Gönderen Konu: TÜRK BİLİM ADAMLARI  (Okunma sayısı 13039 defa)

0 Üye ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Çağrı Bey

  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 690
TÜRK BİLİM ADAMLARI
« : 26 Haziran 2011 »
Oktay Sinanoğlu, (d. 25 Şubat 1935, Bari - İtalya) Türk kuramsal kimyacı ve moleküler biyolog.

Oktay Sinanoğlu, sonradan TED Koleji olan Ankara Yenişehir Lisesi'ne 1953 yılında burslu öğrenci olarak girdi ve okulu birincilikle bitirdi. Okulun bursuyla kimya okumak üzere ABD'ye gitti. 1956'da ABD Kaliforniya Üniversitesi Berkeley Kimya Mühendisliği'ni birincilikle bitirdi.
1957'de Massachusetts Teknoloji Enstitüsü'nü sekiz ayda bitirerek yüksek kimya mühendisi oldu. "Alfred Sloan" ödülünü aldı. 1959'da Kaliforniya Üniversitesi Berkeley'de kuramsal kimya doktorasını tamamladı. 1960'ta Yale Üniversitesi'nde öğretim üyesi (asistan profesör) oldu.
1960-61 yıllarında atom ve moleküllerin çok-elektronlu kuramı ile "Doçent" oldu. 1963'te 50 yıldır çözülemeyen bir matematik kuramını bilim dünyasına kazandırarak 28 yaşında "tam profesör" unvanını aldı. 20. yüzyılda Yale Üniversitesi'nde bu sanı kazanan en genç öğretim üyesidir[1].
1962 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi mutevelli heyeti yalnız Oktay Sinanoğlu'na mahsus olmak üzere kendisine Danışman Profesör ünvanını verdi. Yale Üniversitesi'nde ikinci bir kürsüye daha profesör olarak atandı. 1973'de Almanya'nın en yüksek "Aleksander von Humboldt Bilim Ödülü"nü ilk kazanan kişi oldu. 1975'de Japonya'nın "Uluslararası Seçkin Bilimci Ödülü"nü kazandı; yine 1975 yılında özel kanunla Oktay Sinanoğlu'na ilk ve tek Türkiye Cumhuriyeti Profesörü ünvanı verildi. 1976'da Japonya'ya Türkiye Cumhuriyeti Özel Elçisi olarak gönderildi. Kendisi Türk-Japon kültür, bilim ve eğitim ilişkilerinin temellerini atmıştır. Amerika Bilim ve Sanat Akademisinin ilk ve tek Türk üyesidir. Meksika hükümeti tarafından yüksek Bilim Ödülü "Elena Moshinsky" ile ödüllendirildi.
Dünyada yeni kurulmaya başlayan moleküler biyoloji dalının ilk profesörlerinden biri oldu. DNA sarmalının çözelti içinde o biçimde nasıl durduğuna açıklama getirdi. Dünyanın pek çok yerinde buluşları ve kuramları ile ilgili konferanslar verdi.
1980'li yıllarda çalışmalarını kimya biliminin basit bir şekilde öğretilmesine yönelik bir kuramsal çerçeve üzerinde yoğunlaştırdı. Ancak 1988'de yayımlanan çalışmaları akademik dünyada ilgi görmedi. 1993'te Yale Üniversitesi'ndeki profesörlük görevlerinden erken sayılabilecek bir yaşta emekliye ayrıldı. Aynı yıl Türkiye'ye dönerek Yıldız Teknik Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Kimya Bölümü'nde profesörlüğe atandı. 2002 yılında bu görevden de emekliye ayrıldı.
Türkiye'de bulunduğu dönemde çalışmalarını daha çok Türk ulusal kimliği ve Türk diliyle ilgili milliyetçi görüşlerini yaymaya adadı. Eğitim dilinin anadil olması gerektiğini ve yabancı dilin takviyeli olarak öğretilmesinin gerektiğini savunmaktadır. Matematiksel yapısından dolayı Türkçe'nin en iyi bilim dili olduğunu söylemektedir
Yaşamı boyunca Kuantum Mekaniği'ne birçok katkıda bulunmuş bir bilim adamıdır. P.A.M.Dirac'in de üzerinde uğraştığı ancak çözümleyemediği bir problemi, "Kuantum mekaniğinde Hilbert uzayının topolojisi ve içerdiği yüksek simetrileri çözdü. Böylece Kimya bilimini bu topolojik inceleme ile sağlam bir temele oturttu.
Ünlü sanatçı Esin Afşar'ın ağabeyidir.
Tüm akademik çalışmaları içinde en önemli 5 kuramı şöyledir:
Many Electron Theory of Atoms and Molecules (1961) – Atom ve moleküllerin çok elektronlu kuramı.
Solvophobic Theory (1964) – Çözgen-iter kuramı.
Network Theory (1974) – Kimyasal tepkime mekanizmaları kuramı.
Microthermodynamics (1981) – Mikrotermodinamik
Valency Interaction Formula Theory (1983) – Değerlik kabuğu etkileşim kuramı..

Kitapları
2050'ye 5 Kala Dünyanın 105 Yıllık Tarihi
İlerisi için
Türkçe Giderse Türkiye Gider
Bye Bye Türkçe / Bir Nev-York Rüyası
Büyük Uyanış
Hedef Türkiye
Ne Yapmalı / Yeniden Diriliş ve Kurtuluş İçin
Yeni Bilim Ufukları I
Yeni Bilim Ufuklari 2 Yeni bir matematik kuramı ve onunla bazı fizik kimya ilkelerinin bulunması
Yeni Bilim Ufukları 3 Hayatın Örgüsü Elli Yıllık Biyolojinin Temellerini Sarsan Sorular
Açıklamalı Fizik, Kimya, Matematik Ana Terimleri Sözlüğü

Akademik kitapları
Modern Quantum Chemistry : Istanbul Lectures
Sigma Molecular Orbital Theory
Three Approaches to Electron Correlation in Atoms and Molecules (with K.Brueckner,Yale Press,1971)
New Directions in Atomic Physics (with E.Condon,Yale Press,1971)

İlgili kitaplar
Oktay Sinanoğlu, Türk Aynştaynı (hazırlayan: Emine Çaykara)
Oktay Sinanoğlu, Bir Türk Dehası (yazan: Ahmet Hakan)

Kaynakça
^ Yale Bulletin & Calendar - News Stories YALE Üniversitesi bülteni
^ Atatürk ve Türk Bilim Dili - Prof.Dr.Oktay SİNANOĞLU -1971
^ Computational Chemistry Yazar: Jerzy Leszczynski
^ Proc Natl Acad Sci U S A. 1961 August
^ interscience.wiley.com
^ quantum-chemistry-history.com
^ Sinanoğlu, O, “On the algebraic construction of chemistry from quantum mechanics. A fundamental valency vector field defined on the Euclidean 3-space and its relation to Hilbert space”,Theoret. Chim. Acta (Berl.), 1984, 65, 243-248.

Kaynak :TURANİA.NET - Ay Toldı

Çevrimdışı Çağrı Bey

  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 690
Ynt: TÜRK BİLİM ADAMLARI
« Yanıtla #1 : 26 Haziran 2011 »
Cahit Arf (d. 11 Ekim 1910, Selanik - ö. 26 Aralık 1997, İstanbul), Türk matematikçi.

Kendi adıyla bilinen matematik kuramları ile dünya çapında tanınır.
Doktorasını yapmak için gittiği Almanya'da, matematikçi Helmut Hasse ile birlikte önemli çalışmalar yapmıştır. Bu çalışmalar sonunda, matematikte Hasse-Arf Kuramı'nı geliştirdi. Arf değişmezi, Arf halkaları ve Arf kapanışları gibi kendi adıyla bilinen matematiksel terimleri bilim dünyasına kazandırdı.

Cahit Arf 1910 yılında Osmanlı İmparatorluğu'nda, Selanik'in Kaylar kasabasında doğdu. 1912 yılında, henüz 2 yaşında iken Balkan Savaşı başladı. Selanik Yunan ordusunun denetimine girince, ailesi İstanbul'a kaçtı. Hatıralarında İstanbul'da dört yaşındayken okula gittiğini anlatır:

Okuldaki diğer öğrencilerle hiç oynamadım, utangaç bir çocuktum. Eğitimime Beşiktaş Sultanisi'nde devam ettim. Bir yangından sonra, Beşiktaş'ı terkedip bir yerden diğerine taşınmaya başladık. En sonunda Süleymaniye'de bir ev kiraladık. Buradan İstanbul Sultanisi'ne geçtim. Orada da aynı şeyler oldu. Ailem okulun dışına çıkmama izin vermiyordu, ancak okul iyi gidiyordu. 

1919 yılında, 9 yaşında iken ailesi ile birlikte Ankara'ya taşındılar. Kısa bir süreliğine İstanbul'a döndükten sonra İzmir'e taşındılar. Matematiğe olan ilgisi, İzmir'de onu öklid geometrisinden sorular çözmeye teşvik eden bir öğretmeni tarafından körüklendi. 1926'ya gelindiğinde babasının biraz birikmiş Fransız frankı vardı ve ekonomik koşullar nedeniyle Fransa'da iyi bir eğitim alması daha ucuz bir seçenek hale gelmişti. Bu dönemi şöyle anlatır:

Ailem beni Fransa'ya, amcamın arkadaşlarıyla yaşamaya gönderdi. Orada St Louis Lisesi'ne kaydoldum, ama fazla Fransızca bilmiyordum. Bütün bildiğim bana okulda öğretilen kadardı. Matematik sınavında en iyi sonucu ben aldım ve bu yüzden üç yıllık liseyi iki yılda bitirdim, buna karşılık babamın gönderecek başka frankı kalmadığından Türkiye'ye döndüm. 

