ve vahdet-i İslâmiyeyi muhafaza eden ve âlem-i beşeriyyeti, küfr-ü mutlaktan ve dalâletten, şanlı bir surette kurtulmasına büyük vesile olan Türk milleti ve Türkleşmiş olanların din kardeşleri! Eğer şimdi eski zaman gibi kahramansanız Kur’an’a ve hakaik-i imana sahip çıkmazsanız (...) hakaik-i Kur’aniye ve imaniyeyi tervice çalışmazsanız (...) âlem-i İslâm’ı muhabbet ve uhuvvet yerine, dehşetli bir nefret; ve kahraman kardeşi ve kumandanı olan Türk milletine bir adavet; ve âlem-i İslâm’ı mahva çalışan küfr-ü şark şimaliden çıkan dehşetli ejderhanın istila etmesine sebebiyet verirseniz....”
Said-i Nursi’nin fikirleri Türk toplumunun damarlarında hiç kesilmeden akıyor. Nur külliyatı her evde, her dükkânda bulunuyor ve okunuyor.
Atsız’ın hezeyan saçan patolojik fikirlerinin camide, evde ve hayatımızın bir karesinde yaşadığını gören var mı?

Not: Salı günkü Said-i Nursi yazımıza alâka gösterenlere, “cevabül” olan kelimeyi sehven “cenabül” yazdığımızı ve Said-i Nursi’nin siyah yılanları rüyasında görmediğini hatırlatan okuyucu dosta teşekkür ederim. Elbette, üstadın siyah yılanlar telmihi salt rüya değildir. Geceleri sıkça gördüğü yılanlardan kasıt, ceberrut cumhuriyetin memurlarıdır. Yılan telmihini çeşitli hallerde kullandığı ve kendisini rahatsız eden memurların yüzüne karşı söylediği vakalar birden fazla olup ayrı bir yazı mevzuudur. Önümüzdeki salı günü Said-i Nursi’nin cumhuriyetini ve laikçi cumhuriyetçilere söylediklerini âcizane anlatacağız.”

Tibaren

Çevrimdışı Çağrı Bey

  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 690
Ynt: said-i kürdi Türk, Nihal Atsız değil!?
« Yanıtla #1 : 24 Mart 2011 »
Cebe Noyan     

Ziya Gökalp'in şu mısraları yobaz vakit gazetesi yazarına gelsin:

Türklük hadimine Türk değil diyen, soyca Türk olsada p*çtir Türk değil.

Ziya Gökalp

Çevrimdışı Çağrı Bey

  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 690
Ynt: said-i kürdi Türk, Nihal Atsız değil!?
« Yanıtla #2 : 24 Mart 2011 »
Börü Kam 

