Gürcü ve Lazların 1945 Tarihli ''Türkiye'den Haklı İstemlerimiz'' adlı makalesinin çevrimidir.
Türkiye'den Haklı İstemlerimiz (*)
S. Canaşia
N. Berdzenişvili
Özgürlük savaşının başarıyla sona ermesiyle üstün gelen demokrasi, bir barış ve güvenlik kalesi olarak kurulmaktadır. Özgürlükçü halklar, bu kuruluş içinde hak ettikleri yeri almak istiyorlar, en sevdikleri ereklerine ulaşmak istiyorlar. Faşizmin yenilgiye uğratılması davasına önemli katkıları olan Gürcistan halkı, kendi haklı istemlerini açıklamak hakkını da kendinde gördü.
Öncesiz çağlardan beri bizim olan toprakları Türkiye'nin zorla elimizden alarak kendi topraklarına katması nedeniyle dünya kamuoyuna sesleniyoruz. Sözkonusu olan çiğnenen önemsiz topraklar değil, tersine halk olarak bizim kişiliğimizi belirleyen elimizden zorla alınan anayurdumuzdur, diri ulusal gövdemizi ikiye bölen kıyımdır.
Söz konusu olan Gürcü halkının yüzyıllardır süregelen savaşımıdır. Gürcü halkı tarihin en eski çağlarından beri Büyük Toros Dağları'ndan Büyük Kafkasya'ya dek uzanan bu topraklar üzerinde yaşadı, çalıştı ve savaşım verdi. Gürcü halkı, hep yeni yeni uygarlık merkezi ve devletler kurarak şaşırtıcı dirimsel ve yaratıcı yeteneğini, anayurduna olan sarsılmaz bağlılığını, varlığını savunarak çelik istencini kanıtladı.
Gürcü halkının asıl ataları, İ.Ö. 2000 yıllarında Önasya'da yaşayan ve buranın ilk yerlileri olarak bilinenler Hititler ve Subarlar'dır. Önasya'nın bu iki yerli halkları, tüm eski dünyanın Gürcüce Gali (şimdi Kızılırmak) olarak bildiği bu ırmağın büyük kıvrımında, Dicle ve Fırat'ın yukarı bölgelerinde tarım ve demir-çelik alanlarında büyük kültür merkezleri kurdular. İ.Ö. birinci 1000 yılın ilk yarısında Urartu Devleti, Hitit-Subar uygarlık bayrağını eline alarak daha da geliştirdi. Bozkır fatihleri, Hald Devleti'ne son verdiler. Ama Gürcü halkı, zamanla kuzeye doğru yer değiştirerek yeni devletler ve kültür merkezleri kurdu. Böylece, yüzyıllardır sahip olduğu uygarlığın kesintisiz gelişebilmesi için gerekli yaşama gücünü kendinde buldu. Urartu Devleti'nin yerine, doğuda İberya, batıda Kolhida olmak üzere iki yeni Gürcü devleti kuruldu.
Aynı organik ulusal gövde üzerinde yeni kurulan bu eski Gürcü devletleri, eski ulusal toprakların en önemli bölümünü hala ellerinde tutuyorlardı. Eski Yunan yazarlarının bildirdiklerine göre, Sasper, yani İberya Devleti, İ.Ö.6.yüzyılın ortalarında Önasya'da kurulan en büyük dört devletten birisiydi. Bu devletin sınırları Kalahena'ya ve Adiabena'ya, yani Büyük (Doğu) Toros Dağları'na dek uzanıyordu. Eski Hitit İmparatorluğu'nun ana bölgelerinden birisi olan bugünkü Sivas İli'nin doğu bölgesi, yani dağlık Pariadra bölgesi, M.Ö.daha ikinci yüzyılın başlarında İberya'ya aittir. İberya burada daha Strabon zamanında Galis ağzından doğuya doğru uzanan Tibaraniye bölgesinden Karadeniz'e açılıyordu. M.Ö. 66 yılında Pompeis'dan kaçan Pontus Kralı Mitriades yukarı Fırat bölgesinde eski bir Gürcü kenti olan Hudzen-Hoten yerlileri İberlerle çarpışmaya tutuştu.
