İlteriş7'nin kaliteli makalesi üzerine yazacaklarım, elbette ki yetersiz kalacaktır. Üstelik bir ekonomist de değilim. Ancak yine de bir iki kelam karalamak istiyorum.
Öncelikle Ortadoğu'nun "kasap ve manavı olmak" sözü üzerinde durayım;
Şimdi bu söz, basit bir yönlendirme ve basit bir provokasyondur. Kim fabrikatör olmak isterken, mahallenin kasabı ya da manavı olmak ister? Öyle değil mi?
Ancak burada bir polemik yapılıyor. Unutulmaması gerekir ki, dünyanın nüfusu giderek artıyor. Yani daha çok yiyecek üretilmesi gerekiyor. Buna bir de küresel ısınmayı eklerseniz, bundan 30 – 40 yıl sonra daha çok yiyecek talebinin olacağı, ancak günümüzdekinden daha az yiyecek arzı olacağı gerçeğiyle karşılaşırız.
Üstelik tarım ve hayvancılık, eğer çağdaş kurallara dayanarak yapılırsa, son derece ciddi bir sektördür. 50 baş sığırdan oluşan, küçük bir süt çiftliğimizin olduğunu varsayalım. Söz konusu çiftlikte sığırlar ortalama 35 lt/gün süt verir. Bu da günde 1750 lt. süt demektir. Ayrıca söz konusu çiftlikte doğan boğaların ve yaşlanan ineklerin de kesime götürülmesi gerekir. Her yıl yaklaşık 25 – 30 sığır kesime gönderilir.
Şimdi sineğin yağını bile hesaplayalım;
Üretilen süt, fabrikalara gönderilerek, peynir, süt, yoğurt, ayran, tereyağı ve kaymak olarak üretilir. Süt üreten patron kazanır, yanında çalıştırdığı işçiler kazanır...
Kesime gönderilen hayvanların etleri değerlendirilir. Mezbaha işleten patron ve işçileri kazanır...
Etler entegre et tesislerine gönderilir. Burada sucuk, kavurma, pastırma, salam, sosis yapılır. Tesisin patronu ve işçileri kazanır...
Etlerin artıkları da değerlendirilir; iç organların bir kısmı sakatat olarak satılır, satılamayanlar, kedi ve köpek maması yapımında kullanılır. Söz konusu fabrikanın patronu ve işçileri kazanır. Diğer artıklar gübre fabrikasına satılır. Gübre fabrikasının patronu ve işçileri kazanır…
Deriler tabakhanelere satılır. Tabakhane patronu ve işçileri kazanır…
Tabaklanan deriler, deri tekstil fabrikasına satılır. Deri tekstili fabrikasında büyük derilerden mont, çanta, ceket yapılır. Orta boy derilerden cüzdan, başlık ve ayakkabı yapılır. Küçük derilerden eldiven, anahtarlık yapılır. Daha küçük parçalar, yeniden gübre fabrikasına satılır. Tekstil fabrikasının patronu ve işçileri kazanır…
Kesilen hayvanların kanı bile atılmaz. Kan tutkal fabrikasına satılır ve kandan sanayi ve ev tipi tutkal üretilir. Tutkal fabrikasının patronu ve işçileri kazanır…
Bu arada, çitçi ucuz gübre bulacağı için kazanır. Bu durum daha ucuz tarımsal ürünün ortaya çıkmasına neden olur. Halta ucuz et, süt ve tarım ürünleri alabilir. Halk kazanır. Nakliyeciler de kazanır…
Şimdi görüyor musunuz, “mahallenin kasabı olmak” diye aşağılanan sektörü?.. Tayyip’in “Kazan – kazan” formülü, her nedense sadece devlete ait arazilerin ihalesiz satışa çıkarılmasında, ya da gümrük birliği, Kıbrıs gibi konularda gündeme geliyor. Tayip gibi, Erkan Mumcu gibi adamlar, tarım ve hayvancılığı aşağılamayı, çağdaşlığın bir gereğiymiş gibi pazarlıyorlar. Halbu ki, nüfusunun yüzde 25’i kırsalda yaşayan Fransa’nın, Amerika’nın ve İngiltere’nin bizden daha çok tarım toplumu olduğu gerçeğini sürekli örtbas ediyorlar.
Böylece Türk ekonomisi, ithal girdilerine dayanan ve yabancıların yan sanayi ürünleri üzerinde odaklanan, güdümlü bir sömürge ekonomisine dönüyor.
Biz de oturmuş seyrediyoruz…