Gönderen Konu: Ses Bayrağımızın Bayraktarları- Ozanlarımız-Aşıklarımız  (Okunma sayısı 26773 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Üçoklu Börü Kam

  • Otağ Yöneticisi
  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 2238
Bu paylaşımda Türkçemizin korunmasında büyük emekleri olan, şiirlerini Türkçe ile yazıp söyleyen, geçmişten günümüze ozanlarımızın, aşıklarımızın, şairlerimizin hayat hikayelerini almaya çalışacağım.


Ayrıca herbirinin bir manevi yaşamı var ki, çalışmlarımda geçen bazı mezhem, tarikat isimleri vs. yanlış anlamaya meydan vermesin isterim. Değerli kandaşlarım, bizim açımızdan önemli olan SES BAYRAĞIMIZA BAYRAKTARLIK YAPMIŞ OLMALARIDIR.

Osman Öcal

Devletimizin ve cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Başbuğ Atatürk :
"Cumhuriyet sizden “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” nesiller ister." diyerek Türk gençlerini her türlü bağnazlık ve yobazlığa karşı uyarmıştır.
Yobazlık sadece insanları kendi çıkarları doğrultusunda dine( çarpık ve sahte kişisel çıkar düzeni demek daha doğru olur) teşvik etmek değildir. İnsanların inanış, düşünüş ve yaşayış biçimlerine (buna da dindarlık demek daha doğru olacaktır.) müdahelede bulunmak da yobazlıktır.

Bu otağda yer alan herkes (ve bundan sonra yer alamak isteyenler de) Türkçülüğü Türk Milletinin değerlerine karşı açılmış bir savaş gibi anlamayacak, anlatmayacak, algılamayacaktır.
Bizim Türkçülükte ki yegane esin kaynağımız ve fikrilerimizin önder ve rehberi  Başbuğ Atatürk ve Uluğ Bilge Atsız Ata'dır.
Türkçülüğü;
Türk Milletinin inançlarına sövüp saymaktan; (eleştiriye bir sözümüz yok)
Osmalıya sövmek ve reddetmekten; (eleştiriye bir sözümüz yok)
Bir siyasi partiye (MHP'ye) ve sövmekten; (eleştiriye bir sözümüz yok)
İbaret gören herkesi Türkçülük dairesi dışında görmekle kalmayıp; bu eylemlerin faillerini şayet cahilliklerinden değilse -ki bu cahilleri yönlendiren birilerinin olduğundan eminiz- düpedüz etki ajanlığı yapmak, Türkçülüğü dezenforme ve manipule ederek Türk Milletinin nazarında sevimsiz kılmaya çalışmak olarak sıfatlandıracağımız ihanetçiler olarak değerlendirmekteyiz.

Bu satırları yazmaktaki kastım; bir eğitimci, şair, dilci (Türkçeci) ve bunların hepsinden de öte katışıksız bir Türk ve Türk Milliyetçisi, olduğundan zerre şüphe duymadığım sayın Osman Öcal Beğ'in:
Alıntı
Ayrıca herbirinin bir manevi yaşamı var ki, çalışmlarımda geçen bazı mezhep, tarikat isimleri vs. yanlış anlamaya meydan vermesin isterim.
İfadeleridir.
Bu ifadeler bir tereddütün, yanlış anlaşılma endişesinin, daha önceleri birileri tarafından Türkçülüğün dışına itilmeye ve suçlanmaya maruz kalmanın yürek yangısı ve geçmişin sıkıntılarını bir daha yaşamak istememe temkinine dayalı tedirginliğidir.
Yeter artık! Ayıptır, günahtır.
Şayet bu satırları okuyanların damarında zerre Türk kanı varsa ve yüreğinde Türklüğe dair en küçük bir kıpırtı duyuyorsa lüften, Tanrı aşkına, yaptıklarına  Türkçülük adını takarak Türk milletinin değrlerini aşağılamaktan, Türkçülüğü sevimsiz ve öcü gibi göstermekten vazgeçsin, yapanları da vazgeçirtsin!!!