Yüksek öğrenimini Fransa'da Ecole Normale Superieure'de 1932'de tamamladı. Bir süre Galatasaray Lisesi'nde matematik öğretmenliği yaptıktan sonra İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi'nde doçent adayı olarak çalıştı. Doktorasını yapmak için Almanya'ya gitti.

Türkiye'ye döndüğünde İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi'nde profesör ve ordinaryus profesörlüğe yükseldi ve 1962 yılına kadar çalıştı. Daha sonra Robert Kolej'de Matematik dersleri vermeye başladı. 1964 yılında Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) bilim kolu başkanı oldu.
Daha sonra gittiği Amerika Birleşik Devletleri'nde araştırma ve incelemelerde bulundu; Kaliforniya Üniversitesi'nde konuk öğretim üyesi olarak görev yaptı. 1967 yılında Türkiye'ye dönüşünde Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nde öğretim üyeliğine getirildi. 1980 yılında emekli oldu. Emekliye ayrıldıktan sonra TÜBİTAK'a bağlı Gebze Araştırma Merkezi'nde görev aldı. 1985 ve 1989 yılları arasında Türk Matematik Derneği başkanlığını yaptı.
Onuruna yapılan cebir ve sayılar teorisi üzerine uluslararası bir sempozyum, 1990'da 3 ve 7 Eylül tarihleri arasında Silivri'de gerçekleştirilmiştir. Halkalar ve geometri üzerine ilk konferanslar da 1984'te İstanbul'da yapılmıştır. Arf, matematikte geometri kavramı üzerine bir makale sunmuştur.

Cahit Arf, cebir konusundaki çalışmalarıyla dünyaca ün kazanmıştır. Sentetik geometri problemlerinin cetvel ve pergel yardımıyla çözülebilirliği konusundaki yaptığı çalışmalar, cisimlerin kuadratik formlarının sınıflandırılmasında ortaya çıkan değişmezlere ilişkin "Arf değişmezi" ve "Arf halkaları" gibi literatürde adıyla anılan çalışmaları matematik dünyasının ünlü matematikçileri arasında yer almasını sağladı. Matematik literatürüne "Arf Halkaları, Arf Değişmezleri, Arf Kapanışı" gibi kavramların yanısıra "Hasse-Arf Teoremi" ile anılan teoremler kazandırmıştır.

arf(g)=nSigmaİ=1 q(a;)q(b;)E Z2 

Cahit Arf 1997 yılının Aralık ayında, İstanbul'da bir kalp krizi nedeniyle yaşamını yitirmiştir. Mevcut 10 Türk Lirasında Cahit Arf'ın resmi bulunmaktadır.

Cahit Arf, matematiği bir meslek dalı olarak değil, bir yaşam tarzı olarak görmüştür. Öğrencilerine sürekli "Matematiği ezberlemeyin kendiniz yapın ve anlayın" demiştir. Hakkında yazılmış bir yazıda şöyle denmiştir:

...Bir zamanlar integrali bilen kimselerin matematikçi, üstel fonksiyonu bilenlerin ise büyük matematikçi sayıldığı ülkemizde derin matematik konularının tartışılacağı hayal bile edilemezdi. Cahit Arf, Türkiye'de matematiğin o günlerden bu günlere gelmesinde en büyük rolü oynamıştır. 

Cahit Arf "Matematik esas olarak sabır olayıdır. Belleyerek (ezberleyerek)değil keşfederek anlamak gerekir" demiştir.
"Matematik de resim, müzik ve heykel gibi bir sanattır." diyerek matematiğin sanatsal yönünü vurgulamıştır.

Kaynak :TURANİA.NET - Ay Toldı

Çevrimdışı Çağrı Bey

  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 690
Ynt: TÜRK BİLİM ADAMLARI
« Yanıtla #2 : 26 Haziran 2011 »
Feza Gürsey, (d. 7 Nisan 1921, İstanbul – ö. 13 Nisan 1992, New Haven). Türk fizikçi ve matematikçi.

7 Nisan 1921' de İstanbul'da Prof. Dr. Remziye Hisar (1902-1992) ve Dr. Reşit Süreyya Gürsey'in (1889-1962) ilk çocuğu olarak dünyaya geldi. Babası Dr. Reşit Süreyya Gürsey, tıp doktoru, fizikçi ve öğretmen olmasının yanı sıra bilime ve sanata büyük ilgisi olan bir aydındır. Annesi Prof. Dr. Remziye Hisar, Darülfünun'un fen okuyan ilk kız öğrencilerinden olup, Avrupa'da kadınların pek azının kariyer yapabildiği bir dönemde Sorbonne'da Devlet Kimya Doktorası yapmayı başarmış bir bilim insanıdır.
Feza Gürsey, İstanbul Anadoluhisarı'nda, Remziye Hanım'ın Otağtepe'deki aile evinde doğmuştur. İlkokula Paris'te Jeanne d'Arc okulunda başlamış ve öğretmenlerinin hayranlığını kazanmıştır. Kızkardeşi Deha Gürsey Owen'ın anlattığı üzere, öğretmeni Madame Denizot, herşeyi çabucak öğrendiği için Feza Gürsey'i çok seviyor, onu yanından ayırmıyormuş.
İlkokul üçüncü sınıfa Galatasaray Lisesi'nde devam eden Gürsey, okulun sevilen, hayran olunan bir öğrencisi olmuştur. Sınıf arkadaşı Emekli Büyükelçi Özer F. Tevs bir yazısında Feza Gürsey'i şöyle anlatmıştı:

"39 Feza Gürsey, zamanının bütün Galatasaray Liselilerini ve yerli yabancı kıymetli hocalarını etkilemiş bir talebe idi. Ortaokul üçüncü sınıfta, akşam etüdünde, bakardık, Feza bir köşede Proust'un "Yitik Zamanı Araştırırken" adlı felsefi hikayelerini okuyor veya Cézanne'ın röprodüksüyonlarını inceliyor... Fransız hocalarımız büyük teneffüslerde onu muallimler odasına çağırır sohbet ederlerdi... Bizden iki sınıf daha büyük, çok çalışkan bir öğrenci daha vardı. Mezun olduktan sonra Fransız hocalardan birisine, 'Feza mı yoksa diğer öğrenci mi daha üstündü' diye sormuşlar. O da, 'bir köy öğretmeni ile bir ordinaryüs profesör arasında ne kadar fark varsa, Feza ile diğer öğrenci arasında o kadar fark vardı' demiş. 

Feza Gürsey, fizik okumaya lise yıllarında karar vermiştir. Galatasay Lisesi'ni 1940 yılında birincilikle bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi öğrencisi olmuş, 1944 yılında Fizik-Matematik bölümünden de birincilik ile mezun olmuştur. Milli Eğitim Bakanlığı sınavını kazanarak İngiltere Imperial College'a gitmeye hak kazanmış, burada 1945-1950 yılları arasında Prof. Dr. H. Jones'ın danışmanlığı altında doktora çalışmalarını yapmıştır. Bu dönem içerisinde "Tek boyutlu bir istatiksel sistem" ve "İki bileşenli dalga denklemleri üzerine" başlıklı iki önemli makale yayımlamıştır. 1951-1957 yılları arasında Cahit Arf'ın desteği ile İstanbul Üniversitesi Tatbiki Matematik Kürsüsü'ne asistan olarak tayin edilmiştir. 1953 yılında "Spinli elektronların klasik ve dalga mekaniği" adlı tezi ile doçent ünvanını almış, bir yıl sonra Tatbiki Matematik Kürsüsü'ne doçent olarak atanmıştır.
1952 yılında İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi asistanlarından Suha Pamir ile evlenmiş ve 1954 yılında Suha ve Feza çiftinin tek çocukları Yusuf dünyaya gelmiştir. 1957-1961 yılları arasında, eşi ve oğlu ile birlikte Atom Enerjisi Komisyonu'nun bursu ile ABD'de Brookhaven Ulusal Hızlandırıcı Laboratuvarı'nda bulunmuştur. Bu dönemde Brookhaven Ulusal Hızlandırıcı Laboratuvarı, Princeton İleri Çalışmalar Enstitüsü ve Columbia Üniversitesi'nde fizik dünyasında en ileri seviyede çalışma yapanlar ile birlikte çeşitli çalışmalar yapmıştır. Feza Gürsoy'un bu çevrede adını duyuran ilk çalışması yük bağımsızlığı ve Baryon korunumu ile Pauli Transformasyonunun ilgisini gösteren makalesidir.[2] Wolfgang Pauli ünlü Rus fizikçisi Landau'ya yazdığı mektupta [3] ilgisini çeken bu makaleden bahsetmekte ve Heisenberg ile çalışmalarında bu simetriyi kendi spinor modellerinde kullanmayı düşündüğünü söylemektedir. W.Pauli, kendisinden Princeton Enstitüsünde çalışmalarına devam etmesi için referans isteyen Feza Gürsoy'a gönderdiği mektupta şöyle diyor:

"Ben, seni tavsiye edebilir miyim diye düşünmüyorum, tam tersi, Princeton Enstitüsü'nü sana tavsiye edebilir miyim diye düşünüyorum." 

