Kültür Bakanı'nın Resmî Yazısına Açık Cevap
20 Eylül 1971 tarihiyle Kültür Bakanı Talat S. Halman'dan resmî bir yazı
aldım. Basılı olan ve başkalarına da gönderilmiş bulunan yazı aynen şöyledir:
Sayın Nihâl Atsız,
Kültür Bakanlığının yayın programından ilki, kültür eserleri konusunda üç yeni
diziyle başlatılacak, bu diziler çeşitli kültür ve sanat dallarında yeni diziler
izleyecektir. Öncelikle ele alınan üç yayın dizisi şunlardır:
1- Türk Kültürü Kaynak Eserler dizisi:
Bu dizide, başlangıcından 1923 yılına kadar Türkçe yazılmış, Türk tarihi, Türk
edebiyatı ve Türk sanatına ilişkin Türk kültürünün kaynak eserleri, yeni
kuşakların kolayca anlayabileceği bir dilde sadeleştirilerek yayınlanacak,
gerekirse bu eserlerden seçmeler yapılacaktır.
2 - Yabancı Dillerde Türk Kültürü Dizisi:
Bu dizide yabancı dillerde yazılmış, Türk kültürü ile ilgili kaynak
niteliğindeki eserler, dilimize çevrilerek yayınlanacaktır.
3- Cumhuriyetin Temel Eserleri dizisi:
Bu dizide, Cumhuriyetimizin ilânı tarihi olan 1923 yılından bugüne, temel eser
niteliğindeki kültür eserleri yayınlanacak, Cumhuriyetin 50. yıl dönümüne kadar,
bu diziden yüz kadar eser hazırlanmış olacaktır.
Bu üç ayrı dizide yayınlanacak eserlerin seçilmesi konusunda fikir adamlarımız
ve aydınlarımızın bize yardımcı olmalarını beklemekteyiz. Bu amaçla bir anket
açmış bulunuyoruz.
Yukardaki 3 maddede belirtilen dizilerde yayınlanmasını uygun bulduğunuz
eserlerden istediğiniz kadarının (yazar adlarını da vererek) 3 ayrı liste
halinde, Kültür Bakanlığı'na göndermenizi rica ederim.
Türk kültürüne yapacağınız bu değerli hizmet için teşekkürler eder, saygılarımı
sunarım.
Talat S. Halman
Kültür Bakanı
Not: Cevapların en geç 10 Ekim 1971 tarihine kadar verilmesi rica olunuz.
***
20 Eylül tarihli yazıyı 22 Eylülde aldığım, 10 Ekimde Kültür Bakanlığında
bulunması gereken cevabı da 8 Ekimde postalamaya mecbur olduğum için bu kadar
geniş kapsamlı bir konu üzerinde bana ancak 16 günlük mühlet verilmiş demektir.
Demek ki Bakanlık, cevapların düşünüp etüd edilerek değil de akla geldiği
şekilde ve aceleyle yazılmasını uygun bulmaktadır. Hele yazının 3. maddesi olan
"Cumhuriyetin Temel Eserleri Dizisi", Kültür Bakanlığı'ndan bir şey
beklememenin, bu işlerin gösterişten ileriye gitmeyeceğinin senedi yerindedir.
Cumhuriyetin 50. yıl dönümüne kadar, yani önümüzdeki iki yıl içinde 100 kadar
eserin hazırlanmasını istemek hesap bilmemenin, eser basımından gafil olmanın
delilinden başka bir şey değildir. İki yıl 104 haftadır. 104 haftada, 100 eser
vermek için haftada bir eser çıkarmak lâzımdır. Bu eserlerin hazırlanıp
Bakanlığa sunulmasına kadar da daha birçok haftalar geçeceğine göre 100 eseri
piyasaya çıkarmak için 104 değil, belki de 70-80 hafta kalacaktır. Yani Bakanlık
100 metreyi 5 saniyede koşmak iddiasındadır. Bundan başka Cumhuriyet çağının 100
temel eseri yoktur. Çünkü bu 50 yılın büyük bölümü inkılâplar, siyasî buhranlar
ve mücadelelerle geçmiş, eser yaratmak için gerekli sosyal ortam mevcut
bulunmamıştır. Demek ki Bakanlık "yok" olan bir şey üzerinde "var" mış gibi
mütalâa yürütmektedir.
Cevabımı Bakanlığın gönderdiği kâğıtlar üzerinde değil de Ötüken yapraklarında
vermenin sebebi şudur: Vaktiyle Demokrat Parti iktidara geçtiği zaman Millî
Eğitim Bakanı olan Tevfik İleri de böyle büyük bir millî kültür serisi
yayınlayacağını söyleyerek bütün lise öğretmenlerine basılı kâğıtlar göndermiş,
millî kültür eserlerinin neler olduğunu, bunların ne şekilde basılabileceğini,
bu işlerin en iyi kimler, tarafından yapılabileceğini sormuştu.
O zaman ben, büyük bir gafletle, bu işi ciddiye alarak günlerce uğraşmış, zaten
evvelce hazırlığım bulunan bir konuda olması dolayısıyla millî kültürümüze ait
ana tarih ve edebiyat kaynaklarını kronolojik olarak nevilerine göre sıralamış;
hangisinin aynen, hangisinin sadeleştirilerek, hangisinin Arapça, veya Acemceden
çevrilerek yayınlanabileceğini bildirmiş; her eserin kim veya kimler tarafından
en iyi şekilde yapılacağını da kaydetmiştim. Bu, çok uzun bir liste olmuş,
Bakanlığın gönderdiği matbu kağıtlar yetmediği için tarafımdan da birçok
kağıtların eklenmesi gerekmişti.
Sonra ne oldu? Hiç.. Çünkü parti hükûmetleri ciddî işlerle değil, ıvırzıvırla
uğraşıyor, kendisine oy vermeyen Kırşehir'i ilçe haline getiriyor ve Millî
Eğitim Bakanlığına kadar yükselmiş bir adam da daha 50 yıl iktidarda
kalacaklarını söylemek gibi aklın kabul etmeyeceği hezeyanlar savuruyordu. O
zamanki anket uygulanamadığı gibi bizim listelerin de atıldığı mukakkaktır.
Yoksa Millî Eğitim arşivlerinde bulunması icab eder.