Yazının tamamınını okuyanlar hemen fark edeceklerdir.
Türk olmayı müslüman olma şartına bağlayan kürt sait böyle bir dayatmayla; Türk Milli birlik ve bütünlüğünü didiklemek ve kürdistan denilen ütopyanın önünü açmak istemektedir.
Alçaklığın zirvesini yapmış olan çukur adam(!) (hakkını teslim edelim ki çukur adam tabiri de arapçı ve ümmetçi eşelek Necip Fazıl'a aittir.) kürt sait Türk olmayı ancak müslüman olma şartına bağlarken oluşturduğu dini kozmopoliteyle hem kendi aşağılık azınlığına ve hemde Truva atı misali Türk Milletini içten yıkacak diğer etnik azınlıklara yer açmayı amaçlamaktaydı.
Bunda başarılı olduğunu da, üzülerek, söylemek lazım. Zira Türk Milliyetçiliği iddiasındaki belli siyasi gruplarda, en başta MHP ve Ülkü Ocaklarınında, kürt saitin enjeksiyonunun kalıcı etkileri, çıplak gözle bile, görülmektedir.
Türk Milletine övgüler dizen kürt sait bunu gerçekten Türkleri sevdiği için değil, Türklerin dini olan İslam'ı atlama tahtası yaparak kürt etnitisesine kimlik kazandırmaya amaçladığı için yapmaktadır.
İnsanoğlunu kolay ve kati bir şekilde kandırmanın en emin yolu dini argümanları kullanmaktır.
Bu istismarcılık sadece İslam topluluklarına mahsus bir yara değildir.
Tarih boyunca bütün inanç sistemlerinin ve kutsal değerlerin pazarcısı ve taciri olmuştur.
Çünkü alıcı çoktur ve de üstüne üslük talepde aşırı derecededir.
Almanın, daha doğrusu aldatılmanın, bu kadar çok hevesli oluncada birileri -hem de epeyce birileri- bu piyasayı ticarete çevirmişlerdir.
Ümmetçiliği Türk Milliyetçiliği sanan malum kişiler kendilerine yutturulan düşünce zehirinin öylesine etkisinde kalmışlardır ki, İslam öncesi, daha da vahimi 1071 öncesi- ki buna Anadoluculuk denilmektedir- Türk Tarihini yok saymakta ve hatta inkar etmektedirler.
Adama demezler mi be hey beyinsiz mankurt!
Türkler İslam olmadan önce yoklar mıydı?
Türkler İslam'la birlikte gökten vahiyle mi inerek varoldular?
Bunlara verilecek cevap elbetteki yoktur.
Türkçülük yaptığını sanan bazı arızalı tipler gibi, Türk Milletinin inançlarına saygısızlık etmek için söylemiyorum ama, ne yazıkki Türkler İslam'a girdikten sonra, kendilerine yeni ülkü edindiklerinden, milli kimlikleri noktasında ciddi kayıplara uğramışlardır.
Uluğ Bilge Atsız Ata'nın çağlara hitap eden tespitiyle: "Türkler İslam'a girmeden önce de büyük bir milletti. İslama girmek Türklüğü yüceltmemiş, aksine Türklerin İslama geçmeleri İslam'ın yayılması ve daha geniş kitlelere ulaşmasını sağlayarak, İslam'ı büyütmüştür"
Bu ifadelerim ideolojik fanatizmin yansıyışı değil tarihi ve sosyolojik bir gerçeğin dile getirilmesidir.
Vakit denilen lağım çukurunda yayımlanan yazının bütünü üzerinde değerlendirme yapıldığında ortaya çıkan asıl amaç: Uluğ Bilge Atsız Ata bahane edilerek Başbuğ Atatürk yıpratılmak istenilmektedir.
Vakit denilen lağım çukurunda yayımlanan yazının bir çok yerinde Atsız şöyle diyor, Atatürk'de aynı şeyleri söylemişti, denilerek kolaylıkla saldırılabildikleri -en azından Atsız Ata'ya saldırmak Atatürk'e saldırmaktan daha kolay ve tehlikesiz olduğundan- Atsız Ata üzerinden Başbuğ Atatürk'e olan kin ve düşmanlık kusulmaktadır.
Türklüğün düşmanı bunca kırık, dökük, güdük etnik grubun buluşabildiği ve ortaklık kurdukları tek şirket dindir.
İşte biz yıllardır bu gerçeği gördüğümüz için söylemekten dilimiz kurudu, ağzımızda tüy bitti ki Türklüğün içerideki düşmanları, Türklüğü, Türk'ün inanaçlarıyla vurmakta, yıkmakta, yok etmek için küresel şer güçlerle işbirliği yapmakta ve hatta bu amaç uğrunda bölücü terörü bile büyütüp beslemekteler.
Türklüğe düşmanlık sözkonusu olduğunda, başka zaman asla bir araya gelmeleri olanaksız olan, etnik döküntülerin tamamı bir ve beraber olabiliyorlar ve bu birliğin şemsiyesi olarak da dini kullanıyorlar.
Biz buna: "Türklüğe karşı etnik döküntüler ittifakı" demekteyiz.
Cumhuriyet döneminde Türklük düşmanı kürtçü yapılanmanın fikir babası diyebileceğimiz kürt sait bu düşmanlığın metodolojisini kurarken, dini argümanları kullanarak, hitap ettiği kesimlerin düşünce kodlarını değiştirmiş, dini bezemelerle oluşturduğu yeni düşünce metodunun parametrelerini kendi hain, sinsi ve kahpe amaçlarına hizmet edecek şekilde dizayn etmiştir.
"Türk müslümansa Türk'tür" zırvası kürt saitin Türk toplumunun düşüncesine enjekte ettiği, düşünce dezenformasyonu yaratması amaçlanmış, bir zehirdir.
Türk, 40.000 (kırkbin) yıldır vardır ve Türk milli kimliği, sonradan edindiği, inançlarıyla değil; kanı, soyu, tarihi ve diliyle varolmuş ve bundan böyle de, bu değerler üzerinden, varlığını devam ettirecektir.
Gök Tanrıya, bizleri Türk olarak yarattığı için, sonsuz şükürler olsun!

Ne mutlu Türk doğana ve Türk kalana!

TTK.

Çevrimdışı Çağrı Bey

  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 690
Ynt: said-i kürdi Türk, Nihal Atsız değil!?
« Yanıtla #3 : 24 Mart 2011 »
TARDU KAĞAN

Bu konuda Börü kam ağabey gerekeni söylemiş.Ben onun kadar sabırlı ve anlayışlı olmadığım,İslama gönül vermiş kandaşlarımı yaralamamak,onların kalp, vicdan, ve mantık süzgecinde inandıkları islama hakaret etmemek adına Bu konudaki görüşlerimi dile getirmiyor,Bu konuyu göğsümün ortasında yutamadığım ve aksırıp çıkartamadığım bir yumruk olarak yutkunuyorum.Köhneleşmiş ve yokolmaya yüz tuttuğu için hergün yeni bir fırıldak bir yorum getirdikleri öğretilerinin canı kızıl tamuya diyip geçiveriyorum.