1961 yılında Türkiye'ye dönen Gürsey, 1974 yılına kadar Prof. Dr. Erdal İnönü'nün ısrarları ve uğraşları sonucunda Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Teorik Fizik Bölümü'nde profesör olarak çalışmıştır. Bu dönem içinde Türkiye'de teorik fizik alanında yapılan çalışmaları canlandırmaya çalışımıştır. Princeton ve Yale üniversitesinden ünlü fizikçileri ODTÜ'ye davet ederek bir çok konferansın düzenlenmesini sağlamıştır. 1968 yılında TÜBİTAK Bilim Ödülü'nü almıştır.
1965-1974 yılları arasında Yale Üniversitesi'nin Teorik Fizik Bölümü'ne teklifi üzerine ODTÜ'deki görevinden ayrılmak istemeyen Gürsey, Yale Üniversitesinde konuk profesörlük görevini kabul etmiş ve ODTÜ-Yale üniversiteleri arasında dönüşümlü olarak lineer olmayan kiral modeller, konform simetri, genel görelilik üzerinde çalışmalarını sürdürmüştür.
1974 yılında Feza Gürsey'in Yale Üniversitesi Fizik Bölümün'ndeki profesörlüğü daimi hale gelmiş, izni kaldırılmış ve ODTÜ'den ayrılmak zorunda bırakılmıştır. Gürsoy bunun nedenlerini, Prof. Dr. Mustafa Parlar Eğitim ve Araştırma Vakfı'nca verilen Bilim Hizmeti ve Onur Ödülü töreninde anlatmıştır:

"Birincisi, sık sık ve ücretli izinli olarak dışarıdaki bilim merkezlerinde çalışmam ve bu bilimsel alışverişe öğrencilerimi de katmam. İkincisi, Türkiye'mizin seviyesine ve ihtiyaçlarına uygun olmayan üst düzeyde bir araştırma yaparak gençliğe zararlı bir örnek olmam." 

Feza Gürsey 1971 yılından 1991 yılındaki emekliliğine kadar Yale Üniversitesi Fizik Bölümü'nde çalışmıştır. 19 Ocak 1977'de temel parçacık fiziğine yaptığı katkılardan dolayı Sheldon Glashow ile birlikte Oppenheimer Ödülü'nü aldı. Ödül için kendisini tebrik eden öğrencilerine "Ödül, Yale ile Harvard arasında paylaşıldı yazıldı. İsterdim ki, ODTÜ ve Harvard arasında paylaşıldı desinler" demiştir.
1991 yılındaki emekliliğinden sonra Türkiye'ye dönmüş, Boğaziçi Üniversitesi'nin davetini kabul ederek Fizik bölümündeki odasına yerleşmiştir. Bu sene içerisinde yakalandığı prostat kanseri nedeni ile 13 Nisan 1992'de Yale Üniversitesi'nin hastahanesinde vefat etmiştir. Naaşı Anadoluhisarı'nda aile mezarlığına defnedilmiştir.

Fiziğe katkıları:
Amerikan Fizik Derneği'nin çıkardığı 'Physics Today' dergisinin Mart 1993 sayısında, Yale Üniversitesi Fizik Bölümü'nden çalışma arkadaşları Prof. S.W. MacDowell ve Prof. C.M. Sommerfeld'in yazdıkları anma yazısından kısaltılan aşağıdaki bölüm, Feza Gürsey'in fiziğe olan katkılarını ve yurt dışında gördüğü saygınlığı çok iyi anlatır:
"Yale Üniversitesi'nde J. Willard Gibbs Emeritus Profesörü Feza Gürsey 13 Nisan 1992'de 71 yaşında hayata veda etti. Kendisi fiziksel problemlerde kullandığı matematiksel yöntemlerin (özellikle grup teorisi) özgünlüğü, zerafeti ve etkililiği ile hem de çok sayıdaki öğrencisi ile gayet yakından ilgilenen olağanüstü bir hoca olarak hatırlanacak...
"Feza'nın temel parçacıkların grup teoretik özellikleri ve kuvvetli ve zayıf etkileşmelerin simetrileri hakkındaki ilk çalışmaları hemen ilgi çekti. Bunlarda kuvvetli etkileşmelerin 'kiral' adı verilen yeni bir simetrisi bulunduğu ilk defa öneriliyordu: Bu simetri son ve tam şeklini daha sonra meşhur lineer olmayan sigma modeli çerçevesinde buldu...
"1962 yazında Brookhaven Ulusal Laboratuvarı'nda Luigi Radicati ile beraber kuvvetli etkileşmelerin spin ve üniter spinden bağımsızlıkları hakkında bir makale yazdı. Bunda SU(6) grubunun kuarklar için alçak enerjilerde geçerli bir yaklaşık simetri grubu olduğu ortaya konuyordu. Bu makalenin temel parçacıklar fiziğinde çok büyük ve kalıcı bir etkisi oldu...
"Feza, bütün temel parçacık etkileşmelerini birleştirmeye aday teorilerin kurulmasına, E(6) ve E(7) gruplarına dayanan simetrileri önererek çok önemli bir katkı yaptı. Bu, istisnai Lie gruplarının fizikte ilk kullanılışları oluyordu. Feza'nın matematiksel fiziğe katkıları derin ve yenilik getirici cinstendi...
"Mesela savunduğu kuaterniyonlara dayalı analitik fonksiyonların ayar teorilerinde kullanılması fikri, multi-instanton probleminin çözümünde daha sonra uygulandı. Derin ve geniş matematik bilgisini, fizikçiler ve matematikçilerin arasındaki iletişim kopukluğunu gidermek için kullandı. Özellikle Yale'de fizik ve matematik bölümleri arasında canlı bir alışveriş kurulmasında kuvvetli etkisi oldu...
"Fizik ve matematik Feza'nın ilk aşklarıydı.Fakat o aslında çok daha geniş ilgileri olan bir insandı. Engin tarih bilgisi hem fizik ve matematiğin tarihini, hem de Ortadoğu'nun geçmişini ve geleneklerini kapsıyordu. Merakları edebiyat ve sanat dallarına, dünya olaylarına ve üçüncü dünya ülkelerinin adalet ve kalkınma arayışlarında çektikleri zorluklara kadar uzanıyordu...
"Ölümü bütün fizik camiası için çok büyük bir kayıp oldu; fakat Feza'nın bıraktığı miras dostları ve gelecek fizikçi [nesil]leri arasında yaşamaya devam edecek."

Ödülleri
1969 - Tübitak Bilim Ödülü
1977 - S. Glashow ile birlikte J.R. Oppenheimer Ödülü ; R. Griffiths ile Doğa Bilimlerinde A. Cressey Morrison Ödülü
1979 - Einstein Madalyası
1981 - College de France’da konuk profesör ve College de France Madalyası
1984 - İtalya Cumhurbaşkanı'nın Commendatore Nişanı
1986 - Roma'da Konuk Profesörlük ödülü
1989 - Türk Amerikan Bilimcileri ve Mühendisleri Derneğinin Seçkin Bilimci Ödülü
1990 - Galatasaray Vakfı Madalyası

Kaynak :TURANİA.NET – Ay Toldı

Çevrimdışı Çağrı Bey

  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 690
Ynt: TÜRK BİLİM ADAMLARI
« Yanıtla #3 : 26 Haziran 2011 »
Uluğ Bey (1393 - 1449)

Türk matematikçilerinden birisi olan Uluğ Bey, Timur'un erkek torunlarından hükümdar olanlardan birinin oğludur. Asıl adı Mehmet'tir. Fakat o, daha çok Uluğ Bey adı ile ünlü olmuştur. 1393 yılında Sultaniye kentinde doğmuştur. Timur'un öldüğü sıralarda Uluğ Bey Semerkant'ta bulunuyordu. Semerkant ve Maveraünnehir, Mirza Halil Sultan'ın saldırısı ve işgali üzerine babasının yanına gitmek zorunda kalmıştır. Babası buraları yeniden yönetimine alarak on altı yaşında olan Uluğ Bey'e yönetimini bırakmıştır. Uluğ Bey, bu tarihten sonra, hem hükümeti yönetmiş ve hem de öğrenimine devam etmiştir.
Uluğ Bey, bilgin ve olgun bir padişahtı. Boş zamanını kitap okumak ve bilginlerle ilmi konular üzerinde konuşmakla geçirirdi. Tüm bilginleri yöresinde toplamıştı. Uluğ Bey, dikkatlice okuduğu kitabı kelimesi kelimesine hatırında tutacak kadar belleği vardı. Matematik ve astronomi bilgileri oldukça ileri düzeydeydi. Bir söylentiye göre, kendi falına bakarak, oğlu Abdüllatif tarafından öldürüleceğini görmüş ve bunun üzerine oğlunu kendisinden uzak tutmayı uygun görmüştür. Baba ile oğlu arasındaki bu soğukluk, Uluğ Bey'in küçük oğluna karşı olan yakınlığı ile daha da şiddetlenmiş ve sonunda Uluğ Bey'in korktuğu başına gelmiştir.
Uluğ Bey, Semerkant'ta bir medrese ve bir de rasathane yaptırmıştır. Kadı Zade bu medreseye başkanlık etmiştir. Rasathane için yörede bulunan tüm mühendis, alim ve ustaları Semerkant'a çağırmıştır. Kendisi için de bu rasathanede bir oda yaptırarak tüm duvar ve tavanları gök cisimlerinin manzaralarıyla ve resimleriyle süsletmişti. Rasathanenin yapım ve rasat aletleri için hiç bir harcamadan kaçınmamıştır. Bu gözlemevinde yapılan gözlemler, ancak on iki yılda bitirilebilmiştir.
Gözlemevinin yönetimini Kadı Zade ile Cemşid'e vermiştir. Cemşid, gözlemlere başlandığı sırada ve Kadı Zade de gözlemler bitmeden ölmüştür. Gözlemevinin tüm işleri o zaman genç olan Ali Kuşçu'ya kalmıştır. Bu gözlem üzerine Uluğ Bey, ünlü Zeycini düzenlemiş ve bitirmiştir. Zeyç Kürkani veya Zeyç Cedit Sultani adı verilen bu eser, birkaç yüzyıl doğuda ve batıda faydalanılacak bir eser olmuştur. Zeyç Kürkani bazı kimseler tarafından açıklanmış ve Zeyç'in iki makalesi 1650 yılında Londra'da ilk olarak basılmıştır. Avrupa dillerinin birçoğuna, çevrilmiştir. 1839 yılında cetvelleri Fransızca tercümeleriyle birlikte, asıl eser de 1846 yılında aynen basılmıştır.
Zeyç Kürkani'nin asıl kopyalarından biri Irak ve İran savaşlarından sonra Türkiye'ye getirilmiş ve halen Ayasofya kütüphanesindedir. Bir hile ile oğlu Abdüllatif tarafından 1449 yılında öldürülmüştür.