Zamanla AP Hükûmeti iş başına geldi. Daha akıllı iş görerek bunu anketle değil,
bir komisyonla yapmaya karar verdi. Fakat burada da büyük bir yanlış yapıldı:
1000 Temel Eser'in, İkinci Beş Yıllık Plân süresince ortaya konulması
kararlaştırıldı. Buna göre yılda 200 eserin basılması gerekiyor, bu da aşağı
yukarı iki günde bir eser çıkarmak anlamına geliyordu.
Fakat 5 yılda 1000 değil de 100 eser basılsa bile, türlü beynelmilelci ve vatana
ihaneti aşılayan kitaplarla zehirlenen, Türklükten koparılan gençlerin bir
kısmını olsun kurtarabilecek nitelikte olduğu muhakkaktı. Netekim Orkun
Yazıtları, Kaşgarlı Mahmud, Dede Korkut gibi ana eserlerle Türk milletine âdeta
susadığı eserlerin verilmesine başlanmıştı. Fakat ne oldu? Birkaç solcu
profesörün kışkırtmasıyla Milli Eğitim Bakanlığı bu seriyi durdurdu. Halbuki
beklenen şey bunun durdurulması değil, aralarına bundan sonra bazı zayıf
eserlerin karışmasını önleyecek tedbirlerin alınması, komisyonun
kuvvetlendirilmesi ve eserlerin pek ucuz olan 5 liralık satış fiyatının
çoğaltılmasıyla telif ücretlerinin biraz azaltılması sayesinde hazineye bir
mikdar gelir sağlamak olacaktı.
Şimdi Kültür Bakanlığı 3 seri halinde yeni eserler bastırarak bu zararı
gidermeye çalışıyor. Bu teşebbüsün de önünde sonunda akim kalacağını bildiğim
için cevabımı kamu oyu önünde açıklamayı, Demokrat Parti zamanında boşuna giden
ve meçhul kalan emeklerim gibi bunun da harcanmaması için Ötüken'de yayınlamayı
uygun buluyorum.
Bir kere teşebbüsünüz temelden yanlıştır. Çünkü Türk Kültürünün kaynak
eserlerini isterken bunun "yeni kuşakların kolayca anlayabileceği dilde"
olmasını şart koşuyorsunuz. Yeni kuşakların seçkin bir küçük bölümü dışında
kalanları 1000 kelimeyle konuşan gençler olduğu için bunların anlayacağı şekilde
eser yazmak veya hazırlamak, fikir ve duygu bakımından düşmek, alçalmak mânâsına
gelir. Halbuki gaye onların seviyesine inmek değil, onları yukarıya çekip
çıkarmak olacaktır ki bu da eserleri alabildiğine sadeleştirmek, yani
basitleştirmekle asla sağlanamaz. Bu "Bin Kelimeli Millet", İngilizce yahut
İspanyolcayı bilmediği halde İngiliz, Amerikan ve Arjantin şarkılarını
mükemmelen ırlıyor. Demek ki kendisine ait olanı da öğrenecek kabiliyeti var
demektir. Öğrensin!.. Kültür dizisi dip notları ve açıklamalarla onlara
kılavuzluk edebilir ve (malak), (buzağı), (tay), (sıpa), (küşek), (palaz)
kelimelerini bilmeyerek ayı yavrusu, inek yavrusu, at yavrusu, eşek yavrusu,
deve yavrusu, kaz yavrusu diye işin içinden sıyrılan kültürsüz kuşaklar kendi
dillerinin zenginliğini kendi kendilerine öğrenmek mecburiyetinde tutulur.
Sınavlarda bunlara tümleç, özne uydurmaları yerine "kısrak neye derler", "boz ve
kumral hangi renklerdir", "hangi hayvanların yavrusuna enik denir", "bıkmak,
usanmak ve bezmek arasındaki farklar nelerdir" gibi sorular sorulur ve
"dövüştürülmek", "koşturulabilmek" gibi Türkçe keliınelerln Batı dillerinde,
Arapça ve Acemcede kaç kelimeyle ifade edildiği öğretilir, bir cümlede "fiil"i
sona getirerek konuşmanın büyük bir zihin ve mühakeme üstünlüğü olduğu
anlatılır, sözün kısası, dilin kutsal nesne olduğu beyinlerine işlenir.
Bu sebeple Türk kültürünün anakaynaklarının iki şekilde basılması düşünülebilir:
1 - Çok sade Türkçe olduğu için aynen basılması gerekenleri (tabiî, lüzumlu
açıklama notlarıyla). Anonim Osmanlı tarihlerinin; Aşıkpaşaoğlu, Oruç Beğ ve
Neşrî tarihlerinin güzel ve akıcı dillerini aynen vermek gençlerde kendi
dillerine karşı sevgi uyandıracağı gibi aralarında kabiliyetli olanları da dil
ve tarih bilgini olmaya yöneltir.
2 - Arapça-Acemce kelime ve tamlamalarla, çoğullarla karışık medrese nesriyle
yazılmış eserlerden tarih ve biyografyaya ait olanların sadeleştirilmesi, ancak
edebî nesir niteliğinde olanların transkripsiyonla basılarak bir zamanlar edebî
nesrimizin aydınlar elinde ne hale geldiğini göstermek ve bunları anlar hale
gelmek tarihî bir zarurettir.
3 - Bir de Türkler tarafından telif edildiği için Türk kültürüne dahil bulunan,
fakat Arapça veya Acemce yazılan tarih kitapları vardır ki bunları da bugünün
Türkçesine ( "ve de" siz, "ya da" sız bir dille) çevirmek şarttır.
Yabancı dillerde Türk kültürüne ait pek çok eser yayınlanmıştır. Fakat şimdiye
kadar bunların en mühimlerine kimse yönelmemiş, ikinci veya üçüncü derecedeki
bazılarının tercümesiyle yetinilmiştir.
Yabancı eserlerdeki ana kaynaklarımızın en mühimleri şunlardır:
1- Doğu Türkistan'da yapılan kazılar sonunda Almanlar'ın bularak Berlin'e
getirdikleri ve bir çoğunu yayınladıkları metinlerle renkli resimler. Bunların
çoğu Istanbul'daki Türkiyat Enstitüsü Kütüphanesinde bulunmaktadır. Türkiyat
Enstitüsü Müdürü olan Prof. Caferoğlu Ahmet de bu işlerin uzmanı olup Kültür
Bakanlığı'nın maddî desteği ile bunların tamamını bizim Türkçemize çevirecek
güçte ve kabiliyettedir. Caferoğlu, şimdiye kadar Uygur Sözlüğü, Anadolu
Ağızları Örnekleri, Ebu Hayyân Sözlüğü gibi birçok ana eserler yayınlamış
çalışkan bir Türk Dili bilgini olup bugün de çok mühim bir külliyat üzerinde
uğraşmakta, vaktiyle Hüseyin Namık Orkun tarafmdan yayınlanıp tükenmiş bulunan
eski Türk yazıtlarını, yani Orkun ve daha öncesine ait Türk metinlerini, aslı ve
bizim Türkçemize tercümesiyle hazırlamaktadır. Bu, bir anıt olacaktır. Kültür
Bakanlığı'nın profesöre başvurarak ne gibi yardıma ihtiyacı olduğunu sorması ve
elinden geleni yapması Konya'da bölge tiyatrosu kurmaktan çok önce gelen bir
görevdir.
