Ercişli Emrah (GÜLCE-BULUŞMA)
-I-
Hasretin bağrına vurur efkârım,
Bir cefaya yüz bin cefa sıralar.
Şu yalan dünyada sevgidir varım,
Gönül kan doğurur canı yaralar.
Zülüfler mor sümbül kaşı karalım,
Turnalara dargın giden maralım,
Sen kaygısız ben hicranda kralım,
Çekilmiyor sensiz sensiz buralar.
Dinle leyli dinle yanar avazım,
Dağların göğsüne yağan alazım,
Ömür minderinde yenilen yazım,
Hazan derbendine kapı aralar.
‘‘Gine bahar oldu, coştu üreğim
Ahar boz bulanıh selli dereler
Sıla derdi, vatan derdi, yar derdi
İflâh etmez bu dert meni, paralar
İtibar olmazmış üze gülene
Canım kurban olsun kadir bilene
Kefen yetişmezmiş garip ölene
Belki yârin çevresine saralar
Hayal oldu Âşık Emrah halları
Deyin yâre gözlemesin yolları
Herkesin sevdiği geyer alları
Ko benim sevdiğim geysin karalar’’
Diyen Emrah;
Başı boz dumanlı sevda dağı,
Akıp durulmayan gam ırmağıdır.
Dermanı turna kanadında, dert küpü,
Sar ha sar bitmez çile yumağıdır.
Ömrüne hediye, yeşil sarıklı Pir’den
Yeşil fincan içinde üç kadeh bade,
Toy delikanlı iken kılar aşka şehzade.
Sevdalısı, Pir’in çark-ı çemberinden geçen
Selbi Han, Selbihan, Selvican, Selbinaz
Selvi, Selbi, Servinaz, Salmınaz…
Erciş Beyi Miloğlu veya
Erciş Kalesi Başbuğu Miroğlu Ahmet Beyin kızı.
Emrah, Miroğlu’nun şairi Âşık Ahmet’in oğlu.
Âşık Ahmet, Öksüz Âşık veya Öksüz Âşık Ahmet
Tiflisli, Genceli, Karavuy dağı eteğinde Kurtçu köylü.
Gelip yerleşir Erciş’e,
Ya da yeni Erciş eski Ergans köyünden.
Anlatımlar böyle der: Karakoyunlu Türkü.
Tiflis Hâkimi Kuğu Han tarafından
Başının vurulması için cellâda teslim edildiği zaman,
Türklüğün ezeli gururunu duyarak,
Mert bir eda ile
Bir şiirle seslenir şöyle:
‘‘Man Emrah diyeller Karakoyunnu
Namertler içinde yiğit oyunnu
Kaz kimi pısmanıh erkek boyunnu
Biz Türkük Türklükten dermanımız var’’
Yaşamı için genel kanı on yedinci yüzyıl,
Doğumu; bir ihtimal 1585 yılı civarı.
Şiirlerinin bir bölümüyle örülmüş,
Bir halk hikâyesinde gizli, değişik değişik varyant,
Hikâyelerin sayesinde gün ışığına çıkmış bir hayat.
Âşıklar içinde badeli âşık,
Derd-i yâri ile bir bağrı yanık.
‘‘Seherde uyanmış gözleri mahmur
Dedim serhoş musun söyledi yoh yoh
Ağ elleri boğum boğum hınalı
Dedim bayram mıdır söyledi yoh yoh
Dedim inci nedir dedi dişimdir
Dedim kalem nedir dedi kaşımdır
Dedim on beş nedir dedi yaşımdır
Dedim daha var mı söyledi yoh yoh
Dedim duman nedir dedi aynımda
Dedim zulum nedir dedi boynumda
Dedim gül memeler dedi koynumda
Dedim ver ağzıma söyledi yoh yoh
Dedim pişen nedir dedi zulumdur
Dedim zulum nedir dedi ölümdür
Dedim Emrah nedir dedi kulumdur
Dedim satar mısın söyledi yoh yoh’’
Doğu Anadolu’da,
Orta Asya’dan Batı Asya’ya,
Tıpkı Köroğlu kolları gibi severek anlatılıp,
Hoşnutlukla dinlenir.