Kaynak :TURANİA.NET – Ay Toldı

Çevrimdışı Çağrı Bey

  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 690
Ynt: TÜRK BİLİM ADAMLARI
« Yanıtla #4 : 26 Haziran 2011 »
Hezarfen Ahmed Çelebi

Kendisi dünyada ilk kez uçmayı başaran Türk bilginidir. Onyedinci yüzyılda yaşadığı, 1623-1640 yılları arasında saltanat süren Sultan Dördüncü Murad zamanında, uçma tasarısını gerçekleştirdiği ve geniş bilgisinden ötürü halk arasında Hezarfen olarak anıldığı bilinmektedir.
Evinde deneylerle uğraşıp, çeşitli konularda araştırmalar yapan Hazerfan Ahmed Çelebi, İsmail Cevheri adlı bir başka Türk bilginini örnek alarak, bugünkü hava taşıtlarının ilkel şeklini gerçekleştirmişti. Kuşların uçuşunu inceleyerek tarihi uçuşundan önce hazırladığı kanatlarının dayanıklılık derecesini ölçmek için, Okmeydanı’nda deneyler yapmış ve bir sabah kıyılarda biriken İstanbul halkının gözleri önünde, Galata kulesinden kendisini boşluğa bırakarak, kanatlarını hareket ettirerek boğazı aşmış ve Üsküdar semtine inmiştir.

Sarayburnu’ndaki Sinan Paşa köşkünden bu durumu seyreden Sultan Dördüncü Murad, Ahmed Çelebi ile önce çok yakından ilgilenmiş, ancak bu derece bilgili ve becerikli bir adamın varlığından kuşkuya düşerek onu Cezayir’e sürgün etmiştir. Ahmed Çelebi orada vefat etmiştir.

Kaynak :TURANİA.NET – Ay Toldı

Çevrimdışı Çağrı Bey

  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 690
Ynt: TÜRK BİLİM ADAMLARI
« Yanıtla #5 : 26 Haziran 2011 »
Remziye Hisar (d. 1902, Üsküp - ö. 1992, İstanbul) Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk kadın kimyageridir. Fransız Sorbonne Üniversitesi’nden mezun ilk Türk kadını.

1902 yılında Üsküp'te doğdu. Davutpaşa'daki üç yıllık Mekteb-i İptidayiyi, bir yılda henüz dokuz yaşında iken başarıyla tamamlayarak zekasının ilk sinyallerini verdi. Daha sonra, İttihat ve Terakki Mektebi ve Emirgan, İnas Rüştiyesi'ne devam etti; ancak çok sevdiği Türkçe öğretmeninin İstanbul Darülmuallimatı'na transfer olması üzerine, öğrenimini bu okulda sürdürdü. 15 Temmuz 1919 tarihinde bu okulun Darülfünun'a hazırlamak üzere oluşturduğu iki sınıflık bölümünden birincilikle mezun oldu. Sınıfın iyi öğrencileri arasında yeralan Remziye Hisar, küçük sınıflardaki öğrencilere geometri ve matematik dersleri verdi. Mezun olmasının ardından Darülfünun'un kimya bölümüne kaydını yaptırdı. Kimyayı seçme nedenini bir röportajında “Fen derslerinde kanunlarda olsun, buluşlarda olsun hep yabancı isimler görmek beni kahrediyordu. Fen alanında bir tek Türk ismi görememenin ezikliğini, bu dalda başarılı olursam giderebilirim sanıyordum” cümleleriyle açıklamıştır.

Darülfünun’da kız öğrencilerin erkek öğrencilerden ayrı saatlerde ders aldığı bu dönemde, öğretmeni ve okul arkadaşlarıyla birlikte Bakü'ye gitti. Bakü'de, kendisini birden bire bir savaşın tam ortasında buldu. Kafkasya'daki savaşlar ve Bakü'de kendilerine gereksinim olmadığını öğrenmek bile onu yıldırmadı ve bir erkek öğretmen okulunda öğrencilere ders vermeye başladı. Sovyet Rusya'nın Azerbaycan'ın bağımsızlığına son vermesi ile orada tanışıp evlendiği eşi Doktor Reşit Süreyya Gürsey ile birlikte İstanbul'a döndü.

İlk çocuğunu dünyaya getirmesinin ardından, Adana'da Darülmuallima'ya müdür olarak tayin olan Remziye Hisar, çocuğunu annesine bırakarak Adana'ya gitti. Güç koşullarda çalışmasını sürdürmek zorunda kalan Hisar, eşinin tedavi için Paris'e gitmesinin ardından, bilgisini geliştirmek için Paris'e gitti.

Adını bilim dünyasında duyurmak amacı ile Sorbonne'da kimya bölümünde öğrenim görmeye başladı. Sorbonne’da o yıllarda Langevin ve Madam Curie gibi çok tanınmış isimler ders vermekteydi. Remziye Hisar’a göre onları tanımak ve derslerini izleyebilmek çektiği bütün zahmetleri unutturuyordu. Biyokimya sertifikası alan Hisar, Paris'te Maarif Vekaleti'nin verdiği bursla öğrenim gördü. Doktorasına başlayacağı dönemde bursu kesilen Hisar, yurda dönmek zorunda kaldı ve Erenköy Lisesi'ne kimya öğretmeni olarak atandı.
Remziye Hisar, zorlu bir çaba sonucunda doktorasını yapmak üzere 1930 yılında yeniden Paris'e gitti. Eşinden boşanan ve Paris'e kızı ve kardeşiyle giden Remziye Hisar, kendisini çalışmaya verdi.

Doktora tezini tamamlamasının ardından, Türkiye'ye dönüp, 1933 - 1936 yılları arasında İstanbul Üniversitesi'nde kimya ve fiziko kimya doçenti olarak görev yaptı. 1947 yılında İTÜ Makine ve Kimya doçentliği görevine başlayan Hisar, 1959 yılında profesör olduktan sonra 1973 yılında emekliye ayrıldı.
Tipik bir Cumhuriyet kadını olan Remziye Hisar, dünyaca ünlü fizikçi Feza Gürsey ve Milletlerarası Psikoloji Cemiyeti'nin tek Türk üyesi psikiyatrist Deha Gürsey Hanım'ın annesidir.

1991 yılında Tübitak Hizmet Ödülü'nü almıştır.

Kaynak :TURANİA.NET – Ay Toldı

Çevrimdışı Çağrı Bey

  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 690
Ynt: TÜRK BİLİM ADAMLARI
« Yanıtla #6 : 26 Haziran 2011 »
Tevfik Sağlam

Ord.Prof. Tbp. Tuğgeneral Tevfik Salim Sağlam, Ali Tevfik Salim (d. 27 Mayıs 1882, İstanbul - (ö.11 Temmuz 1963, İstanbul), Türk bilim adamı, askeri hekim.

Türkiye Verem Savaş Derneği’nin kurucusu ve önderidir. 1948- 1963 yılları arasında derneğin başkanlığını yürütmüştür. Eski İstanbul Üniversitesi rektörlerindendir (1943- 1946). Türkiye’deki ilk Akciğer Hastalıkları (Fitzyoloji) kürsüsünü kuran kişidir.
Ahmet Muhtar Merterin kızkardeşi Naile Hanım ile evliydi.