Çevrimdışı Çağrı Bey

  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 690
Ynt: said-i kürdi Türk, Nihal Atsız değil!?
« Yanıtla #4 : 24 Mart 2011 »
Çepni77     

Alıntı
Börü Kam Nickli Üyeden Alıntı
Bu istismarcılık sadece İslam topluluklarına mahsus bir yara değildir.
Tarih boyunca bütün inanç sistemlerinin ve kutsal değerlerin pazarcısı ve taciri olmuştur.
Çünkü alıcı çoktur ve de üstüne üslük talepde aşırı derecededir.
Kaleminize yüreğinize sağlık Börü kam andam!
Vakit denilen lağamın internet kolu olan habervaktime güzel bir cevap olmuş. Lakin bir noktada sizinle hemfikir değilim. Elvela şunu belirteyim ki İslamın saygı duyulacak bir tarafı yok. Bundan ziyade Türkçülğe gölge düşürecek bir unsur olarak baktığım için müslüğman olan Türkçü arkadaşlarıda samimi bulmuyorum.
Gelelim yukardki alıntı yapmış olduğum kısma. Din istismarcılığı sadece ve sadece İslami topluluklara mahsus olduğunu söyleye bilirim. İki kültür arasında yetişen bir Türk Irkçısı olarak hırıstyanlık İslam kadar sömürücü olmadığını söyleyebilirim. Hırıstyanlık asırıardır insanlara bir mavi gözlü ve sarışın bir İsaya tapmayı kabul etmiştir. Batı uygarlığın dini ırkçılığı burdan ibarettir. Batı toplulukları diğer unsurları sömürmek için hırıstyanlığı kendi çıkarları doğrultusunda kullanmayı bilmiştir. Afrikadaki sömürüyü hırıtsyanlığı alet ederek emeline ulaşmıştır. Hiç bir zmaan hırıstyanlık batı topluluklarını sömürmemiştir. İslamın kalkanlığını yaptığımız halde, kendimize göre bir peygamber çizmemişizdir. Arap Muhammedi kumral ve renkli gözlü olarak sahiplenmedik, İslamı kendi anlayışımıza göre uygulamamışızdır. Her daim arapçılığa hizmet ederek İslamı yaşamışızdır. Osmanlıda İslamı kullanarak başka unsurları sömüreceğimize kendimiz sömürülmüşüz İslam tarafından.

Batı toplulukları rönesans ve restorasyon devrinden gecerken bizler şeyh-ül İslamların sayesinde olduğumuz yerde saymışız (bu hususta şu konuyada bi göz atın derim) Kapitalistleşemeyen Osmanlı

Esenlike kalın!

Çevrimdışı Çağrı Bey

  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 690
Ynt: said-i kürdi Türk, Nihal Atsız değil!?
« Yanıtla #5 : 24 Mart 2011 »
AĞASAR     

Alıntı
TARDU KAĞAN Nickli Üyeden Alıntı
Bu konuda Börü kam ağabey gerekeni söylemiş.Ben onun kadar sabırlı ve anlayışlı olmadığım,İslama gönül vermiş kandaşlarımı yaralamamak,onların kalp, vicdan, ve mantık süzgecinde inandıkları islama hakaret etmemek adına Bu konudaki görüşlerimi dile getirmiyor,Bu konuyu göğsümün ortasında yutamadığım ve aksırıp çıkartamadığım bir yumruk olarak yutkunuyorum
Otorite'nin yarattığı uygun zeminde dünün salyangozları şimdi Türklüğün her değerine saldıran sırtlan'a dönüşmüştür... İslam'a gönül veren Kandaşlarımız'a saygıyı hiçbir vakit elden bırakmadığımız gibi, İslam adı altında Türklüğe canhıraş saldırmayı amaç edinen piçlere de diyecek sözümüz olmalı TARDU KAĞAN...

Çevrimdışı Çağrı Bey

  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 690
Ynt: said-i kürdi Türk, Nihal Atsız değil!?
« Yanıtla #6 : 24 Mart 2011 »
Tonyukuk     23. January 2011 20:27
Alıntı
Çepni77 Alıntı:
Lakin bir noktada sizinle hemfikir değilim. Elvela şunu belirteyim ki İslamın saygı duyulacak bir tarafı yok. Bundan ziyade Türkçülğe gölge düşürecek bir unsur olarak baktığım için müslüğman olan Türkçü arkadaşlarıda samimi bulmuyorum.
Arap emperyalizminin Türklerin İslâmı benimsemesiyle yetinmediğini, Türkleri vatan duygusundan yoksun dini askerleri haline dönüştürmek istediğini, Arap şeriatını ''yasa''nın önüne geçirme gayretlerinin de Araplardan çok İran'ın işine yaradığını, dün öyle olduğu gibi bugün de öyle olduğunu çeşitli başlıklarda defalarca yazdım çizdim. Üstelik bunu sen ve senin kafandaki bir kaç kişi gibi kürt Turan Dursun'dan alınma derinlikten yoksun fikirlerle değil bu milletin öz evladı olan büyük tarihçilerin eserlerinden alarak yaptım.