Türkiyat Enstitüsündeki eserlerde bulunan Uygur resimlerinin aynı nefasette
renkli olarak basılması milâdın 5-9. yüzyıllarına ait büyük sanat ve kültür
eserlerini ortaya koyacak, bazı gençlerdeki aşağılık duygusunu silecek,
Türkler'in yalnız savaşçı ve devlet kurucu değil, sanatçı millet olduklarını da
ispat edecektir. Bir millet kendi geçmişinin övünçlerini bilmezse kaç para eder
ve o milletin Kültür Bakanlığı bunları ortaya koymazsa ne işe yarar?
2 - Kaşgarlı Mahmud'un Türkçe-Arapça sözlük şeklinde yazdığı, fakat içindeki
tarih, dil, coğrafya, etnoloji, edebiyat ve folklor bilgileri dolayısıyla hazine
değerinde olan Dîvânü Lugati't-Türk'ü Türkçe'ye çevrilerek yeniden basılmalıdır.
Türk Dil Kurumu tarafından Besim Atalay eliyle yapılan tercüme tükenmiştir.
Bundan başka bu yayın matbaa harfleriyle değil, teksir usulüyle yapıldığı için
eserin şerefiyle denk düşmemiştir. Tabiî, yanlışları da vardır. Bunlar
düzeltilerek, çok güzel bir baskı ile eser önce aynen çevrilip basılmalı, ikinci
cilt olarak harf sırasıyla kelime endeksi yapılmalı, üçüncü cilt olarak da ,
verdiği tarih, edebîyat, destan, kültür bilgileri üzerinde etüdler yapılıp eser
değerlendirilmelidir.
Şunu da ehemmiyetle söyleyim ki bu gibi yayınlarda transkripsiyon harfleri
kullanmak şarttır. Bu günkü harflerimiz Türkçe'nin ne bugünkü, ne de eski
fonetiğini verecek güçte değildir. Özellikle "kapalı e", "sağır nun" ve "hı=kh"
harfleri, hattâ "kalın k" için ayrı bir işaret mutlaka lâzımdır. Bir milletin
kültürü kolay alfabeye bağlı olsaydı İngilizler'in, hele Japonlar'ın bugün
emekleme çağında olmaları gerekirdi. Türkçe'nin ilkel bir dil seviyesinden
kurtulması için bu üç dört harfin eklenmesi ve imlânın kesin şekilde tesbiti
lâzımdır.
3 - Türk Kültürü derken yalnız yetişmeye muhtaç gençleri değil, bütünü ile Türk
milletini göz önünde tutmak gerektiği için, araştırıcı ve bilginleri de
düşünerek faaliyette bulunmak icab eder. Bundan dolayı da Türk Tarihi'nin ana
kaynaklarından olup hepsi de Farsça yazılmış bulunan "Cihangüşâ", "Câmi'ü
t'Tevârih", "Habîbü's-Siyer" ve "Ravzatu's-Safâ"nın profesörlerden kurulu
heyetler tarafından Türkçe'ye en doğru şekilde çevrilip en mükemmel şekilde
basılması gerekir.
Yine Türk Tarihi'nin klâsik kaynaklan arasına girmiş bulunan, kısmen eski
olmakla beraber, Fransız Deguignes, İngiliz Parker ve Rus Biçurin'in umumî Türk
Tarihi'ne ait, Çin kaynaklarından da faydalanarak yazdıkları eserleri uzman
profesörlere tercüme ettirilmesi şarttır.
Rusça'dan yapılacak çevirmeler için biraz acele etmek lâzımdır. Rusça'yı iyi
bilen ve hepsi de Sovyetler elindeki Türk ülkelerinden olan bilginler zamanla
azalmakta, yerli Türkler'den Rusça bilen çıkmamaktadır. Zeki Velidi Togan tabiî
ömrüyle, Akdes Nimet Kurat trafik kazasıyla öldü. Rusça'yı iyi bilen
bilginlerden Başkurt Abdülkadir İnan, Azerî Caferoğlu Ahmet ve Tatar (=Kazanlı)
Ahmet Temir kaldı. Şu pek mühim olan Rahip Biçurin (Hiakent)in dört ciltlik
eserini bu üç kişiye çevirtmek, bunların maiyetine genç ve çalışkan
tarihçilerden birkaç yardımcı vererek eserlerin kısa sürede Türkçe'ye mal
edilmesini sağlamak lâzımdır.
Deguignes'in eseri vaktiyle Hüseyin Cahit tarafından Türkçeye eksik olarak ve
oldukçe eski bir dille çevrilmişti. Hüseyin Cahit tarihçi olmadığı için bazı
yerleri iyi anlayamamıştı. Zaten tükenmiş olan bu tercümeyi yeni baştan tam
olarak ve gerekli notlarla yapmak Türk kültürüne ve hele tarihine büyük hizmet
olacaktır.
4 - Osmanlı Tarihi'nin mühim kaynaklarından ve Türk tarihçiliğinin mühim
eserlerinden iki tanesi, müellifleri Türk olduğu halde Arapça yazılmış olup
bunların da Türkçe'ye çevrilmesi mutlaka lâzımdır.
Biri "Cenâbî" veya "Cennâbi"nin "El-'Aylemü'z Zâhir" adlı umumî tarihidir.
Kendisi bu eserini Türkçe'ye de çevirmişse de tam değil, özet halindedir.