27 Mayıs 1882 günü İstanbul ‘da dünyaya geldi. Babası Sedaret Şifre Kalemi Müdürü Mehmet Salim Bey, annesi Nevber Hanım’dı
İlköğrenimini Sultanahmet’teki Nakilbent Okulu’nda tamamladı. Soğukçeşme Askeri Rüştiyesi’ndeki eğitiminin ardından (1891-1895) Çengelköy’deki Askeri Tıbbiye İdadisi’ne devam etti (1895-1898), Demirkapı’daki Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’den 1903 yılında Tabip yüzbaşı rütbesiyle mezun oldu.
Mezuniyetinin ardından bir yıl Topkapı Sarayı içindeki Gülhane Tatbikat Hastanesi’nin İç Hastalıkları Kliniği’nde çalıştı. Süleyman Numan Paşa’nın asistanı oldu. 1906’da Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane İç Hastalıkları öğretmen yardımcılığı sınavını kazandı ve Gülhane’den ayrıldı; askeri ve sivil tıbbiyelerin birleştirilmesi ile oluşmuş Dar’ül Fünun Tıp Fakültesi’nin 3. İç Hastalıkları Kliniği’nde Süleyman Numan’ın yanında laboratuar şefi oldu.
"İç Hastalıklarında Klinik Teşhis" adlı kitabını ilk defa 1909 yılında yayımladı.

Askeri hekimlik
1912 yılında Balkan Savaşı’nın patlak vermesinden itibaren cumhuriyetin ilk yıllarına kadar askeri hekim olarak hizmet verdi.

Ali Tevfik Salim, Balkan Savaşı başladığında Selanik’te görevlendirildi. Sırasıyla Selanik Sıhhiye Bölüğü, Hadımköy Sıhhiye Bölüğü ve Yassıviran Bölge Hastanesi’nde çalıştı. Yassiviran’da iken askerler arasında yayılan tifüs ve kolera ile mücadele ederken kendisi de tifüse yakalanınca İstanbul’a gönderildi. Nekahet dönemini geçirmek ve oradaki yaralı subaylara bakmak için Almanya’nin Wiesbaden şehrinde bir buçuk yıl kaldıktan sonra Tıp Fakültesi’ne döndü.

1914 yılında I. Dünya Savaşı'nın başlaması üzerine Tıp Fakültesi’ndeki görevinden ayrılıp Askeri Tıp Okulu’na geçti ve 1915’te henüz 32 yaşında iken İstanbul’da bulunan 2. Ordu’nun başhekimi oldu. Birkaç ay sonra Erzurum’daki 3. orduda görevlendirildi. Sarıkamış Harekatı’nda soğuktan ve salgın hastalıklardan büyük kayıp veren orduda tifus aşısı ile ilgili Türkiye’deki ilk önemli araştırmaları yaptı; aşı uygulamaları ile bir çok askerin hayatını kurtardı. Rütbesi albaylığa yükseltildi.
1916’da Erzurum ve Trabzon’daki kolera salgını ile mücadele etti ve Harp Madalyası aldı. Rütbesi yarbaylığa yükseltildi. Salgınla mücadele girişimleri sırasında “aşının insanlara zarar verdiği” suçlamasıyla karşılaştı; 1918 yılında Nemrut Mustafa Paşa Divanı’nda yargılanarak beraat etti.
III. Ordu’da görev yaptığı yıllara ilişkin anılarını “3. Ordu’da Sıhhi Hizmet" başlıklı kitabında 1959 yılında yayımlamıştır.

Askerlik Sonrası
I. Dünya Savaşı yenilgisinden sonra İstanbul’a dönen Tevfik Salim Bey, tekrar Tıp Fakültesi’nde çalıştı; Gülhane’de dersler verdi; İstanbul’daki veba salgını ile mücadeleye katıldı. Ancak bu şehirdeki görevleri uzun sürmedi; Anadolu’daki milli mücadele hareketine katılmak için 19 Ekim 1921 günü İnebolu yoluyla Ankara’ya gitti.
Tevfik Salim Bey, 3 Ocak 1921’de Milli Savunma Bakanlığı Ordu Sağlık Daire Başkanlığı görevine atandı ancak ertesi yıl istifa etti. Önce Cebeci Hastanesi’ne sonra İzmir Hastanesi’ne atandı; 1923’te Gülhane Hastanesi’nde profesör ve başhekim olarak görevlendirildi.
1925 yılında I. Milli Türk Tıp Kongresi Düzenleme Kurul’unda Kongre Sekreteri olarak görev yaptı, Türk Kodeksi Hazırlama Komisyonu’nda yer aldı. 1926 yılında Kızılay Hemşire Okulu’nun kurucularından biri oldu. 1927 yılında ikinci kez Milli Savunma Bakanlığı Ordular Sıhhiye Dairesi Başkanlığı görevine atanarak bu görevde General rütbesine yükseldi.
24 Ocak 1928’te kendi isteğiyle askeriyeden emekli oldu.

Tevfik Salim Bey, askerlikten emekli olduktan sonra Darülfunun Tıp Fakültesi’nde öğretim üyeliğine başladı. 1929 yılında kurulan İstanbul Tabip Odası’nın ilk başkanı oldu. 1931’de Gureba Hastanesi’ne geçti.
1933 Üniversite Reformu ile Dar’ül Fünun’un kapatılıp yerine İstanbul Üniversitesi kurulduğunda, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde ordinaryüs profesör ve fakülte dekanı olarak görev yaptı. Ertesi yıl Milli Eğitim Bakanlığı ile ters düşerek görevden ayrıldı; meslek hayatını Haydarpaşa Numune Hastanesi’nde sürdürdü.
1939’da Tıp Fakültesi Profesörler Kurulu’nun daveti ile üniversiteye tekrar dönerek 3.Dahiliye Kliniği Başkanlığı’na atandı. Bu klinikte Türkiye’de ilk kalp kateterizasyonu yapıldı; burada gerçekleştirilen karaciğer biyopsisi ve karaciğer dokusundan enzim çalışmaları dünya tıp literatüründe yerini aldı.
Dr. Sağlam, 1943 - 1946 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü görevini üstlendi ve bu dönemde çıkarılan ilk üniversite özerkliği ile ilgili yasanın mimarlarından birisi oldu.
Rektörlük görevinden sonra da mesleğini üniversitede sürdüren Sağlam, Türkiye’de ilk kez bir Akciğer Hastalıkları (Fitzyoloji) Kürsüsü’nün kurulmasına öncülük etti. 1951'de kurulan kürsünün başkanı oldu. Eşi Naile Hanım'ın parasal desteği ile "Naile Sağlam Tüberküloz Enstitüsü'nü" kurdu. 1952’de yaş haddinden emekli oluncaya kadar üniversitede çalışmayı sürdürdü.

Veremle Savaş
Tevfik Sağlam, Türkiye Verem Savaş Derneği’nin kuruculuğunu ve başkanlığını yaparak veremin ülkemizden silinmesi için büyük başarılar sağlamıştır.
Bulaşıcı hastalıklarla mücadelesine Balkan Savaşı yıllarında binbaşı rütbesiyle orduda hekim iken başladı. Veremle mücadelesi ise 1923 yılında Eyüp'te bir verem savaş dispanseri kurulmasına öncülük ederek başladı. 1927'de, Dr. Tevfik İsmail Gökçe ile beraber İstanbul Verem Mücadelesi Cemiyeti adlı bir dernek kurarak devam etti. Kurulmasını sağladığı senatoryumlar, dispanserler ile İstanubl'da etkin bir mücadele başlattı; ardından Anadolu'da şubeler kurmaya başladı.
Veremden ölümler II. Dünya Savaşı yıllarında ve sonrasında tüm dünyada çok artmıştı; 1948 yılında verem konulu bir konferas düzenlendi ve konferans sonucunda kurulan Türkiye Ulusal Verem Savaş Derneği'nin' başkanlığına Tevfik Sağlam getirildi. 1963 yılına kadar derneğin başkanlığını yürüttü. Derneğin kurulduğu yıl, verem savaş derneklerine gelir sağlayıcı 2537 sayılı kanunun çıkarılmasını sağladı. Bu kanunla belediyelerin eğlence yerlerinden aldığı verdiği %10'unun verem savaş derneklerine verilmesi kabul edildi[4].
Türkiye'de veremle savaş alanında yapılan başarılı çalışmalar nedeniyle Dünya Sağlık Teşkilatı, 1950'de Yakın ve Orta Doğu Uluslararası Verem Savaşı Merkezi’nin Türkiye'de kurmaya verdi ve merkezin başkanlığına Dr. Sağlam seçildi. Tevfik Sağlam, İstanbul Üniversitesi'ndeki görevinden emekli olduktan sonra UNICEF ve Türkiye Ulusal Verem Savaşı Derneği ile Türkiye’de yurt çapında başarılı olan veremle savaş kampanyalarını başlattı.
1959 yılında Uluslararası Verem Savaşı Birliği’ne başkan seçildi. XV. Uluslar arası Verem Konferansı’nın İstanbul’da toplanmasını sağladı. Beyrut, Şam, Kahire'ye Verem Mücadele Merkezleri kurdu[5].


Dr. Sağlam, veremin yanısıra sıtmayla mücadele konusunda da çalıştı; 1949 yılında UNESCO Milli Temsilcisi olarak seçildi ve ölümüne kadar bu görevi sürdürdü; sağlık eğitimi, hemşirelik mesleğinin sorunları gibi alanlarda uğraş verdi.

Vefatı
11 Temmuz 1963 günü 81 yaşında hayatını kaybetti. Askeri törenle Edirnekapı Şehitliği'ne defnedildi. Doktorluğa ve bilime ait bütün eşya ve kütüphanesini 3. Dahiliye Kliniği’ne, merhum eşi ve kendisine ait tüm mal varlığını Verem Savaş Derneği'ne bıraktı.