Başlıktaki yazı bana danışılarak konulmuş bir yazıdır, kürt said ve yandaşlarının niyeti baştan beri dini kullanarak Türkiye Cumhuriyeti üzerinde başka bir uydu devlet kurmak olduğu halde, senin gibilerin bu türden bir çıkışları onların bu amaçlarını maskeleyip, bir kısım cahilide onların safına itmekten başka bir işe yaramaz, yaramıyor. Yarınlarda aynı kafada fakat hareketleri bunlardan daha kurnaz, adamlıkları da bunlardan daha iyi görülen birileri gelir devletinin tepesine iyice çökerse şaşırma, İran'da Humeyni yandaşları, Filistin'de hamas, Lübnan'da hizbullah da böyle geldiler. Türk için her şey, her geçen gün neden daha kötüye gidiyor, öyleyse nerede hata yapıyoruz diye bir an olsun düşünmemiz gerekmez mi?

Ne yazık ki doğan her insanın büyüyüp kendisine bir dünya kurma girişimi ancak toplumla dayanışarak olabilecek bir şeydir, yani hayatın her anında, her dinden ve görüşten toplumu oluşturan diğer kişilerle ilişki halinde olmamız bir zorunluluktur. Dini, kültürü oluşturan bir öge olarak görmesek de, kültürü etkileyen bir unsur olduğunu da kabul etmemek bir tür körlük halidir. Bu millete kendi değerlerini anlatırken bile inançlarına sataşırsan, bu değerleri inançlarıyla çatışıyormuş gibi gösterirsen sana Türkçü değil başka bir şey derler. Kısacası boyunu çok aşan laflar etmişsin. Şu iğrenç yazıya yanıt vermek için harcamam gereken zamanı Türkçülük iddiasında olan birisine harcamak gerçekten üzüntü verici. Ben de seni samimi bulmuyorum.

Çevrimdışı Çağrı Bey

  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 690
Ynt: said-i kürdi Türk, Nihal Atsız değil!?
« Yanıtla #7 : 24 Mart 2011 »
Çepni77     

Alıntı
Tonyukuk Nickli Üyeden Alıntı
Çepni77

Ben de seni samimi bulmuyorum.
Sizin fikriniz Tonyukuk beğ! Tahammül sınırlarımı zorlayan İslam yandaşlarına sabırlı olmanız ne size nede Türkçülğe bir şeyler kazandıracaktır. Türk milleti hırıstyanlığı benimsemiş olsaydı bu kadar sömürülmeyecekti. Sorunun İslamın ta kendisi olması kaçınılmaz bir gerçek. Müslümanım diyen Türkçülerin aynaya bakıp kendilerini sorgulamaları gerek. Elvela ben Türkçülerin din olgusundan ziyade dürüst olmalarından yanayım. Irkçılığı yasaklayan semavi dinleri benimsemeleri yürüdükleri yolda sağlam yürümedikleri belli. Siz beni samimi bulmaya bilirsiniz, ama en azından iki karpuzu bir koltuğa sıkıştırmıyorum. İslamı komünizm ve hümanizm kadar karşımda engel bellediğimi kimse mani olamayacak.

Gelelim benim eleştirdiğiniz yazıya. Beğenmediniz yazıyı anlamdaığnızı yada ben anlatamadığımı ortaya koyar. Nesini anlamadınız bilmiyorum ama İslam Türkleri asırlarca sömürdüğünü ve hala ümmetçilik adı altında sömürdüğünü görüyoruz. Siz Türk milletin dinine saygı duya bilirsiniz. Ben duymöuyorum. Lütfen benide zan altında bırakmayın. Bu otağda İslama yüklenmeyeceğimi hem fikirdik sizinle. Bu çıkışınıza anlam veremedim!
Her gün İnsanların içinde İslamın Türklere olan zararları anlatmaya da devam edeceğim. Sandığınız gibi sadece sanalda değil , çevremede bu tutumumu sergiliyorum.!

Saygılarımla esen kalın!

Çevrimdışı Çağrı Bey

  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 690
Ynt: said-i kürdi Türk, Nihal Atsız değil!?
« Yanıtla #8 : 24 Mart 2011 »
TARDU KAĞAN     

Alıntı
AĞASAR Nickli Üyeden Alıntı
Otorite'nin yarattığı uygun zeminde dünün salyangozları şimdi Türklüğün her değerine saldıran sırtlan'a dönüşmüştür... İslam'a gönül veren Kandaşlarımız'a saygıyı hiçbir vakit elden bırakmadığımız gibi, İslam adı altında Türklüğe canhıraş saldırmayı amaç edinen piçlere de diyecek sözümüz olmalı TARDU KAĞAN...
Ben bu şekilde söylemeyi uygun buldum kardeşim.Seninde söyleyecelerini merak ettim doğrusu...

