Aşılmaz dağlarla çevrili, mümbit ovalarla kaplı; denizlerin kıyısında, dünyanın tam ortasında bir yurt varmış. Bu yurdun sakinleri, rekabetleri olsa da ezelden ve kimileri nedensizce hazzetmese de birbirinden, yine de barış içinde ve kardeşçe yaşarlarmış.
Bu yüksek rakımlı yurtta öne çıkanlar ise bozkırın hakimi kurtlarmış. Karakterleri itibariyle liderlik ettikleri bu diyarda, huzurun ve sükunun teminatı imişler. Kendilerine saldırılmadıkça saldırmaz, ihtiyaçlarından fazlasını avlamaz; varlıklarıyla dostlarına güven, düşmanlarına korku verirlermiş.
Gel zaman git zaman, bu yurdun öncüsü olan kurtların lideri sarı tüylü sarı yeleli kurt ölmüş. İşte ne olduysa o zaman olmuş, o günden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmamış.
Günler günleri, yıllar yılları kovalamış ama bu diyarın sıkıntıları tükenmek bilmemiş. Tükenmek bir yana sorunlar giderek artmış; konu komşu, uzak yakın demeden gelip inlere girmeye, yuvalara dadanmaya, otlaklara hücum etmeye başlamış. Her gelen kendi cinsine yardım için gelmiş, bu yurdun türleri arasında ayrım böyle böyle başlamış.
Kurtlar yine de sakinmiş. Olan biteni endişeyle izlemişler, büyük bir olgunlukla tüm kardeşlerini uyarmaya devam etmişler. Ama kimse dinlememiş, hayvanatın cümlesi benlik sevdasına düşmüş.
Durum kötüye giderken, sırtlan popülasyonunda artış gözlenmeye başlanmış. Bu karaktersiz leş yiyicileri sevinçle karşılamış herkes, pislikten arınırsa topraklarımız yurdumuza tekrar bet bereket gelir diye düşünmüş ekseriyet. Hem bunlar etrafa düzen vermeyi de iyi bilir demiş birçoğu… Nihayetinde ala tüylü sırtlanlar ile kızıl tüylü sırtlanlar kaplamış her yanı, dağa taşa hükmeder olmuş onların adı…
Sırtlanlar egemenliği ele geçirip, o güçlü çeneleriyle ve istilacı kabileleriyle her yana korku salmaya başladığında, özgür kuşların bazıları göçüp gitmişler başka diyarlara… Daldan dala konduğu için özgür olduğunu zanneden maymunların ise bazıları ağzını, bazıları gözünü, bazıları da kulağını kapatmış ürküten manzara karşısında…
Leş yiyiciler hırlarken her tarafta, ülkenin uzak bir ucunda da çizgili sırtlanların sesi yükselmeye başlamış. Bu yurdun yerli ve öz hayvanlarından olduklarını unutup, yeni bir yurt yaratmak istemişler kendilerine, pervasızca hücum etmişler her yere…
Türdeşleri onları pek bir himaye etmiş, kendi avlakları olması için bu büyük diyarda diş göstermeleri gerektiğini söylemiş. O maymunlar yine dili söylemez, kulağı duymaz, gözü görmez hâldeymiş. Kurtlar, vakarı elden bırakmayalım, kan dökülmesine biz mani olalım, diye kendi kendilerine itidal telkin ederken; sonunda işin çığırından çıktığını, yurdun elden gittiğini fark etmişler.
Bütün bunlar olup biterken bu kara bahtlı diyarda, nehirleri tamamen ele geçiren timsahlar ne gelene ne de geçene hayat hakkı tanır olmuş. Gerçi timsahların gözü yaşlı alfası, uzak diyarlardaki ırmaklarda pusudaymış ama yurtta kalan sürüsü göç yollarını kontrol etmeye ve emrettiği gibi etrafa korku salmaya devam ediyormuş. İşler değiştiğinden beri kurt demeden, kuzu demeden saldırmaya; keçilerle inekleri paralamaya, ceylanları ve geyikleri avlamaya hız vermişler. Okyanuslar aşıp gelen kara kanatlı kara gagalı kuşların ilettiği talimatları harfiyen yerine getirir, o uğursuzlar ne bildirirse ona göre iş tutarlarmış. Sinsi sinsi kurdukları tuzaklardan ve yaptıkları katliamlardan sonra yeni avlar için pusuya yatar ve önlerine çıkan her mahluku boğup atar, avlarını sindirirken de gözyaşı dökmeyi ihmal etmezlermiş.
O güzelim yurt diken üstündeyken ve eski, mutlu günlerini mumla ararken, yakın geleceğin emareleri guruba çalan ufukta belirmeye başlamış. Kurtlar artık bir seçim yapmak zorundaymış: Leş yiyicilerle mücadele mi etmeli, avlakların bir kısmını terk mi etmeli?... Ağlak timsahlardan mı kaçmalı, yoksa yeniden mi ulumalı?...
Yazar E-posta:
[email protected] HASAN SALİH GÜNDÜZ