Timurlular Devri ve
Uluğ Bey’in Bilimsel Çabaları
Doç. Dr. Yavuz Unat
Ankara Üniversitesi
Dil ve tarih Coğrafya-Fakültesi, Bilim Tarihi Anabilim Dalı
14.yüzyıl sonu ile 15.yüzyıl Türkistan için parlak bir devirdir. Timur’un (1336-1405) kurduğu Timurlular Devleti'nin(1370-1507) idaresi altında İran ile Türkistan birleşmiş; Timur özellikle kendi payitahtı olan Semerkand’a önem vermiş ve buraya bir takım bilginleri getirtmiştir.
Timurlular Devleti, Çağatay hanlıklarından birinin başında bey olan Timur tarafından kuruldu ve kısa bir sürede imparatorluk haline geldi. Cengiz Han ülkesini paylaştırırken Türkistan, oğlu Çağatay’ın hissesine düşmüştü. 1370 yılında Timur, Çağatay Hanlığı’nın başına geçti; Mâverâünnehir’e egemen olarak Semerkand’da tahta oturdu ve Timurlular Devleti’ni kurdu. Timurlular Devleti, Timur’un ölümünden sonra iki oğlu arasında paylaşıldı. Miran Şah (ölümü 1407) Bağdat ve Azerbaycan'da ve küçük oğlu Şahruh Mirza(1377-1447) da Horasan'da devlet kurdu. İmparatorluk, Şahruh zamanında parlak bir kültür hayatı geçirdi. Şahruh’un oğlu Uluğ Bey ise tanınmış bir astronom olarak tahta çıktı (1409-1449). Yine Timurlular'dan Hüseyin Mirza Baykara (1469-1506) zamanında Horasan ve başkenti Herat Türk tarihinin sayılı kültür merkezlerinden biri haline geldi. Türk şairi ve devlet adamı Ali Şir Nevai (1440-1501) burada yetişti. Baykara'dan sonra Herat Özbekler'in eline geçti ve Timurlular ortadan kalktı.
15. yüzyılda, Türkistan bölgesinde bulunan ve pek çok ünlü bilim adamının toplanmış olduğu Mâverâünnehir bölgesindeki Semerkand şehrini bir bilim ve kültür merkezi olarak görmekteyiz. Eski adı Maracanta olan bu şehir, pek çok kereler istila edilmiş ve çeşitli kültürleri barındırmıştır. Ancak Mâverâünnehir ve Semerkand, Timur ve izleyenleri zamanında bilim ve kültür alanında parlak bir dönem yaşamış, Özellikle Timur'un torunu, Şahruh'un oğlu olan Uluğ Bey zamanında eğitim ve kültür dünya çapında bir aşama göstermiştir.
Uluğ Bey, 1393/1394 yılında Azerbaycan'daki Sultaniye şehrinde dünyaya gelmiştir. Henüz on altı yaşında iken, Mâverâünnehir'in ve yörelerinin yönetimi babası tarafından kendisine verilen Uluğ Bey daha çok Semerkand'da bilimsel faaliyetlerle ilgilenmiş, siyasi yaşamında babasına bağlı kalmış ve yönetimini babasının yardımlarıyla sürdürmüştür. Babasının ölümünden sonra tahtı devralan Uluğ Bey, iki yıl boyunca Horasan ve Mâverâünnehir bölgesinde sürekli taht kavgalarıyla uğraşmak zorunda kalmış ve iki yıl süren bir mücadeleden sonra babasının başşehri olan Herat'ı ele geçirmeyi başarmıştır. Ancak 1449 yılında oğlu Abdüllatif'in hazırladığı bir komplo sonucu öldürülmüştür. Uluğ Bey ile oğlu Abdüllatif arasındaki anlaşmazlık çok daha eskilere gitmektedir. Astrolojiye de meraklı olan Uluğ Bey, Abdüllatif tarafından öldürüleceğini öğrendikten sonra oğlu Abdüllatif’i devamlı kendisinden uzak tutmuş, bu ise oğlu ile arasının açılmasına sebep olmuştur. Uluğ Bey, babası öldükten ve tahtı devraldıktan sonra da oğlu Abdüllatif'e verilmesi gereken Şahruh'un hazinesindeki hisseyi de vermemiş, dahası Herat'a Abdüllatif'in yardımıyla girmesine rağmen, bu