Sayın Osman Öcal Beğ,
Siz gönlünüzü ferah tutun ve bizlerle paylaşmak lütfunda bulunduğunuz kıymetli yapıtlarınızı dilediğinizce ifade edin.
Bu otağda yer alan Gökbörüler;
"Cumhuriyet sizden “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” nesiller ister."
diyen Başbuğ Atatürk'ün ve Uluğ Bilge Atsız Ata'nın yolundan ve izinden bir milim dahi sapmayacak, Türklüğün bütün değerlerini baştacı edinmiş Türkçülerdir.
Engin paylaşımlarınızı büyük bir beğeniyle okuyoruz sayın Osman Öcal Beğ.
Elinize, kaleminize ve yüreğinize sağlık!

Sağlık ve esenlik dileklerimle...

TTK.

Türk Soyunun Gizli Gücüne İNAN ve GÜVEN!

Çevrimdışı o.öcal

  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 556
  • TANRI DAĞINDA, UÇMAĞA VARDI...
Alıntı
''Bu ifadeler bir tereddütün, yanlış anlaşılma endişesinin, daha önceleri birileri tarafından Türkçülüğün dışına itilmeye ve suçlanmaya maruz kalmanın yürek yangısı ve geçmişin sıkıntılarını bir daha yaşamak istememe temkinine dayalı tedirginliğidir.''

Teşekkürler Üçoklu Börü Kam Beg. Evet bu durumu iki kez yaşadım malesef. Ne gariptir ki adımın Osman olması bile rahatsızlık vermiş olacak ki itiraz edildi. Bu itiraz paylaşımının altında site tarafından konulmuş Osman Batur'un resmi ve ismi bulunmasına rağmen. Tahminim öyleki bu tür paylaşımcı kardeşlerimiz henüz çok çok gençler ve olgunlaşmamışlar henüz. Yetmişli yılları hatırlıyorum da ne kadar hareketliydik. Adeta deli kurşun gibiydik. Olayları tam anlamadan, sorgulamadan eserdik deli rüzgar gibi.

Bir not: Türk milleti tarih boyunca hiç bir zaman ateist olmamıştır. Manevi yönden hep dolu olmuştur, Şaman olarak, Budist olarak, Müslüman olarak, Hıristiyan olarak. Bizi bir araya getiren hiçbir dine mensup değil iken de var olan kimliğimizdir. Bu kimliği sahiplenirken aynı kimlik altında ama farklı inançları olan insanları dışlamak Türk birliğine zarardan başka bişey değildir. Tüm Türkçüler olarak bunun bilincinde olmalıyız. Amaç, Romanya'daki, Gagauzya'daki, Turuva'daki, Altayda'ki Türkle Doğu Türkistandaki Türkü birlikte düşünmeye, birlikte hareket etmeye sevketmek ise kimsenin inancıyla alay etmeden, hor görmeden bu davaya sarılmalıyız. Yoksa ortaya ateist bir Türk gençliği çıkar ki benim görüşümce çok tehlikelidir.

Sizin tesbitleriniz çok yerinde tesbitler. Tekrar teşekkürlerimi gönderiyorum. Esen kalınız.

UÇMAĞA VARDI..!
TANRI DAĞINDA...
ATSIZ ATA OTAĞINDA, ULU ATALAR HUZURUNDA DİZ VURMAKTA!

Çevrimdışı o.öcal

  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 556
  • TANRI DAĞINDA, UÇMAĞA VARDI...
Kazak Abdal (GÜLCE-BULUŞMA)
 
 Osmanlı toprağı Romanya eli,   
 Dobruca ozanı Türkmen künyeli,   
 Gerçek adı Ahmet Türkçedir dili,
 Ozanlar içinde bir Kazak Abdal.
 
 Tarihin gizinde kapalı kalan,
 Sayısız değerden birisi olan,
 Her iki yüzyıla namı kaydolan,
 Ozanlar içinde bir Kazak Abdal.
 