İkincisi meşhur Müneccimbaşı Şeyh Ahmed Dede Efendi'nin umumî tarihi olan
"Câmi'ü'd-Düvel" veya, "Sahâyifü'l-Ahbâr"ıdır. Bu ikincisi Sadırazam Damad
İbrahim Paşa'nın emriyle şair Nedim'in başkanlığında bulunduğu bir heyet
tarafından Türkçe'ye çevrilmiş, hatta basılmışsa da tercüme pek acele yapıldığı
gibi basımı da imlâ yanlışlarıyla doludur. Bu iki eser Osmanlı Türkleri'nin
cihan tarihine bakışlarını göstermesi bakımından da ilgi çekicidir. Ayrıca bugün
bazıları ortada bulunmayan kaynaklara dayanarak yazılmışlardır.
Bu Arapça eserleri Türkçe'ye başarıyla çevirecek kimseyi de tavsiye edeyim.
Vaktiyle lise tarih öğretmeni olup sonra Ankara'da, galiba İlâhiyat
Fakültesi'nde bir görev almış olan Nafiz Danışman, Arapça'yı da, Fransızca'yı da
anadili gibi bilmektedir. Geniş tarih kültürü olduğu için de bu eserleri
çevirecek kabiliyettedir.
C ) Türk tarihinin İslâmlık çağında vücuda getirilen sanat şaheserlerinin
açıklamalı albümleri yapılmalıdır. Bazıları olağanüstü güzel olan minyatürler,
tezhipler, cilt kapaklarındaki süslemeler, tahta ve taş oymaları, yazılar,
mimarlık eserleri basım tekniğinin son imkânlarıyla, renkli olarak büyük ciltler
halinde basılmalıdır.
Bu eserlerden liseliler, üniversiteliler, uzmanlar, bilginler ve meraklı her
sınıf halk faydalanabilir. Bunları yaratmış milletin oğlu olmak gururu ruhlara
siner.
İslâmî çağın sade nesirlerinden en mühimlerini aynen (notlar ve açıklamalarla)
bastırmak lâzımdır.
Alişîr Nevâî'nin Muhâkemetü'l-Lugateyn'i hem Çagataycanın güzel bir örnegi, hem
de bir fikir eseridir. Bu büyük şair, Türkçe'nin Farsça'dan üstün olduğunu ispat
etmektedir. Bunu Çağatayca aslı, Türkiye Türkçesine çevrilmiş şekli,
açıklamaları ve kelime endeksiyle, hatta tam gramerini de yaparak basmak millî
bir kültür borcudur. Bunu yayınlamakla 15. Yüzyılda Türkistan'da yaşamış bir
şair, bilgin, vezir ve Türkçü'nün şahsiyeti ortaya çıkmış olacaktır. Bunu da
Nevâî hakkında mühim bir külliyat yayınlamış olan Agâh Sırrı Levend'e vermek
herhalde çok yerinde olacaktır.
Yine Çağataycanın en güzel örneklerinden olan ve Ebülgazi Bahadur Han tarafından
yazılmış bulunan Türk Şeceresi ve Türkmen Şeceresi adlı eserlerin de yukarıda
işaret ettiğim metodla basılması mutlaka lâzımdır.
Türkiye'de yazılan açık Türkçe nesirlerin başında Tevârih-i Âl-i Osman"lar
gelir. Bunlar arasında anonimler mühim yer tutar. Ayasofya Kütüphanesindeki tek
nüsha hepsinden eski ve mühimdir. Bunu da transkripsiyon, endeks ve grameriyle
bastırmak şarttır. Aynı metodla Oruç Beğ, Âşıkpaşaoğlu, Neşrî ve Lütfi Paşa
tarihleri de bastırılmalıdır. Bunların Türkçe'si çok güzeldir. Liseliler bile
sıkıntısız anlar. Yalnız, bazı kelime ve gramer şekilleri üzerinde küçük
açıklamalara muhtaçtır.
Ç) Manzum eserlerimizin başında, Reşit Rahmeti Arat'ın yayınladığı Uygurca
şiirlerden sonra Kutadgu-Bilig ve Atebetü'l-Hakayik gelir. Bunlardan biraz sonra
da Ahmed Yesevi'nin Hikmetleri yer alır. 11-12. Yüzyılların Hakanlı Türkçesi'yle
yazılmış olan bu eserleri aynen ve bizim Türkçe'mize çevrilmiş şekliyle, kelime
endeksi ve grameriyle yayınlamak kültürümüzün ortaya çıkması, hatta dünya görüşü
ve devlet felsefemizi anlamak bakımından şarttır.
Bunlardan sonra "Sultan Veled"den başlayarak Anadolu Türkleri'nin manzumeleri
gelir. Bu arada Âşık Paşa'nın bir fikir eseri de olan "Garibnâme"sini unutmamak
lâzımdır.
15. Yüzyıl tarihçisi olan Enverî'nin manzum tarihi otan "Düsturnâme"si, 16.
Yüzyılın asker şairi olan Edirneli Nazmi'nin sırf Türkçe kelimelerle yazdığı
Dîvân-ı Türkî-i Basît mutlaka basılmalıdır. Bunların kelime endeksleri ve
gramerleri hem tarihî gramerimizin, hem de tarihî sözlüğümüzün tedvinine
yarayacaktır.
D) Divan Edebiyatı diliyle yazılmış olan, fakat Batı Türk Edebiyatı'nın
şaheserleri arasında bulunan birkaç divanın, yukarda belirttiğim metodlarla
basılması mutlaka lâzımdır. Bâkî, Fuzulî, Nedim ve Şeyh Galib bunlar
arasındadır. Ahlâksız ve rezil Nef'î'ye lüzum yoktur. Zâtî, Ahmed Paşa, Necâtî,
Hayâlî gibi birkaç mühimi, Divan Edebiyatı'nın bugünkü en büyük uzmanı olan
Prof. Ali Nihad Tarlan tarafından yayınlanmıştır. Her ne kadar Fuzulî de onun
tarafından kısmen basılmışsa da yeniden ele alınması lâzımdır.
E ) Türk kültür eserleri deyince Bakanlığın belirttiği gibi yalnız kelime
hazinesi pek yoksul gençleri düşünmek doğru değildir. Hattâ bir bakıma onları
kitaptan önce falaka ile kültürlendirmek daha doğru olur. Okuyup öğrenmek
isteyen gençleri, genç ve kabilîyetli asistanları, araştırıcıları, meraklıları
da tatmin edecek eserlere ihtiyaç vardır. Bu eserlerin başlıca nevileri
tarihler, biyografyalar, menâkıbnâmeler ve manzum romanlardır (yani mesnevîler).
