TÜRK ÜLKÜSÜ
Dünya bir çarpışma alanıdır. Yaratıcı kuvvet, dünyayı bir çarpışma düzeni
içinde yaratmış, yaratılanlar çarpışma düzeni içinde yaşayıp bugüne
erişmişlerdir.
Bunun, neden, niçin böyle olduğu hakkındaki yüksek felsefi düşünceleri bir yana
bırakıp gerçeği olduğu gibi kabul edersek, çarpışmaya hazır bulunmanın en hayati
prensip olduğu sonucuna kendiliğinden varırız.
İnsanlar arasındaki çarpışma, birleşip düzene girmiş topluluklar arasında
oluyor. Bu topluluklara millet diyoruz. Milletler, binlerce yıldan beri var.
Amansız boğuşmalarda bazıları ortadan kalkmış, bazıları sonradan kurulmuş, fakat
milletler her zaman var olmuş, her zaman birbiriyle savaşmıştır.
Savaşmak, yaşamak için gereklidir. Çünkü, milli çıkarların çatıştığı davaları
bitirmek için, savaştan başka çare bulunamamıştır. Milletleri savaşa hazır
bulunduran iki vasıta vardır. Biri maddidir, buna "teknik" diyoruz. Biri
ruhidir, "ülkü" adını veriyoruz.
Uzun tarih göstermiştir ki, eşit maddi kuvvetler arasındaki çarpışmayı ruhi
yönden üstün olan kazanır. Ruhi kuvvet, teknik kuvveti yaratabilir. Ruhi
kuvvetten yoksunluk ise, maddi güç ne kadar büyük olursa olsun bozgun demektir.
Ruhi kuvvet nedir?
Milli üstünlük inancı, büyümek isteği, yani milli ülküdür. Milli ülküler,
toplulukların yaratıcı kuvvetidir. Bütün yaratıcı güçler gibi de, aykırılıkları
yok etmek özelliğine maliktir. Türk yaratıcı gücü, yani Türk ülküsü,
yüzyıllardan beri prensip haline gelmiş, uğrunda çarpışılmış, birkaç kere
gerçekleşmiş bir düşüncedir. Ona hayal diyenler, hayal içinde gevşeyip
tembelleşmiş olanlardır. Dedikleri gibi hayal olsaydı, hiç gerçekleşir miydi?
Bununla beraber yirminci yüzyıl bir mucizeler zamanı olmuş, olmaz sanılanlar
mümkün kılınmıştır. Bu bakımdan da Türk ülküsünün gerçekleşmesini ummak,
insanlar için, haktır.Türk ülküsü, Türk büyüklüğü ve Türk kudreti isteği ve
inancıdır. İnancın ne büyük ruhi amil olduğunu anlatmaya lüzum yok. İmanla,
ümitsiz hastalar bile iyileşiyor
Bir ülkünün çerçevesinde toplanmak ve onun için ölümü bile göze alarak savaşmak
ne güzel şeydir! İnsanlar ancak ülkü ile hayvanlardan ayrılabiliyorlar. Milli
bir ülkü olmadıktan sonra, insanın hayvandan ne farkı kalır? Hayvan, ölümden ve
ızdıraptan kaçar, kuvvetliden korkar.
Ölümden korkmayan, ızdıraptan kaçmayan, kuvvetli ile savaşı göze alan yaratık,
ancak ülkücü insandır.
Bir zamanlar, dinler, insanları hayvan olmaktan kurtarmak için çalıştı, onlara
Tanrı'dan öğütler verdi. Bugünkü ülküler tamamıyla millidir. Dini inancı da
içine almış olan milli ülkü, insanları sürükleyen, güçlendiren ve asilleştiren
bu duygu ve düşüncedir.
Bugünkü kaba maddecilik arasında, Türk ülküsü sararmış, biraz küllenmiş gibi
görünüyor. Maddecilik hastalığı geçtiği zaman, o, yine parlayacaktır. Onun için
Türk ülküsüne sarılmaya mecburuz. Bütün Doğu milletlerini yendiği halde, yalnız
Türklerle başa çakamayan Batı'nın içine sinmiş düşmanlığı ve hıncı karşısında,
bizim silahımız, Türk ülküsüdür
Arab'ı, Acem'i, Hind'i, Çin'i yenilirken, tek başına Avrupa'ya dalan ve
yüzyıllarca tek başına bütün Avrupa milletlerine karşı Tanrının adının savunan
Asya arslanları, zaman zaman gaflet uykusuna dalmışlar, fakat sonra sıçrayıp
şahlanmışlardır.
Bu seferki dalgınlık biraz tehlikeli gibi görünüyor. Çünkü, içinde yabancıya
hayranlık unsuru var. Tehlikeler nereden gelirse gelsin, ne kadar büyük olursa
olsun, tek çare ve tek ilacı "Türk ülküsüdür".
Bir şair:
Bu toprak için,
Bu bayrak için,
Ölelim..
Fakat bilelim.
Diyor. Güzel bir düşünce. Türk ülküsünün yoluna girdiğimiz gün, bu şiiri biraz
değiştirerek söyleyeceğiz:
Bu toprak için,
Bu bayrak için,
Ölelim.
Ne düşünelim, ne de bilelim!
47-3141