Gönderen Konu: YUSUF AKÇURA-II  (Okunma sayısı 3811 defa)

0 Üye ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Kök-Börü

  • Ziyaretçi
YUSUF AKÇURA-II
« : 09 Şubat 2007 »
4-FRANSA'DAN RUSYA'YA GİDİŞ VE RUSYA'DAKİ FAALİYETLERİ

1903 yılında Siyasal Bilgileri bitiren Akçura, Türkiye'ye dönmesi ya­sak olduğundan Rusya'ya doğduğu yere döndü ve amcasının evine yerleşti. Çok büyük tartışmalar yaratan ve üzerine kitaplar yazılan, Türkçülüğün ilk kez bilimsel izahının yapıldığı "Üç Tarz-ı Siyaset" adlı makalesini burada kaleme aldı.

 
Üç Tarz-ı Siyaset

Y. Akçura 1904 yılında yazdığı 32 sayfalık Üç Tarz-t Siyaset adlı makalesini Mısır'da yayınlanan Türk Gazetesi'nin 23-34'üncü sayılarında Nisan-Mayıs 1904'te yayınladı. Türk Gazetesi bu makalenin yayınlanmasından birkaç ay evvel gazeteci Ali Kemal'in etrafında toplanan bir grup liberal tarafından Kahire'de yayınlanmaya başlamıştı.

Bu makalede üzerinde durulan ve uygulanabilirlikleri tartışılan ana ko­nular şunlardır:

1 .Bir Osmanlı ulusu meydana getirmek,

2. İslâmcılığa dayanan bir devlet yapısı kurmak,

3. Iraka dayalı bir Türk siyasal ulusçuluğu meydana getirmek.

Her biri Osmanlı Devleti'ni kurtarma yolu olarak görülen bu konuları şöyle irdeliyor.

Osmanlıcılık: Bu fikrin amacı yeni bir Osmanlı milleti oluşturmaktır.

Osmanlı devleti'nin devamı için bu iş başarılabilirse elbette çok yararlı olur. Bunun için cins, din ve mezhep ayrımı gözetilmeksizin Osmanlı halkları haklar ve ödevler açısından eşit hale getirilecek, böylece ortak vatan  kavramı etrafında Amerikan ulusu gibi bir Osmanlı ulusu oluşturulacaktır. Tek amacı sınırları korumak ve İmparatorluğu yaşatmaktır

Akçura, Osmanlılık fikrini hem sakıncalı hem de imkansız görmektir. O, sınırların korunmasını devlet için yeterli bir amaç görmemektedir İmparatorluk halkları örgütlenip bir halk haline geldiğinde devletin kurucusu ve yöneticisi Türkler eriyip gidecek, egemenlik Arap çoğunluğa geçecektir. Ayrıca, Osmanlı topluluklarının birbirleriyle kaynaşmak istemeyeceklerini de öne süren Akçura, dinsel, siyasal ve mezhepsel nedenlerle bütün Avrupa'nın buna engel olmak için çalışacağını söyleyerek Osmanlı milleti meydana getirmeye uğraşmanın boşa yorulmak olduğuna kanaat getirecektir.

İslamcılık: Osmanlı milliyeti siyasetinin başarısızlığı üzerine İslamiyet politikası meydan aldı diyen Akçura, İslamcılık siyasetinin Dünyadaki Müslümanlardan bir İslam birliği meydana getirmek amacı ve eylemi olduğunu söylüyor. Avrupalı yazarların Panislamizm dediği bu fikir Osmanlılık fikrinin zayıflamasıyla Abdülaziz zamanında başlamış olup,Abdülhamit zamanında fikirden eyleme geçmiştir. Bu dönemde Müslüman memleketlerinde geniş bir Panislamist  propagandaya girilmiştir.

