Atatürk'ün Tabiriyle Bir Fesat ve İhanet Odağı Olan Fener Rum Patrikhanesi ve Fa
Atatürk'ün Tabiriyle
Bir Fesat ve İhanet Odağı Olan Fener Rum Patrikhanesi ve Faaliyetleri
I. Ortodoksluk ve Fener Rum Patrikhanesi
Hıristiyanlığın resmi devlet dini haline gelişi İmparator Konstantin’le başlar.
Konstantin 330 yılında İstanbul’da bugün patrikhane denilen dini kurumu kurar.
Başlangıçta ruhani bir kurum olarak kurulan Patrikhane İ.S. 451 yılında Kadıköy
semtinde toplanmış olan konseyinde aldığı kara çerçevesinde statüsü Roma’ya eşit
sayılmış ve konseyin kabul ettiği 20 numaralı kanun ile Patrikhane sadece ruhani
öderlik değil aynı zamanda hükümet etme yetkisini de almıştır. O gün bugün
Patrikhane her zaman bölge siyasetinde etkin bir kurum olmuş ve Osmanlı’dan bu
yana 5. kol faaliyetinin en etkin oyuncularından biri olmuştur. (Beşinci kol
faaliyeti bir ülkenin içinde o ülkenin bazı seçilmiş ve özel amaçlarla
yetiştirilmiş yurttaşları tarafından yönlendirilen bozgunculuk faaliyetleridir)
Patrikhane Doğu (Yeni Roma) Kilisesinin temsilcisidir. 1054 yılında Batı (Roma)
kilisesi ile İsa’nın Hıristiyanlıktaki statüsü üzerine dönen ve 585 Toledo
konseyinden bu yana devam eden tartışmalar neticesinde birbirlerine girerler ve
Roma Piskoposu ( PAPA) “Konstantinopolis” Patriği’ni aforoz eder. Kendilerini
Katolik (Evrensel) gören Roma ile kendilerini tek ve gerçek Hıristiyan gören
Ortodoks Doğu Kiliseleri birbirinden koparlar.
İstanbul’da Rumlar arasında bütün kuvvet , Fener Rum Patrikhanesi ve kendilerini
“Bizans’ın varisi” olarak gören fenerlilerin elinde idi.
19. yy ‘ın başında Birer Türk düşmanlığı müessesi olan Rum okulları sadece
İstanbul’un değil Küçük Asya’nın bütün illerine yayılmıştı. Tümüyle Rum din
adamlarının elinde olan bu eğitim kurumlarında gençlere eski Yunan medeniyeti ,
hayat ve kültürü öğretilir. Denetimden uzak bu okullarda Rumlar ve diğer
Hıristiyanlar özgürlük ve istiklal için bilenirlerdi.
Çok erken Avrupa ile temas kuran ve çocuklarının eğitimlerini Avrupa’nın çeşitli
şehirlerinde – özellikle Fransa- almasını sağlayan fenerli Rumlar çok çeşitli
alanlarda kendilerini eğiterek divan içine kendilerini yavaş yavaş soktular ve
sonunda memleketin dolaylı yöneticisi oldular. Divan-ı hümayun, Derya
tercümanlıkları , Başkatiplik ve Kapı Kethüdalığı , Eflak ve Boğdan
voyvodalıkları onlara verilmeye başlandı , öyle bir zaman geldi ki Osmanlı
Dışişleri tamamen fenerli Rumların eline geçti.
Bir yandan Rumlar bağımsızlık mücadelesinde Avrupa ve Hıristiyan dünyasını
arkalarına almak isterken diğer yandan Hıristiyan Dünyası ve özellikle Rusya,
Fransa ve İngiltere Rumları bir dayanak noktası olarak kullanarak Osmanlı
üzerindeki emellerini gerçekleştirmek istiyorlardı. Nitekim 1774 Kaynarca
anlaşmasında Rusların talep ettiği ve aldığı haklardan bir tanesi Osmanlı
Devleti’nin Hıristiyan tebaasını himaye hakkıdır.
Günümüzde halen Rusya Ermenistan, Ukrayna, Moldavya, Romanya, Sırbistan,
Karadağ, Bulgaristan, Makedonya, Yunanistan ve Kıbrıs’ı da içine alan Ortodoks
devletleri kuşağının liderliğine oynamaktadır.
Aynı şekilde Napolyon doğu Akdeniz’e yerleşerek Mısır üzerinden Hindistan’a
ulaşmak için Osmanlı imparatorluğunun yıkılmasını istiyordu.