Kütüphanelerimiz Türk, bilhassa Osmanlı Tarihi'ne ait çok sayıda ve çok degerli
eserlerle doludur. Bir savaş olduğu zaman, Istanbul'un hava saldırısına uğraması
ve kitaplarımızın harap olması ihtimali düşünülerek, böyle bir durum karşısında
Anadolu'nun emniyetli yerlerine götürülecek kitapların listesi, vaktiyle
Bakanlık buyruğu ile yapılmıştı. Süleymaniye Kütüphanesi'nde bulunduğum sırada
bu görev bana verilmiş, ben de ilk hamlede emniyete alınması gerekli kitapların
listesini hazırlayıp Kütüphane Müdürlüğüne vermiştim. Hatta gerektiğinde bu
kitapların konacağı çelik sandıklar da hazırlanmıştı. Süleymaniye Kitaplığında
100 kadar kütüphane toplanmış olduğu için burası kitap sayısı bakımından yüklü
bir yerdir. Hazırladığım listede şunlar vardı:
1 - Dünyada tek nusha olan eserler.
2 - Dünyada çift nusha olan eserler.
3 - Müellif yazısıyla olan eserler.
4 - Yazı bakımından nefîs eserler.
5 - Minyatür bakımından nefîs eserler.
8 - Tezhip bakımından nefîs eserler.
7 - Cilt bakımından orijinal, eski ve nefîs eserler.
8 - İstinsah tarihi bakımından çok eski olan eserler.
9 - Eski ve nadir basmalar.
Kültür Bakanlığı Süleymaniye Kütüphanesine başvurarak en değerlilerinden
başlamak üzere bunları da bastırabilir.
F) Osmanlı Hanedanı'nın resmî tarihleri olan şehnameci ve vak'anüvis tarihleri
derhal bir sistem içinde, dilleri sadeleştirilerek, ilmî şekilde basılmalıdır.
Bunları yapmak hiç de kolay değildir. Tarih profesörleri için bile mühim ve
gaileli meselelerdir. Fakat tarihimizin tedvini ve genç araştırıcıları bir de
anlaşılması pek güç bir dilin batağından kurtarmak için bunların basılması
şarttır.
G) Mühim bir konu da biyografya eserleridir ve bunların başında Şakayik ve
zeyilleri gelir. Bu "Şakayik" bir çiçek olmayıp "Şakayikü'n-Nu'mâniyye fi
Ulemâi'd-Devleti'l-Osmâniyye" adlı, Osmanlı Devleti meşhurlarının tercüme-i
hallerini vermiş olan ilk eserdir. Arapça, yazılıp o zamanın ağdalı Türkçe'sine
çevrilmiş, sonra çok zeyilleri kaleme alınmıştır. Hepsi ana kaynaklardır. Ağdalı
dilin geveze tabiatı yüzünden pek şişkin görünmelerine rağmen gerçekte kısa
eserlerse de sadeleştirmek ömür törpüsüdür. Fakat bilgin, şeyh, şair, müverrih
vesaireden binlerce kişinin hal tercümelerini bildirdiği için vazgeçilmesi
imkânsız hazinelerdir. Ayrıca şairlerin, sadırazam, şeyhülislâm vesaire gibi
devlet ricâlinin biyografisini veren başka eserler de vardır ki hepsinin
sırasıyla ve sistemle basılması gerekmektedir.
***
Sayın Bakan!
Siz Bakanlığa geçer geçmez tiyatro ve baleden bahsetmeye başladınız. En sonra da
bölge tiyatroları kurulacağını müjdelediniz. Halbuki tiyatro bir sanat değil,
pedagojidir. Sanat, tiyatro piyesi yazarının kalemine aittir. Piyesi oynayanlara
sanatkâr deniyorsa da, "sanatkâr" yaratıcı demek olduğuna göre yaratılanı taklîd
etmenin yaratmak olamayacağı âşikârdır.
Milletin fikir, ahlâk, kültür ve millî duygu bakımından gelişmesi için
tiyatrodan faydalanmak şarttır. Fakat bunun için Türk müellifleri tarafından bu
maksatla yazılmış tiyatro eserleri bulunması gerekir. Bizim tiyatrolarımız ise
daha çok tercüme, bazen adapte eserleri sahneye koymuştur.
Şimdi tarafsız olarak düşünelim: Schiller, Goethe veyâ Shakespeare gibi büyük
sahne eseri müelliflerinin piyeslerinden Türk milletinin faydası ne olacaktır?
Doktor Faust'un olağanüstü maceraları Türkler'in gönlünü heyecanla çarptırır mı?
Hamlet, bugün için gülünç bir sahne oyunundan başka nedir? Operalar, yani
besteli konuşmalar günümüzün insanlarına acayip gelmiyor mu ?
Bunları tarihî değeri bakımından, müzelerdeki eski eserleri seyreder gibi,
arasıra temsil etmek lâzımdır. Fakat bu bir edebî zevk işi değil, tarihteki
oluşmanın merhalelerini merak etmenin ve öğrenmek istemenin neticesidir.
Bundan başka şunu da hatırdan asla çıkarmamalıdır: Bir millete tiyatro eserleri
diye durmaksızın tercüme eser seyrettirmenin tabiî sonucu "demek benim eserim
yokmuş" diyerek o millette bir aşağılık duygusu doğurmak olur.
Bölge tiyatroları açmadan önce tiyatro eserleri yazdırmak, fakat bunların
jürisinde Türkçülük gözüyle seçim yapmak lâzımdır. Millî mukaddesatı yıkıp dili
bozacak şekilde yazılmış eserlere oy verecek hainleri jüriye sokmamak şarttır.
Vaktiyle bir ahlâk, zevk, kültür ve dil faciası olan rezilâne bir eser, hepsi de
solcu olan jüri üyeleri tarafından birinci ilân edilmişti. Bu yüz kızartıcı
esere rey verenler arasında Halide Edip de bulunuyordu. Bu, üzerinde dikkatle
durulacak bir noktadır.
Abdülhak Hâmid'in tiyatro şaheserleri pek de sahneye konacak gibi olmadıktan
başka dil bakımından da pek çoklarınca anlaşılmaz. Fakat zamanın müelliflerinden
Yusuf Ziya Ortaç ve Halit Fahri Ozansoy ile yaşayanlardan Faruk Nafiz'in,
yenilerden Necati Sepetçioğlu'nun piyesleri Türk milletine sunulabilir.
Bunlardan başka benim bilmediğim genç istidatları bulup çıkarmak, bunlara eser
yazdırmak, tarihin büyük sayfalarını dile getirmek, yüce insanlık duygularını
dalgalandırmak, böylece de Türk milleti'nin kültür ve ahlâkını tehzîb etmek
mümkündür.
