Saygıdeğer Arkadaşlar,
Muğla-Denizli taraflarında "
sen, ben, bizim oğlan" diye, "
yalnızlık ve kimsesizliği" tanımlayan bir deyim vardır.
Yeni bir devletin, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin, kuruluş felsefesi olan Türkçülüğün kimsesizliğini Yolların Sonu adlı o ölümsüz şiirinde:
Bu gün yollanıyorken bir gurbete yeniden
Belki bir kişi bile gelmeyecektir bize.
Bir kemiğin ardında saatlerce yol giden
İtler bile gülecek kimsesizliğimize.Dizeleriyle, can yakıcı bir şekilde, dile getiren Uluğ Bilge Atsız Ata'nın bu şikayeti bizim şirin Egelinin "
sen, ben, bizin oğlan" deyimiyle ifade etmeye çalıştığı yalnızlık tarifiyle ne kadar da örtüşmekte değil mi?
Türkçü camianın-ki bir camiadan bahsetmek ne kadar doğrudur, doğrusu, bilemiyorum. Zira ortada bir camia filan görmekte zorlanıyorum- en büyük açmazlarından belli başlı olanlarını ana başlıklar olarak sayar, sıralarsak:
1-Örgütsüzlük
2-Ortak fikir ve anlayış
3-Topluma bakış ve uyum
4-Mücadele azmi ve kararlılık
5-İçtenlik ve özveri
6-Metod, yol, yöntem.Bunlara başkaca maddeler de eklenebilir, elbette.
Bu gün Türklüğe kastetmiş ve bu uğurda ciddi yol almış bölücü ve irticai yapılanmaları analiz ettiğimizde bizim olmadığından yakındığımız, yukarıda sıralanan, maddelerdeki değerlere ileri derecede sahip oldukları gerçeğini görmekteyiz.
Ne kadar acı bir manzara değil mi?
Bana bir Tanrı kulu çıkıp üzerinde bütün Türkçülerin mutabık kaldıkları/oldukları/olacakları bir Türkçülük anlayışı/tanımı/açıklaması yapabilir mi? Ben bu yaşıma dek-ki yaşım elliyi geçti- duymadım, tanık olmadım, rastlamadım. Eğer var da ben bilmiyorsam, affedilmemi ve cahilliğime verilmesini dileyerek bu zamana dek Türkçülük uğruna verilen uğraşlarda, çam sakızı çoban armağanı babından olan, katkı ve katılımlarımı bir kibritle yakıp köyüme çekileceğim.
Allah aşkına mı deyim, Tanrıyı severseniz mi deyim, kim ne dilden anlıyorsa öyle sesleniyorum!
N'olur şu saldırgan, kavgaya davet çıkartıcı, hakaretamiz, ütopik ve lüzumundan çok romantik tavır ve tarifleri bir tarafa bırakarak bir nebzecik de olsa gerçekle (realite-hakikat) kucaklaşalım, yüzleşelim.
Türkçülük Türk toplumuna has bir yaşayış ve düşünüş biçimi midir? Yoksa başka gezegenlere ihraç edilmek üzere kurgulanmış bir sistem midir?
Önce nesnenin ayaklarını yere, başını göğe doğru çevirerek işe koyulalım ki abesle iştigal gülünçlüğünden kurtulmuş olalım.
İçinde yaşanılan toplumun değerleriyle örtüşmeyen bir fikir sistemi kime hitap edecek ve bu fikrin sahiplerinin kimlik ve kişiliklerinden sadır olan hal ve tavırlar kimden kabul görecektir? Elbette ki Türkçüleri
“Herkesin İçtiği Su”dan
(*) içmeye çağırmıyorum. Lakin “
bilinmedik aş, ya karın ağrıtır ya da baş” babından milletin bilmediği, anlamlandıramadığı, ne demeye geldiğini kavrayamadığı, kendinden göremediği, kendini bulamadığı, benim istediğim, aradığım budur diyemediği; hal, hareket, davranış, fikir ve sözleri de Türkçülük işte budur diye dayatmak, şayet, bunların sadır olduğu failinin psiko-somatik halinin tezahürleri değilse metotsuzluğundan, yol ve yöntem bilmezliğinden kaynaklanmaktadır ki her halükarda sonuç ve yol almaktan uzaktır.
Daha açık ifade etmek gerekirse "
Türkçülük adına Türk toplumuna sunulan, daha doğrusu dayatılan, modeller Türk toplumunca anlamlandırılamamaktadır."
Güçlü ve yaygın Türkçü bir örgütlenmeden söz etmek olanaksızdır.
Ortak bir Türkçülük anlayışı hak getire… Neredeyse kişiye has ve hatta kişinin “
a hali”ne, “
b hali”ne mahsus Türkçülük anlayışı ve tarifleri vardır.
Özgün gözükmek, hiç kimselere benzemeyen orijinallik amaçlı, gerçekteyse derin psikolojik sorunluluğun yansıyışı olan sivrilikler yıllar yılı en popüler, en birinci, en ulaşılmaz, en ideal Türkçülük olarak görüldü, gösterildi ve çıplak olan krala “
kral çıplak” diyenler de en iyimser haliyle çapulculukla itham edildi. Diğer suçlamalardaki yaratıcılık karşısında oldum olası şapka çıkartmışımdır!?
Hakkıyla “
Türkçü bir mücadele var mıdır?” sorusu, içinde cevabı da içermekte olduğundan bu maddeye başkaca açıklama yapma gereği duymamaktayım.
İçtenlik ve özveri…
Yukarıda yazılan, çizilenlerin hepsini anlamsız kılan tek gerçek bence budur.
“
Taşın altına konulmayan el” hangi davanın zafer bayrağını taşıyacak ve bu bayrağı Tanrıdağlarının tepesine dikecektir?
Sözü daha fazla uzatmadan, Türkçülere, Türk Milletini hakkıyla tanımalarını öğütlüyorum.
Ve….
1919 da Türkçü Başbuğ Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün ardına düşen Türk Milleti daha sonraki zamanlarda Türkçülük iddiasında bulunanların peşinden neden gitmemektedir?Bunun üzerinde düşünülürse bir şeylere ulaşılabileceği kanısındayım.
Türk doğmak büyük şans!
Türk kalmaksa bir erdemdir!
Tanrı Türk olmanın hazzını bütün Türklere tattırsın!
TTK.
(*) Herkesin İçtiği Su Ömer Seyfettin'e ait ibret dolu bir hikayedir. Otağımızda yer alan bu hikayeyi okumak için
“TIKLAYINIZ”