Napolyon’un Avrupa’da krallık rejimine karşı giriştiği faaliyetleri İngiltere,
Avusturya ve Rusya’nın menfaatlerine ters düştüğü için bu devletler hür türlü
ihtilal ve isyan girişimlerine karşı çıkmışlar bu sebeple 25 sene kadar Rum
isyanları sekteye uğramıştır. Bu dönemde Rumlar gemiciliğe , ticarete ve okullar
açmaya daha fazla önem vererek bunlar aracılığı ile Etniki Eterya ve onun etkili
mücadelesini doğuracak ortamı hazırlayacaklardır.
Fener Rum Patrikhanesi’nin açtığı okullardan birisi olan İkonomos akademisinin
1884 yılı ders müfredatında olan Ada belediye başkanı tarafından ele geçirilen
ders müfredatında şunlar yer alıyordu ;
1) Türkler ezeli bir düşman olarak Rumlara tanıtılacak.
2) Türklerin en küçük hataları büyütülerek Avrupa’ya duyurulacak ve uygar dünya
Türklere düşman edilecek.
3) Türkler ekonomik bakımdan çökertilecek. Bu amaçla zengin Türkler sakat
ticaret yollarına götürülecek, bol fazili krediler açılacak, ağır şartlarla
rehin kabul edilecek.
4) Türklerin ahlak, milliyet, din ve gelenekleri dejenere edilecek. Bu amaçla
küfürler öğretilecek ve bu küfürlerin Türkler arasında yayılmasına çalışılacak.
Türkler ziyana ve diğer ahlaksızlıklara teşvik edilecek. Türk gençleri arasında
kabadayılık ruhu aşılanarak sevgi ve saygı bağlılıkları kırılacak. Aralarına
ikilik sokulacak. Argoya benzer bir küfür dili Türkler arasında yayılarak milli
dil ve duyguları bozulacak. Zengin Rum tüccar ve esnafı Türk hocalara bol hediye
ve veresiye vererek onları elde edecek. Hocalar içkiye alıştırılacak. Her türlü
uydurma inanışlarla dini inançları saptırılacak. Onlara yalan yanlış olaylar
anlatılıp , Türk halkı ile hocaların arası açılacak.
5) Türk hükümranlığı baltalanacak. Bu iş yavaş yavaş geliştirilip, Bizans
yeniden kurulacak.
6) Türk halkı arasında sürekli olarak anlaşmazlık tohumları ekilecek.
Ayaklanmalar düzenlenip zamanında aradan çekilerek Türkler arasında kardeş kanı
akıtılacak. Komiteler kurulup Türk köyleri basılacak.
7) Bir savaş sırasında Türk halkını sefalete götürecek her yola başvurulacak.
Türk topraklarındaki en önemli gıda maddeleri , halkın elinden hızla ve gizlice
toplanıp adalara gönderilecek.Buradan komşu ülkelere satılacak.Rum tüccarların
uğradığı zarar milli bankalar tarafından para olarak ödenecek.
8) Doktor ve eczacı Rumlar, hastaları özellikle kimsesiz hastaları gizlice
zehirleyip öldürecek. Kör , sağır, sakat edecek. Saf dışı bırakmaya çalışacak.
9) Tarım politikasında Türk çiftçisi ağır faizlerle toprağından mahrum edilecek
. Borçların kolayca çoğalması sağlanacak. Böylece Türkler ellerindeki toprakları
Rum tüccarlara satmak zorunda kalacaklar.
10) Yüksek rütbeli devlet memurları rüşvet, ziyafet ve hatta kadın ikramları ile
Etniki Eterya’nın emrine alınacak. Ancak bu işler tamamen okuldan yetişmiş
papazların talimatına ve okulun tayin edeceği kişilerle bunların vereceği
direktiflere göre uygulanacak.
11) Fırsat çıktıkça özellikle resmi binalarda yangın çıkarılacak., ölümlü
kazalar yaratılacak, savaş gemilerine yangın ve yaralar açılacak.
12) Bir ileri karakol ve gözetleme yeri olan manastırlardaki istekleri hemen
yapılacak., verecekleri mektuplar kendi işlerinden önce yerine götürülüp teslim
edilecek.
13) Bütün Rum ustaları kesinlikle Türk çırakları kullanmayacaktır. Politik
düşüncelerle bir Türk çırak almak gerekirse Rum usta, Türk çırağı bir hizmetçi
gibi kullanacaktır.