Ve hayatıyla özdeşleşen
Emrah ile Selbihan hikâyesinin
Erciş, Erzurum, Gaziantep, Revan,
Sivas, Çankırı, Azerbaycan
Sayat ile Hemra ve Hurlukga Hemra
Adlarıyla Türkmenistan anlatımları.
Adları bazen değişik olsa da kahramanların
Sebep oldukları olaylar benzerlik gösterir.
Bir Azerbaycan anlatımında şöyle seslenir:
‘‘Bir seferim düşdi garip illere
Kal Salmınaz gözi yaşlı kal indi
Ah çeküben bahacaksan yollara
Kal Salmınaz gözi yaşlı kal indi
Men bilirem hansı dağda lâlesen
Güli koydun hemrah oldun âlesen
Koymanam ki gözi yaşlı kalasan
Kal Salmınaz gözi yaşlı kal indi
Gice gündüz hasretinden ölürem
Guvas olub deryalara dalıram
Vade koydım yedi ıla gelürem
Kal Salmınaz gözi yaşlı kal indi
Arılıkda kızıl gülden arısan
Hak da bilir bizim bagça barısan
Yüz ıl kalsan Han Hemrah’ın yarısan
Kal Salmınaz gözi yaşlı kal indi’’
Âşıkların dilinde,
Sazlarının telinde, nesilden nesle, dilden dile
Değişik varyantlarla anlatıla gelen,
Sevilen bir halk hikâyemizin kahramanı.
Bir tanesini özetleyelim biz,
Hepsini dinledik sayın siz.
İsfahan şahıdır Şeyhoğlu Abbas,
Kırk aşığı vardır usta mı usta.
Âşıklar başıdır ol Âşık Abbas,
Yarışamaz kimse hiçbir hususta.
Hep aynı yerlerde çalıp söylemekten,
Aynı kişilerle karşılaşmaktan usanmıştır âşıklar.
Başka yerlerde de çalıp söylemek, atışmak için,
Altı aylık izin isterler Şah Abbas’tan.
İlk durak, zengin bir il olan Gence’dir.
Gence Hanı Kara Vezir’in huzuruna varıp,
Şah Abbas’ın fermanını gösterip,
Hasım isterler; olmazsa kırk bin tümen pul.
Tellallar çıkarılıp, yüz âşık toplanır sabaha dek.
Mat olmayacaklardır, yoksa zindandır yerleri,
Öyle söyler Han Vezirleri.
Zindana razı olmayan terk eder birer birer sarayı
Kimse kalmayınca buldurur Âşık Ahmet’i,
Kara Vezir arayı arayı.
Gence yakınlarında bir köyde oturan Âşık Ahmet,
Bir rüya görmüştür o gün;
Karısı yorumlar: Ya ceza ya sürgün.
O esnada kapı çalınır, Âşık Ahmet alınır,
Kırk âşığın faslını dinler,
Onlarla baş edemeyeceğini anlar.
Evine döner hanımı dinler, yıldızı söner.
Altı yaşındaki oğulları Emrah’la kaçarlar gece,
Perim perişan yol sürerler günlerce.
Sonunda, üç yüz elli hanelik Erciş köyü,
Açar sinesini bir ana gibi basar bağrına.
Köyün beyi Miloğlu Ahmet Bey’dir,
Misafirperverdir.
Âşık Ahmet’e bir ev verir, âşığı bilir.
Zaman geçer Emrah bulur on dördü
Bir gün babasıyla âşıklar meclisine gider,
Miloğlu babasıyla çalmasını söyler.
Emrah toydur henüz, bilmez çalmayı,
Koparır telleri bir bir.
Kızar babası, bir tokat indirir.
Kan boşanır burnundan;
Terk eder meclisi, kurtulmak için kanından.
Köy dışındaki çeşmeye varır,
Dua eder, Yaradan’a yalvarır.
Gelip Hazreti Pir bade verince,
Üç kadeh doluyu içer peş peşe.
Son badede Selbi Han’ı görünce,
Âşık olup o an düşer ateşe.
Badeler Emrah’ı koparır ferden,
Sevdanın nişanı böyle vurulur,
Selbi Han da geçer çark-ı çemberden,
O da âşık olup yanar kavrulur.
Ağzı yeşil köpüklü, bayılır Emrah.