Akçura, bu politikanın güçlüklerini anlatırken şunları göz önüne alır: Önce Tanzimat'ın Osmanlı toplulukları arasında yaymayı amaç tuttuğu siyasal ve hukuksal eşitlik artık söz konusu olmayacaktır. Hatta Türkler arasında bile mezhepsel, dinsel çatışmalar çoğalabilecektir. Müslüman ülkelerin çoğunun idaresini ellerinde tutan batılı devletler de bu tasarının gerçekleşmesine izin vermeyeceklerdir. Ancak bu politikanın olumlu yanları da vardır. Onlar da, Osmanlı memleketlerinde din esasına dayalı güçlü bir  Müslüman birliği kurulacağı, Dünyadaki Müslümanların Halife'nin etrafında toplanmaları için sağlam bir zemin hazırlanacağı idi. Bu arada İslam'da din ile devletin bir bütün olarak kabul edilmiş olmasını, Kuran'ın anayasa niteliği taşımasını, halifenin Müslümanlarca imam kabul edilmekte olmasını, İslamcılığı kolaylaştırıcı etkenler olarak görmektedir. Ancak dış engelleri çok kuvvetli gören Akçura bu siyasete, İslam tebaya sahip büyük devletlerin, İslam ülkeleri üzerindeki etkilerini kullanarak engel olacaklarını söylüyor.

Türkçülük: Bu siyasetin uygulaması, önce Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Türklerin, Türk olmadıkları halde az çok Türkleşmiş olanların ve ulusal bilinçden yoksun olanların bilinçlendirilmesi ve Türkleştirilmesi ile başlayacaktır. Asıl fayda Asya ile Doğu Avrupa2da yayılmış olan Türklerin birleştirilmesi sonucu meydana gelecek azametli bir siyasal milliyetin elde edilmesiyle sağlanacaktır. Türkçülük fikrinin uygulanmasında Osmanlı Devleti Japonya'nın sarı ırk için oynadığı rolü oynayacak ve liderlik edecektir.               

Bu siyasetin engelleri ise şunlardır: Önce Osmanlı Devleti'nde Müslüman olup da Türk olmayan ve Türkleştirilmesine imkan olmayan topluluklar Osmanlı Devleti'nden ayrılmak isteyeceklerdir. Büyük bir Türk nüfusa sahip olan Rusya'nın da bu siyasete engel olmak isteyeceği kesindir. Ancak Türkçülüğün harici engelleri İslamcılığa göre daha azdır.

Sonuç olarak Akçura, Osmanlıcılığı uygulanması imkansız bir siyaset olarak gösteriyor. İslamcılık ve Türkçülüğü ise, eşit denebilecek yarar ve zararlara sahip olarak niteliyor. Makalesini şöyle bitiriyor: 

''Hülasa öteden beri zihnimi işgal edip de kendi kendimi ikna edecek cevabını bulamadığım sual yine önüme dikilmiş cevap bekliyor: Müslümanlık, Türklük siyasetlerinsen hangisi Osmanlı Devleti için daha yaralı ve kabil-i tatbiktir.''

 Yusuf Akçura bu makalesiyle yüzyılın ilk yarılarında İstanbul'da Mekteb-i Tıbbiye öğrencileri arasında etkili olmaya başlaysan Türkçülüğü sistematik olarak ilk kez ortaya koydu.  Bu nedenle ''Üç Tarz-ı Siyaset'' Türkçülüğün manifestosu kabul edilmektedir .

Rusya'daki Siyasî Faaliyetleri

Y. Akçura'nın Rusya'da bulunduğu yıllar Türkçülük fikrinin buralarda yayılmasına müsait bir ortama sahipti. Rus-Japon Savaşı ve onu takip eden 1905 ihtilâli ve Rus meşrutiyetinin ilanı sırasında Akçura Rusya'da idi. Burada uygun zemin bulmuş olan Türkçülüğü yaymak amacıyla Kazan'da tarih, coğrafya ve Osmanlı-Türk edebiyatı öğretmenliği yaptı. "Kazan Muhbiri" adlı bir gazete çıkarmaya başladı. Gaspıralı İsmail Bey, Ali Merdan Bey, Abdürreşit Kadı ibrahimof gibi Türkçülerle birlikte 1905'te "Rusya Müslümanları İttifakı" adında büyük bir parti kurdu. Bu partinin merkez idare heyeti üyeliğine ve umumî katipliğine seçildi.