Tübitak Hizmet Ödülü
1972 yılında, ölümünden 9 yıl geçmiş olmasına rağmen TÜBİTAK Hizmet Ödüllerinden birisi Tevfik Sağlam'a verilmiştir. Ülkemizde tıp öğretiminin gelişmesine büyük emeği geçmesi nedeniyle Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu tarafından merhum Tevfik Sağlam'a verilmesini uygun bulduğu ödül, Cumhurbaşkanı tarafından İstanbul Tıp Fakültesi Dekanı’na teslim edilmiştir.

Başlıca Yapıtları
İç Hastalıklarında Klinik Teşhis (1909)
Yukarı Solunum Yolu Hastalıkları (1920)
Metabolizma Hastalıkları ve Avitaminozlar (1947)
Nasıl Okudum (1959)
3. Ordu’da Sıhhi Hizmet (1959)

Kaynak :TURANİA.NET – Ay Toldı

Çevrimdışı Çağrı Bey

  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 690
Ynt: TÜRK BİLİM ADAMLARI
« Yanıtla #7 : 26 Haziran 2011 »
Prof. Dr. Mustafa İnan, (d. 1911 – ö. 5 Ağustos 1967). Uygulamalı ve teorik mekanik dalında zamanının önde gelen bilim insanlarındandır. Yaşamını Türkiye'de bilimin gelişmesine adamıştır. 1957-1959 yılları arasında İTÜ'de rektörlük yapmıştır.

Prof. Dr. Mustafa İnan'ın akademik kariyerindeki katettiği aşamaları ve mesleki başarılarını sonraki bölümde bulabilirsiniz.
1 Eylül 1967 tarihinde A.B.D, İsviçre ve Almanya'da bilimsel ve mesleki inceleme için 6 ay süreyle görevlendirilen Mustafa İnan, Türkiyede nükseden ve anlaşılamayan hastalığı için Almanya'nın Freiburg şehrinde hastaneye gittiğinde hastaneye yatırıldı ve tedavisi devam ederken 5 Ağustos 1967 yılında sabaha karşı 04.30'da vefat etti. Mustafa İnan'ın naaşı, 10 Ağustos 1967 tarihinde İstanbul Teknik Üniversitesi'nin Taşkışla Binasında yapılan törenin ardından Zincirlikuyu Mezarlığı'na defnedilmiştir.
Daha ilkokul sıralarından başlayarak edebiyatla yakında ilgilenen, küçük yaştan itibaren Divan Edebiyatı şairlerinin şiirlerini ezberleyen Mustafa İnan, başta Türkçe olmak üzere Farsça, Musevice, Yunanca, Arapça kelimeler ve anlamları üzerine çalışmalar yaptı. Bu çalışmalarını ne yazık ki kitap haline getiremeyen Mustafa İnan'ın 'Dil ve Matematik' isimli bir makalesi mevcuttur.
Bilimsel makalelerinin ve seminerlerinin dışında Kızılderililer'den Arya-Daharma'ya, Düşünme Sanatına kadar birçok konuyla ilgilenmiş, bunlar hakkında yazılar yazmış, seminerler vermiştir.

Akademik Kariyeri ve Başarıları
Mühendislik Mektebini Pekiyi derece ile birinci olarak bitiren Mustafa İnan, doktorasını İsviçre'deki Zürih üniversitesinde Eidgenössiche Technische Hochschule'de (ETH) yapıp, orada kalması için yapılan teklifi redderek Türkiye'ye geri döndü.
Yapı Statiği konusunda önemli çalışmalarıyla tanınan Ernst Chwalla 'Einführüng in die Baustatik' (Yapı Statiğine Giriş) adlı 1954 yılında bastığı kitabında 'Rijit Düğüm Noktalarındaki Gerilmelerin Optik Yöntemlerle Ölçülmesi' konusunu incelerken, sık sık Mustafa İnan'ın doktora çalışmasını ve 1943 yılında aynı konuda Mustafa İnan'ın yayınladığı raporu referans olarak göstermiştir.
Mustafa İnan, doktorası sırasında ilgilenmeye başladığı Fotoelastisite konusunda araştırma yapmış ilk Türk bilimdamıdır.
Doktorası bittikten sonra yurda dönen Mustafa İnan, 30.09.1941 tarihinde Yüksek Mühendis Mektebinde (şimdiki İTÜ) Teknik Mekanik ve Mukavemet Muallim Muavinliği'ne tayin edildi.
Dr. Mustafa İnan, 'Kayma Merkezi' isimli ilk makalesini 1943 yılında yayınladı. 1944 yılında da Yüksek Mühendislik Mektebi'nin isminin İstanbul Teknik Üniversitesi olarak değiştirilmesi üzerine doçentliğe getirildi. Bir yıl sonra da Profesörlüğe atandı. Tatbiki Mekanik dersi o zamanların ana mühendislik konusu olduğu için inşaat fakültesi öğrencilerinin yanısıra makina, maden ve elektrik fakültesinin öğrencilerine de ders verdi.
Prof. Dr. Mustafa İnan, 1954-1957 yılları arasında İnşaat Fakültesi Dekanlığı yaptı. 1957-1959 yılları arasında da rektörlük görevinde bulundu. Milli Birlik Hükümeti kurulunca Milli Eğitim Bakanlığı'na çağrılan Mustafa İnan, teklif edilen Teknik Eğitim Müsteşarlığı'nı kabul etmedi. Bundan kısa bir süre sonra da Cemal Gürsel'in Bayındırlık Bakanı olması için yaptığı teklifi, hocalık yapmaktan vazgeçemediği için kabul etmedi.
Prof. Dr. Mustafa İnan, 1961 seçimlerinden sonra Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu'nun (TÜBİTAK) kanunu çıkarıldıktan sonra oluşturulan bilim kurulunda, vefatına kadar görev aldı.
1959-1964 yılları arasında, ilk yapay uyduların yeni yeni fırlatıldığı sıralarda 'Suni Peyklerin Yörünge Hesaplarına Dair Bazı Sonuçlar' isimli makalesiyle başlayarak, toplam 11 adet makale yayınladı. Bu süre zarfında (1961) 'Taşıma Matrisi' (Carryover Matrix) kavramını 'Elastomekanikte İntikal Matrisi' isimli makalesiyle tanımlayarak dünyada taşıma matrisi probleminde çalışma yapan ilk bilimadamlarından oldu. Bu konuda İnşaat Fakültesinde dersler verdi, Ortadoğu Teknik Üniversitesi'nde konferanslarla bu konuyu tanıttı.
1965 yılında 'Cisimlerin Mukavemeti' isimli kitabının ilk şekli ofsette 500 adet basılarak öğrenci notları olarak ortaya çıkarıldığında ilk 3 günde tümü satılınca ve 16 liraya olan öğrenci notları 55 liraya kadar öğrenciler arasında kara borsaya düşünce, Mustafa İnan hemen kitabın basılması gerektiğine karar verdi. İlk baskısı 1967 yılında yapılan kitap 3 ayda 10.000 adet satıldı.İkinci baskısını ne yazık ki göremeyen Mustafa İnan'ın bu eseri halen referans kitap olarak kullanılmakla beraber, zamanının en kapsamlı eserlerinden biridir. Bu eser dışında 'Elasto-Mekanik'te Başlangıç Değerleri Metodu ve Taşıma Matrisi', 'Elastik Çubukların Genel teorisi' ve 'Düzlemde Elastisite' isimli üç eseri daha bulunmaktadır.
Vefatından 4 sene sonra Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu Bilim Kurulu, 9 Ağustos gün ve 134 sayılı toplantısında Mustafa İnan'a 1971 HİZMET ÖDÜLÜ vermeyi kararlaştırmıştır.

Prof. Dr. Mustafa İnan'dan Alıntılar
Çok yönlü bir insan olan Mustafa İnan, geniş bir yelpazedeki konulara da ilgi duymuştur. Bilimsel makalelerinin ve seminerlerinin dışında Kızılderililer'den Arya-Daharma'ya, Numeroloji'den Düşünme Sanatına kadar birçok konuyla ilgilenmiş, bunlar hakkında yazılar yazmış, seminerler vermiştir. Bu bölümde kendisinden çeşitli alanlardaki görüşlerine ait alıntıları bulabilirsiniz.

