ATATÜRKÇÜLÜK EDEBİYATI-II

0

Gerçekten “Atatürkçülük” diye bir fikir olabilir mi?

Elbette olabilir. Gazi Mustafa Kemal’in; üzerlerinde ısrarla durduğu, devlet ve millet hayatında tatbik etmek istediği belli başlı fikirler, prensipler, sistemler ciddi bir şekilde tespit edilip bir araya getirilirse, böyle bir fikirler ve sistemler topluluğuna “Atatürkçülük” adı verilebilir. Bir fikri kangren haline gelen bugünkü “Atatürkçülük” edebiyatına kesin olarak son vermek ve Gazi Mustafa Kemal’i çıkarcı siyasilerin, şarlatanların ve Türk düşmanlarının elinden kurtarmak için tek yol da, işte budur.

Atatürk’ün belli başlı fikirlerini, prensiplerini ve inançlarını böyle bir ciddi maksatla derleyip toplamak pek güç bir şey de olmaz. Çünkü bu iş için gerekli ciddi kaynakların çoğu kitap ve müessese olarak ortadadır. Mesela hayatı boyunca yaptığı konuşmaların belki de hepsi denebilecek kadar büyük kısmı basılmıştır. Hayatının son altı yılını kaplayan tarih ve dil kurultaylarının zabıtları ile bu kurultayların ve diğerlerinin ana hedefleri olan kitaplar elimizdedir. Üniversite ve yüksek okullarda okutulan inkılap tarihi derslerinin notları kitap haline getirilmiştir. Kurduğu veya kurdurduğu Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Antropoloji Enstitüsü, Tarih Kurumu ve  Dil Kurumu gibi teşekküllerin kuruluş gayeleri ve Atatürk zamanındaki çalışmaları da bilinmeyen şeyler değildir. Bunlara, bu derece bilinmeyen meseleler ve konulardaki fikir ve düşüncelerini eklemek de  o kadar zor olmaz. Çünkü, Türkiye’de, hakkında en çok kitap ve yazı yazılan insan Mustafa Kemal’dir. Bu kitapların büyük kısmı şöyle böyle şeyler olsa bile, içlerinde değerli olanlar da vardır. Ciddi bir araştırıcı bunların değerlisiyle şöyle böylesini ayırt edebileceği gibi; bütün ön hükümlerden ve nezaket ve zaruret neticesi olarak söylenmiş siyasi sözlerden uzak kalmayı da bilebilir. İşte, Atatürkçülük denilebilecek fikir ancak bu şekilde ortaya çıkmış olur.

Atatürkçülük denilebilecek fikirler topluluğunda yer alacak temel unsurlardan bir kısmı, Mustafa Kemal’in hayatının son yıllarındaki, birbirini tamamlayan davranışlara yön veren harekelerdedir. Üniversite ve yüksek okullarda okutulan inkılap tarihi dersleriyle, liseler için hususi olarak yazdırılan meşhur dört ciltlik tarihten ve Birinci Tarih Kurultayı zabıtlarından vereceğim bazı örneklerle, burada, bunlardan bir kısmına temas etmek istiyorum.

Liseler için hazırlanmış tarih kitaplarının birinci cildinin <IRK> başlıklı bölümünde, Türk Irkından bahseden parçada şu satırlar yer alıyor:

“Tarihin en büyük cereyanlarını yaratmış olan Türk Irkı, benliğini en çok muhafaza etmiş bir ırktır.
…..Görülüyor ki, tarihte en çok göze çarpar bir birlik arz eden Türk Irkı  daima hakim olan bariz uzvi vasıflarıyla, dimağın en kuvvetli mahsulü olan harslarıyla, tarihi müşterek hatıralarıyla, aynı zamanda bu günkü millet tarifine de en uygun büyük bir cemiyettir.
Bütün tarihte böyle büyük bir ırkı, millet halinde görmek bilhassa zamanımızdaki insan heyetlerinin pek çoğuna nasip olmayan büyük bir kuvvet ve büyük bir şereftir.
(Tarih:I, İstanbul 1931, Devlet Matbaası, 20. sh.)