Tibaraniya'nın doğusunda, Karadeniz kıyıları boyunca başka bir Gürcü devleti uzanıyordu. Bu devlet, "tarihin babası" sayılan Herodotos'un bildirdiğine göre, 6. yüzyılda Önasya'da kurulan en büyük dört devletten birisi olan Kolhida devletiydi. Bilim, Gürcüce Egrisi denilen Kolhida devletinin sınırlarına ilişkin oldukça güvenilir kaynaklara dayanıyor. M.Ö. 400 yıllarında Kolhida'ya gelen ünlü Yunanlı yazar ve başkomutan Ksenofon, Trabzon ve Kerasunt'un (şimdi Giresun) Kolhida kentleri olduğunu, Trabzon ve çevresinde Kolhlar'ın oturduğunu söylüyor. Ksenofon, onbinlerce askerden oluşan birliğiyle Trabzon yakınlarındaki Kolh köylerinde tam bir ay kalarak, burada Kolhida'nın öteki bölgelerine yıkıcı baskınlar yaptı. Güney, daha doğrusu Güney-Batı Gürcistan'ın, yani Çoruh Irmağı'nın doğduğu yerden başlayarak batıya doğru uzanan Kolhida'nın ve Kura Irmağı'nın doğduğu yerden ve Çıldır Gölü'nden doğuya doğru uzanan İberya'nın tüm toprakları üzerinde, en eski çağlardan beri, sonraları Gürcü ulusunu oluşturan Gürcü boyları oturuyordu. Gürcü halkı, varlığını ve konumunu korumak için, kendini tarihin sahnesinden silmek isteyen düşman güçleriyle 3000 yıl boyunca savaşıp durdu. Ama Gürcü halkı hiçbir zaman ulusal bilincini yitirmedi, büyük geçmişiyle olan sarsılmaz bağlarını koparmadı ve kutsal haklarından vazgeçmedi. Kendisinden güçlü düşmanlarının saldırıları karşısında zorunlu olarak geçici bir süre için geri çekildi. Gürcü halkı, gücünü yeniden toplayarak düşmanına saldırdı, istilacıları tehdit etti ve elinden zorla alınan topraklarını geri aldı. Miladi yılların başında Romalılar, Kolhida'yı fethettiler. Daha sonraları, 4. yüzyılda Doğu Kolhida'da, Gürcüce eski ulusal adı Eğrisi olarak Lazika, yani Laz Devleti kuruldu. Lazika'nın, Kolhida'nın kalıtçısı ve Lazlar'ın, Kolhlar'ın torunları olduklarını kimse yadsıyamaz. Bu görüşü, 6. yüzyıl Bizans tarihçisi Prokopios Kessariyskiy doğrulamaktadır:
"Kolhlar'ın, Laz olmamaları mümkün değildir.
Kolh adı şimdi, öteki birçok halklarda olduğu gibi, Laz adıyla değiştirildi."
Prokopios'un genç çağdaşı ve yurttaşı olan Agafios daha açık olarak şöyle diyor:
"Çok eski çağlarda Lazlara Kolh denildiğini ve Lazların gerçekten Kolhlar olduklarını Fazis, Kafkasya ve çevre ülkelerin halklarını tanıyan herkes bilmektedir."
Aynı Bizans yazarı "Lazlar, öteki güçlü halklara egemen olan güçlü ve yürekli bir halktır" diyor ve ekliyor:
"Onlar, eski Kolh adından çok gurur duyarlar, bunun bir nedeni olmalıdır."
Ama yalnızca Doğu, yani Rion Kolhidası yoktu, bir de Batı yani Çoruh-Trabzon Kolhidası vardı. İşte bu nedenle, Batı Kolhida halkına, ki bu sonuncusu Lazika'yla bir devlet olarak birleşmemiş olsa da, Laz denirdi. Laz adı, bundan sonraki tüm çağlarda Çan, Hald adlarının yanında Batı Kolhida halkı için kullanıldı. 10. Yüzyılda bir Gürcü yazarı, bir Bizans yazarının "Lazika kenti Trabzon" sözünü olduğu gibi kendi anadiline şöyle çeviriyor: "Megrel ülkesinin kenti Trabzon'dur."
