Büyük Devlet Adamı Ebulfeyz Elçibey'i Saygıyla Anıyoruz.
Onu anmak için şu tarihte şurda doğmuştur, şu tarihte şu olmuştur diye başlamak zor olacaktır, onu anlatmak ta zor olacaktır, çünkü onu anlatmak usta bir ressamın tuale hayat vermesi, ruh kazandırması kadar zordur. Çünkü onu anlatmak için sözler tek tek usatalıkla seçilmeli, büyük bir kabiliyet ile bir araya getirilmeli ve başarılabilinir ise onu ve sahip olduğu ruhu anlatabilmeli.
Bizler bu kadar profösyönel olmadığımız için onu anma görevini O’na olan sevgimizin çoşkusallığına, O’na olan bağlılığımıza bırakıyoruz. Umarım bu bağlılığımız onu anmaya yetecek kadar muktedir.
Bundan yaklaşık 2 ay önce onun doğumunun 67.yılını çoşkuyla kutlamıştık. Hala içimizde olduğunu, hala bizi izlediğini ve bizlerden bir şeyler beklediğini biliyorduk. Çoşkumuz o denli yüksektiki anlatmakta güçlük çekiyorduk. Bugün ise onun uçmağa varışının 5.yılındayız. Hasret ve özlemle anıyoruz.
Evet anmaya ve anlatmaya çalıştığımız kişi büyük devlet ve dava adamı aynı zamanda Azerbaycan eski Cumhurbaşkanı Ebulfeyz Elçibey.
Elçibey Kimdir?
Elçibey 24 Haziran 1938 yılında Nahcivan’ın Keleki kasabasında dünyaya gelmiştir. Azerbayacan bağımsızlık hareketinin öncüsü ve sembollerinden olan Elçibey yaşadığı dönemde bir çok işkenceye maruz kalmış, bir çok kez ölümden dönmüştür.
1970 li yıllarda Sovyet işgali altında olan Azerbaycan topraklarının bağımsızlığı için mücadeleye başladı ve ilk kez 1976 yılında KGB tarafından Sovyetlerin aleyhinde propoganda yaptığı gerekçesi ile göz altına alındı ve şartlı olarak geri salındı. Bu şart hiç şüphesiz ki onun ideallerinden ve bağımsızlık uğruna verdiği mücadelesinden feragat etmesinden başka bir şey değildi. Ve hiç şüphesizki reddilecek ve bu reddin sonucu sonu bağımsızlıkla noktalanacak büyük ve çile bir yolcuğun başlangıcı olacaktı.
Bağımsız Azerbaycan Cumhuriyetinin ilk Cumhurbaşkanı ve Azerbaycan Halk Cephesinin başkanlığınıda yapmıştır. Cumhurbaşkanlığı görevini ise zamanında ordu daki görevleri ve Karabağ savaşında gösterdiği başarıdan dolayı ödüllendirdiği Suret Hüseyinov un Rusların desteği ile yapılan darbe sonrasında ülkeyi iç savaşa sürükletmemek için bırakmıştır. O’nda milletini zora sokmamak ve yeni kazanılan bağımsızlığı kaybetmemek için gösterdiği bu örnek davranış iktidar hırsı ve koltuk sevdası ile oturduğu yerden kalkmak istemeyen kişilere örnek temsil eder mi bilemeyiz fakat bu davranış büyük bir onur timsalidir.
A) Mücadelesi
Dava adamları hayatlarını sadece ve sadece ideolojilerine adar, Elçibey de aynen bir dava adamına yakışan bir şekilde tüm hayatını davasına adamış, bağımsız bir Azerbaycan için uzun yıllar mücadele vermiş ve her dava adamı gibi başarıya ulaşmış bir liderdi.