Aynı kitabın “Büyük Türk Tarih ve Medeniyetine Umumi Bir Nazar” başlıklı bölümünde, “Türk’ün anayurdu” nun sınırları şöyle çizilmektedir:
“Büyük Kadırgan (Kingan) dağlarından Baykal Havzasına, oradan Altay dağları boyunca İtil havzasına vararak, Hazar Denizi havzası, Hindikuş, Pamir, Karakurum, Karanlık Dağlar yolu ile ve Sarı Irmak ile tekrar Kingan Dağlarına ulaşan çizgi içinde kalan mıntıka Türk’ün anayurdudur.(Aynı eser,25-26. sh.)

İç kapağında Maarif Vekaleti Milli talim ve Terbiye Dairesi’nin emriyle 30.000 adet basıldığı belirtilen bu kitap liselerin birinci sınıfına aittir. Atatürk’ün sağlığında, hatta ölümümden sonraki bir iki yıl liselerimizde tek kitap olarak okunmuştur.

Bu satırlarla, Türk Irkı ve bu ırkın anayurdu hakkında, körpe dimağlarda uyandırılmak istenen fikrin mahiyeti ve esası, yine Atatürk zamanında üniversitelerimizde ve yüksek okullarımızda devamlı olarak okutulan inkılap tarihi derslerinde bütün açıklığı ile ortaya konmuştur. Bu esas, Türkçülük ülküsünün Türk Birliği (Turancılık) ve Türk ırkçılığı prensiplerinden pek farklı bir şey değildir.

Rahmetli Mahmut Esat Bozkurt’un, inkılap tarihi dersleri notlarından meydana gelen ve İstanbul Üniversitesi İnkılap Enstitüsü’nün 160 sayılı kitabı olarak çıkan “Atatürk İhtilali adlı eserinde bunun reddi imkansız bir çok delili vardır. İşte onlardan birkaç örnek:

Türk Birliği üzerine:

Atatürk, Divan Edebiyatı ve onun muakkipleri elinde kaybolmak tehlikesine maruz kalan Türk Diline, bir muazzam hamle ile, giderek eski vahdetini ilan edebilecek bir kuvvet aşıladı ki, yalnız bu günkü Türkiye için değil, yarınki Türk dünyası, Türk birliği için de en radikal bir teminattır." (Mahmur Esat Bozkurt, Atatürk İhtilali, İstanbul 1940, 310-311. sh.)

Türk Milletine gelince; Sibirya’lardan, Baykal gölü kıyılarından tutunuz da; İran, Rusya Azerbaycanlarından, bütün doğu Türklüğünden ta Akdeniz kıyılarına kadar yayılan Batı Türkleri birbirlerini anlamakta zorluk çekmezler.(Aynı eser, 311. sh.)

Türk Birliği’nin bir gün hakikat olacağına imanım vardır. Ben görmesem bile, gözlerimi dünyaya onun rüyaları içinde kapayacağım.(Aynı eser, 191. sh.)

Ben de Türk Birliği’ne bundan fazla inanıyorum. Onu görüyorum. Yarının tarihi, yeni fasıllarını Türk Birliği ile açacaktır. Dünya sükununu, bu fasıllar içinde bulacaktır.(Aynı eser, 191. sh.)

Türk Irkçılığı üzerine:

Bir ihtilal hangi millet hesabına yapılırsa, mutlaka o milletin öz evlatları eliyle yapılmalı ve onun elinde kalmalıdır. Mesela Türk İhtilali Öz Türklerin elinde kalmalıdır. Hem de kayıtsız şartsız(Aynı eser, 228. sh.)

Türk’ün en kötüsü, Türk olmayanın en iyisinden iyidir. Geçmişte Osmanlı İmparatorluğu’nun  bahtsızlığı, ekseriya mukadderatını Türklerden başkasının idare etmiş olmasıdır.(Aynı eser, 228. sh.)

“…….. Türk devleti işlerinde Türk’ten başkasına inanmayalım. Türk devleti işlerinin başına öz Türk’ten başkası geçmemelidir. " (Aynı eser, 266. sh.)