 Şiirlerinin dili, bulunduğu cönkler
 Nesilden nesile kalan söylence;
 Muğlâkça yanıt,
 Yaşam öyküsüne sayılan kanıt.
 On altıncı yüzyıl ya da on yedi,
 Deliorman dergâhından Demir baba
 Evlatlık alarak adını verdi.
 Bir bilinmez, geldiler mi yan yana
 El alıp mürit oldu Balım Sultan’a,
 Ozanlar içinde bir Kazak Abdal.
 
 Nerede ne için sade söylence,
 Gönül fırtınası yağıp esince,
 Alır mahlasını sakal kesince,
 Ozanlar içinde bir Kazak Abdal.
 
 Denizli Sarayköy köyü Uyanık,   
 Türbesi ayakta dergâhı sanık,
 Bakımsız haline görenler tanık,
 Ozanlar içinde bir Kazak Abdal.
 
 Hece hece, mısra mısra,
 Şiir şiir belli mihengi,
 Ali’ye sevdalı, var m’ola dengi.
 Bektaşi şairi, şahidi kendi
 Ozanlar içinde bir Kazak Abdal.
 
 ‘‘Benim pirim Hacı Bektaş Veli'dir
 Pirim piri Şahımerdan Ali'dir
 Seyyit Ali Sulta’nın kendisidir
 Mürsel Baba oğlu Sultan Balımdır
 
 Erenlerin lokmasından yer isen
 Gerçek imamların aslı der isen
 Dinle pendi sana derim er isen
 Mürsel Baba oğlu Sultan Balımdır
 
 Arslan gibi apıl apıl yürüyen
 Kendi özün Hak sırrına bürüyen
 Kepeneğin yanı sıra yürüyen
 Mürsel Baba oğlu Sultan Balımdır
 
 Mümin olan lokmasını yedirir
 Her sözleri rumuz ile bildirir
 Gümansız bil anı gerçek velidir
 Mürsel Baba oğlu Sultan Balımdır
 
 Kızıl Deli ocağında uyanan
 Baştanbaşa yeşillere boyanan
 Varıp pirin eşiğine dayanan
 Mürsel Baba oğlu Sultan Balımdır
 
 Mekân tutmuş Hanbağı’nda bucağın
 Bulutlara ağıp tutan sancağın
 Uyandırdı pirimizin ocağın
 Mürsel Baba oğlu Sultan Balımdır
 
 Kazak Abdal der rivayet eyledim
 Üç yüz altmış er ziyaret eyledim
 Bu da söz başı hikayet eyledim
 Mürsel Baba oğlu Sultan Balımdır’’
 
 Güldürücü dili alay ustası,
 Verdiği mesajı gönül aynası,
 Giyinmiş eynine abdal hırkası,
 Ozanlar içinde bir Kazak Abdal.
 
 Günümüz ulaşan az sayıda şiir,
 Özgün bir söyleyiş, özgün bir buluş;
 Yazında değişik bir ses,
 Çağını aşan tutum köklü direniş.
 Belli bir toplumsal düzende
 Yaratılan insana ödün vermedi,
 Kime sataşmadı, kimi yermedi;
 Şiirleri güncel rahat okunur,
 Dokunur.
 Ozanlar içinde bir Kazak Abdal.
 
 ‘‘Ormanda büyüyen adam azgını
 Çarşıda pazarda insan beğenmez
 Medrese kaçkını softa bozgunu
 Selam vermeğe dervişan beğenmez.
 
 Âlemi tan eder yanına varsan
 Seni yanıltır bir mesele sorsan
 Bir cim çıkmaz eğer karnını yarsan
 Camiye gelir de erkân beğenmez.
 
 Elin kapısında karavaş olan
 Burnu sümüklü hem gözü yaş olan
 Bayramdan bayrama bir tıraş olan
 Berber dükkânında oğlan beğenmez.
 
 Dağlarda bayırda gezen bir yörük
 Kim tımarlı sipah kimi ser-bölük
 Bir elife dili dönmeyen hödük
 Şehristana gelir ezan beğenmez.
 