Bu parti ile vicdan hürriyeti, hukuk eşitliği ve kültürel gelişmeye müsait bir ortam için mücadele eden Akçura birinci seçimlerde Rus meclisi Duma'ya Kuzey Türklerinin girmelerini sağladı. Bu arada tutuklanarak seçimler bitene kadar hapiste tutuldu. Akçura Türkiye'ye geldiği 1908 yılına kadar siyaset ve kültür çalışmalarına devam etti.

1906'da toplanan İttifak'ın üçüncü kongresinde, genel sekreter olarak görev yaptı ve Türkçülüğün gelişmesi için aynı zamanda Rusya'da bulunan Türkler arasındaki ayrılıkların giderilmesi için önemli kararlar almasını sağladı.

1907'de Rusya'da katı yönetim tekrar başlayıp meclis dağıtılıp, kanun­lar Rus olmayanlar aleyhine değiştirilince buna karşı yayın yapan Akçura takibata uğradı. Kendisi tevkif edilmek için arandığı sırada Osmanlı Devletinde II. Meşrutiyetin ilan edildiğini öğrenince işlerini tasfiye ederek Ekim 1908'de İstanbul’a geldi.

 

5-TÜRKİYE'YE DÖNÜŞ VE TÜRKİYE'DEKİ FAALİYETLERİ

Y. Akçura İstanbul'a döner dönmez, Türkçü çalışmalarına aynı hızla devam etti. Aralarında Ahmet Mithat, Emrullah Efendi, Necip Asım, Bursalı Fuat Raif, Feylesof Rıza Teyfik ve Ahmet Ferit (Tek) gibi şahısların bulunduğu kişilerle 25 Aralık 1908'de Türk Derneği'ni kurdular.

1909-1910 sıralarında Sırat-ı Müstakim adlı bir dergide yazılarını ya­yınlamaya başladı. Ömrü kısa olan Türk Derneği'nin yerine 18 Ağustos 1911'de Mehmet Emin (Yurdakul), Ahmet Hikmet, Ağaoğlu Ahmet, Hüseyinzade Ali, Doktor Akil Muhtar ile birlikte "Türk Yurdu" adlı bir dernek kurdu. Bu derneğin yayın organı olarak da "Türk Yurdu Dergisi"ni çıkarmaya başladı. Bu dergi Akçura'nın idaresinde tam 17 yıl yayın hayatında kalacaktır. Akçura, 1912'de açılan Türk Ocağı'nın kuruluşuna da aktif olarak katıldı.

1916 yılında "Rusya Mahkumu Müslüman Türk-Tatarların Hukukunu Müdafaa Cemiyeti" adlı büyük bir siyasi örgüt kurdu. Bu örgüt Avrupa'nın çeşitli kentlerinde konferanslar verip yöneticilerle temasa geçerek Rusya'daki Türklerin haklarını dile getiriyordu. Akçura'nın buradaki konferansları bir muhtıra şeklinde Fransızca ve Almanca olarak yayınlandı. İsveç, Danimarka, Norveç, İsviçre ve ABD gibi o tarihlerde tarafsız olan ülkelere de Rusya'daki Türklerin durumunu anlatan ve yardım isteyen muhtıralar yolladı.

1918 yılında Hilal-i Ahmer temsilcisi olarak Rusya'daki Türk esirlerini kurtarmak için görüşmelerde bulunmak üzere Rusya'ya gitti ve bir yıl kadar burada kaldı. 1919'da yenilmiş ve işgale uğramış Türkiye'ye dönen Akçura, Ekim 1919'da Ahmet Ferit'in kurduğu "Milli Türk Fırkası"na katıldı. 1919 sonunda İngilizler tarafından hapsedildi. 1920'de hapisten çıkınca Selma Hanım ile evlenerek karıkoca Millî Mücadele'ye katılmak üzere Anadolu'ya geçtiler. Burada Dışişleri Bakanlığında Genel Müdür olarak görev yaptı. 1923'te İstanbul milletvekili seçildi. Osmanlı Dönemi'nde İttihat ve Terakki ile organik bağları olmasını istemeyen ve Cemiyete üye olmayan Akçura, Cumhuriyet döneminde Cumhuriyet Halk Fırkası'ndan milletvekili olmayı kabul etmiştir.