Tarih diyor ki:
Devlet işlerinin başına, devletin kurucusu olan kavimden başkaları geçince o devlet inkıraz bulur. Yani millet istiklalini kaybeder.
Misal mi  istersiniz? İşte Abbasiler, işte Endülüs, işte Osmanlılar!
Yeni Türk Cumhuriyetinin devlet işleri başında mutlaka Türkler bulunacaktır. Türk’ten başkasına inanmayacağız
(Aynı eser, 446-447. sh.)

Bu sözler, yıllarca, yüksek öğrenim gençlerine Atatürk ihtilalinin felsefesi, esası, ruhu diye söylenmiştir. Esasen Mustafa Kemal devrinde, O’nun benimsemediği ve istemediği fikirlerin, kendisinsin vazifelendirdiği yakınları tarafından gençliğe telkin edilmesine elbette imkan yoktu.

Tarih kurultaylarındaki fikri havanın da bundan, bunlardan farklı olmadığını, kitap halinde yayınlanmış zabıtlar ve hareketlerden anlamak mümkündür. 1932 de Ankara toplanan Birinci Tarih Kongresinden bazı şeyleri bilmek bunu ortaya koyacaktır.

1932 de Ankara Türk Ocağı’nda toplanan bu kurultayda dikkati bilhassa çeken bir husus, “millet” kelimesinin adeta kaldırılıp yerine ısrarla “ırk” sözünün kullanılması ve hemen her konuşanın Türk ırkının büyüklüğünü ve üstünlüğünü ileri sürmesidir. Kurultaya katılanlardan Afet İnan ve Dr. Reşit Galip’in konuşmalarından vereceğim küçük misaller bunu gösterecektir.

Afet İnan’dan parçalar:
Burada bir meseleyi açıkça ortaya  koymak isterim. Orta Asya’dan ve oradan yetişen ve çoğalan ve başlı başına bir kültür yaratan insan kütlesinden bahsederken tek bir ırk düşünüyorum. Ve onun adına Türk diyorum.
…… Orta Asya yaylalarının otokton ahalisi, tek bir ırk manzumesi halinde teşekkül etmiştir. Çünkü başka kandan ve tipten hiçbir halkın gelip barınmasına, yurtlarının hudutlarındaki tabii manialar yüzünden, on binlerce yıl imkansız olmuştur.
(Birinci Türk Tarih Kongresi, Ankara, 1932, 31. sh.)

Türk Irkı anayurtlarında yüksek kültür mertebesine varırken, Avrupa halkı vahşi ve tamamen cahil bir hayat yaşıyordu.(Aynı eser, 41. sh.)

Mustafa Kemal devri maarif vekillerinden Dr. Reşit Galip’in “Türk Irk ve Medeniyet Tarihine Umumi Bir Bakış” başlıklı konuşmasından:

“….. Yani kudret ve kabiliyet kaynağı harikalı soyun evlatlarıyız." (Aynı eser, 110. sh.)

Her asıl manada cevheri tükenmez Türklük kanı taşıyanlar, bundan şüphe edemezler.(Aynı eser, 161. sh.)

Türk Birliği, yani Turancılık meselesine gelince:

Kurultayda geçen bir hadiseyi ve bu münasebetle Şemsettin Günaltay’ın yaptığı konuşmayı bilmek, bu konuda hükme varmak için kafi gelecektir.

Birinci Tarih Kongresinde, tarihi gerçeğe uymayan bir teze karşı çıkan Prof. Zeki Veli bir di Togan’ın fikirleri Atatürk’ün isteklerine karşı sayılarak tartışma konusu olmuş ve sonunda Şemsettin Günaltay, Zeki Velidi’yi “Türk Birliği” ne engel olmaya  çalışmakla suçlamak suretiyle susturma yoluna sapmıştı. Prof. Zeki Veldi’yi, vaktiyle Rusya’da yapılan bir kongrede Türklerin birleşmesine engel olmak iddiasıyla suçlama yoluna sapan Şemsettin Günaltan’ın şu sözleri, bu konudaki gerçeği ortaya koymaktadır:

“…… Acaba Zeki Velidi Bey aynı rolü bu kongrede de mi oynamak istiyorlar? Fakat emin olsunlar ki bu kongrenin etrafında toplananların dimağlarında milliyet ateşi fışkırıyor. Bu ateşin karşısında her gayret, her teşebbüs erimeye mahkumdur.(Aynı eser, 600. sh.)