"Faydasız ve lüzumsuz bilgilerle kafayı yükleme konusu yersizdir. Birçoklarımız yalnız salim bir kafayla her şey hakkında fikir yürütülebileceğini zanneder. Halbuki bilgi eksikliği ekseriya yanlış sonuçlar verebilir. Evet aklı selim lazım, fakat barut gibi de bilmek gerekli."
"İşte delikanlı, ilkokul sıralarından başlayarak 'kendi bacağından asılan koyun' felsefesi ile yetiştirilenlere asla itibar etmeyeceksin. Onların arasından ülkeye yararlı birinin çıktığı görülmedi. Çıkarcıların sana hiç bir zaman engel olamayacağını bileceksin. İşte bu durumlar ve şartlar altında endişelere kapılmadan önce ne yapılabileceğini düşüneceksin. Ve hiç bir zaman düzen bozukluğunu mazaret göstermeyeceksin. Başarısızlıklarını bozuk düzenin sırtına yüklemen belki seni ferahlatır, fakat kurtarmaz."
"Matematiği bir takım uzun ve yorucu işlemlerden ibaret gördüğünüz için de bilim çekici gelmiyor size. Sayıların ve eski Yunanca harflerin gerisinde canlı ilişkiler olduğunu sezemezseniz, sayılarla hayatın arasındaki ilişkiyi göremezseniz, matematik ve dolayısıyla fizik çalışmanın tek amacı sınıf geçmek olur."
"Biliyorum bir çok zorluk yaşayacaksın. Hepsini şimdiden görür gibi oluyorum. Talihli olarak küçük bir burs bulsan bile yurt köşelerinde sürünebilirsin. Binbir güçlükle soğuk bir banyoda yıkandıktan sonra, arkadaşlarından utanarak havlular içinde büzülerek, yurdun tek sıcak yeri olan okuma salonunda çalışan arkadaşlarının arasında kurumak zorunda kalabilirsin. Her sabah insanlarımızın balık istifi olduğu bir otobüste kendine ve resim tahtana bir yer bulabilmek için, sabah karanlığında yollara düşmek zorunda kalabilirsin. Hatta ısınmak için okul yerine kahveye gitmeyi bile isteyebilirsin. İşte bu durum ve şartlar altında bile her zaman amacının olduğunu gözden kaçırmamalısın. İnsanları etkilemek, insanlara söz geçirmek, sesini duyurmak istiyorsan, bütün bunları yapabilecek yetenekte olduğunu göstermelisin. Yoksa sonunda sıradan bir insan durumuna gelirsen, kimse senin kötü şartlar altında bu duruma düştüğünü düşünmez, kimse sana gençliğinde iyi beslenemedin diye, sırf bu yüzden itibar etmez. Bir gün gelir de kendini gösterebilirsen, sen bütün bu zorlukları yaşamış olduğun için, bu zorluklara çare bulmak için herkesten daha gerçekçi davranabilirsin. Yok, eğer sen de 'Acı çekme sıramı savdım, artık öğrecilerim üzülsün, asistanlarım çanta taşısın, doçentlerim olduğu yerde saysın' diye hissedersen sana da herkese de yazık olur. Hissedersen diyorum, böyle acıklı bir duruma 'düşünme' adını veremiyorum çünkü..."

"1958 sonu Amerika'da yaptığım inceleme gezisinde bir eğitimci olarak Kızılderililerle ilgilendim. Belki de o sıralarda gördüğüm, daha önce de Türkiye'de ilgimi çeken birçok 'Wild West' filminin tesiri vardı bende, merak vardı. Kızılderililer geniş bir kitle olmadıkları için henüz 'problem' ortada değildi; mesela durum bir zenci meselesi gibi çözülmez bir mesele değildi. Nedense hakkı yenmiş, elinden memleketi alınmış ve yok edilmiş bir kitle olarak Kızılderililer bende daha büyük bir acıma duygusu uyandırdı. Haksızlık bunlara verilen isimle başlıyordu: Biz Kızılderili diyorduk, halbuki derileri sarı-siyah renkteydi. Amerikalılar da Indian (Hintli) diyorlardı. Bu da yanlıştı, Kristof Kolomb'un hatasıydı... Halbuki Dünya Kızılderililere şunları medyundur (borçludur) : Mısır, kauçuk, tütün, su tulumbası, terazi, döküm, arı besleme, şekil yazısı, astronomi... Her yerde damgaları var, inkar edilemez : Arizona, Arkansas, Kansas, Ohio, Oklohama, Texas gibi 23 eyaletin adı onların dilinden geliyor."
"Diploma; Yunancada iki kere katlanmış anlamına geliyor, defter de aynı dilde 'diphteria' yani yüzülmüş hayvan derisinin değişik bir biçimi, difteri hastalığı da derinin iltihabıymış." ... "Onsekizinci yüzyılda yaşayan İngiliz Lordu Earl of Sandwich, kumarbazın biriydi. Kumara öylesine düşkündü ki, yemek yemeğe oturacak vakit bulamıyordu. Bir yandan kumar oynuyor, bir yandan da ekmek dilimlerinin arasına koydurduğu söğüş etleri yiyordu." ... **Piyango' ise İstanbul'da yaşayan bir İtalyandı. Beyoğlu'nda talih oyunlarının imtiyazını 'Bianco' adlı bir dükkan sahibi almıştı."

Kaynaklar
İTÜ İnşaat Fakültesi (1971). Prof. Dr. Mustafa İnan (1911-1967) Anısına
İTÜ (1987). Prof. Dr. Mustafa İnan, Konferansları, Makaleleri ve Konuşmaları
Oğuz Atay , Bir Bilim Adamının Romanı, İletişim Yayınları
Bilim Teknik Dergisi (Eylül 1967).
İTÜsözlük
Ekşi sözlük
İTÜ Kütüphane Hizmetleri
ITU Library Services

Kaynak :TURANİA.NET – Ay Toldı

Çevrimdışı Çağrı Bey

  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 690
Ynt: TÜRK BİLİM ADAMLARI
« Yanıtla #8 : 26 Haziran 2011 »
Hulusi Behçet (20 Şubat 1889- 1948 İstanbul), Türk dermatoloji uzmanı ve bilim insanı.

1937 yılında, bir kan damarı enflamasyonu (vaskülit) hastalığı olan ve bugün kendi adıyla anılan Behçet hastalığını tarif eden ilk bilim adamı olmuştur.
Zor bir çocukluk geçiren Behçet çok genç yaşta annesini kaybetmiş ve büyükannesi tarafından büyütülmüştür. Babasının Şam'daki işleri sebebiyle ilk eğitimini o dönemler Osmanlı Devleti'nde bulunan Şam'da tamamlamıştır. Fransızca, Almanca ve Latince öğrenmiştir. Tıp eğitimini Gülhane Askerî Tıp Akademisi'nde almıştır zira o dönemlerde Osmanlı Devleti'nde sivil tıp eğitimi almak mümkün değildir. 1910'daki mezuniyetinden sonra dört yıl boyunca dermatoloji ve cinsel yolla bulaşan hastalıklarda ihtisas yapmıştır.
I. Dünya Savaşı (1914-1918) sırasında Edirne'deki askerî hastanede dermatoloji ve zührevi hastalıklar uzmanı olarak çalışmıştır. Savaştan sonra (1918-1919 arası) tıbbi bilgisini geliştirmek amacı ile önce Budapeşte'ye sonra da Berlin'e gitmiştir. Birçok ünlü meslektaşı ile tanışma fırsatı bulmuştur.
Türkiye'ye döndükten sonra serbest çalışmaya başlamış; önce Hasköy Cinsel Hastalıkları Hastane'sinde (Haliç) başhekim olmuş, sonra Vakıf Gureba Hastanesi'ne geçmiştir. O dönemde İstanbul Tıp Fakültesi'nin bir parçası olan hastanede profesörlük de yapmıştır.
1923'te, meşhur bir diplomatın kızı olan Refika Davaz ile evlenmiştir. Evliliklerinden bir kızı vardır.

1933'de eski Dar-ül Funun'dan İstanbul Üniversitesi yeni kurulmuştu. Bu reform döneminde İstanbul Üniversitesi'nde dermatoloji o zamanki adıyla Deri Hastalıkları ve Frengi Kliniğini kurmuş ve profesör seçilmiştir. Hulusi Behçet, Türk akademisinde profesör unvanını alan ilk kişidir. Mesleğinin ilk yıllarından beri dermatoloji konusunda üretken bir bilim adamı olarak, birçok ulusal ve uluslararası kongreye orijinal makalelerle katılmış ve birçok bilimsel dergide makalesi yayınlanmıştır.
Ünlü Alman patolojicisi Prof. Schwartz onun için : « Behçet dünya çapında ünlü bir bilim adamı ama Türkiye'de değil. » demiş ve eklemiştir: « o her zaman yurtdışında buluşlarını tanıtıyor; bunun için onu Türkiye'de bulamıyorsunuz. »
Behçet, yeni jenerasyonların eğitimine yardımcı olmak için çok sayıda makaleyi Türkçe'ye çevirdi ve Kore gibi çok uzak ülkelerle ilişki kurmak için uluslararası derlemelerde orijinal olgu sunuları yayınladı.
1922'den itibaren frengi üzerinde çalışmalar yaptı ve frenginin tanısı, tedavisi, kalıtımsal özellikleri, serolojisi ve toplumsal yönleri üzerine birçok uluslararası makale yayınladı. Leishmaniasis (Oriental sore) 1923'den itibaren Dr. Behçet'in üzerinde çalıştığı bir diğer hastalıktı. Hakkında pek çok makale yayınladı ve diathermi ile tedavisinde başarılı oldu. Bir leishmania olgusunda, kabuk kaldırıldığında görünen "tırnak belirtisini" ilk defa tanımladı. Yayınlanmış eserlerinin bir kısmı parazitoz ile ilgiliydi. 1923 yılında Türkiye'deki "gale cereal - uyuz?" etkenlerini tanımladı.
O, aynı zamanda Türk tıbbının gelişiminde yayıncılıkta da öncüydü ve 1924'de Türkiye'deki "Turkish Archives of Dermatology and Syphilology" isimli ilk dermato-veneroloji dergisinin sorumlusuydu.