14) Bütün bu kurallar gizli olarak yapılacak, kurallara uymayanlar hemen aforoz
edilecek , kredileri kesilecek ve Rum toplumu arasından kovulacaktır.
19. asırdan itibaren Türkiye’ye yoğun olarak girmeye başlayan Avrupa
sanayicileri Osmanlı İmparatorluğu’nda tabii olarak ilk etapta gayri Müslim
tebaa ile ticari ilişkilere giriyordu. Avrupa burjuvazisinin sermayesi ile
birlikte 1789 Fransız ihtilali sonrası Avrupa’da gelişen milliyetçilik duyguları
bu tebaaya nüfuz etti. Bu ideoloji gayrı Müslimleri özelliklede imparatorluk
bünyesinde Türklerden sonra ikinci kalabalık grup olan Rumları doğrudan
etkilemiştir.
Ayasofya Kilisesi’ndeki resimler Fatih Sultan Mehmet (2. Mehmet) tarafından
üzerine sürülen badanaların altında kendilerini nasıl muhafaza etmişse
Hıristiyan gayrı Türk tebaa da Osmanlı Devleti’nin hakimiyeti altında öyle
kalmıştı.
Nitekim yıllar süren isyanlardan sonra 1830 yılında gelindiğinde İngiltere,
Fransa ve Rusya’nın desteğiyle Mora ve civarında bağısız bir Yunanistan devleti
kuruluyordu.
Fener Rum Patrikhanesinin hayalini kurduğu Megali İdea dediğimiz Büyük
Yunanistan hayali sınırlarını taa İskender’in dolaştığı toprakları içine alacak
kadar büyüktür. Kaldı ki İskender Yunan asıllı olmak şöyle dursun Yunanistan’ı
baştan başa çiğneyip geçmiş bir Makedonyalıdır ( aslen Arnavuttur) oysaki
yunanlılar tarihte bir gün bile Makedonya’ya sahip olamamışlardır. Yine esasen
Yunanlılarla hiçbir ilgisi olmayan doğu Roma demek olan Bizans’a gayrı meşru
çocuk gibi bağlanmayı ifade eden “Megali İdea” Yunan şarlatanlığının eserinden
başka bir şey değildir.
Gene aynı şekilde Rum Patrikhanesine doğrudan bağlı Trabzon Metropolitliğini
gayretleri ile Karadeniz’de Pontus devleti ihya edilmeye çalışılıyordu.
Karadeniz’e “Pont Oksen” denilmesinden yola çıklarak miladın 65 senesine kadar
evam etmiş bir Pontus adında Rum devletinin olduğu öner sürülmektedir. Easında
bu devlet Yunanlılar tarafından değil İran Şehinşahı Birinci Dara tarafından
kurulmuştu. En meşhur hükümdarı Mihridat olup “adalet güneşi” demek olan bu
Farsça ad dahi bu devletin Rumlukla lakası olmadığını ispatıdır. Easen Rum olsa
bile unutmamak gerekirki bu söz Roma’da bozmadır . Yani Rum Grek demek değildir.
Doğu Roma yani Bizans halkını ifade eder.
II 1.Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı Esnasında Fener Rum Patrikhanesi:
İstanbul Fener Rum Patrikhanesi , Mondros mütarekesinden sonra İtilaf
kuvvetlerine hitap eden bir beyanname neşrederek Türk Vatanın İşgal edilmesini
istemişti.
1 Eylül 1918’de yayınladığı bir başka beyanname ile Yunan Ordusu’nun Türklere
karşı muzafferiyetlerini överek yerli Rumların filen Yunan ordusuna katılmasını
emretmiştir. Mütareke yıllarında Patrikhane kararıyla Türk topraklarındaki Rum
okullarında Türkçe okutulması yasak edilmiştir.
VENİZELOS’UN SÖZLERİ
“Bana verilen ve daha sonra da bazı tecelliyatı ile hakikate tamamen intibak
ettiği de tespit edilmiş olan teminata göre , Memalik-i Osmaniye’de mevcut ve
Rumların meskun bulunduğu bir cümle küçük, büyük şehirler ve kasabalardaki
kiliseler ve Rum mektepleri , tamamen birer silah deposu haline
getirilmişlerdir. Bu sonuç için o bölgede yaşayan Rumlar büyük bir cesaret ve
basiret göstermişler ve Türkler’in mabetlerine olan hürmet ve mahalli mekteplere
bahşettikleri dokunulmazlıktan istifade etmişlerdir. İzmir işgaline tekaddüm
eden günlerde İstanbul’daki Fener Rum Patrikhanesin’den gelen bir heyet gelip
beni gördü. Karadeniz sahillerinde müstakil bir Rum devleti kurmak için derhal
faaliyete geçmek kararında bulunduklarını , milis alaylarını harekete geçirmek
için sadece Yunan zabitlerini beklemekte olduklarını bana iblağ etti. Heyetin
sahip oldukları serveti öğrenince miktarı beni hayrette bıraktı. Kendilerini
sahip olduğu altının mevcudu o anda Yunan hükümetinin sahip olduğu altın
yekunundan fazla idi.”