yardımı, fetihnamelere küçük oğlu Abdülaziz'in yardımı olarak kaydettirmiş ve bu olaylar oğlu ile aralarının daha fazla açılmasına neden olmuştur. Bu olaylardan sonra Abdüllatif, babası Uluğ Bey’e karşı bir ordu toplamış, babası ile Ceyhun kenarında bir kaç kez çarpışmış ve yenilmiştir. Ancak Timur'un torunlarından Ebu Said’in Semerkand'ı zaptetmesi üzerine Uluğ Bey Semerkand'a hareket etmiştir. Bu arada oğlunun kendisini takip ettiğini öğrenen Uluğ Bey, tekrar oğlunun üzerine yürümüş, fakat bu kez büyük bir yenilgiye uğrayarak perişan olmuştur. Perişan bir halde Semerkand'a gelen Uluğ Bey, burada kale kapılarının kendilerine kapalı olduğunu görünce oğlu Abdülaziz'i de yanına alarak Türkistan sınırına doğru yürümüş, ancak sonunda oğlu Abdüllatif'e teslim olmuştur. Abdüllatif ise onları Semerkand’a getirmiş ve Uluğ Bey ve Abdülaziz burada kurulan bir mahkemede ölüme mahkum edilmiş ve öldürülmüştür.
Uluğ Bey hem bir hükümdar hem de bir bilim adamı olarak karşımıza çıkmaktadır. Astronomi ve matematiğe yoğun ilgi göstermiş ve hayatı boyunca bu bilimlerle uğraşmıştır. Aynı zamanda, kurduğu medresede kendini yetiştirmek için derslere girmiş, bu derslerdeki tartışmalara katılmış ve dersler de vermiştir. Zamanının çoğunu bilim adamları ile geçiren Uluğ Bey, çevresine pek çok bilim adamı toplamış, böylece Gıyâsüddin Cemşid el-Kâşî ve Kadızâde-i Rûmî gibi devrin ünlü bilim adamlarından ders alma olanağı da bulmuştur.
Gıyâsüddin Cemşid el-Kâşî (?-1437)
Gıyâsüddin Cemşid el-Kâşî, 14. yüzyılın son yarısında, Kaşan’da doğmuştur. Doğum ve ölüm tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Öğrenimini Kaşan’da tamamlamış, Uluğ Bey'in daveti üzerine Semerkand'a gitmiş ve çalışmalarına burada devam etmiştir. Matematik ve astronomi üzerine çalışmaları olan Kâşî, aritmetikte ondalık sistemi ilk kullanan kişidir. Meraga Gözlemevi’nde yapılmış olan gözlemleri içeren İlhân’ın Zîci adlı zîcteki tabloları yeniden hesap ederek İlhân’ın Zîci’ni Tamamlayan Hakan’ın Zîci adlı eserini yazmıştır; Süllem el-Semâ adlı eserinde ise gök cisimlerinin uzaklıkları sorununu tartışmıştır.
Kâşî’nin en önemli eseri, Ortaçağ İslâm Dünyası’ndaki matematik bilgisini bütün yönleriyle serimlediği Matematiğin Anahtarı adlı kitabıdır; bu eserinin bir bölümünde ondalık kesirleri kuramsal yönden incelemiş ve bu kesirlerle toplama, çıkarma, çarpma ve bölme gibi aritmetiksel işlemlerin nasıl yapılacağını örnekleriyle göstermiştir; burada vermiş olduğu bilgiler daha sonra 16. yüzyılın meşhur matematikçilerinden ve astronomlarından Takîyüddîn tarafından kullanılacak, trigonometri ve astronomiye uygulanarak geliştirilecektir.