Trabzon İmparatorluğu hükümdarlarına (1204-1461) İstanbul'da "Laz hükümdarları", sahip oldukları topraklarda bazen Lazika, bazen Kolhida denirdi. Bu Laz boyunun tarihsel yerleşim bölgelerinin sınırlarını açıklamak için akademisyen Marra'nın verdiği bilgiler ilginçtir:
"İstanbul'da, Türkiye'nin Karadeniz kıyılarında yaşayan herkese, hatta Samsunlulara ve Sinoplulara Laz denir. Erzurumlulara da Laz denir. Bir de Gümüşhanelilere ve tüm kıyı sakinlerine."
Ortaçağ'da, Gürcistan'ın siyaset ve kültürel birliğinin çekirdeğini İberya'nın ana bölgesi olan Kartli oluşturuyordu. Doğu Gürcistan hükümdarı olarak ünlenen Vahtang Gorgasal'ın (ölümü, 502) bu yönde önemli çabaları olduğunu görüyoruz. Gorgasal'ın çabalarını 6. yüzyılda Persler engelleyemedi. Ama feodal temele dayalı bir Gürcü devletinin (VI. yüzyıl) yeniden doğuşu ve Kura Irmağı vadisindeki ilk başarıları Arap fetihleriyle durduruldu. İstilacılarla yapılan çarpışmalar ve ulusal göçlerin ana örgütlenme merkezi zamanla Güney Gürcistan topraklarına kaydı. Yani, Çoruh Irmağı'nın yukarı bölgesindeki Güney Gürcistan bölgesi Seper'in (şimdi İspir) hükümdarları olan Bagrationlar'ın Bayburt'ta özel yurtlukları olduğunu bilmekte yarar var. Çünkü bu hükümdarlar l0. yüzyılın sonunda tüm Gürcistan'ı birleştiren ulusal bir hanedanın temellerini oluşturdular. Ama daha birleşmeden önce, Gürcistan'ın yalnızca bir bölümünü oluşturan Tao-Klarceti'nin prensleri olan Bagrationlar, Güney Gürcistan topraklarının önemli bir bölümünü geri almışlardı. Böylece, III. David, 979 yılında İmparator Vasiliy Bolgaroboyets'i Kariya'dan (Erzurum bölgesi), Hark ve Arahunik'ten (Van Gölü'nün kuzeybatı bölgesi, o zaman buralarda Ermeniler oturuyordu), o zaman önemli bir kale olan Hald-Ariç'den (yani Hald yerleşme bölgeleri) ve Erzurum'dan Trabzon'a giden anayol üzerindeki Klisura'dan (geçit), Çoruh Irmağı'nın yukarı bölgesi olan Çor-Mayri'den vb. bölgelerden geri çekilmeye zorladı. 80'li yıllarda David, Dercan (şimdi Tercan) ve Taron bölgelerini alarak sınırlarını güneybatıya doğru daha bir genişletti ve 997 yılında Manaskelt'i (Malazgirt) aldı. Böylece, Gürcistan'ın güney sınırları Van Gölü'nden Erzincan'a dek genişlemiş oldu.
9. - 10. Yüzyıllarda Güney Gürcistan prensiplerinde Araplar tarafından Kara vadisinde durdurulan Gürcistan kültürü görkemli bir biçimde gelişti. Çoruh havzasının tüm bölgelerinde Kura ve Fırat'ın yukarı bölgelerinde bulunan Bana (Oltisi bölgesi, şimdi Oltu), Hakuli (Tortum yakınlarında), Oşki (aynı yerde), İşhani Tskaros-Tavi, Tbeti Handat gibi Gürcistan mimarisinin özgün dev yapıtları yükseldi. Görkemli anıtları dikildi. Georgiy Merçuli, Mikael Modrekili (marş yazarı ve besteci), Ioane ve Yevfımiy Mtatsmideli vb. gibi önde gelen devlet adamlarıyla temsil edilen Gürcü yazını dili Tao-Klarceti'de gelişerek büyük boyutlar kazandı.