NUTUK
“Bundan başka , memleketin her tarafında , anasırı Hristiyaniye hafi, cel,
hususi emel ve maksatlarının temini istihsaline , devletin bir an evvel ,
çökmesine sarfı mesai ediyorlar.
Bilahare elde edilen mevsuk malumat ve vesaik ile teeyüdettik ki , İstanbul Rum
Patrikhanesinde teşekkül eden Mavri Mira Heyeti vilayetler dahilinde çeteler
teşkil ve idare etmek , mitingler ve propagandalar yaptırmakla meşgul. Yunan
Salibiahmeri , resmi muhacirin komisyonu ; Mavri Mira Heyeti’nin teshili
mesaisine hadim. Mavri Mira Heyeti tarafından idare olunan Rum mekteplerinin
izci teşkilatları , yirmi yaşını mütecaviz gençler de dahil olmak üzere her
yerde ikmal olunuyor.” (Mustafa Kemal Atatürk , NUTUK , I , Ankara , s. 2)
Gene Nutuk’ta bu heyetin doğrudan Venizelos’tan talimat aldığı ve liderinin
Patrik vekili Droteos olduğu ve İstanbul Patrikliğinin ve Yunan Konsolosluğu’nun
silah deposu haline getirildiği anlatılmaktadır. (Mustafa Kemal Atatürk , NUTUK
, III , (belgeler) 1.)
LOZAN
Lozan’da İnönü İngiliz diplomatı Lord Gürzon’un ısrar ve ricalarına boyun eğerek
“Ruhani alanda faaliyet göstermesi kaydıyla” İstanbul’da kaldı yoksa Fener Rum
Patrikhanesi Aynoroz Adası’na nakledilecekti.
III Cumhuriyet Sonrası Fener Rum Patrikhanesi
Büyük Yunanistan , Megoli Edia – Enosis İstanbul, Kıbrıs ve Egeyi Kapsar.
(1982 Yunanistan Kültür Bakanı Melina Merküri’nin dağıttığı harita)
Yunanistan'ın Türkiye'ye yönelik politika ve stratejilerini özellikle 2000
yılından sonra çok yönlü olarak ele almak gerekir. Yunan devlet adamları ve
basını, Megalo İdea'ya yeni bir yorum getirmiş Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile bir
ortak savunma doktrini geliştirmişlerdir. Rusya, Bulgaristan Suriye, İran
Ermenistan ve Arnavutluk ile askeri işbirliği antlaşmaları imzalamışlar ayrıca
Balkanlarda Sırplar ve Rusya Ortodoks ittifakı oluşturmuşlardır. Özellikle
bölücü PKK terörüne destek vermişler, bütün bunların yanında argüman olarak
Fener Rum Patrikhanesi, Heybeli Ada Ruhban Okulu ve Pontus davalarını ön plana
çıkarmışlardır
Günümüzdeki Heybeliada ruhban Okulu ve Bartelemeos’un Ekümenik olma isteği bu
çerçevede yok olmak üzere olan Ortodoks nüfusuna rağmen Türkiye’nin egemenliğini
tanınmama gayretinin sembolüdür.
Fener Patriği için istenen “Evrensel Ekümenik Patriği” ünvanı bir devletin başı
yada başkanı anlamında olduğuna göre Fener Rum Patriği acaba kurulacak hangi
devletin başına düşünülmektedir ?
Türkiye'yi "kuşatma"ya ve uluslararası sistemden soyutlamaya yönelik bu
hareketin önemli bir unsuru olarak gündeme getirilen Fener Rum Patrikhanesi,
1990'dan itibaren şu dört önemli hedefi gerçekleştirmek için açıkça
çalışmaktadır:
1. Ekümenik unvanını alarak, 1500-2000 kişilik bir cemaatin "Azınlık
Kilisesi"nin dini makamı olmaktan çıkarak, Vatikan benzeri devlet içinde devlet
niteliğinde bir makam haline gelmek.