"Selçuklu Tarih ve Medeniyeti Enstitüsü" son haftalarda "Malazgirt" ve "Büyük
Hakan Alparslan" adlarında iki piyes yayınladı. Henüz okuyamadığım, biri manzum
olan bu piyesler yarışma kazanmış oldukları için şüphesiz bir değer
taşıyorlardır ve nihayet bunlar bizim eserlerimiz, öz malımızdır. Hamlet'ten,
Makbet'ten, Sirano'dan daha sevimli, daha yakın ve daha güzeldir.
Kültür Bakanlığı yalnız tiyatroya değil, yavaş yavaş tiyatroyu silen filimciliğe
de el atmalıdır. Bugün Türkiye'de bir filimcilik ve degerli artistler olduğu
muhakkaktır. Fakat yirmi yıl öncesinin imkânsızlıkları arasında yapılan filimler
bugünkülerden daha güzeldi. Bugünküler, günümüzün maddeciliğine uyarak yalnız
kazanç düşünülmek şartı ile hazırlanmış, tahrik edici, taklitçi, bayağı ve gayrı
ahlâkî rezaletlerdir. Reklâm resimlerinde yalnız tabanca ve çıplak kadın.. Filim
isimleri de budalaca şeyler.. Tabiî bunları seyrede seyrede gençlerin seviyesi
de düşüyor. Silâhlı soygunculuklarda bu filimlerin de tesiri olduğu muhakkaktır.
Çünkü taklid, sosyal bir kanundur. Bundan dolayıdır ki bir zamanlar Doktor
Fahrettin Kerim'in himmetiyle intihar haberlerinin gazetelerde yazılması
yasaklanmıştı.
Filimlerin seviye düşürmesini önlemek, aksine filimi milletin yükselmesi ve
edebî zevki için vâsıta kılmak üzere filimciğin devlet eline geçmesinin
yollarını aramalıdır. Filimlerin bu günkü konusu olan aile ihaneti, kadın
iffetsizliği, haydutluk, kan davası gibi aşağılık şeyler kaldırılarak bunların
yerini erdem, iyilik, kahramanlık, fedakârlık, yurt sevgisi gibi asîl duygular
almalıdır.
Millî ruhu şahlandırmak için tarihî filimler en iyi vâsıtadır. Türk tarihinden,
gerçeklere sadık kalınarak alınacak parçaların sinemalarda gösterilmesi
yıllardır üstümüze çökmüş olan kâbusu atmaya yarayacaktır. Bizde ilk yapılan
tarihî filimler oldukça başarılıydı. Bu sonkiler bir maskaralıktır. Türk
yiğitleri dövüşürken havada takla atmaz. Amerikan filimlerinde olduğu gibi, her
biri sığır devirecek yumruklarla dakikalarca düşe kalka dövüş olmaz. Şimdi
bunlar yapılıyor, Türkler'e acayip kılıklar giydiriliyor. Amerikalıların
maskaralıkları bize de uygulanıyor, sözün kısası Türk filimi olmaktan çıkıyor.
Eski çağlarda kadın çok serbest olduğu halde Türk kızlarının çıplak olarak
erkekler önünde şehevî raks yapması gibi bir olay yoktur. Hacı ağaların zevkini
tatmin için böyle sahneler icad ediliyor. Rejisörler Türk tarihini ve geçmişini
hiç bilmiyor.
Sözde tarihî filim diye "Bozkurtlar Geliyor" ve "Bozkurtların Öcü" adında iki
filim çevrilmişti. Bunlardan birini dört kişi birden seyrettik. Konu benim iki
tarihî romanımdan, "Bozkurtların Ölümü" ile "Bozkurtlar Diriliyor" dan alınmış,
daha doğrusu çalınmıştı. Biraz değiştirmişler, iki romanı birbirine
karıştırmışlar; konuyu da, eseri de, tarihî kahramanları da, tarihi de rezil
etmişlerdi. Çağdaş olmayan Gök Türkler'le Alanlar savaştırılıyordu. Koca Türk
Kağanı, teneke kalkanlı sekiz kişiyle yola çıkıyordu. İkinci romanımdaki "Deli
Ersegün" adlı kahraman burada Hacivad kılıklı bir maskaraya çevrilmişti.
Halbuki aslında bu iki roman tarihe titizlikle sadık kalınarak düzgün Türkçe ile
yazılmış, âdeta destan gibi kaleme alınmış eserlerdi ve bugünkü Türkçü gençliğin
yetişmesinde çok büyük rol oynamıştı. Romanları okuyan bir Doğu Türkistanlı bana
Türkistan'ı görüp görmediğimi sormuş, gören birisi tarafından yazılmışa benziyor
demişti. Kültür Bakanı olarak size teklif ediyorum: Nezaretimde olmak şartıyla
bu romanları filime aldırın. Telif hakkımı donanmayı ve hava kuvvetlerini
güçlendirme vakıflarına ebediyen armağan edeceğim. Başarılı alınmak şartıyla, bu
filimler gösterildiği zaman Türkiye'de yer yerinden oynayacak ve tarihî roman
yazacak kabiliyetler kendini gösterecektir. Yalnız, kalabalık atlılar için Türk
ordusunun yardımı şarttır. Tarihî İngiliz filimlerine yardım eden Türk ordusunun
Bozkurtlara yardımını esirgeyeceği düşünülemez.
Abdülhak Hâmid'in piyes olarak yazdığı "İlhan", "Tarhan", "Tayflar Geçidi",
"Ruhlar" ve "Arzîler" adlı birbirinin devamı olan eserler de millî, ahlâkî ve
felsefî bakımdan birer şaheserdir ki filime alınması büyük bir başarı olacaktır.
Bir kısmı dünyada, bir kısmı ahrette ve ruhlar âleminde geçen bu eserleri (ki
Hâmid beşine birden "Kanbur" ortak adını vermiştir) filime çekmek, çekebilmek
bir sinema hârikası olacaktır. Bu eserlerde Hâmid'in dehası ve milliyetçiliği
fışkırmaktadır. Bunları gördükten sonra da Shakespeare'in mi, Hâmid'in mi daha
üstün olduğu anlaşılacaktır. Bu eserler hakkında hüküm vermek için derhal bulup
okumanızı, yetişme tarzınız bakımından anlayamayacağınız bazı bölümlerini
erbabına sorarak künhüne varmanızı tavsiye ederim.