Yani burada, feodal dönem Gürcistan'ın birlik bilinci son biçimini aldı. 11. - l3.yüzyıllarda, Gürcistan halkının yaratıcı kültür güçlerinin görkemli bir biçimde gelişmesinde, Güney Gürcistan en ön sıralarda yer aldı. Güney Gürcistan'ın, anayurduna ne gibi oğullar yetiştirdiğini anlamak için Büyük Rustaveli, Bek Opizari, Beşken Opizari gibi eşsiz usta sanatçılarını, Gürcistan'ın felsefi düşüncesinin gururu olan İoane Petritsi'nin, Georgiy Mtatsmideli ve Efrem Mtsire gibi önde gelen fılologların ve tarihçilerin adını belirtmek yeter.
Gürcistan'ın doğal gelişmesi Moğol akınlarıyla kesintiye uğradı. Gürcü halkı, aralıklı olarak hemen hemen 200 yıl, kendi özgürlüğünü ve kültürünü savunarak özveriyle savaşım verdi. Batı dünyası, kuzeyde büyük Rusya'nın ve o dönemde güneyde güçlü bir Gürcistan'ın, göçebe istilacıların korkunç saldırılarını zayıflatan başlıca engeller olduklarını anımsamalıdır. Ama bu durum, Gürcü halkının telafi edilmez kayıplar vermesine neden oldu. Gürcistan, insanlık tarihinin en önemli olaylarına sahne olan l5. yüzyılı, oluk gibi akan kanlarıyla parçalanmış olarak karşıladı.
Bu dönem, Yakındoğu'da Tatarların yerini yeni göçebe istilacılar olan Osmanlı Gurkaları dönemidir. l5. yüzyılda Türkler, Gürcistan'a yaklaşarak burun buruna geldiler. Bu dönemde Gürcistan, iç ve dış elverişsiz koşulların sonucu olarak, ayrı ayrı bir çok feodal prenslikler görünümündeydi. Ama bu durumda bile, topraklarını henüz Erzincan'a ve Trabzon yakınlarına kadar genişleten Güney Gürcistan Prensliği Samtshe, kendini sıkıştıran kana susamış düşmanını kahramanca geri püskürttü. Ayrıca, tüm kültür dünyasını tehdit eden bu tehlikenin iyi anlaşılması, Avrupa ve Yakındoğu devletlerinin Osmanlı Türklerine karşı ilk kez oluşturdukları büyük koalisyonlar, Gürcü hükümdarlarını ve prensiplerini aynı dış politika çizgisine getirdi. Bu girişimlerin başarısızlığı, Gürcülerin gücünü azaltmadı:
Kartli, İmereti ve Güney Gürcistan güçleri birleşerek saldırganlara birçok kez kanlı dersler verdiler. Böylece, örneğin 1545 yılında Gürcüler, Basian'da (Erzurum yakınlarında) büyük bir Türk ordusuna saldırarak parlak bir zafer kazandılar. Gürcü halkı, bu dönemde Yakındoğu'nun büyük bir bölümünü ve Balkan Yarımadasını işgal eden, tüm Gürcistan'ı da almayı amaçlayan Türklere karşı görülmemiş bir hırsla direndi. Gürcistan'ın orta ve batı bölgelerinden kovulan Türkler, Güney Gürcistan'ı anayurdundan ayırarak burada yerleşmeyi başardılar. Ama bununla savaş bitmedi. Gürcistan, birlik bilincini hiçbir zaman yitirmedi. l7. yüzyıl Gürcü tarihçisi Gorgibjanidze, iki büyük Müslüman devlet olan Osmanlı Türkiyesi'yle İran arasında sıkışıp kalan Gürcülerin, "Hıristiyan dininden olduklarını" söyleyerek kendi yurttaşlarının ruhsal durumunu şöyle dile getiriyordu:
"Çok acı çektiler, uzun bir süre bazen bu yanda, bazen öteki yanda dövüştüler, düşmanlarına çok zarar verdiler, ama onları yenemediler: Sultan ve Şah, Gürcistan'ı kendi aralarında bölüştüler (yazar bununla 1555 yılında yapılan İran-Türk Antlaşması'nı kastediyor). Bu Antlaşma'ya göre Samtshe, Kartli ve Kaheti Şah'a, İmereti, Odişi, Guriya, Abhaziya ve Laz toprakları Sultan'a kalıyordu."
