KIZILELMA
Bir milletin yürütücü kuvvetine ?ülkü? denir. Toplumlardaki kişileri
birbirine bağlayan nesne, sadece kök birliği, çıkar ve ihtiyaç değil, bunlarla
birlikte ve aynı zamanda ülküdür.
Ülküsüz topluluk yerinde sayan, ülkülü topluluk yürüyen bir yığındır. Sözlük
anlamı ?and? ve ?uzak hedef? demek olan ?ülkü?, topluluğu aynı yolda yürüten bir
kuvvettir ki, bu uğurda insanlar birbirlerine karşı içten sözleşmiş gibidirler.
Ülkü, ilkönce, insanların gönüllerinde, gönüllerinin derinliğinde, şuuraltında,
hayallerinde doğar ve kendini önce destanlarda gösterir. Sonra şuura geçer,
büyük kılavuzlar tarafından açıklanır. Daha sonra da büyük kahramanlar, onu
gerçekleştirmek için büyük hamleler yapar. Bu hamle sırasında da ülkülü millet,
kahramanlar ardından gönül isteği ile koşar. Bütün bu uğraşmalar arasında da
millet yürür; önce manen, sonra maddeten ilerler, olgunlaşır, erginleşir.
Türk destanlarından çıkan anlama göre, Türklerin ülküsü, fetihler sonunda büyük
ve üstün bir devlet kurarak bu devletin içinde bolluğa ve mutluluğa kavuşmaktır.
Aşağı yukarı, her millet, aynı şekildeki milli gayelerin ardındadır. Milletlerin
çapına, kaabiliyetine göre milli ülkülerin ayrıntılarında farklar olmakla
beraber, ana çizgiler bakımından hepsi birbirine benzer: Büyümek ve rahatlığa
kavuşmak!
Türkler, kendi ülkülerine niçin ?kızılelma? demiştir, bunun sebebini bilmiyoruz.
Yalnız bu addaki saflık ve tabiilik, Türk ülküsünün çok eski olduğunu göstermek
bakımından manalıdır. Kızılelma adı, ülkünün aydınlardan önce halk arasında
doğduğunu gösterse gerektir.
Kızılelma ülküsü, Osmanlıların parlak çağlarında iyice belirip şekillenmiş ve
konak konak, Türk büyüklüğünün, yükseklik fikrinin, ilahi bir gayenin timsali
haline gelmiştir. Bu büyük düşünce olmasaydı, XI. Yüzyılda Anadolu?ya gelen,
ençok bir milyon Türk, Bizans?ın Asya ve Avrupa?daki topraklarında rastladıkları
diğer Türklerin birkaç tümenlik hrıstiyanlaşmış döküntülerinin yardımı ile de
olsa, bu dünya çapında devleti kurup dört kıta ?dördüncüsü Okyanusya?dır?
üzerindeki teşkilat ve medeniyet şaheserini yaratamazdı.
Milletlere milli inanç ve güvenç veren ülkünün ne büyük bir kuvvet olduğunu
anlamak için bugünkü olaylara bakmak yeter:
60 milyonluk bir millet olmalarına rağmen dağınık, teşkilatsız ve geri olan
Araplar, milli ülküleri olan Arap Birliği düşüncesi sayesinde toparlanma yoluna
girmişlerdir. Ülkülerinden aldıkları güçle, Filistin işinde İngiltere ve
Amerika?ya kafa tutmaktadırlar. Ülkü sahibi millet oldukları için de dünyada
itibarları ve değerleri artmıştır. Bizim için çok büyük isret ve ders olan şu
olay, Arapların itibarını göstermesi bakımından manalıdır: Birleşmiş Milletler
teşkilatının 11 üyeli Güvenlik Konseyi?nin beşi ?Amerika, İngiltere, Fransa,
Rusya ve Çin? daimi, altısı geçicidir. 1945 yılında, bu altı üyelik için seçim
yapıldı. 900 yıllık büyük bir geçmişi ve tarihi olan, askeri devlet olarak nam
kazanmış bulunan Türkiye bu seçimde ancak bir tek oy alarak Konsey?e giremediği
halde, İngiliz işgalinden henüz kurtulamamış olan ordusuz, donanmasız Mısır, 45
oy alarak bu üyeliğe seçildi. Demek ki, o zamanki Birleşmiş Milletler
teşkilatına dahil bulunan 50 devletten 45?i, Mısır?ı bizden daha itibarlı ve
üstün görmüştü.
1946?da geçici üyelik için yapılan seçimde de, Türkiye?ye kimse oy vermediği
halde, Suriye 45 oy aldı. Bir iki yıllık bir devlet olan o zamanki üç milyon
nüfuslu Suriye?nin Türkiye`ye tercih edilmesinin sebebi açıktır: Suriye, bir
ülkünün ardındadır. Yani prensip sahibidir. Bundan dolayı da, düşmanlarının bile
saygısını kazanmıştır.