O, mücadelesine Sovyetlerin güçlü olduğu henüz çok fazla kan kaybetmediği 1970 lı yıllar da başlamıştı. Bütün yıldırma çabaları, göz altılar, suikastler ve tehditlere rağmen hiç bir şey O’nu inandığı değerler uğrunda savaşmaktan vazgeçirtemedi, alıkoyamadı. Hiç bir güç O’nun sahip olduğu değerler kadar güçlü olmadığı için onu asla yenmeye muktedir olamadı.
1976 yılında Sovyetler aleyhinde propoganda yapmaktan hapse atılan Elçibey 1978 de şartlı olarak serbest bırakıldığında dışarı bırakılmasının bir şartı olan alehte propoganda yapmamayı bir kenara bırakarak verdiği mücadelesine kaldığı yerden devam etti. 1989 yılına gelindiğinde ise yarı legal olarak tanınan AHCP nin lideri olarak göreve başladı.
Kısa süre sonra güç kazanan Azerbaycan Halk Cephesi Partisi artık hükümet tarafından resmen tanındı. AHCP nin ve Elçibey in ilk büyük eylemi ise 30 Aralık ta Nahcivan ve Astradan katılan onbinlerce kişi ile yapılan “Yaşasın Büyük Azerbayca, Yaşasın Tebriz-Bakü” sloganları ile sınıra dayandığı gösteri yürüşü olmuştur. Ne İran askerlerinin nede Rus askerlerinin savaşmayı göze alamadığı bu bağımsızlık yürüyüşü Güney ile Kuzey Azerbaycan’ı bir birinden ayıran tellerin “Yaşasın Birleşmiş Azerbaycan” sloganları ile parçalanması ile nihai hedefine ulaşmıştı.
1990 yıllara gelindiğinde ise bütün bir pislik yığını olan rejimini ayakta tutmak uğruna dünyaya barış ve kardeşlik naraları çeken Sovyet rejiminin o dönemki Başkanı Mihail Gorbaçov; Azerbaycan Türklerine başka bir şeyi reva görmekteydi. Reva gördükleri şey elbette ki kızıl ordu, kan ve dehşetti. 19 Ocağı 20 Ocağa bağlayan gece Sovyetlerin son artıkları olan Kızıl Ordu bundan tam 70 yıl önce bağımsızlığını gaspetmek için girdiği Baküye tekrardan bağımsızlığını almak için girmişti. Aynen 70 yıl öncesinde olduğu gibi şavaş için çıplak bedeninden başka bir silahı olmayan nice canlar devrildi; Azadlık meydanına akan milyonlarca insan her insan için en değerli varlığı olan canlarını Rus tanklarını önüne sermekten biran dahi olsa çekinmedirler. Ve tam 130 can tankların altında bağımsızlık uğruna şehit oldu. Ama bu sefer 70 yıl önceki gibi olmadı işler. Verilen canların diyeti Bağımsızlıktı artık, esaret değil!
Bu olay üzerine Elçibey ve AHCP (Azerbaycan Halk Cephesi Partisi) bir süreliğine yer altına çekildi. Fakat bir süre sonra Elçibey yeniden sahneye çıkacak ve Mehmed Emin Resulzadenin şu sözlerini 72 yıl sonra tekrar edecekti. “Bir kere yükselen bayrak bir daha inez!” Ve nitekim de öyle olacaktı. Artık Azerbaycan bayrağında orak çekiç kullanılmayacaktı. Azerbaycan Türkü artık Azeri değil Azerbaycan Türkü olduğunu ve bağımsız yaşayacaklarını dile getirecekti.
Dünyada milletlerin bağımsızlığını kardeşlik, eşitlik ve birlikte yaşama vaadeleri ile gaspeden ve zaman içerisinde komünistlikten çok bir Rus emparyalizmine dönüşen dünyanın en berbat sistemi artık çökmeye başlamıştı. Dünya bu çöküşü kutlamaya hazırlanır iken esaret altında olan milletler bağımsızlık için son hazırlıklarını yapmakta ve büyük bir mücadele vermekteydi.