Değerli Çepni kardeşim,Din konusunun insanlar tarafından çokta iyi anlaşılmadığı görüşünü sizinle paylaşabilirim...Ancak; eğer, din bir afyondur insanları uyutur misali kıyaslama yapıp islama karşı görüşlerinizi bildirseydiniz sebep ve sonuç ilişkileri doğrultusunda sizi daha net anlamış olabilirdik.Fakat sanki islam kötüde, baştan aşağı edebi bir felsefe neşriyatından öte gidemeyen,dünya siyasetinin en kalitesiz argümanı olan hristiyanlık çok daha iyiyşmiş gibi konuşmanızı hayrete şayan buluyorum.Hal böyleyken İnsanı Tanrı yapıp tapınmaya çalışan ortaçağa bile yakışmayan bir inanç sistemini Türk'e nasıl daha uygun bulduğunuzu da , hiçbir Türkçünün anlayabileceğini sanmıyorum.Aile çevrenizde akrabalarınız arasında onca islama gönül vermiş müslümanlar varken,Üzerinde yaşadığımız yurdu Oluk oluk kan akıtarak şehit olmuş yüzbinlerce müslüman atamız babamız kardaşımız varken onların inanç ve itikat anlayışlarını onların hatrı için dahi olsa saygıya değer görmemelimiyiz?

Çevrimdışı Çağrı Bey

  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 690
Ynt: said-i kürdi Türk, Nihal Atsız değil!?
« Yanıtla #9 : 24 Mart 2011 »
Cebe Noyan     

Bu yazı aynı isimle yayınlanan makâleme bazı ilâveler yapıldığı için II. bölüm olarak adlandırılmıştır. Sebeb de Vakit denen paçavranın Internet sitesi Habervaktimde Ali İlbey isimli tarantula kafalı bir beyinsiz karacâhilin yazdığı “Saîd-i Nursî Türk, Nihâl Atsız Değil” başlıklı makâlesidir. Ben Vakit ve benzeri, kağıt sarfiyâtından başka bir işe yaramayan gazete müsveddelerini okumadığım için yazıyı odatv’de gördüm.

NÛRCULUK DENEN MÂNEVİYÂT ÇÖPLÜĞÜ II

(Ali İlbeye cevap)

Bu yazı aynı isimle yayınlanan makâleme bazı ilâveler yapıldığı için II. bölüm olarak adlandırılmıştır. Sebeb de Vakit denen paçavranın Internet sitesi Habervaktimde Ali İlbey isimli tarantula kafalı bir beyinsiz karacâhilin yazdığı “Saîd-i Nursî Türk, Nihâl Atsız Değil” başlıklı makâlesidir. Ben Vakit ve benzeri, kağıt sarfiyâtından başka bir işe yaramayan gazete müsveddelerini okumadığım için yazıyı odatv’de gördüm. Câhillikten başka hiçbir sıfatı olmayan bu Nûrcu tâ’ifeye mensûb olduğu anlaşılan Ali İlbey adındaki zavallı aklı sıra Kemalistleri ve Atsızı hedef alarak hem Atatürke hem de Türklere ve Türkçülüğe saldırıyor, hem de olmayan zekâsıyla Kürd Saîdin propagandasını yapıyor. Keşke kendisine böyle bir yazı yazmasını emredenler daha zekî birini seçselerdi. Ama tabiî henüz Beşerî Gelişme Endeksine bile dâhil edilmesi mümkün olmayan bir gürûhtan bunu beklemek abes olurdu.

Demokrasi fikir hürriyeti olmaktan çıkıp ipe sapa gelmez fikirlerin hürriyeti olduğu zaman işler yolundan çıkar. Bilindiği üzre demokrasilerde nitelik (quality) değil, nicelik (quantity) aranır. Demokrasilerin kudret ve güzelliği, siyâsî irâdenin meseleleri tekrar yoluna sokmaktaki mahâretidir diyenlere söyleyecek söz bulamayız, ama eğer o siyâsî irâde de ipe sapa gelmez fikirlerin batağına, biraz da politik hesaplarla millî olmayan kuvvelerce itilerek saplanmışsa, ortada büyük bir problem var demektir. Buna başka bir münâsebetle belirttiğim gibi bir de demokrasilerin gitgide bir avâm hâkimiyeti hâline gelmesiyle zekâ ve seviyenin de düşmesi katılırsa, durumun fecâati daha belirgin bir şekilde ortaya çıkar. İpe sapa gelmez fikir derken elbette dini değil, ama onun zekâ ve seviyenin düşmesi sonucu siyâsîleştirilerek dejenere edilmiş hâli olan Nûrculuğu kasd ediyorum. En ilkel toplumlarda bile var olan din, insanların akıl ve bilimde ilerlemesi ile daha aklî olmuş ve çok Tanrıdan başlayarak daha az Tanrıya doğru gerileyerek son olarak tek Tanrıda karâr kılmış ve bazılarına göre de tek Tanrı ile gerçek sayısına iyice yaklaşmıştır. Din müessesesini artık ilim ve teknolojinin her alanda hâkim olduğu 21. yüzyılda aklın kabûl edemeyeceği hurâfelerden, saçma inançlardan arındırarak tamâmen şahsî vicdan meselesini hâline getirmek, tartışma konusu olmaktan çıkarmak ve din hakkındaki yazıları sâdece konunun uzmanı olan kişilere bırakmaktan başka çâre kalmamıştır. Yoksa kara câhil bir Kürdün başlattığı Nûrculuk ve benzeri tarîkatler vasıtası ile Türkiyenin altı oyulmakta ve çökertilmeye çalışılmaktadır. İlkel bağnazlıkları ile altını oydukları Türkiye çöktüğü zaman enkâzın altında kendilerinin de kalacaklarını fark edemeyecek kadar ahmak olan bu tâi’fenin şimdiyedek verdiği zarâr herhâlde fecâat sınırlarını çoktan aşmış olmalı. Maalesef bu ahmaklığa kendi kültürünün yok olduğunu fark etmeyen binlerce Türk ortak olmaktadır. Bunun en belirgin sebeblerinden biri milletleri millet yapan ortak bir birleştiricinin, yâni bir ülkünün olmamasıdır, yâhut da var olanın yok edilmiş olmasıdır. O ülkü olmayınca da yerini ipe sapa gelmez fikirlerin doldurması kaçınılmaz olur. Bu her millet için geçerlidir. Nûrculuk denen hezeyân işte bunlardan biridir.