Safiye Erol'un "Ciğerdelen" adlı romanı da dehanın yanından sıyrılıp geçen çok
kuvvetli bir eserdir ama rezilâne solcu eserlerin furyası arasında kaynayıp
gitmiştir. Sinema için en iyi eserlerden biri de budur.
* * *
Kültür Bakanlığı, Türk milletinin kültürünü koruyup yükseltmek için yukarda
bazen adlarıyla topyekûn saydığım eserleri bastırmadan önce, bu eserleri
okuyacaklara hazırlık niteliğinde olmak üzere bir seri eser çıkarmak
mecburiyetindedir. Kısa, düzgün Türkçeli, bol harita ve resimli, iyi baskılı
olmak üzere liseden başlayarak daha yukarı seviyelere kadar hitap edecek bu
eserler şunlar olmalıdır:
1 - Başlangıçtan günümüze kadar Türk Tarihi (Türk Tarihi ayrı devletler halinde
değil, bütün halinde gösterilecek, birbirinin devamı olduğu belirtilecek, aynı
zamanda birden fazla devletin bulunması fetret çağı olarak değerlendirilecek,
sınır degişiklikleri, devletin büyümesi veya küçülmesi gibi olaylar için ayrı
haritaları olacak, eski resimlerdeki Türk tipleri, sanat eserleri
canlandırılacak, icabında temsilî resimler konacaktır).
2 - Bugünkü Türkler'in durumunu gösteren bir kitap. Haritalar, resimler,
istatistiklerle, dil örnekleriyle Sovyetler'de, Çin'de, İran'da, Efgan'da,
Irak'ta, Suriye'de, Balkanlar'da, Kıbrıs-Rodos ve başka yerlerdeki Türkler'den
bahsedilecektir. Türkiye Türkleri soydaşlarını tanıyacak, 30 milyonluk değil, 70
- 80 milyonluk büyük millet olduğunu öğrenecektir.
3 - Türk medeniyeti tarihini gösteren bir cilt: Edebiyat, resim, mimarlık,
müzik, heykel, süsleme sanatlarını alacak, renkli resimlerle bezenmiş büyük bir
cilt.
4 - Türk dili tarihi, tarihî gramerleri ve bugünkü grameri, lehceleri hakkında
bir cilt.
5 - Türk folkloru hakkında bir cilt. Anonim şiirler, atasözleri, inanç ve
âdetler, giyim-kuşam, yemekler, ev eşyaları, törenler hakkında bir cilt.
6 - Türkiye ve sınırlarımız dışında kalmış Türkelleri hakkında birer cilt.
Coğrafya biliminin türlü konuları üzerinde bilgiler.
7 - Tasavvuf ve tarikatlar hakkında kısa ve özlü bilgiler veren bir cilt.
8 - Türklerin girdiği dinler (Şamanlık, Manihaizm, Budizm, Hıristiyanlık,
Musevilik, Müslümanlık) hakkında sağlam bilgiler veren bir veyâ birkaç cilt.
9 - Türkiye'nin iktisadiyatı ve iktisadî geleceği hakkında bir cilt.
10 - Uzay bilgisi, yıldızlar âlemi, başta ay olmak üzere yıldızlar hakkındaki
bilgiler ve teoriler, aya yapılan yolculukların öğrettiği müsbet bilgiler.
11 - Çekirdek bilimi hakkında herkesin anlayacağı bir cilt.
12 - Dünya coğrafyası hakkında, devletlerin bizimle olan ilgilerine başta yer
verilmek üzere birkaç ciltlik bir seri.
13 - Madde ve kuvvet hakkında son bilgilere dayanan bir cilt.
14 - Çok mühim bir konu haline gelen ekoloji hakkında bir cilt.
15 - Dünyanın iktisadi ve sosyal durumu hakkında bir cilt.
16 - Dünyadaki hayvanlar hakkında büyük bir cilt.
17 - Dünyadaki bitkiler hakkında büyük bir cilt.
18 - Madenler, özellikle petrol, kömür, demir, uranyum gibi stratejiklerine
fazla yer veren büyük bir cilt.
19 - Dünyadaki siyasî ve iktisâdî cereyanlar hakkında, tenkidleriyle birlikte
bir cilt.
20 - Marksizm ve onun ilmî tenkidleri hakkında bir cilt. Böylece bunun artık bir
müstehase olduğunun kafalara kakılması.
Bunlara birkaç başka eser de katılabilir. Fakat bugün başlansa bile yıllarca
sürecek olan bu çalışmaların uzamasından bezginlik duymadan şimdiden bir program
yaparak çalışmalı ve çalışmalar yapılırken, saydığım eserler tamamlanıncaya
kadar boş durmamak için de, yine millî kültürümüze ait olup da hazır olan şu
birkaç eseri Kültür Bakanlığı derhal bastırmalıdır:
1) Temir ve Oğulları Tarihi. Merhum Prof. Zeki Velidi Togan'ın belki de en mühim
eseri olan bu iki ciltlik tarih, ölümünden sonra, tarih öğretmeni olan evdeşi
Nazmiye Togan Hanım tarafından daktiloya çekilerek basıma hazır hale gelmiştir.
Temirliler çağı Prof. Togan'ın en iyi bildiği zamandır. Yalnız merhum Profesörün
Türkçesi hayli çetrefil olduğu için bu eserin basımdan önce Türkçe'yi ve Temir
çağını bilen bir öğretmen veya Profesör tarafından görülüp dil sürçmelerinin
düzeltilmesi gerekir.
2) Manas Destanı: Kırgız Türkleri'nin destanı olup Karahanlı'lar çağının
hatıralarını sakladığı söylenen, fakat bütün destanlar gibi birçok zamanın
izlerini yansıtan bu büyük destandan seçmeler yapması Prof. Abdülkadir İnan'a
ısmarlanmıştı. Bu seçmeler "1000 Temel Eser" arasında yayınlanacaktı. Bu seri
durdurulduğuna göre bunu da Kültür Bakanlığı'nın ele alması ve seçmeler şeklinde
değil, tamamını bastırması çok yerinde olur. Bugün bu destanı Abdülkadir
İnan'dan daha iyi anlayıp mânâlandıracak, değil yalnız Türkiye'de, bütün
dünyada, hatta Kırgız Türkleri arasında bile kimse yoktur. Yaşlı olan ve gözleri
pek iyi görmeyen Abdükadir İnan'a bilgili yardımcılar bağlanarak bu ana eserin
bir an önce çıkarılması millî bir hizmet olacaktır.