Kadızâde-i Rûmî (1337-1412)
Kadızâde-i Rûmî, 14. yüzyılın ikinci yarısında ve 15. yüzyılın birinci yarısında yaşamış olan ünlü matematik ve astronomi bilginidir. Bursa'da doğmuş ve eğitimini burada tamamladıktan sonra matematik ve astronomiye merakından dolayı Horasan bölgesine, sonra da Semerkand'a gelmiştir. Semerkand Medresesi'nde matematik ve astronomi dersleri okutmuş ve Semerkand Gözlemevi’nin müdürlüğünü yapmıştır. Müdürlüğü sırasında, Uluğ Bey Zîci’nin hazırlanışına önemli katkılarda bulunmuştur.
Semerkand Medresesi başmüderrisliğinde bulunduğu bir sırada, bir gün Uluğ Bey, sebepsiz yere bir müderrisi görevinden uzaklaştırınca, buna darılan Kadızâde, evine kapanarak derslerine gitmemiş ve bunun üzerine Uluğ Bey, Kadızâde'yi evinde ziyaret ederek, neden derslerden çekildiğini sorduğunda, bir müderrisin kendisine sorulmadan görevinden uzaklaştırılamayacağını söylemek suretiyle siyasî yönetimlerin bilimsel kurumların işleyişine müdahalede bulunmamaları gerektiğine dair güzel bir örnek vermiştir.
Kadızâde-i Rûmî, Semerkand Gözlemevi'nde yapılan gözlemlerin en önemli ürünü olan Uluğ Bey Zîci'nin hazırlanmasına katkıda bulunmuş olduğu gibi, müstakil olarak birçok yapıt da kaleme almıştır. Bunlardan birisi, son dönemlere kadar Osmanlı medreselerinde de okutulmuş olan Çağmînî'nin (14. yüzyıl) Astronomi Seçkisi adlı kitabına yazmış olduğu bir yorumdur.
Kadızâde, Semerkand'da vefat etmiş, ancak öğrencilerinden Ali Kuşçu (ölümü 1474) ile Fethullah Şirvânî (15. yüzyıl) Anadolu'ya gelerek, matematik ve astronomi bilimlerinin Osmanlı ülkelerinde de yayılması için küçümsenemeyecek hizmetlerde bulunmuşlardır.
Semerkand Medresesi
Uluğ Bey tarafından yaptırılan, inşasına 1417 yılında başlanan ve 1421 yılında tamamlanan Semerkand Medresesi, uzun yıllar her çeşit bilim, eğitim ve öğretimin merkezi olmuş ve Uluğ Bey’in ölümüne kadar faaliyetini sürdürmüştür. Dört ayrı köşesinde dört ayrı dershane bulunan ve her dershaneye de ayrı bir müderris tayin edilen bu medresenin başına ise, Bursa'da doğup daha sonra Semerkand'a gelen, medresenin ve gözlemevinin kuruluşunda da emeği geçen Kadızâde-i Rûmî getirilmiştir.
Bu medresedeki bilimsel faaliyetler hakkında Kâşî'nin mektubundan pek çok şey öğrenmekteyiz. Bu mektupta, Semerkand'da bilim adamlarının en seçkinlerinin toplanmış olduğundan, bütün bilim dallarında ders veren müderrislerin burada çok sayıda mevcut olduğundan ve bunların çoğunun matematik bilimleri üzerine çalıştıklarından söz edilmektedir. Yine bu mektuptan öğrendiğimize göre, medresede verilen dersler, ileri seviyede araştırma niteliği taşımakta, bunlar bir tartışma şeklinde olmakta ve bu tartışmalara devrin ünlü bilim adamları ile birlikte, Uluğ Bey'de katılmakta idi. Ayrıca medresedeki bilimsel faaliyetlere ek olarak, Uluğ Bey'in sarayında da bilimsel toplantılar yapılıyordu.
Semerkand Gözlemevi
Semerkand Medresesi’nin inşasından bir süre sonra, Uluğ Bey, medresede yapılan çalış- malara paralel olarak bir gözlemevi kurmaya karar vermiş ve Kadızâde, Kâşî ve Ali Kuşçu ile birlikte gerekli teşebbüslere başlamıştır(1421). Bu gözlemevi, İslâm gözlemevleri arasında önemli bir yer işgal etmektedir. Yüksek matematik ve astronomi akademisi niteliğini taşıyan ve yıldızların hareketleriyle ilgili gözlemlerin yapıldığı bu gözlemevi, 21 metre yüksekliğindeki Kühek Tepesi'ne kurulmuş olan, üç katlı bir yapı idi. Yatay çapı 23 metrelik, yüksekliği 30 metrelik bir silindir şeklinde olan bu yapı, ayrıca bir bahçe ile çevriliydi.