2. 1971 yılında kapatılan Heybeliada Ruhban Okulu'nu açmak
1971'de okulun bir Türk üniversitesine bağlanmasına karşı çıkılarak
kapatılmasının gerçek sebebi milli mücadele dönemindeki ataları gibi Patrik
Athenegoras, Metropolit Emilyanos, ,Makarios gibi Türkiye alehinde faaliyet
gösteren militan Papazların hep , Heybeliada ruhban okulundan mezun olmalarıyla
açıklanabilir. .
3. Ayasofya'nın tekrar kilise haline getirilmesi ve Ortodoks ibadetine açılması.
4. Patrik seçimlerinde, T.C. vatandaşı olma zorunluluğunu kaldırtmak.
Yunanistan'da devlet başkanı statüsünde askeri törenlerle karşılanan ve gene
Yunanistan’ın sağladığı Bizans sembolü olan çift başlı kartal amblemi taşıyan
özel bir uçakla Vatikan'a giderek Papa 2. Jean Paul ile görüşen, , ABD Başkanı
Clinton tarafından Devlet Başkanlarına düzenlenen bir protokolle ağırlanıp adı
New York'ta sokaklara verilen ve Amerika'da, ilk kez George Washington'a
verilmiş bulunan Amerikan Kongresi Onur Madalyası ile ödüllendirilen ,bütün bu
gezilerde de Türkiye'yi dünyaya şikayet ederek , Türkiye’de ikinci sınıf
vatandaş muamelesi görüyoruz” diye veryansın eden Fener Rum Patriği
Bartholomeos'un 1500-2000 kişilik cemaati olan bir kilisenin başkanı olmadığı
açıktır.
İngiltere Prensi Philip'in(Philip aslen Yunan'dır) başkanı olduğu Doğal Hayatı
Koruma Vakfı'nın Patmos Adası'nda düzenlenen ve Bizans ikonaları konusunda
araştırma ödülü alan “Vahiy ve Çevre Sempozyumu", çevrecilik maskesi altında
Venizelos gemisiyle Karadeniz’de Pontus Devleti'ni ihya etmeye amacını güden
"Din, Bilim ve Çevre Sempozyumu" , Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın düzenlediği
"Hoşgörü" toplantıları gibi etkinlikler, Fener Rum Patriği Bartholomeos'un gizli
niyetleri ve asıl görevi hakkında bize çok net bir portre çizmektedir. .
a) Vahiy ve Çevre Sempozyumu (23 Eylül 1995)
Tören günü Patmos Adası, Doğu Roma ve Yunanistan bayraklarıyla donatılmıştı.
Patriği, Patmos Adası'na götüren Yunanistan'ın tahsis ettiği "Aleksandros"
(İskender) adlı yat, Çanakkale Boğazı'ndan çıktıktan sonra iki adet Yunanistan
muhribi tarafından karşılanmış ve törenin yapılacağı adaya kadar refakât
edilmiştir .
Patrik, Devlet Başkanı protokolüyle karşılanmış, 21 pare top atılmış, Yunan
marşı çalınmış ve bir Korgeneralin eşlik ettiği askeri kıtayı teftişi sırasında,
askerleri selamlarken, elindeki haçı havaya kaldırarak onları takdis etmiştir .
Ertesi gün, 24 Eylül 1995 sabahı bir manastırda yapılan çok gizli toplantıya
yalnızca Avustralya, Amerika, Kıbrıs Rum Kesimi, Sırbistan, Orta Doğu ve
Afrika'daki Ortodoks kiliselerin Patrik ve Başpiskoposları katılmışlardı.
Toplantının yapıldığı bina askeri kordon altına alınmış ve hiç kimse
yaklaştırılmamıştı .
b) Din, Bilim ve Çevre Sempozyumu (20-28 Eylül 1997)
Sempozyum, Giritli bir armatöre ait olan Yunanistan bandıralı El. Venizelos
Gemisi'nde gerçekleşmiş ve ilk durak olarak Trabzon Limanı seçilmiştir
Batum, Novorossisk, Yalta, Odessa, Köstence, Varna, İstanbul ve Selanik
limanlarında da birer oturum gerçekleştirilmiştir. Sempozyum, Avrupa Birliği'nin
yürütme organı olan Avrupa Komisyonu'nun Başkanı Jacques Santer ve Fener Rum
Patriği Bartholomeos'nun himayesini sağlamıştır.