Yahudiler de, ülkü sahibi olmanın ikinci bir ibret verici örneğidir. Korkaklığı
atasözü haline gelen bu millet, bugün, bir milli ülkünün ardında, herhangi bir
millet kadar cesaretle çarpışıyor. Milli kahramanlar ve bu milli kahramanlar,
idama mahkum edildikleri ve bağışlanma dileğinde bulunurlarsa ölümden
kurtulacakları halde, İngiltere?den af dilemeyerek milletlerine şeref vermek
suretiyle ölüyorlar. Bu milli ülkü sayesinde, Filistin?deki yarım milyon yahudi
(O zaman Filistin?de yarım milyon Yahudi vardı), yalnız Araplarla değil, koca
İngiltere ile savaşı göze alıyor, Amerika?ya meydan okuyor. Milli ülküye
yapışmak sayesinde Yahudiler o kadar kuvvetlenmişledir ki, bugün İngiltere
imparatorluğu onlara karşı bir şey yapamıyor. Tabaasında bir tek kişinin hapse
atılmasını savaş sebebi saban İngiltere, bugün, İngiliz askerlerinin
öldürülmesine, İngiliz subaylarının kaçırılıp dayak atılarak horlanmasına, masum
İngiliz çavuşlarının Yahudiler tarafından canice asılmasına ses çıkaramıyor.
Bütün bunların en önemli sebebi Arapların ve Yahudilerin olağanüstü kuvvetli
olmasıdır. Bu kuvvet maddi değil, manevidir, Yani ülkü kuvvetidir.
Kızılelma ülküsüne ?tehlikeli maceracılık? diyenler, bugünkü Araplar ile
Yahudilere bakıp düşünmelidirler. Hele Yahudiler 2000 yıl önce kaybettikleri
vatanlarını yeniden ele geçirmek ve yalnız kitaplarda kalmış olan İbrani dilini
diriltip bir konuşma dili haline getirmek uğrundaki çalışmaları ile dünyaya
örnek olmuşlardır.
Biz ise bir yandan ?bir Türk dünyaya bedeldir? vecizesine inanmış görünürken,
bir yandan da kendimizi baltalayıp inkar ettik. Büyüklükten korktuk. Küçüklüğü
benimsedik ve milli ülkü ile delilik diye alay ettik. Güvenlik Konseyindeki
seçimler göstermiştir ki, kimseden bir şey istememek, herkesle hoş geçinmek,
ittifaklar yapmak bir millete itibar sağlamıyor. Kızılelma ülküsünü bir delilik
sayacaksak, büyüklükten değil, yaşamaktan da vazgeçmeliyiz. ?Tarihi görevini
yapmış ve artık ölmeye yüz tutmuş bir topluluk? olmayı kabul etmeliyiz. Eski
Asurlular, Hititler, Romalılar gibi haritadan silinmeye razı olmalıyız. Buna
razı değilsek milli ülkünün peşine düşmeliyiz ve demiryolu yapmakla birkaç
fabrika kurmayı ülkü diye göstermek gafletinden çekinmeliyiz.
Ülküler için ?maddi faydası nedir??, ?uygulanabilir mi?? diye düşünmek doğru
değildir. Hiçbir inanç riyazi mantığa vurulmaz. Tanrı?nın varlığı da riyazi
metod ile isbat edilememiştir. Fakat yüz milyonlarca insan ona inanmakta ve bu
inançtan güç almaktadır. Ülküler de böyledir.
Kızılelma ülküsünün gerisinde savaşlar ve büyük sıkıntılar görüp de korkanlar
bulunabilir. Kendi rahatı ve keyfi kaçmasın diye insanlık davası (!) güdenler,
ülküyü inkar edenler her zaman, her yerde çıkabilir. Fakat bir milletin içinde
büyük bir çoğunluk milli ülküye inandıktan sonra, geri kalanlar da ister istemez
bu milli akıntıya uymaya mecburdurlar. Bizim için önemli olan, dost kılıklı
yabancıların milli ülküyü güya milli çıkar adına baltalamasının önüne geçmektir.
Bir topluluktan ortak ülküyü kaldırın, insanların hayvanlaştığını görürsünüz.
Ortak düşüncesi olmayan toplulukta, herkes, yalnız kendi çıkar ve zevkini
düşünür. Böyle bir toplulukta fedakarlık, saygı, nezaket kalmaz. Bencillik,
kabalık, rüşvet, iltimas ve namussuzluğun türküsü alır yürür. Maddileşmiş bir
insan vatan için ölür mü? Bencil bir insan muhtaçlara yardım eder mi? Milletine
inanmayan bir adam yabancı ile işbirliği yapmaz mı? Erdemi gülünç bulan birisi
çalıp çırpmaz mı? Kızılelma, Türk milletinin manevi besinidir. Açlar yiyecek
bulamadıkları zaman nasıl faydasız, zararlı, hatta zehirli nesneleri yerlerse;
Türk milleti de ?Kızılelma? kendisine yasak edildiği için marksizm ve
kozmopolitizm gibi zararlı ve zehirli fikirlere el uzatıyor.
Fakat artık bu devir kapanmıştır. Gittikçe uyanan milli şuur karşısında
gaafiller ve hainler, Türk milletini daha çok aldatamayacaklardır. Kızılelmanın
yolunu kapatamayacaklardır.
Ziya Gökalp?ın mısraları düsturumuz olacaktır:
Demez taş, kaya
Yürürüz yaya...
Türküz, gideriz Kızılelmaya.
22-15118