Gözlemevinin ilk müdürlüğünü Kâşî yapmış, onun ölümünden sonra da Kadızâde-i Rûmî gözlemevine müdür olarak atanmıştır. Ancak Uluğ Bey'in, gözlemevinin başında bulunduğu ve Kâşî’nin, Uluğ Bey için "Gözlemevinin Sahibi" terimini kullanıldığı da bilinmektedir. Kadızâde-i Rûmî’den sonra gözlemevinin müdürlüğünü Ali Kuşçu yapacaktır.
Gözlemevi, kullanılan astronomi araçları bakımından oldukça önemlidir. Burada kullanılan en önemli araçlardan biri Duvar Kadranı'dır. Gözlemevinin yapılmış olduğu Kühek Tepesi'nin yüksekliğini de ölçmek için kullanılmış olan bu araç, eldeki bilgilere göre, İstanbul'daki Ayasofya Camii'nin yüksekliğine eşit idi. Bu ise yaklaşık 50 metrelik bir yükseklik demektir. Bu kadran, gözlemevinin bir parçası gibi yapılmıştı ve 60 derecelik üst kısmı toprak üzerinde, 30 derecelik alt kısmı ise kayanın içine yerleştirilmişti. Bu dev kadranın bir kısmı, 1908 yılında Rus arkeologu V. L. Viatkin tarafından yapılan bir kazı sonucunda ortaya çıkarılmıştır.
Gözlemevinde pek çok gözlem yapılmış ve gezegenlere ve yıldızlara ilişkin bu gözlemlerle, zamanın en önemli eseri olarak kabul edilen Uluğ Bey Zîci hazırlanmıştır. Uluğ Bey Zîci, dört bölümden oluşmakta ve trigonometrik, astronomik, coğrafik ve astrolojik tablolar içermektedir. Birinci Bölüm, takvim ve kronolojiye ayrılmıştır. İkinci Bölüm’de pratik ve küresel astronomiye ilişkin bilgiler yer alır. Sinüs, kosinüs, tanjant ve kotanjant tablolarını içeren trigonometrik fonksiyonları; gök küresi üzerinde bulunan ekvator, ekliptik ve ufuk koordinatları; coğrafî koordinatları; Kıble yönü belirlenimini içerir. Üçüncü Bölüm, gezegenler ve yıldızlara ilişkindir. Güneş, Ay ve gezegenlerin hareketlerine; Güneş ve Ay'ın Yer'den uzaklıklarına; Güneş, Ay ve gezegenlerin görünen hareketlerine ayrılmıştır. Yer merkezli sisteme dayanır.
Burada yer alan yıldız katalogu 1018 yıldız içermektedir. Dördüncü Bölüm ise astrolojiye ayrılmıştır.
Yıldızların devinimlerini, sabit yıldızların konumunu, farklı takvim ve tarihleri, pratik astronomi bilgilerini, gökcisimlerinin görünen hareketlerini ve onların konumlarını kapsayan bu eser, orta zamandaki astronomi bilgisinin en son sözü ve bilimin teleskop icat edilinceye kadar erişmiş olduğu en son seviyesi olarak kabul edilmektedir.
Ne yazık ki, Semerkand şehri, bilimsel ve kültürel merkez olma özelliğini, Uluğ Bey'in ölümünden sonra kaybetmiş, gözlemevindeki ve medresedeki bilimsel faaliyetler onun ölümünden sonra durmuş ve konularında uzman olan kişiler Semerkand’ı terk etmişlerdir. Bu bilginlerin içerisinde en önemlisi Ali Kuşçu’dur.