Yunanistan, 35 yıl aradan sonra ilk kez Selanik'e gelen bir Fener Rum Patriği'ni
"devlet töreni" ile karşılayarak, Patrikhane'nin Ortodoks dünyasına yönelik
projesine destek verdi. El. Venizelos, Adalar Denizi'nde Yunanistan
karasularındayken, iki adet Yunanistan savaş gemisi de gece yarısı selam durarak
gemiye bir süre eşlik etti. Yunanistan Cumhurbaşkanı Stefanopulos, Selanik'teki
devlet töreninde : "Ortodoks Kilisesi'nin günümüzün dünyevi sorunları ile de
ilgilendiğini ispat ediyorsunuz..." diye konuştu.
Sempozyuma katılanlar, 28 Eylül 1997 günü öğleden sonra saat:14.00'de Selanik'te
Doğu Roma İmparatorluğu döneminde inşa edilmiş olan Ayios Dimitrios kilisesinde
yapılan dini törene de katıldılar.
Patrik Bartholomeos'nun yönettiği dini ayinde Selanik Kilisesi'nin başpapazı Hz.
İsa'nın esir İstanbul'u Türk işgalcilerin ellerinden kurtarması için dua etti ve
Doğu Roma İmparatorluğu'nun merkezi olan İstanbul'daki Patrikhane'de
gerçekleştirilemeyen bu ayinin Doğu Roma İmparatorluğu'nun ikinci payitahtı olan
Selanik'te yapılmasının büyük anlam taşıdığını belirtti.
Bartholomeos; ayini, üzerinde çift başlı Doğu Roma kartalı bulunan altın
kaplamalı bir tahttan yönetti. Patriğin ayakları altına serilen halılar ise çift
başlı Doğu Roma kartalı ile bezenmişti. Patriğin tahtının iki yanında bulunan
yine üzerinde Doğu Roma İmparatorluğu'nun sembolleri ile süslenmiş daha mütevazi
tahtlarda ise Bulgaristan, Sırbistan ve diğer bazı Balkan ülkelerinin
başpapazları oturmaktaydı. Kilisede yaratılan görüntü Ortodoks Doğu Roma
İmparatorluğu ve ona bağlı Balkan ülkelerindeki eyaletlerinin başında bulunan
kilise temsilcilerinin bir araya gelişleri şeklindeydi.
1991 yılında Boğaziçi Üniversitesi rektörlük salonunda bir seminer yapılıyor.
Seminerin konularından birtanesi İstanbul’un Fatih’teki Zeyrek Camii’nin
“Paramikariteros” haline getirilmesiydi. Seminerde görüşülen bir başka konu ise
Bizans Hipodromunun ortaya çıkarılması için Sultanahmet Camii’nin yıkılmasını
isteyen Harward Üniversitesi öğretim görevlisi Jhor Sevçenko’nun teklifiydi.
Adından aslen bir Rus Ortodoksu olduğu anlaşılan Jhor Sevçenkoyu anlıyorumda
1999’da belki Turizm’e katkısı olur diye Aziz Nektorios’un Silivri’de şu an boş
bir arsadan ibaret olan evinin aslına uygun şekilde inşa etmeye çalışan yerel
belediyeyi anlayamıyorum. Aziz Nektorios Yunan ayrılıkçı hareketini ilk
planlayıcısı ve başlatıcısıdır.
2001 yılında Ayasofya’nın “Ortodoks” ibadetine açılması AB nezninde resmen
istendi .
Merkezi İsviçre’de bulunan “Süryani” topluluğu Türkiye’den resmen toprak
talebinde bulundu (Ekim 2001) benzer bir iddia da 1999 yılında Ermenistan’dan
geldi.
Yahudileri İ.S. 66 yılında kaybettikleri İsraildeki topraklarını da alacaklarını
kimse ümit etmiyordu. Yahudiler tam 1880 yıl topraksız, vatansız ve devletsiz
yaşadılar. Ama 18. yy dan sonra İsrail kuruldu . Yahudiler tevratta belirtlien
toprakların bir kısmını aldılar ve devlet kurdular . İşte Hristiyan aleminin
Türkiye üzerindeki emellerini kışkırtan sebep budur. Son 50 yıldır komünizm ile
savaş edildiği için bu talep gündemde yoktu. Bu gün vardır.