Babası böyle görünce âşık olduğunu anlar.
Sazın sesiyle ayılır Emrah,
Babasına, Miloğlu’nun meclisinde
Karşılaşmalarını söyler, kalemi kırar Emrah
Toplanır bütün ahali, sorar Emrah:
‘‘Hayat bağlarında üzüm yiyende
Söyle babam söyle tadı nicedir
Üç yüz altmış dallı ağaç diyende
Bil babam ağacın adı nicedir
………………………………’’
Der derde cevap gelmez hiçbir soruya,
Âşık Ahmet Töreye uyar,
Sazını oğlunun önüne koyar.
Emrah kalkar el öper;
Sıra babasına gelince önce şöyle der:
‘‘Oğul benim Emrah benim
Şol saçları gümrah benim
Bir Leyla’nın mecnunuyum
Sevap onun günah benim’’
Miloğlu’nun isteğiyle konağa yerleşir Emrah.
Selbi Han, sevgisini açamaz,
Cariyesi Nazlı’dan başkasına;
Onunla dertleşir onunla konuşur sadece.
Bir gün, ilk kez görüşürler pencereden,
Bir nebze, kurtulurlar cendereden.
Aracı olur Nazlı, görüştürmek için bahçede.
Kızlar çıkarken kafesten
Düşürür birisi o sırada kasten;
Selbi Han’ın başındaki menekşeleri
Emrah şöyle der o zaman:
‘‘Ellerin kırılsın hey naşi hoyrat
Sana kimler dedi boz menevşeyi
O nazik elinnen dermiş devşirmiş
Al yanah üstüne düz menevşeyi
Menevşe derede sümbül burçtadır
Kasapların gözü dâim koçtadır
Gözel sever diye yiğit suçtadır
Bahar geçer koklar güz menevşeyi
Nice Süleymanlar tahta yerişti
Tahta yerişmedi bahta yerişti
Emrah da bir kötü vahta yerişti
Daha koklar mıyız biz menevşeyi’’
Emrah’ın sözünden alınır kızlar,
Selbi Han gücenir döner yüzünü.
Aşığın yüreği derinden sızlar,
Gönül almak için söyler sözünü:
‘‘Bir nazenin bana gel gel eyledi
Varmasam incinir varsam incinir
O nazik elinnen ince belinnen
Sarmasam incinir sarsam incinir
Gine görünüyor yârın elleri
Başımızda esen sevdâ yelleri
Yarın bahçasından gonca gülleri
Dermesem incinir dersem incinir’’
*
Yer, Şah Abbas’ın Meclisi
Âşıklar faslında, Vezirlerden birisi:
‘‘Van kalesini şimdiye kadar alamadı kimse.’’
Diye, yapar yarenlik.
Şah vezire alıp alamayacağını sorar,
‘‘Alamazsın’’ der, öne çıkar benlik.
İddia üzerine kuşatılır Van kalesi,
Teslim olmaz, kurtarır bir ninenin hilesi.
Şah Abbas dön emri verir;
Lakin dönüş esnasında yapılır talan,
Viran bahçeler, viran yurtlardır geriye kalan.
Erciş de nasibini alır ve Miloğlu’nun bahçesi,
Gergef işleyen Selbi Han’la Nazlı’nın,
Gönül okşar balaban bakışları…
Kaçırılır iki askerce yetim kalır bohçası.
Emrah duyunca gelir, ne görsün;
Gergefi savrulmuş, dağılmış nakışları.
Ağır bir acı düşer yüreğinin tam ortasına ve:
‘‘Yüz bin mihnet ile bir bağ yetirdim
Yemedim meyvesin el aldı gitti
Ağlar gözyaşımı Ceyhun eyledim
Çalhandı dünyayı sel aldı gitti
Yüz bin dert çekmişem bin daha gerek
Çok ömür ister ki bir daha görek
Yârim elden aldı o zalım felek
Hoyrat dost bağınnan gül aldı gitti’’
Der ve anasından babasından izin alıp,
Selbisini bulmak için düşer yollara.
*
Şah Abbas,
Yağma haberini duyunca biner küplere,
Hesap sorar yağmacı askerlere.