Ali Kuşçu
Uluğ Bey'in 1449'da oğlu Abdüllatif tarafından öldürülmesi ve arkasından gözlemevi ve medresedeki çalışmalara son verilmesi üzerine Ali Kuşçu, hacca gitmek için Semerkand'dan ayrılır ve Tebriz’e gelir. Burada Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan'ın(1423-1478) ilgisi üzerine onun yanında kalır ve Uzun Hasan tarafından, Osmanlı padişahı Fatih Sultan Mehmet’in yanına, Osmanlılar ile Akkoyunlular arasında, barışı4 sağlamak amacı ile elçi olarak gönderilir. Fatih, Ali Kuşçu İstanbul'a gelince onun bilgisine hayran kalır ve ona İstanbul'da kalmasını teklif eder. Fatih'in bu ricasını kabul eden Ali Kuşçu, elçilik görevini tamamladıktan sonra geleceğini söyler. Ali Kuşçu sözünde durur ve elçilik görevini tamamladıktan sonra, 1472 senesinde İstanbul'a gelir. Ali Kuşçu'nun İstanbul'a gelmek için hareket ettiğini duyan Fatih, sınırda onu karşılamak için bir heyet yollar ve sınırdan İstanbul'a kadar olan yolculuğun her günü için kendisine 1000 akçe verilmesini emreder.
Üsküdar’a geldiğinde, Ali Kuşçu, zamanın ünlü bilim adamları tarafından karşılanmış ve bir kadırga ile İstanbul'a gelmiştir. Ali Kuşçu, İstanbul’a geldikten sonra, 200 akçe ile Ayasofya Medresesi müderrisliğine tayin edilmiş, burada astronomi ve matematik dersleri vermiştir. Ali Kuşçu, İstanbul'da bilim sınıfının en değerli kişisi olmuş, astronomi ve matematik konularında, çağının sınırlarını aşacak kadar önemli eğitim ve öğretim faaliyetlerinde bulunmuştur. Onun sayesinde İstanbul medreselerinde astronomi ve matematik öğreniminde büyük gelişmeler görülmüştür. Ali Kuşçu’nun astronomi ve matematik dersleri olağanüstü bir rağbet bulmuş, bu dersler, İstanbul'un ünlü bilim adamları tarafından da izlenmiştir. Astronomi bilimine verdiği önem sonucu devrinde bir çığır açarak değerli astronomların yetişmesini sağlayan Ali Kuşçu, 1474 yılında ölmüş ve Eyüpsultan civarına gömülmüştür.
Ali Kuşçu Mâverâünnehir’de ortaya çıkan matematik ve astronomi bilginlerinin son timsâlidir ve onun İstanbul’a gelmesi Osmanlı bilim tarihi açısından önemli bir olaydır. Zira İstanbul’da astronomiyi onun kadar iyi bilen bir bilgin yoktu; onun İstanbul’a gelişi, astronomi biliminin Türkiye’de yayılmasına ve sonuçta Mîrim Çelebi ( ? -1525) gibi bazı bilginlerin ortaya çıkmasına sebep oldu. Onun eserlerinin büyük etkide bulunduğu ve Osmanlı Dünyası’nda matematik ve astronomi bilimlerinin temellerini attığı hususunda kuşku yoktur.
Ali Kuşçu’nun Osmanlı bilginleri arasında en iyi bilinen eserleri, matematik konularını içeren Muhammediyye ile bir astronomi eseri olan Fethiyye’dir; her ikisi de çok okunmuş ve okutulmuştur; ancak bilgi açısından bir yenilik getirmezler. Bunların dışında, Ali Kuşçu, Uluğ Bey Zîci’nin hazırlanmasında görev almış ve bu eser üzerine Uluğ Bey Zîci’nin Yorumu adlı Farsça bir yorum hazırlamıştır. Bu yorum, Uluğ Bey Zîci’nin Giriş’inde bulunan teorem ve problemlerin ispatlarını ve çözümlerini içermektedir.ALINTIDIR...
Kayıtlı
23 EKİM 2023'DE, ELİM BİR TRAFİK KAZASI SONUCU, UÇMAĞA VARDI.
ŞİMDİ; TANRI DAĞINDA, ATALAR YURDUNDA, ATSIZ ATA MAKAMINDA, BAŞBUĞLAR OTAĞINDA, ERİNÇ İÇERİSİNDE!