Kurulan ev kiliselerinin sayısı 400’ü geçmiştir. Birtakım kişiler bu topraklarda
bir “pontus devleti” başkenti İstanbul olan bir “Marmara Devleti”nin kurulmasını
istemektedirler.
Patrikhane İstanbul’da yaşayan yoksul Rumlara ayda adam başı 200 dolar yardım
yapmakta ve bu yardımlardan yaklaşık 600 Rum yararlanmaktadır.
CLINTON’UN MEKTUBU
Bu mektubu yazmadan önce Clinton Kanada ve ABD Ortodoks Kilislerini başı ve
Özal’ın yakın dostu Metropolit Yokavas ile görüşüyor. Mektupta bu tür
yazışmalarda geleneksel olduğu üzere Fener Rum Patrikhanesi değil tam tersine
“Church Of Greece” yani Yunanistan Kilisesi kullanılıyor.
“Coğrafi itibarla Türkiye uluslararası komşuluk açısından zır bir bölgededir ve
ABD Türkiye ilişkilerini ikili olarak ve NATO aracılığı ile sürdürecektir… Bu
bölgedeki gerilimi en aza indirmek için Yunanistan dahil , Türkiye’nin bütün
komşularıyla birlikte çalışması Türkiye’nin yarına olacaktır. Yunanistan’la olan
ilişkilerinizdeki en son gerilimi azaltmak üzere hükümetiniz tarafından bazı
sembolik adımlar atılabilir. Bu konuda şu anda bazı gelişmeler kaydedilmesinin
denenmesi kanaatindeyim. Bu sembolik adımlardan bir tanesi , İstanbul’daki Yunan
Kilisesi ( Fener Rum Patrikhanesi’nden bahsediyor) olabilir ve bu kurumun
işlerlik kazanması hususunda mevcut olan bazı zor koşulları kolaylaştırmanın
yollarını göz önünde bulunduracağınız ümit ediyorum”
Rum İsyanı devam ederken Patrik Grigoryos’un Mora’da Etniki Eterya’nın ileri
gelenlerinden Petro’ya gönderdiği mektubun ele geçirilmesiyle ihanetinin
anlaşılması üzerine 22 Nisan1821’de Patrikhanenin orta kapısında idal
edilmiştir. Bu kapı o günden bugüne yas işareti olarak hiç açılmamıştır ve
bilenen adı “Kin Kapısı” dır.
Fener Patrikleri T.C. yasaları çerçevesinde mahalli idare açısından Fatih
savcılığına ve İstanbul Valiliği’ne muhataptırlar. Çoğu cemaatsiz 18 metropolit
tarafından seçilen patrik , bu makama getirildiğinin onayını validen alır.
Yunanistan kendi dini içindeki mezheplere dahi en ufak müsahama göstermezken
nasıl olurda laik Türkiye cumhuriyeti içinde ikinci bir Vatikan’a izin veririz ?
Nasıl olurda statüsü cami imamından yada müftüden ileri gitmeyen Rum patriği
başka ülkelerde devlet töreni ile karşılanır ?
Yunanistan’da sadece Yunan- doğu Ortodoks kilisesinin yayınladığı İncil’in
okunması ve okutulması serbest bırakılmıştır. Diğer İnciller , örneğin Katolik
İncili’nin okutulması hatta bazı durumlarda bulundurulması dahi suçtur. Dinsel
propaganda ve protesti (dinden çevirme) kanıtı olarak yorumlanabilir ve hapisle
cezalandırılır.
IV. Türk Ortodoksları:
Türk Ortodoksları ellerindeki gayri menkulleri bir türlü değerlendirememekte ve
Vakıflar Başmüdürlüğü ile bürokratik bir mücadeleyi sürdürmektedir. Geçmişte
Türk Ortodoks Patrikhanesine ait olan bazı gayri menkuller Hazine ve Vakıflar
arasında koruma amacıyla paylaştıkları için gelir kapısı onlara masraf kapısı da
bu kiliseye ihale edilmiş durumdadır.
V. Heybeliada Ruhban Okulu
Heybeliada Ruhban Okulu'nun ve özellikle de bu okulun Teoloji Bölümü'nün tekrar
açılmamasının hukuki dayanakları şunlardır:
- Türkiye'nin istiklal savaşı sonrasında 1924 yılında imzalanan Lozan
Antlaşması'nın azınlıklara imtiyaz değil sadece Müslüman Türk halka tanınan
müsavi (eşit) muamele görme hakkı tanıması ve bu durumun Anayasa'nın 12.