Hele ki kızların kaçırıldığını duyunca,
Vurdurur başlarını iki askerin,
Cilvesine bakın kaderin…
Yolları Sahat Çukuru’na düşer,
Misafir olurlar Yakup Han’a.
Türlü türlü yemekler pişer,
Yapılan izzet ikram hoşuna gider Şah’ın;
Vezir yapmak için Yakup Han’ı alır yanına.
Yol boyunca,
Selbi Han’ın güzelliği büyüler Şah’ı
Evlenmek istediğini söyler, karardır bahtı.
Güzeller güzeli nedir günahın,
Kader alnımıza yazıla gelir.
Sevda diyarında zülfü siyahın,
Sağ iken mezarı kazıla gelir.
Selbi Han, kabul eder çaresiz,
Ama bir şartla, amacı zaman kazanmak;
İsfahan’a bir bağ kurulacak,
Meyveye durunca düğünleri olacak.
*
Yola çıkan Emrah, Sahat Çukuru’na ulaşıp,
Yakup Han’ın anasıyla görüşüp, dertleşir,
Selbi Han’ın götürüldüğü yeri öğrenir.
Yakup Han umut olur,
Oğlunun kendisine yardım etmesi için
Yaşlı kadından bir mektup alıp,
Tekrar düşer yollara.
Nihayet ulaşır İsfahan’a
Kurulmuş düğünü yanar Selbi Han,
Uzun zaman oldu ıssızdır yollar.
Gelmez beklediği kanar Selbi Han,
Kuşanıp şalını giyer mi allar.
Yolu düğüne uğrayan Emrah’ın,
Yabancı olduğunu bilen bir âşık, kovar.
Türk olduğunu anlayınca
Sahiplenir Yakup Han, götürür yanına Şah’ın.
Dâd-ı Hak olduğunu öğrenince,
Methiye söylemesini ister Şah.
Bir Türküden sonra
Selbi Han’ın tasvirlerine bakıp bir daha der Emrah:
‘‘Hey ağalar dad gaziler
Dağa kar düştü kar düştü
Uzak yerde yad ölkede
Yada yar düştü yar düştü
Gidin deyin anasına
Gelip bahsın sonasına
Han Selvi'nin sinesine
Bir çüt nar düştü, nar düştü
Emrah der gamdan seslendim
Uca dağlara yaslandım
Zahmet verdim bağ besledim
Bağa har düştü har düştü’’
Sen âşıksın diğeri Şah,
Kızdırırsın alimallah,
Haklısın ya güzel Emrah,
Dile zar düştü zar düştü.
Zar edince, ‘‘cellât’’ der Şah.
Yakup Han’ın gayretiyle tehlikeyi atlatır;
Şah sorar Emrah anlatır:
‘‘…Selbi Han emmimin kızı’’ der,
Sevdiğini vermeyeceklerini sezip yalan söyler.
Yalanım ortaya çıkmasın diye de
Bâd-ı sabâ ile haber gönderir.
Şah Abbas,
‘‘Emmi çocukları ise evlendirsem mi’’ der kendince
Selbi Han’ın konağına varırlar beraberce
‘Emrah neyin olur?’’ diye sorar,
‘‘Emmim oğlu’’ der.
Hak âşıklarını ayıranın onmayacağını bilir
Ama yine de işi yokuşa sürer Şah Abbas
Birkaç zor soru sorar, cevabı alır.
Anlar ki, dâd-ı Hak, evlendirmeye razı olur.
Emrah yedi yıldır ana basını görmemişti,
Düğünlerinin yapılması gereken yer Erciş’ti.
Şah Abbas izin verir;
Ömür boyu yetecek altın ve çeyizle,
Yakup Han’ı yanlarına katıp gönderir.
Erciş’e ulaşan Emrah, hasret giderdikten sonra,
Van’dan iki usta getirtir, köşk hazırlığına başlar.
Selbi Han’ın ana babası ölmüş, iki kardeşi vardır;
Ayırmak isterler iki aşığı.
Selbi Han’ın yanlarına gelmesini isterler;
Gönderir Emrah, Selbi Han itiraz etse de.
Gece olunca, kızları da alıp kaçar iki kardeş.