Pekiyi, Nûrculuk nedir? Nûrcular kimdir? Nûrcular, aralarında avam tabakasından aydına kadar içinde her türlü adamın bulunduğu, Saîd-i Nursî adında bir câhil Kürdün peşine takılmış bir gâfil sürüsüdür. Nûr risâlesi talebeleri adı verilen bu sürü, Kürd Saîdin Kürd hammal Türkçesiyle yazdığı risâleleri toplanıp okuyan ve “aydınlandığını” sanan bir zavallılar yığınıdır. Şafiî mezhebinden olan bu Kürt kendisine Bedîüzzamân, yâni zamanların hârikası demekte, mürîdleri de onu bu adla yüceltmektedirler. Adamda tevâzû denen kavram hak götüre. Zâten hayatını inceleyenler bu kör câhil Kürdün kendisine ne yalanlar ve dolanlarla, ne gibi sahtekârlıklarla ne pâyeler biçtiğini hemen göreceklerdir. İlgilenenlere önce Turan Dursun’un kitabı “Müslümanlık ve Nûrculuk”, Istanbul, 1996, Kaynak Yayınları ile Yeni Hayat dergisinin kasım, aralık 1996 nüshaları ile şubat, mart 1997 nüshalarında Bilge Orhonlu’nun Nûrculuk hakkındaki bir dizi makalesini tavsiye ederim. Onun için hayâtı hakkında burada teferruâta girmeyi gereksiz buluyorum. Ama iki husûs önemlidir.

Birincisi Kürd Saîd’in tımarhâneye girmiş olması, ki bunu kendi ifâdesinden biliyoruz. Kürd Saîd 1907 yılında Istanbula ikinci gelişinde Abdülhamîd’e hitâben saraya bir dilekçe verir. Dilekçede kullandığı ad da tevâzûa lüzûm görmediği için Molla Saîd-i Meşhûrdur. Bu dilekçe Şark ve Kürdistan gazetesinin 19 Teşrîn-i Sânî [kasım] 1908 târihli ilk nüshasında yayınlanmıştır. Adında Kürdistan kelimesi geçen bu yayın organının daha ilk sayısında yazısının tanıtımında Bedîüzzamân Molla Saîd Efendi Hazretleri olarak takdîm edilen Kürd Saîd’in Kürtçü çekirdek bir kadronun içinde yer aldığı belli oluyor (Malmîsanij, Saîd-i Nursî ve Kürt Sorunu, Istanbul, 1991, s. 84, Doz Yayınları). Dilekçesinde Türkiyenin doğusundan Kürdistan diye bahs eden Saîd, her ne kadar Kürdistanda okullar açılmış ise de gönderilen öğretmenler Türkçe ders verdiklerinden bundan sâdece Türkçe bilenlerin faydalandığını, bölge halkının Kürtçe konuşanlarına bu okulların bir faydası olmadığını, buralarda Kürtler için de okullar açılmasını ve Kürtçe eğitim yapılmasını teklif ediyor. Yâni bölge halkını Türkler ve Kürtler diye ayırarak Kürt ırkçılığı yapıyor. O günden bu güne isteklerde değişen bir şey olmadığının göze çarpması ise ayrı bir konu. Tek fark, Kürt Saîd’in bu dilekçe üzerine emr-i şâhâne ile tımarhâneye gönderilerek müşâhede altına alınmış olmasıdır. “Nasıl ki zamân-ı istibdâtta tımarhâneye düştüm, dîvânelerin hükmüne konuldum...........ben dîvâneliği kabûl ettim. Şâhit olunuz ki, böyle akıldan istifâ ediyorum, dîvâneliğimle iftihâr ediyorum. Ey Kürdler, tımarhâneyi bunun için kabûl ettim. Kürdlüğü lekedâr etmemek için irâde-i pâdişâhiyi, maâşını, ihsân-ı şâhâneyi kabûl etmedim” (İsmâil Göldaş, Kürdistan Teâli Cemiyeti, Istanbul, 1991, Doz yayınları, s. 30). Saîd burada da kendine pay çıkarmaya çalışarak pâdişâhın kendisine başlamak istediği maâşı red ettiğini söylüyorsa da bunun söz konusu olması mümkün değildir. Meczûb yerine koyarak onu tımarhâneye sokan kuvvet her hâlde kendisine bir de maâş bağlayacak değildi. Şimdi gelin bu tımarhânelik zırdelinin yumurtladığı nânelerden bir kaçına bir göz atalım:

- Risâle-i Nûr düşmanları teslim olmak zorunda bırakan elmas bir kılıçtır.
- Risâle-i Nûr girdiği yerleri mübâreklendirmiş, bu arada bir ilimizi, yâni Ispartayı mübâreklik makâmı kazandırmıştır. (Cümle düşüklükleri bana âit değildir.) Eski zamanların mübârek kenti Şâm-ı Şerîfin mübârekliği Risâle-i Nûr vasıtası ile Ispartaya nasîb olmuştur. ......... Onun için bu vilâyetin bütün insanları, hattâ dinsizleri bile beni ve Risâle-i Nûru savunmak zorundadırlar.
- Risâle-i Nûr Kurânın bir aynasıdır. Bir mûcize durumundadır.
- Ölüm hakîkatinin muammâsını yalnızca Risâle-i Nûr çözmüştür.
- Nûr risâleleri içinde bâzıları birer hârikadır.
- Risâle-i Nûrun bölümlerinden bâzıları altı saatte yazıldıkları hâlde en güçlü dindâr filosoflar o parçaları altı günde bile yazıp meydana getiremezler.
- İkinci Dünyâ Savaşına katılmamızı önleyen Risâle-i Nûr olmuştur.
- Diğer yaratıklar nasıl Risâle-i Nûr ile ilgileniyorsa, kuşlar da ilgilenir elbet onunla.... Kuşlar Risâle-i Nûru başarılarından dolayı tebrîk edip alkışlarlar.
- Risâle-i Nûr çekirgelerden, serçelerden, güvercinlerden, kısacası hayvanlardan (hayvan kelimesinin tefsîrini okuyucunun muhayyelesine bırakıyorum. B. A.) başka yer küresini, hattâ hava tabakasını bile kendisiyle meşgûl etmektedir.
- Risâle-i Nûr Kurân-ı Kerîmin en hakîkî tefsîridir.
- Risâle-i Nûrdan alınan bilgiler, onu yazarken akıtılan mürekkebler, şehîtlerin kanından daha üstündür. Risâle-i Nûra yapışmak sûretiyle Peygamberin yolundan gidenler, şu fesat zamânda yüz şehît sevâbından daha çok sevâb kazanırlar.
- Risâle-i Nûru okumak ya da yazmak, âlim olmak için yeterlidir. Başka şey istemez.
- Risâle-i Nûra itîrâz edilemez. Yapılacak bir itîrâz en ulu kişilerden, Kutb-u Âzamdan da gelse aldırış edilmemelidir.

Bu ve benzeri saçmalıkları uzatmak mümkün. Yukarıdaki incileri (!) Tûran Dursun’un adı geçen eserinin 40 ilâ 62. sayfalarınan rastgele aldım. Yazar belli ki söylenenleri daha anlaşılır hâle getirmek için çetrefil Kürt hammal Türkçesiyle yazılanları sâdeleştirmiş. Dursun kitabında Kürt Saîdin çelişkilerini, mürîdlerinin bu câhil deliyi ne için ve nasıl övdüklerini vs. ayrıntılarıyla anlatmaktadır. Nûrculuğun ne mene bir ahmaklık olduğunu öğrenmek isteyenler için vaz geçilmez bir kitaptır, şâyân-ı tavsîyedir. Sâdece bir misâl olsun diye Tûran Dursunun kitabının 13 sayfasında Kürt Saîd için söylediklerini tekrâr etmek kâfidir sanırım:

“Saîd-i Nursîyi kısaca anlatmak gerekirse şöyle denilebilir; Saîd-i Nursî, karanlık emellerini gerçekleştirmek için dînimizi âlet eden, gerçekte dînin temel ilkelerine bile inandığı şüpheli olan riyâkâr bir insan olarak yaşamış ve hayâtının sonuna kadar bu tutumunu sürdürmüştür”.

İkinci önemli husûs ise Kürt Saîdin bir Kürt milliyetçisi olduğudur. Bu adamın 1327 (=1909) yılında Istanbul Vezîr Handa bulunan İkbâl-i Millet Matbaâsında basılmış “İki Mekteb-i Musîbetin Şahâdetnâmesi Yâhut Dîvân-ı Harb-ı Örfî ve Saîd-i Kürdî” adlı 48 sayfalık bir eseri vardır. Kendisi de burada ayrıca Kürt olduğunu açıkça belirtmektedir. Eserin editörü de Kürdîzâde Ahmed Râmizdir. Eserin hâtime kısmı Kürt Saîdin nasıl Kürt milliyetçiliği yaptığını göstermesi bakımından ilgi çekicidir. Her zamân olduğu gibi çapraşık ve ağdalı bir dille yazılmış olan bu kısım şöyledir:

“Ebnâ-i cinsime (soydaşlarıma) burada birkaç söz söylemezsem, bence bahs nâtamâm (eksik) kalır. Ey Âsûrîler ve Keyânîlerin cihângîrlik zamânında pişdâr, kahramân askerleri olan aslan Kürtler! Beşyüz senedir yattınız. Yeter artık. Uyanınız. Sabahtır. Yoksa sahrâ-i vahşette vahşet ve gaflet sizi yağma edecektir. Hikmet-i ilâhî denen makine-i âlemin nizâmı ve telgraf hattı gibi umûm âleme mümted ve müteşâib kânûn-i nûrânî-i ilâhînin müessisi olan hikmet-i ilâhî ufk-ı ezelden engüşt-i kaderi kaldırmış size emr ediyor ki, tefrika ile katre katre müteferrik su gibi zâyî olan hamiyyet ve kuvvetinizi fikr-i milliyetle tevhîd ve mezcederek zerrâtın câzibe-i cüz’iyyeleri gibi câzibe-i umûmî-i millî teşkili ile Kürt gibi bir kütle-i azîmi küre gibi tedvîr ederek şems-i şevket-i islâmiyye ve Osmâniyyenin mevkîbinde bir kevkeb-i münevver gibi câzibesini ittibâ ile muvâzene ve âheng-i umûmiyyeyi muhâfaza ediniz.....”

Bu lâf kalabalığı böylece devâm edip gidiyor. Türkçesi kısaca şöyle:

“Ey Âsûrlular ve Ahemenîdlerin cihângîrlik zamânında onların öncüleri ve kahramân askerleri olan aslan Kürtler! Beşyüz yıldır yattınız. Yeter artık. Uyanınız. Sabahtır. Yoksa vahşet ve gaflet sizi vahşet sahrâsında yağma edecektir. İlâhî hikmet denilen, âlem makinasının nizâmı ve telgraf hattı gibi bütün âleme dalbudak salan Tanrının nûrlu kânûnunun kurucusu olan ilâhî hikmet ezel ufkundan kader parmağını kaldırmış size emr ediyor ki, ayrılık gayrılıkla damla damla dağınık sular gibi boşa giden hamiyet ve kuvvetinizi milliyet fikri ile birleştirip kaynaştırarak zerrelerdeki küçük câzibelerden bir umûmî ve millî câzibe teşkîli ile Kürtler gibi büyük bir kütleyi dünyâ gibi döndürerek İslâm ve Osmânlı şevket güneşinin mevkîbinde parlak bir yıldız gibi câzibesine uymakla muvâzeneyi ve umûmî âhengi muhâfaza ediniz”.

Bu acemîce bir araya getirilmiş lâf salatasının daha başında anlaşılacağı üzere Kürt Saîd bütün Kürtleri Kürt milliyetçiliği fikri etrâfında birleşmeye çağırmaktadır. Yazının devâmı okunduğunda da başka bir anlam çıkarmak mümkün değildir. Bu tevîl ve tefsîr edilemeyecek kadar açıktır. Yâni Kürt Saîdin bir İslâmcı değil, bir Kürtçü olduğunu anlamamak için ahmak veyâ hâin olmak gerekmektedir. Eğer Atsızın 7 Mart 1964 târihli Ötüken dergisinin 109. sayısında neşr edilmiş olan “Nûrculuk Denen Sayıklama” isimli makâlesinde de ifâde ettiği gibi Kürt Saîdin amacı geri kalmış Kürtleri kalkındırmak olsa idi, o zamân ‘Bilgi sâhibi olun, okuyun’ vs. demekle yetinir, kimsenin de buna bir îtirâzı olmazdı. Ama sen kalkacaksın, ilkel bir dil olan Kürtçeyi edebî bir dil olan Türkçeye karşı tavsîye edeceksin, meşrûtiyetin memlekette sebeb olduğu sarsıntıdan ve otoritenin gevşemesinden istifâde ederek kendi cemâat gâyelerini gerçekleştirmek isteyen Hristiyan tebaalar gibi bir Müslümân kardeş (!) olarak imparatorluğun bütün yükünü ve çilesini çekmiş olan Türkleri arkadan vurmaya çalışacaksın, kendine târih ve şeref uydurma ihtiyâcında olan bütün ilkel cemâatler gibi bir roman kahramânı olan Zâloğlu Rüstem ve sâdece anası Kürt olan Selâhâddîn Eyyûbîyi birer Kürt kahramânı diye empoze etmeye çalışacaksın, Kürtlerin mevhûm meziyetlerini ileri süreceksin ve onlara devlet kurdurmaya çalışacaksın, devletin buna müsaade etmeyeceğini anlayınca da 180 derece çark edip Saîd-i Kürdî adını Saîd-i Nursî yaparak Nûr Risâleleri diye cehlin ve taassubun örneği olan karalamalarla bir dîn mürşîdi olmayı başaracaksın. Bravo doğrusu!

Dr. Buğra Atsız
23 Ocak 2011-Kanada

Devamı bir sonraki iletidedir.