Ama Gürcistan, yağmacıların gerçekleştirdikleri bu bölüşmeyi hiçbir zaman tanımadı, güney ve güneybatı topraklarından hiçbir zaman vazgeçmedi. 1793 Yılında yapılan Rusya-Gürcistan Dostluk Antlaşması'nın özel IV. Maddesi şöyle diyor:
"İmparator, savaş durumunda her türlü silahlı yardımda bulunacağına ve barış durumundaysa, çok eskiden beri Kartli devletinin olan toprakların ve yerlerin geri verilmesini yağmacılardan ısrarla isteyeceğine söz verir."
Gürcüler, birleşme olanağı doğar umuduyla 19. - 20. yüzyıllarda Rusya'yla Türkiye arasında yapılan tüm savaşlara etkin bir biçimde katıldı. Gürcistan halkının, İ. Çavçavadze, A. Tsereteli, G. Tsereteli, Gr. Orbeliani, D. Kipiani gibi en değerli oğulları Türkiye'nin ele geçirdiği Gürcü topraklarının her geri alınışını coşkuyla selamladılar. Batum'un, Ardahan'ın ve Artvin'in Türklerden geri alınışını, Erzurum'un, Kazakistati'ın, Trabzon'un işgalini birer ulusal bayram olarak kutladılar. Halk, bu bayramlarda, yüzyıllardır yaşadığı hayallerinin gerçekleştiğini gördü.
Gürcistan birçok istilacı gördü. Bunlar arasında en kötü ün kazananlar, kuşkusuz Türkler oldu. Türkler, her gittikleri yere yalnızca ölüm, yıkım ve vahşet götürdüler. Ele geçirdikleri Gürcü bölgelerinin gelişmiş kültürü oldukça geriledi. Daha sonra kent yaşamının gür bir biçimde geliştiği yerlere tamamen sessizlik çöktü. Şarapçılık, ipekböcekçiliği gibi gelişmiş tarımsal kültürler yok oldu. Halk yoksullaştı. Gürcü halkının en kutsal saydığı diline, yasalarına ve geleneklerine, ata kültürlerine ve dinine barbarca saldırıldı ve zulmedildi. Türkçe ve Müslümanlık ateş ve kılıç zoruyla yayıldı. Bu zulme boyun eğmeyen halk yığınları yurdundan yuvasından edildi. 8. yüzyılda yapılan ve Hıristiyan dünyası mimarisinin en üstün anıtlarından birisi olan Bana tapınağının olduğu yerde, l2. yüzyıldan beri Rustaveli'nin ölümsüz sesinin yankılandığı yerde, l4. yüzyılda yapılan dev Çule ve Safara tapınaklarının olduğu yerlerde, Türk akınlarıyla, Türklerin kendi hükümranlık alanları da dahil olmak üzere, tüm bu yerlerde, hiçbir olumlu şey yapılmadı. Gürcü tapınakları camiye dönüştürüldü. Halk, 20.yüzyılın başında, Çariçe Tamara döneminden kalan köprüleri hala kullanıyordu. Ama Türk devletinin boyunduruğu altına giren Gürcü halkı, zulmedicilere karşı savaşım hep sürdürdü.