Kitaplar
Behçet H. Frengi Dersleri. Istanbul, Akşam Matbaası, 324 sh, 1936.
Behçet H. Klinikte ve Pratikte Frengi Teşhisi ve Benzeri Deri Hastalıkları. 450 sh. (ayrıca 130 sh. Resim), Istanbul, Kenan Basımevi, 1940.

Kaynak :TURANİA.NET – Ay Toldı

Çevrimdışı Çağrı Bey

  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 690
Ynt: TÜRK BİLİM ADAMLARI
« Yanıtla #9 : 26 Haziran 2011 »
Ali Kuşçu (d. 1403, Semerkant - ö. 16 Aralık 1474, İstanbul), Türk** Gökbilimci, Matematikçi ve Dilbilimci.

Gökbilimci ve kelam alimi olan Ali Kuşçu, 15. yüzyıl'da Semerkant'ta doğdu. Babası Muhammed, Timur İmparatorluğu Sultanı ve astronomu Uluğ Bey'in kuşçusu olduğu için, ailesi "Kuşçu" lakabıyla meşhur oldu. Küçük yaştan itibaren matematik ve astronomiye ilgi duyan Ali Kuşçu, Bursalı Kadızâde Rumî, Gıyâseddin Cemşîd ve Muînuddîn Kâşî’den matematik ve astronomi dersi aldı. Daha sonra bilgisini artırmak için Kirman'a gitti. Burada Hall-ü Eşkâl-i Kamer (Ay Safhalarının Açıklanması) adlı risale ile Şerh-i Tecrîd adlı eserini yazdı. Ali Kuşçu, Semerkant ve Kirman'da eğitimini tamamladıktan sonra Uluğ Bey'e yardımcı ve rasathanesine müdür oldu. 1449'da hacca gitmek istedi. Tebriz'de Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan kendisine büyük saygı gösterdi ve Osmanlı Devleti ile barış görüşmelerinde yardımını istedi. Ali Kuşçu, Uzun Hasan'ın sözcülüğünü yaptıktan sonra II. Mehmed'in davetiyle İstanbul'a geldi. Osmanlı - Akkoyunlu sınırında II. Mehmed'in emriyle büyük bir törenle karşılanan Ali Kuşçu, Ayasofya medresesine müderris oldu. Ali Kuşçu, 16 Aralık 1474 tarihinde İstanbul'da vefat etti.

Osmanlı Devleti padişahı II. Mehmed adına kurulan müessir ilk Osmanlı Üniversitesi olan Fatih Medresesinin (Sahn-ı Seman) kuruluş akademik müfredatını kaleme aldı.
Hoca Sinan Paşa, Molla Lütfi, Mirim Çelebi (Mahmud B. Muhammed B. Musa Kadızade), gibi alimler onun derslerinde bulundular ve yetiştiler.
Ali Kuşçu'nun soyundan olanlar 18. yüzyılın sonlarına kadar Osmanlı Devletinde önemli devlet görevlerinde bulundular. Torunlarından olan Ebussuud Efendi ve Mirim Çelebi ile onların çocukları şeyhülislam, kazasker, müderris gibi görevlere gelmişlerdir.
Ali Kuşçudan sonra Osmanlı Türkçesi dil olarak tüm İslam dünyası için bilim dili olmuştur. Farsça ve Arapça önemini bu dönemden sonra kaybetmiştir.
Risale Fi'Hey'e: (1457 yılında Semerkand'da, Farsça olarak yazmıştır) Osmanlı İstanbul Mühendishanesinde (İstanbul Teknik Üniversitesi) XIX. yüzyıl başlarına kadar temel ders kitabı olarak okutulmuştur.
Osmanlı Medreselerinde matematik ve diğer fen bilimleri derslerinin okutulmasında önemli rolü olmuştur.

Astronomi
Risâle Der İlm-i Hey’e (Gökbilim Risâlesi, Farsça): Bir giriş ve iki makaleden oluşmuştur ve Fethiyye’nin temelini oluşturur.
Fethiyye (Arapça)
Risâle fî Asl el-Hâric Yumkinu fî el-Sufliyyeyn (İç Gezegenlerde Eksantrik Kuralı, Arapça): Batlamyus’un Merkür ve Venüs gezegenlerinin hareketleri konusundaki görüşlerinin eleştirildiği bir makaledir.
Risâle fî enne Hükm el-Hâric, Hükm el-Tedvîr bi Aynihi fî Vukûf el-Kevâkib (Gezegenlerin Durma Anlarında Eksantriğin Episikl ile Aynı Olması Üzerine, Arapça): Gezegenlerin durma anlarında eksantriğin hükmünün episiklin hükmü gibi olduğunu savunan bir makaledir.
Risâle fî Hall Eşkâl Muaddil li’l-Mesîr (Ekuant Probleminin Çözümlenmesi Üzerine, Arapça): Merkür gezegeninin hareketlerine ilişkindir.
Şerh el-Tuhfe el-Şâhiyye fî el-Hey’e (Gökbilimde Hükümdarlığın Hediyesi’ne Yorum, Arapça): Kutbeddîn el-Şîrâzî’nin (ö. 1311) el-Tuhfe el-Şâhiyye fî el-Hey’e (Gökbilimde Hükümdarlığın Hediyesi) adlı meşhur gökbilim eserinin yorumudur.
Şerh-i Zîc-i Uluğ Bey (Uluğ Bey Zîci’ne Yorum, Farsça): Zîc-i Uluğ Bey üzerine yapılmış bir yorumdur.

Matematik
Risâle fî enne külle mâ Yust‘melu bi’l-Şekleyn el-Mugnî ve el-Zıllî Yumkinu an Yusta‘melu bi’l-Mıstara ve el-Fercâr min Gayrı Hisâb (Arapça); Sinüs ve tanjant teoremlerinde bilinmeyen değerlerin cetvel ve pergel yardımıyla bulunması konusundadır.
Risâle Der ‘İlm-i Hisâb (Farsça); Bir giriş ile üç makaleden oluşur ve Risâle el-Muhammediyye’nin temelini oluşturur.
Risâle fî İstihrâc Makâdîr el-Zevâyâ min Makâdîr el-Adlâ‘ (Arapça); Küresel üçgenlerde kenarların büyüklüklerinden açılarının büyüklüklerinin çıkarılmasına ilişkin bir risâledir.
Risâle fî el-Kavâ’id el-Hisâbiyye ve el-Dalâ’i el-Hendesiyye (Arapça)
Risâle el-Muhammediyye fî el-Hisâb (Arapça)

Kimya ve Fizik
Unkud-üz-Zevahir fi Man-ül-Cevahir (Mücevherlerin Dizilmesinde Görülen Salkım)

Mekanik
Tezkire fî Âlâti'r-Ruhâniyye

Dil ve Belagat
Şerhu'r-Risâleti'l-Vadiyye
El-İfsâh
El-Unkûdu'z-Zevâhir fî Nazmi'l-Cevâhir
Şerhu'ş-Şâfiye
Risâle fî Beyâni Vadi'l-Mufredât
Fâ'ide li-Tahkîki Lâmi't-Ta'rîf
Risâle mâ Ene Kultu
Risâle fî'l-Hamd
Risâle fî İlmi'l-Me'ânî
Risâle fî Bahsi'l-Mufred
Risâle fî'l-Fenni's-Sânî min İlmihal-Beyân
Tefsîru'l-Bakara ve Âli İmrân
Risâle fî'l-İstişâre
Mahbub-ül-Hamail fi keşif-il-mesail
Tecrid-ül-Kelam
Muhammediyye[2]
Risâle fî Hall Eşkâl el-Mu‘adil li’l-Mesîr (Ekuant Probleminin Çözümlenmesi Üzerine)
Risâle fî Asl el-Hâric Yumkinu fî el-Sufliyyeyn (İç Gezegenlerde Eksantrik Kuralı, Eksantrik Varsayımın Diğer Gezegenlerde Olduğu Gibi İki İç Gezegen İçin de Kullanılabileceği Üzerine Risale)
Fethiyye[2]

Kaynakça
İsmail Hakkı Uzunçarşılı - Büyük Osmanlı Tarihi Cilt 2 Sayfa 653
Ragep, F. Jamil (2001a), "Tusi and Copernicus: The Earth's Motion in Context", Science in Context (Cambridge University Press) 14 (1-2): 145–163
Ragep, F. Jamil, “Ali Kuşçu ve Regiomontanus: Dışmerkezli Dönüşümler ve Kopernik Devrimi”, Çeviren: Yavuz Unat, Osmanlı Bilim Araştırmaları, Cilt VIII, Sayı 1, İstanbul 2006, s. 81-96
Yavuz Unat, “Adlı Astronomi Eseri,” Felsefe Dünyası, Sayı 12, 1994, s. 42–48
Yavuz Unat, "Seyyid Ali Paşa, Miratü'l-Alem (Evrenin Aynası), Ali Kuşçu'nun Fethiyye Adlı Eserinin Çevirisi", Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 2001
Remzi Demir ve Yavuz Unat, "Ali Kuşçu ve El-Muhammediyye, El-Fethiyye ve Risâle Fî Hall Eşkâl El-Mu‘Addil Li’l-Mesîr Adlı Eserlerinin Türk Bilim Tarihindeki Yeri", Düşünen Siyaset, Sayı:16, Ankara 2002, s. 231–255

Notlar:
** Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi, 1.Cilt, S.383

Kaynak :TURANİA.NET – Ay Toldı