Ertesi gün duyar Emrah peşlerine düşmek ister,
Bırakmaz babası yalnız, beraber düşerler yola,
Erzurum’da verirler mola.
*
Selbi Han’ı kaçıranlar Gence’ye varır,
Gence Hanı Kara Vezir oğluna ister Selbi Han’ı.
Selbi Han çaresiz, yine şart koşar:
Çeyiz halısını kendi dokuyacak,
Yedi yılda bitecek…
Nazlı, yarı insan yarı keklik
Tasvirlerinin yapılmasını ister,
Kara Vezir derhal yaptırıp,
Astırır bahçe kapısına,
Beklenir gece gündüz.
*
Baba oğul dağlar aşıp çöl geçer,
Erzurum’dan sonra Halep’e varır.
Bahçeler içinden bir bahçe seçer,
Tutup dallarından meyve koparır.
Meğer girdikleri bahçe Pir elinden bade içen,
İçerken Emrah’ı seçen,
Ve bir bahçe dikip, adını Veran Bağları koyan,
Meyveye durduğunda Emrah’ın geleceğini bilen
Güzeller güzeli Selâtin Peri’nin bahçesidir.
Selâtin Peri Emrah’ı tanır, sarılır.
Emrah iter kızı…
Kız elini tutması söyler,
Tutunca aklı başından gider,
Düşüp bayılır,
Bir müddet sonra ayılır, şöyle der:
‘‘Bağrıma od saldın Salâtın Peri
Bu ne ataş sen de cana düşüptür
Üç yüz altmış altı damarım yandı
Yüz kırh altı istikbala düşüptür
Peri ne düşmüşsün canım kasdına
Heç adam kıyar mı candan dostuna
Buhak singirlenmiş sine üstüne
Gerdanda muyların yana düşüptür
Sersem oldum serde yohdur ahıllar
Dedim gidem yara koymaz pahılar
Dört kitabı ezber eder ohullar
Menim ismim bir figana düşüptür
Hasretle bişmiştir ezel aşımız
Hak ne yazmış ise görür başımız
Emrah der ki müşgül oldu işimiz
Yazık yolum bu virana düşüptür’’
Deli gönlüm dertli gönlüm vay gönlüm,
Yüce dağlar derin çöller aşmıştır.
Yaşayıp da aşkı bilmez, hay gönlüm,
Benim aklım bu sevdaya şaşmıştır.
*
Emrah’la babası izin alıp Selâtin Peri’den,
Düşer tekrar yollara.
Dağlar ovalar geçerler,
Kâh susuz kalıp, kâh soğuk sular içerler.
Bir zaman sonra ulaşırlar Selbi Han’ın bulunduğu şehre
Âşık Ahmet bir gün
Selbi Han ile Nazlı’nın tasvirlerinin
Kapısında asılı olduğu bahçeyi görür,
Uykuda olan oğluna şöyle haber verir:
‘‘Ne yatarsın hab-ı nazda
Selbi Han bağdadır bağda
Geşlik vardır senin çağda
Selbi Han bağdadır bağda
…………………………..’’
Emrah uyanıp sorduğunda gayri ihtiyari
Babası, gördüklerini anlatır;
Duramaz, tekrar gider bahçeye.
Kızlar yakalar ve dövmeye başlarlar ihtiyarı.
Feryadını Selbi Han duyar ve tanır,
Nazlıyı gönderip kurtarır.
Kızlar dışarıdan Emrah’ı bulup getirirler;
Saç sakal birbirine girmiştir…
Kavuşurlar, konuşurlar, koklaşırlar…
Bu arada Kara Vezir’in oğlu bahçeye gelir,
İkisini görünce babasına haber verir.
Yakalarlar Emrah’ı, sorgularlar;
Kara Vezir’e başında geçenleri anlatır;
‘‘Şah Abbas’a sorun’’ der.
İnandıramaz, cellâtlara verilip atılır zindana;
Ölüm yaklaşmıştır ona.
Haberciler gönderilir Şah Abbas’a.
Ama habercilere güvenmeyen Âşık Ahmet
Durumu bildirmek için yol tutar İsfahan’a.
Uzun bir yolculuk, ağır bir zahmet;
Şahın huzuruna çıkıp anlatır durumu.