 Yaz olunca yayla yayla göçenler
 Topuz korkusundan şardan kaçanlar
 Meşe yaprağını kıyıp içenler
 Rumeli bohçası duhân beğenmez
 
 Bir çubuğu vardır gayet küçücek
 Zum-ı fâsidince keyif sürecek
 Kırık çanağı yok ayran içecek
 Kahvede fağfuri fincan beğenmez.
 
 Aslında neslinde giymemiş hâre
 İş gelmez elinden gitmez bir kâre
 Sandığı gömleksiz duran mekkâre
 Bedestene gelir kaftan beğenmez.
 
 Kazak Abdal söyler bu türlü sözü
 Yoğurt ayran ile hallolmuş özü
 Köyden şehre gelen bir köylü kızı
 İnci yakut ister mercan beğenmez’’
 
 Zaman olur dili sert,
 Mazlumun canına ot tıkayanlara
 Söyler de;
 Kimi küfürlü bilir, kimisi mert.
 Değişik kaynaklarda az farklı olan bir şiir,
 Bilene bir dert bilmeyene bir dert.
 
 ‘‘Eşeği saldım çayıra
 Otlayıp karnın doyura
 Düşü görüp de hayıra
 Yoranın da avradını
 
 Köyüne sokma bed-huyu
 Yıkar harap eder köyü
 Ölüsüne meyyit suyu
 Koyanın da avradını
 
 Bir müfsidin bir gammazın
 Birisi de var yemezin
 Ölürse meyyit namazın
 Kılanın da avradını
 
 Derince kazın kuyusun
 İnil inil inilesin
 Kefen dikmeye iğnesin
 Verenin de avradını
 
 Dağdan odun getirenin
 Mezarına götürenin
 Iskatına oturanın
 İmamın da avradını
 
 Kazak Abdal ne söyledi
 İşitenler hatm eyledi
 Diyorlarsa kim söyledi
 Soranın da avradını’’
 
 Vuslatî okuyup yazdı böylece,
 Türünün içinde yeni bir Gülce.
 Abdal mahlasıyla ozan var nice,
 Ozanlar içinde bir Kazak Abdal.
 
 Osman Öcal

UÇMAĞA VARDI..!
TANRI DAĞINDA...
ATSIZ ATA OTAĞINDA, ULU ATALAR HUZURUNDA DİZ VURMAKTA!

Çevrimdışı o.öcal

  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 556
  • TANRI DAĞINDA, UÇMAĞA VARDI...
Âşık Garip (GÜLCE-BULUŞMA)

-I-

Gündüzü çiledir gecesi çile,
Benzemez âleme işi Garip’in.
Köz olsa ateşi döndürmez küle,
Akar boz bulanık yaşı Garip’in.

Kartal pençesini açıp yekûnu,
Boğar yüreğini hasret sökünü,
Nice bezirgânın çeker yükünü,
Ayılmaz sevdadan başı Garip’in.

Gariplerin vardır bir Şah Senemi,
Zor limana demir atan bir gemi,
Aşırır dalgalar gönlünde nemi,
Nice yerde mezar taşı Garip’in.

On altıncı yüzyılın ikinci,
On yedinci yüzyılın birinci yarısı;
Yine tarihin acizliği, yine söylencelere,
Hatta hikâyeye dayalı bir şair hayatı…
Şairden öte sazıyla sözüyle,
Hızır’dan bade içen bir Hak aşığı,
Alaz alaz közüyle…
Sevdası kabına sığmayan bir hasret vurgunu.
Doğum yılı, ölümü geçmemiş kayda,
Yok, hakkında somut bilgiler.
Tebriz, Kafkasya, Ortadoğu yaşadığı bölgeler…
Çok sayıda araştırmaya konu olan,
İlgilisi olarak ‘‘Âşık Garip’’ adlı bir opera bestelenen,
Hecenin sekizli on birli kalıplarıyla seslenen,
Yanık yanık Türkü Türkü asırları aşıp gelen,
Söylencelerde yanıp gülen bir âşık…
Şiirlerinde geçer Kars, Halep, Tiflis, Erzurum
Aynı kapıyı çalar, söze düşen her yorum.
Âşık Garip ile Şah Senem biyografik aşk hikâyesine
Konu olan bir hayat Türk yurtlarını tutan;
Türkçe şiirleri, sevda Türküleri tek kaynak;
Sevgi onda, hasret onda, acı gurbet yaşamında bir vatan…

Bir aşk hikâyesi dolaşır dilde,
Haz alır okuyan yaylada çölde,
Murat alır bülbül kırmızı gülde,
Bulunmaz benzeri eşi Garip’in.