Türkler, tüm çabalarına karşı Gürcistan'dan aldıkları güney bölgelerinin organik birliğini asla yok edemediler. Tüm bu olgular, dünya kamuoyu ve bilim, bu birliği doğrulamaktadır. Türkler de bu birliği tanımak zorundadırlar. 1578 yılında Güney Gürcistan Prensliği Samtshe'yi alan Türk Hükümeti, buraya Gürcistan, yani Gürcü Vilayeti adını verdi. "Gürcü Vilayeti'nin Ayrıntılı Sicil Defteri" (Defter-i Mufassal Vilayeti-i Gürcistan) adlı bugüne dek korunan Türklere ilişkin 1595 tarihli resmi bir belge, Gürcistan Bilimler Akademisi tarafından yayımlandı. Bu belgenin bir yerinde, birçok bölgelerin yanı sıra Çıldır'ın, Potshovi'nin, Panyaki'nin (Bana) ve Ardahan'ın tanımı yapılmaktadır. Öteki vilayet, geçen yüzyılın 60'lı yıllarında, Kızılırmak'a (eski Galis) dek olan tüm toprakları ele geçiren ve dört sancağa ayrılan Trabzon Vilayeti'dir. Bu sancaklar şunlardır:
1) Lazistan, Rusya sınırından Rize'ye dek,
2) Trabzon, Rize'den Ordu'ya dek,
3) Canik, Ordu'dan Kızılırmak'a dek, bu sancağın merkezi Samsun'du,
4) Gümüşhane.
Böylece, 19. yüzyılın sonlarında Türk resmi kaynakları Kızılırmak'a dek olan bölgeleri kapsayan Samsun bölgesinin bile adının hala Canik, yani Çan ülkesi, yani Laz ülkesi olduğunu doğruluyordu. Türk ansiklopedisi "Kamus-ül Alem" şöyle diyor: "Lazlar, Karadeniz'in güneydoğu kıyılarında, Trabzon Vilayeti'nde yaşarlar. Kafkasya halkından sayılırlar ve Gürcü asıllıdırlar. Hatta dış görünüşleri, onların Kafkasya asıllı ve Kafkasya halkı ırkından olduklarını söyler " 20.Yüzyıla dek Güney Gürcistan, Gürcü coğrafya adlarının çoğunu korudu. l9. Yüzyıldaki ve 20. yüzyılın başlarındaki haritalarda birçok Gürcü adına rastlanmaktadır. Örneğin İmera (Gümüşhane'nin kuzeydoğu bölgeleri), Dzara, Goriana, Macara, Şuva, Mirzani, Mohora, Lori, Borşiani, Natehilebi, Ksanta, Kitra, Çorogma Harti, Çumovani, Ortsveıi vb. yerler. Türk yönetimleri, şimdi bu Gürcü coğrafya adlarını değiştiriyorlar. Gürcistan'ın tarihsel anıtlarını, mimari baş yapıtlarını yıkıyorlar. Yüzyıllardır atalarımızın oluk gibi kanlarını akıtarak, Gürcü halkını kendi özyurtlarından kovuyorlar, yığınlar halinde en uzak başka bölgelere yerleştiriyorlar. Gürcü halkının 1920'de ve 1921 yılının başlarında yaşadığı o zor dönemde, Türkler, daha önce aldıkları en eski çağlardan beri Gürcülerin olan topraklara ek olarak, Gürcü topraklarından olan Ardahan'ı, Oltu'yu, Artvin'i ve Batum'un güney bölgesini alarak kendi topraklarına kattılar. Sovyet halkının faşist Almanya'yla yaptığı Büyük Anayurt Savaşı sırasında, gerçekte Alman saldırganlarının yanında yer alan Türkiye, yeniden topraklarımıza göz dikti. Bu konuda Türk basını açık açık yazdı. Türkiye, gönüllü olarak bir kez daha emperyalist Almanya'nın hizmetine girerek, Anti-Hitler Koalisyonu'na zarar vermiş oldu. Ya biz? Gürcü halkının, Birleşmiş Milletler'in kutsal davasına ne gibi katkılan olabileceğini, dünyaya hatırlatmamız gerekli mi? Gürcü halkı, hiçbir zaman vazgeçmediği ve vazgeçemeyeceği topraklarını geri almalıdır. Bununla şu bölgeleri, yani Ardahan'ı, Artvin'i, Oltu'yu, Tortum'u, İsgira'yı, Bayburt'u, Gümüşhane'yi, Trabzon'u, Giresun'u, yani Gürcistan'dan alınan toprakların yalnızca bir bölümünü oluşturan Doğu Lazistan'ı amaçlıyoruz.
_____________________
(*) Pravda Gazetesi, 20 Aralık 1945’den Tarih ve Toplum Dergisi, Ekim 1987, Sayı:46,
Rusça'dan Çeviren: Mehmet Özata