Azerbaycan’da bu mücadelenin başını çeken Elçibey artık son hazırlıklarını yapmakta idi. 23 Ağustos ta Bakü’de yaptığı mitingte artık Komünist Partinin lağvedilmesinin ve Rus askerlerinin tamamen Azerbaycan topraklarından çekilmesi gerektiğini vurgulamıştı. O gün her zaman olduğu gibi Sovyet KGB si yine iş başında idi, bu konuşması üzerine sivil giyimli KGB ajanları tarafından öldüresiye dövülmesi onu daha da kinlendirmiş ve bağımsızlık için daha istekli ve biran önce harekete geçmesini sağlamıştı.
Artık Azerbaycan Türkleride Yüce Başbuğumuzun şu sözler ile ifade ettiği “Ya İstiklal Ya Ölüm” parolası ile dönülmez bir yola girmişti. 14 Eylül 1991 de komünist parti kongresinde partinin lağvedilmesi tartışıla dursun Halk artık Elçibeyin uyarısı ile sokaklara döküldü ve Meclisi kuşattılar. Artık beklenen gerçekleşmiş ve Azerbaycan 18 Ekim 1991 de bağımsızlığını ilan etmişti.
Şimdi sıra asıl bağımsızlıktaydı; "Hukuki yönden bağımsızlığımızı kazandık. Bundan sonraki mücadelemiz gerçek bağımsızlıktır" diyerek Elçibey Azerbaycan’a yakışan bağımsızlığın ne olduğunu gayet iyi bir şekilde vuruglamıştı.
Azerbaycan da kalan son Rus askerlerininde çeklimesi ile Azerbaycan bağımsızlığına kavuşmuştu, inançlı ve azimli Elçibey girdiği bu mücadelen büyük bir zafer ile ayrılmıştı.
B) Vizyonu
Onun hayatı boyunca 3 temel hedefi vardı.
Bunlardan Birincisi: Bağımsız Azerbaycan, ikincisi: İranda ki 30 milyon Azerbaycan Türkünün yaşadığı Güney Azerbayca’la Kuzey Azerbaycan’ın birleşmesi, üçünücüsü ise Öncelikle Azerbaycan ile Türkiyenin daha sonrasında ise tüm Türk Devletlerinin birleşmesi idi.
O bu güzel hedeflerinden ilkini gerçekleştirme başarısı gösterir iken muhakkak ki diğer ideolojilerini de ileride gerçekleştirilmek üzere biz Türk Gençlerine bırakmıştı. Elbette ki emanetinin esareti ile yaşıyacağız. Ve bu emanetini bir gün mutlaka hakikat yapacağız.
“Men Atatürk’ün Esgeriyem”
Elçibey’in en önemli özellkilerinden biride onda olan büyük Atatürk sevgisidir. Öyledir ki Atatürk hakkında ve Atatürk tarafından yazılmış tüm eserleri okumuştur. Ünlü Bakü mitinginde sağ elini havaya kaldırarak “Men Atatürk’ün Esgeriyem” diyerek hitap ettiği kitleyi çoşturmuş ve kendisinde olan Atatürk sevgisini en güzel şekli ile ifade etmiştir.
Yine onda olan Atatürk sevgisine görmek için KGB tarafından maruz kaldığı bir işkenceden duyduğu acıyı şu şekilde belirtmiştir kardeşine.
“Çok işkence gördüm, çok çektirdiler hiç birisine yanmamda, bir Atatürk rozetim vardı yakamda onu aldılar ya elimden hala için yanar.”
Melankolik ve sevecen bakışlarında her Türk gencinin yüreğini ısıtan ve her gence bir ufuk çizen unutulmaz bir liderdi. Kendi adıma belirtmem gerek ise kendi dönemimde gördüğüm ve bir çok otorite tarafından da onaylandığı üzere son yılların en büyük Türk devlet adamı idi. Görüşlerinin hiç birinde yanılmamıştı. Görüşleri büyük bir ülkünün vazgeçilmez bir parçı olsada her zaman sukunet ile diğmalar vuku bularak sistemli bir şekilde gerçeleşebilecek düşüncelerdi.