Farklı hikâyeler, farklı varyantlar,
Farklı isimler, farklı mekânlar;
Türk yurtlarında farklı anlatılar.
Dilden dile ilden ile günümüze yansıyan
Araştırmacıların ifadesi:
Bir garip hikâyesi.
Asıl adı Resul Maksut diyen de var,
Babasının adı Hoca Ahmet,
Mehmet Sövdekar,
Hoca Maksut diyen de var.
Anası Banu Hatun, Hani olur zaman zaman.
Kız kardeşi Nergiz, Gülcemal, Güllü Han
Ya da Şehriban.
Kardeşi Haydar, doğum yeri Tebriz;
Anadolu’da Azerbaycan’da İran’da
Garip biziz biz Garip’iz…

Babası zengin bir tüccar,
Resul toy delikanlı.
Ölünce, yer mirasını, kalınca naçar;
Hangi işe el atsa kalır elinde.
Bir keramet, bir ekmek arar sazın telinde,
Beceremez…
Bir gün babasının kabri başında uyuya kalır,
Yetişir Hızır:
İçirip aşk badesini gösterir Senemi, Seneme de Garip’i.
Mecnuna döner, anlatamaz derdini;
Bakıp damla damla yaşına,
Anlar ki anası bir hal gelmiş başına.
Sorar, kalmasın ister ne gam ne keder.
Garip sazı alır eline söyle der:

‘‘Qadir haxtan nün bir dilek diledim
Şükür muradımı verdi ah menim
Cüme axşamında, cüme gününde
Erenler yerişti nezergâh menim

Genç yaşımda gördüm dünya qemini
Bu zalim feleyin serencamını
Nûş ettim röyada eşqin camını
Göründü gözüme doğru rah menim

Vaqe ede Resul'e buta verdiler
Doldurup camımı buta verdiler
Tiflis'te Senem'i buta verdiler
İşim oldu zikri illellah menim’’

Sorup sual edip derdi ne ise,
Anası Garip’i açmak istedi.
Senem’i bulmaya koca Tiflis’e,
Garip bülbül olup uçmak istedi.

‘‘Başına döndüyüm gül üzlü anam
Ana men Tiflis'e getmeli oldum
Bir dilberin eşqi düştü serime
Ana men Tiflis'e getmeli oldum

Elime almışam sedefli sazı
Felek yazdı mene bele bir yazı
Yuxumda görmüşem bir ala gözü
Ana men Tiflis'e getmeli oldum

Resul'am ahıma dağlar dayanmaz
Derdim çoxtur menim, kimseler bilmez
Cen ana bu yerler mene el vermez
Bacı men Tiflis'e getmeli oldum’’

Ana yüreği bu,
Biricik oğlunu salmak istemez gurbete.
Gönül ferman dinler mi,
Sazına dokunur Garip:

‘‘Bir aşktır düştü sineme
Sevdadır beni kınama
O Tiflis’te Şah Senem’e
Ana Tiflis diyarında

Kâğıtta gördüm suretin
Tanrı’dan çektim niyetin
Şah Senem’de ol lezzetin
Ana Tiflis diyarında’’

Çaresiz düşerler yola,
Derin kara dala dala,
Gerilerde kalır sıla,
Daha çok sıralı dağlar.

Basar boran yol üzülür,
Haydar ağlar kız büzülür,
Tele nağmeler düzülür,
Yolcuyu yoralı dağlar.