1925'te açılan Ankara Hukuk Mektebi'nde siyasî tarih hocalığına baş­lamış, 1931'de Atatürk tarafından Türk Tarih Kurumu'nu kurmakla görevli bilim adamları arasında yer almış ve 1932'de buranın başına getirilmiştir. 1933 Üniversite Reformundan sonra İstanbul Üniversitesi'nde Siyasi Tarih profesörlüğü de yaptı.

1934'te sağlığı bozulan Akçura 11 Mart 1935'te Kars Milletvekili iken kalp krizi geçirerek öldü.

 

SONUÇ

Yusuf Akçura ömrü boyunca Türkçülük fikrine sadık kalmıştır. Sosya­list fikirleri de yakından tanıyan bir insan olarak, bu fikirleri Türkçülük fikriyle bağdaştırmaya çalıştı. Akçura'nın Türkçülüğü, Balkanlardan Çin'e kadar çeşitli ülkeleri kapsamaktadır. Osmanlı Devleti ise Türk Dünyası'nın ancak bir parçasıdır.

Akçura tarih araştırmalarında faydacılığa taraftardır. Birinci Türk Tarih Kongresi'nde sunduğu tebliğde "Tarih mücerret bir ilim değildir. Tarih hayat içindir; Tarih milletlerin, kavimlerin varlıklarını muhafaza etmek, kuvvetlerini inkişaf ettirmek içindir" demiştir.

Akçura ölümünden sonra neredeyse unutulmuştur. Onun Türk tarihçileri tarafından dışlanmasını Ercümend Kuran şöyle yorumluyor:

"Bu durumu izah etmek kolaydır: Akçura Moğol İmparatorluğu'nu yüceltmiş ve Cengiz Han'ı Türk saymıştır. Ayrıca Türk tarihinin gelişmesinde İslamiyet'e tali derecede yer vermiştir. Son olarak o sosyalizme yatkındı. Türk tarihçilerinin çoğunun 1940'lardan sonra Moğolları Türk kabul etmemeleri, Türk-İslâm sentezine yönelmeleri ve sosyalizme cephe almaları milliyetçi çevrelerin Akçura'yı ihmal etmelerine sebep olmuştur. Üstelik Akçura'nın Ziya Gökalp'in muasırı olması onun için bir talihsizlik teşkil etmiştir. Çünkü o Gökalp'te bilgili olduğu halde, Gökalp'in terkip kabiliyetine sahip bulunmuyordu. Gökalp'in ülkücülüğü Türk aydınlarının psikolojisine daha uygun düşüyor adeta büyülüyordu."

Y. Akçura'nın Türkçülük, Türk tarihi ve Türk fikir hareketine katkılarını şu ana başlıklar altında gruplandırabiliriz.

- Üç Tarz-ı Siyaset" adlı makalesiyle Türkçülüğü ilk defa bir siyaset şekli olarak ortaya koyması,

- Türkçülüğü bir bütün olarak görmesi ve bunu sürekli savunması,

- Türk milliyetçiliğinin teşkilatlanmasında kurduğu dernek ve yazılar­la oynadığı rol,

- Rusya'daki Türklerin bilinçlenmesi ve örgütlenmesi konusunda ö­nemli rol oynaması,

- Türk Yurdu Dergisiyle Türkçülük konusunda yaptığı çalışmalar,

- Türkçülüğün tarihini yazan ilk araştırmacı olması (Türk Yılı 1928 adlı eseri bu konuda tektir),

- Nihayet Türk Tarih Kurumu ve buradaki hizmetleri.

Yusuf Akçura'nın "Bütüncü Türkçü" görüşlerinin Rus egemenliğinde yaşayan Türk devletlerinin bağımsızlıklarına kavuşmalarıyla yeniden güncel hale geldiği kanısındayız.