Onun yüce ideallerine bağlı kalmaya and içmiş biz gençler onun izinden gitmeyi ve ideallerini hakikat yapmayı bir namus borcu bilip; ideallerini tahakkuk ettirmek için var gücümüzle çalışamaya, önümüzdeki engellerden ve sorunlardan yakınmadan hedefe ulaşmaya ve başarımıza inanıyor ve bu başarı için mücadele ediyoruz.
O Bize Hiç Darılmamıştı
Türk dünyasının ve özellikle Azerbaycan ile Türkiye’nin birleşmesi konusunda gösterdiği tüm çabalara rağmen Türkiye nin ona kayıtsız kalması onu hiç bir zaman öz kardeşlerine karşı bir darılmaya itmedi. Hatta öyle ki Ermeniler Karabağ’ı işgal ettiğinde Türkiye’den yardım istediğinde dönemin Cumhurbaşkanı olacak zatın şu yobazlık ve ümmetcilikle dolu olan “Onlar şii biz sünniyiz, gitsin İran’dan yardım istesinler” gibi gayet terbiyesiz ve küstah cevabına bile darılmamıştı. Çünkü bu sözleri sarfeden kişinin Türk milletini temsil etmediğini çok iyi bilmekte idi.
O’nun Azerbaycan ve Türkiye birleşmesi için sarfettiği çabalar ve söylemler ancak vizyonu geniş bir liderin ön görebileceği fikirlerdi. Malesef aynı dönemlerde bir Elçibey in daha bulunamamış olması geniş vizyonunun tam anlaşılamaması ve bazıları tarafından hep yanlış anlaşılmasına sebep olmuştu.
Darbeden sonra döndüğü Keleki kasabasında sonu bir çok cefakar Türk liderinin ve kahramanın olduğu gibi yokluklar içerisinde geçti. Azerbaycan gibi petrol zengini bir ülkenin eski Cumhurbaşkanı Keleki’deki evinde büyük yoklular içerisinde yaşamakta idi. Bu yokluklar ileride onun hayatına malolacak bir çok hastalığında başlangıcı olacaktı.
Prostat tümörü ve sağlıksız beslenmeye dayalı olarak metabolizma sorunları nedeni ile önce Ankara Hastanesine arkasından da hastalığının ilerlemesi nedeni ile GATA ya kaldırıldı. GATA da kaldığı sürece durumu düzelmişti fakat nefes darlığı, akciğer sorunları ve prostat kanseri belasına dayanması yıllardır zorluklarla mücadele eden Elçibey için çok daha zordu. Ve o gün yani bundan 5 yıl önce 22 Ağustos 1990 da hayata gözlerini yumdu. Tarih vizyonu geniş son Türk liderinide bir ulusun bağrını yakarak böyle almıştı elinden.
Ölümünden sonra Bakü’deki mütevazi evini ziyarete gidenler, derme çatma eşyaların yanında sahip olduğu tek lacivert takım elbiseyide buldurlar, üzerinden hiç çıkarılmayan Atatürk rozeti ile birlikte.
İşte vizyonu geniş, halkının seçtiği ve illebeten adı saygıyla anılacak bir lider. Hayatı hep zorluklarla ve yoklukla geçmiş bir lider. Davasına inanmış ve bu inancından asla vazgeçmemiş bir lider, yokluklara göğüş germiş ve yoklukların getireceği doyumsuz bir tada sahip olan bağımsızlığı ve zaferi tatma büyüklüğüne nail olmuş bir lider.
Uçmağa varışının 5. yılında saygı ve özlemle anıyoruz. Ruhun şad, kefenin Bozkurt sancağı, bulağın Orkun ırmağı, durağın Türk uçmağı ve mekanın Tanrıdağı olsun...Türk budunun kahraman evladı...