3 - Eski Türk Yazıtları: Türk dilinin en eski yadigârları olan Yenisey ve Orkun
yazıtlarını Prof. Caferoğlu Ahmed'in toplu olarak ele almakta olduğunu yukarıda
söylemiţtim. Bugün Türkiye'de bu iţi ondan daha ehliyetle yapacek kimse yoktur.
Almanya'da da olsa olsa bir Von Gabain vardýr. Büyük ve yorucu bir iţ olan bu
iţte profesöre yardımcılar ve imkânlar sağlayarak en doğru şekilde basılması,
Kültür Bakanlığı'na ţeref verecek büyük bir hizmet olacaktır.
4 - Istanbul İktisat Fakültesi Sosyoloji kürsüsünde bir Profesör Fındıkoğlu Z.
Fahri vardır. Pek çok yayını olan, fakat gösterişi sevmediği için gereğince
tanınmayan bu profesör yıllardan beri Türkiye'nin sosyal konuları üzerinde
çalışmakta, türlü yayınlar yapmaktadır. Bir de Türkçe'de soyadlarının küçük
addan önce gelmesinin doğru olduğunu söyleyip bu uğurda hayli mücadele ettiği
için Türkiye'de pek çok kimse uydurma soyadlarını bırakıp "oğlu" ile biten
gerçek soyadlarına dönmüşler, yani Fmdıkoğlu bir bakıma Türk hayatına büyük
tesir yapmış kimsedir. Bir zamanlar da, hani şu Hasan Âli'nin Maarif Vekili
olduğu zamanlarda, Bakanlığın başka işi kalmamış gibi, Hasan Âli, o zaman doçent
olan Fındıkoğlu'na resmî yazı göndererek soyadını başta kullanmamasını
istemişti. Fındıkoğlu yıllardan beri adları ve soyadlarını toplayarak da bir
etüd hazırlamaktadır. Bu konuda vardığı sonucun ilmî bir eser halinde
kendisinden istenmesi ve soyadı meselesinin tarihî seyri üzerinde bir eser
yazmasının teklifi çok yerinde olur. Bundan başka Fındıkoğlu, Türkiye'de Ziya
Gökalp'ı en iyi bilen ilim adamıdır. Bu konuda Türkçe ve Fransızca eserleri
vardır. Türk Sosyoloji Tarihi bakımından Ziya Gökalp'ı yeniden ele alarak bir
eser yazdırılması millî kültürümüze ve Türk milliyetçiliğine en büyük
hizmetlerden biri olacaktır.
5 - On iki ciltlik Türkiye Tarihi ile Türkiye'de ve dışarda haklı bir şöhret
kazanan Yılmaz Öztuna'nın şimdiye kadar gelmiş, geçmiş bütün hükümdar
hanedanları hakkında hazırlanmış bir eseri vardır. Halil Edhem'in "Düvel-i
İslâmiyye" adlı eseri nev'inden olan, fakat onun gibi yalnız İslâm sülâleleriyle
yetinmeyip diğer dinlerdeki sülâleleri de alan bu eser, tarih araştırmaları
yapan herkes için başlıca müracaat kitaplarından biri olacaktır. Kendisinden bu
eserin alınarak, tabiî kendisinin nezaretinde basılması pek büyük bir boşluğu
dolduracak, Kültür Bakanlığı'na da adına yakışır bir görev yaptırmış olacaktır.
***
Sayın Bakan! Kültür nişanı takmaya Muhsin Ertuğrul gibi komünizmi göklere
çıkarmış biriyle başlamanız çok kötü tesir bıraktı. Bu bir indîlik, keyfîlik,
haksızlıktır. Türk kültürü tiyatro ile başlamaz. Kültür; dil, din, tarih,
gelenek, edebiyat, sanat, tören, giyim ve göreneklerin bütününden ibarettir ve
tiyatro yabancılardan gelen bir müessese olduğu gibi bugün millîleşmiş diye
kabul edilse bile en sonralarda akla gelmesi gereken bir unsurdur. Niçin Karagöz
ile Orta Oyunu aklınıza gelmiyor da önce tiyatroyu düşünüyorsunuz? Neden
aklınıza cirit, okçuluk, binicilik, kılıç gelmiyor da bale geliyor? Niçin erkek
oyunu olan Zeybeğe el atmıyorsunuz da kız oyunu olan baleye yöneliyorsunuz?
Konuşmalarınızda durmadan hümanizmadan bahsetmeniz Amerikan kültürüyle yetişmiş
olmanızdan mı doğuyor? Unutmayın ki kültürler hümanist değil, millîdir.
Birbirinden hırsızlık da ederler. Meselâ Yunanlılar bizim Karagözü, Bulgarlar
yoğurdu çalarak Batı'da kendi icadları diye göstermeye çabalıyorlar.
Hümanist olmak kendisini başkalarıyla, başkalarını da kendisiyle eşit görmek,
onu da kendi milleti kadar sevmek, artık bir daha düşmanlık olmayacağına inanmak
gibi bir hayaldir. Siz Moskof'u ve Yunanlı'yı da sever misiniz? Bunlarla bir
daha savaşmayacağımıza yürekten inanıyor musunuz? Japonya'da atom bombaları
patlatan Amerikalıları insaniyetçi sayıyor musunuz? İnsanları ve milletleri
hayvan gibi kullanan komünist ülkelerin "halk demokrasisi" teranelerinde bir
zerrecik hakikat buluyor musunuz? Hümanizmle afyonlaşmış bir milletin, saldırıya
uğradığı zaman bir Çanakkale, hatta bir Sakarya, hatta bir Kunuri Savaşı
yapabileceğine güveniniz var mı?
Birkaç saatime mal olarak hayâtımı birkaç saat kısaltan bu cevabımın da vaktiyle
Demokrat Parti'ye verdiğim cevap gibi hebâ edilmemesi, edilememesi için
Ötüken'in zaten az olan sayfalarından birkaçını gasbederek açıkça yayınlıyorum.
Bunu ehil kişilere göstererek doğru ise mucibince davranınız. Yalnız şu var:
Millî duygu ile yazılmış bu cevabımı inceleyeceklerin solcu, nurcu, halk
partili, mason ve devşirme dölü olmamalarına dikkat etmenizi, hattâ
inceleteceğiniz kişilerin böylelerinden olup olmadıkları hakkında uzman olarak
bize danışmanızı saygılarımla rica ederim.
26-3446