Maddesi'ndeki eşitlik prensibine uygun olması,
- 403 Sayılı Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nun Türkiye'de dini tedrisatı cemaatlerden
ve özel kişilerden alıp, devlet görevi olarak Milli Eğitim Bakanlığına vermesi,
- T.C. Anayasası'nın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyeti'nin laik bir devlet
olarak nitelenmiş bulunması ve bunun gereği olarak dini öğretim yapan özel okul
açmanın ve yönetmenin yasak olması, yine aynı kanunun 28. maddesine göre bir
özel okula alınabilecek yabancı uyruklu öğrenci sayısının, okulda okuyan Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşı öğrencilerin yüzde 20'sini aşmamak kaydıyla Milli Eğitim
Bakanlığınca tayin olunur hükmünün bulunması,
- 625 Sayılı Kanunun 3. maddesinin 3. paragrafında 'askeri okullar, dini eğitim
ve öğretim yapan özel öğretim kurumları ile emniyet teşkilatına bağlı okulların
aynı veya benzeri özel öğretim kurumu açılamaz' hükmünün mevcut olması,
- Anayasanın 132. maddesindeki 'kanunda gösterilen usul ve esaslara göre kazanç
amacına yönelik olmak şartı ile vakıflar tarafından devletin gözetim ve
denetimine tabi yüksek öğretim kurumları kurulabilir' hükmüne göre patrikhane
bir vakıf hüviyetinde olmadığı için patrikhaneye bağlı bir özel yüksek öğretim
kurumu da açmasının mümkün olmaması,
- Anayasa'nın 24. maddesinde 'din ve ahlak eğitim öğretimi devletin gözetim ve
denetimi altında yapılır' hükmünün bulunması,
- Lozan Antlaşması'nda ve öteki uluslararası sözleşmelerde azınlıklar için
imtiyazlar değil, vatandaşlarla eşit haklar tanınmıştır. Din görevlilerinin özel
okullarda değil devlet okullarında yetiştirilmesi, Anayasa, Anayasa Mahkemesi
kararı, Yüksek Öğretim Kurumları Kanunu ve Milli Eğitim Temel Kanunu ile
düzenlenmiş devlet politikasıdır. Bu nedenle azınlıklara verilecek bir hak
vatandaşlar arasında azınlıklar lehine bir eşitsizliğe neden olur.
T.C. Devleti, din görevlilerini bir devlet okulu olan İmam Hatip Okulları ve
devlet üniversiteleri bünyesindeki İlahiyat Fakülteleri'nde yetiştirmektedir.
Eğitim-öğretim faaliyetleri devletin denetimi ve gözetimi altında yapılmaktadır.
Hiçbir cemaat veya zümreye bu konuda ayrıcalık tanınmamıştır.
Heybeliada Ruhban Okulu 1971 yılında 'Özel Yüksekokulları Kapatan Kanun'un
yürürlüğe girmesiyle kapanmıştır. Bu kanun çıkartılırken ve Anayasa
Mahkemesi'nin 625 Sayılı Özel Öğretim Kanunu'nun bazı maddeleri iptal edilirken
hiçbir şekilde Heybeliada Ruhban Okulu'nun kapatılması amaçlanmamıştır.
Yapılan düzenlemelerle, özel üniversitelerin açılmasına 'devlet denetiminde
olma' şartı ile izin verilmiştir. Ancak, Patrikhane bu şartı kabule yanaşmadığı
için, Heybeliada'daki okul açılamamıştır. Patriğin 'kendi din adamlarımızı
eğitme hakkından mahrumuz' iddiası doğru değildir. Patriğin, sadece dini eğitim
vermesi gereken bir kurumun, devletin denetimi altında faaliyet göstermesine
rıza göstermemesinin nedenlerini anlamak güçtür. Bununla beraber patriğin ve
kendisine bağlı 12 metropolitin T.C. vatandaşı olma şartlarının da (ki bu
şartlar Lozan Antlaşması'nın ilgili maddeleri gereğidir) kaldırılması isteği
gözönüne alınırsa; yani ikisi birarada değerlendirilirse durum açıklığa
kavuşacaktır.
Sonuç:
1) Fener'deki Patrikhane,kendisine yasaklandığı halde siyasi faaliyetlerde
bulunmaya devam etmektedir.
2) Patrikhane, siyasi faaliyetleriyle Türkiye'ye yönelik şer çemberinin
içerisinde olduğunu kanıtlamıştır.
3) Patrikhane Türkiye'den çıkartılmalıdır.
152-14273