Atatürk’ün, fikri vasıflarından birisi de kızılların “kafatasçılık”la  gülünçleştirmeye çalıştıkları antropolojik ırkçılıktır.

Bilindiği gibi bizdeki Antropoloji Enstitüsünü kurduran Mustafa Kemal’dir. Çeşitli yerlerde yapılan kafatası kazıları, Türkiye’nin bir çok okullarında yapılan kafatası ve kafaya ait uzuvlar arası ölçmeler, bu enstitünün kuruluşundan sonraki hareketlerdir. Yine milletler arası antropoloji toplantılarına Türkiye adına katılanların orada okudukları raporları da bu yoldaki çalışmaların neticelerinden başka bir şey değildir.

Atatürk, bu işe kendisi de merak salmış ve meşhur gece sofralarında bulunanların kafalarını ölçmek suretiyle antropolojik çalışmalara (yani kafatasçılık hareketlerine) bizzat kendisi de katılmıştır. Bir gece İsmet İnönü’nün de kafasını ölçtüğü, ancak İnönü’nün kafa ölçüleri Türk kafa ölçülerine pek uymadığı için kendisine takıldığı yolundaki rivayetler, antropolojik çalışmalara verdiği ehemmiyetin delilerinden biri olarak gösterilebilir. (Atatürk’ün, çok kişinin kafasını ölçtüğü bu alet, bugün, Anıtkabir’deki Atatürk Müzesi’nde, diğer malzemeleriyle birlikte, çalışma masası üzerindedir)

Mustafa Kemal’in, komünizm karşısındaki tutum ve davranışı da, bu arada, unutulmamalıdır.

Komünizmin, Rusya’da iktidara gelişinden bir süre sonra bu melun fikrin mahiyetini kavrayan Atatürk, ondan sonra hayatının sonuna kadar bir komünist düşmanı olarak yaşamıştır. Bu bakımdan, bu cephesi de, Atatürkçülüğü meydana getirecek unsurlar arasında yer alacak çaptadır. Aşağıda ki sözler, Mustafa Kemal’in bu cephesini ortaya koyan vesikalardan bir kaçıdır:

“…..Bolşevizme gelince, onun bize nüfuz etmesini önleyen dinimiz, ananelerimiz ve sosyal bünyemiz göz önüne alınırsa, bu doktrinin memleketimizde hiçbir şansı olmadığı anlaşılır.
….... İçtimai nokta-i nazardan dini kaidelerimiz bizi bolşevikliği kabul etmekten alıkoymaktadır. Hatta Türk Milleti, lüzumu halinde ona karşı savaşmaya hazırdır.


Biz ne bolşevikizi , ne de komünist; ne biri, ne diğeri olmayız. Çünkü biz milliyetperver ve dinimize hürmetkarız.

Bu sözler, komünizmin nasıl bir insanlık düşmanı korkunç ve melun bir fikir olduğunun henüz tamamen anlaşılmış yıllara aittir. Mustafa kemal, komünizmin Türklük için nasıl korkunç bir tehlike olduğunu anladıktan sonra, ona karşı daha sert cephe almıştır. 1928 yılı Ağustosunda Eskişehir istasyonunda yaptığı tarihi konuşma bunun en açık delilidir.

Bu konuşmadaki:

Türk aleminin en büyük düşmanı komünistliktir. Her göründüğü yerde ezilmelidir.

Sözü ise Atatürk’ün komünizm düşmanlığını pek açık şekilde ortaya koymaktadır.

İşte “ ATATÜRKÇÜLÜK” denilebilecek şey, ancak, Mustafa Kemal’in benimsediği ve tatbik etmeye çalıştığı bu gibi fikirlerin, tamamen tarafsız bir şekilde tespit edilmesiyle ortaya çıkabilir. Bu yapılmadıkça, Atatürkçülük, şimdiki gibi, adi bir şekilde bir “Atatürk’ü Sömürme Oyunu” olmaktan ileri gidemeyecektir.

TÜRKÇÜLÜK ÜZERİNE MAKALELER - NEJDET SANÇAR, DEVLET- TÖRE YAYINEVİ 1976
179-3952

Konuyla ilgili başlıklar