Yakup Han yola çıkarılır derhal,
Yedi küheylan çatlatır Gence’ye kadar.
Emrah’ı kurtarıp Kara Vezir’in başını vurdurur,
Dönerler İsfahan’a.
Annesi de getirtilip Erciş’ten tez,
Önce Selbi Han sonra da Selâtin Peri ile
Düğünleri yapılır;
Kader gülmüştür bu kez.
Gönül sarayını gülle süslemek,
Yaradan’ın kula vergisindendir.
Bir kafeste iki keklik beslemek,
Olsa olsa halkın sevgisindendir.
Hayatıyla ilişkilendirilen hikâyeler,
Nasıl ki, çeşitlilik gösterir;
Ölüm yeri ve tarihi bilinmemekle beraber,
Mezarının yeri de çeşitlilik gösterir:
Çelebibağ köyü, Erciş kalesi, Köşklü bağ…
Çözülmeyen bilmece.
Son yapılan bilimsel çalışmalar…
Henüz, yok ortada netice.
-II-
Hakkında çok sayıda araştırma yapılan,
Şiirleri, Erzurumlu Emrah’a mal edilen,
Ercişli Emrah’ın varlığı
Ancak son zamanların araştırmacıları tarafından
Ortaya çıkarılmış, çok sayıda şiiri tespit edilmiş.
Dili duru bir Türkçe,
On birli ve sekizli hece ölçüsü;
Koşma ve semai türünde eserler,
Az sayıda destan.
Adını mahlas olarak kullanan Emrah’ın
Han Emrah, Âşık Emrah, Sefil Emrah,
Kul Emrah, Dertli Emrah, Emrahî
Gibi mahlasları vardır.
Halkın gönül telinde
Gerçek bir halk ozanı,
Gerçek bir Hak aşığıdır.
‘‘Sallana sallana gelen sevdiğim
Söyle narın ellim kimin yarısan
Kız senin üzünnen yamandır halım
Söyle dudu dillim kimin yarısan
Göldeki kaz kimi gösgü nakışlım
Ağ gerdanı mizk ü anber kokuşlum
Huri misal üzlüm ahu bakışlım
Söyle ince bellim kimin yarısan
Ovanda yayılır koyunnan kuzu
Yerin çiçegisen gögün yıldızı
Emrah bir köledir sen bir beg kızı
Söyle sırma tellim kimin yarısan’’
Bade içen kâse kâse,
Sevdasını beler gelir.
Emrah gibi sever ise,
Dağı taşı eler gelir.
‘‘Bir yigit gurbete gitse
Gör başına neler gelir
Sılası hatıra düşse
Yaş gözüne dolar gelir
Bağrıma basayım taşlar
Didemden ahıttım yaşlar
Yuvasın terk eden kuşlar
Yuvam der de döner gelir
Emrah eyder selbi boyun
Huri melek midir soyun
Sürüden ayrılan koyun
Kuzum der de meler gelir’’
Bir anlatımda,
İlk karşılaşmalarında, Şah Abbas:
‘‘Sahat Çukuru’nu anlat’’ der,
Emrah anlatır, bir destanla şöyle söyler:
‘‘Emret Şah’ım emret methin edeyim
Sahat Çukuru’nun mamur bağları
Her seher bülbüller çığrışır öter
Ala karlı gök çimenni dağları
Divanda durmuşam kollarım bağlı
Bu aşkın elinnen ciğerim dağlı
Uca pencereli kümbet otağlı
Sedirde oturur ağa begleri
Onnar ekincidir çeltik ekerler
Yük tutuban şehirlere tökerler
Yarana yoldaşa honça çekerler
Çini zer kaplarda ballı yağları
Pek çok olur İravan’ın gözeli
Onnar sever birbirini ezeli
Tuğlu külhan altı altın nizeli
Meydanda atlıdır zor koçahları
Dünyaya vahtında gelmedi Emrah
Felek’in elinden gülmedi Emrah
Dertli çok olduğun bilmedi Emrah
Bir men değil sade Yağıp ağları’’
Vuslatî gönlünü Gülce’ye verdi,
Türkçe konusunda aynı taraftan.
Ses bayrağımıza bayraktar dedi,
Bahsetti birazcık Âşık Emrah’tan.
Osman Öcal