‘‘Vetenimden ettin meni didergin
Cerhin dönsün felek Heyderim ağlar
Bu duman bu çiskin bilmirem nedir
Her terefın necin qaralı dağlar

Göyden enir yere lapa lapa qar
Bacı qardaş ana üzüme baxar
Biz ölsek burada sensen günahkâr
Yarı saldın menden aralı dağlar

Kimimiz var burda bizi dindire
Kimsene yox halim yara bildire
Gorxum budu tufan bizi öldüre
Resul göksü qala yaralı dağlar’’

Yiğit deli yürek olur; sonunda
Bir kervana takılıp Tiflis’e varınca,
Söylenceye göre
Resul sazını sinesine basıp,
Dokunur, bir kadını görünce:

‘‘Başına döndüyüm qurban olduğum
Seher Tiflis dedikleri budu mu
Senem yarım melhem eyler yaraya
Seher Tiflis dedikleri budu mu’’

Kadın bakar ki gariptir bunlar,
Senem’in adını anar;
Nerde eğleşirler…
Yüreği kanar, karşılıklı söyleşirler.

‘‘Geze geze sen de geldin buraya
Eşittiyin seher Tiflis buradır
Senem burda melhem eyler yaraya
Eşittiyin seher Tiflis buradır’’

‘‘Baxça burda bağban burda, bar burda
jjeyva burda alma burda nar burda
Hace adlı bir qohumum var burda
Dedikleri seher Tiflis budu mu’’

‘‘Baxça desen bağban desen var burda
Cana min cür derman desen var burda
İndi bildim oğlan getme qal burda
Eşittiyin seher Tiflis buradır’’

‘‘Resul'am silinmez gönlümün pası
Serimde dolanır eşqin sevdası
Tiflis ehli Şahsenem'in babası
Dedikleri seher Tiflis budu mu’’

‘‘Meryem'em merdlerin qurban seqine
Her axşam Şahsenem çıxar serine
Gorxma oğlan verrem elin eline
Eşittiyin seher Tiflis buradır’’

Kadın ısrarcı olur misafir etmek ister
Ama Deli Mahmut’un Âşıklar kahvesi çeker…
Bir diğer söylencede ise:
Anasını kardeşini bir camiye bırakır,
Canım Hoca’ya rastlar önce,
Misafir etmesi için dil döker:

‘‘Başına döndüğüm gül yüzlü hoca
Canım hoca anam camide kaldı
Karanlık gecedir nere gideyim
Canım hoca anam camide kaldı

Ben de sandım bana bir yer veresin
Düşmüşlerin hallerinden bilesin
Anam ölür sen günahkâr olursun
Canım hoca anam camide kaldı

Bitirdim onca mal eyledim zarar
Ne günüm gün oldu ne gecem karar
Anam kız kardeşim ile beraber
Canım hoca anam camide kaldı’’

Sonunda Canım Hoca’ya razı eder,
Misafiri olur.
Ertesi gün, Deli Mehmet’in kahvesine giderler.
Tebriz’den geldiğini öğrenenler,
Tebriz’i anlatmasını isterler.
Garip sazı basar sinesine bakalım ne der:

‘‘Ay ağalar gelin size söyleyim
Açılar baharda gülü Tebriz'in
Toyda, bayramlarda atlas geyirler
Kesilmez yaşılı alı Tebriz'in

Tebriz'in etrafı dağdır meşedir
İçinde oturan beydir paşadır
Sekkiz min mahalle beş min köşedir
Çarşısı bazarı yolu Tebriz'in

Pehlivanlar qisvet geyir yağlanır
Cümle bezirgânlar burda eylenir
Üç yüz altmış yükü birden bağlanır
Elden ele gezer malı Tebriz'in

Erenler dolusun içip gelmişsin
Aşkın deryasını geçip gelmişsin
Âşık Garip vatan methin etmişsin
Benim imdi Rüstem Zal'ı Tebriz'in’’

Yakındı kahveye, Hoca Sinan konağı,
Duyunca Türküyü gider hoşuna.
Şah Senem de dinlemiştir,
Etkilenir, dağlanır yüreği;
Sanki gurbet elde bülbüldü,
Hizmetçisi Akça Kız’la dilleşir,
Her ikisinin de gözlerinin içi güler.

Âşık Güloğlan diye birisi vardır
Duyunca Garip’i kahveye gelir.
‘‘Karşıma çıkacak âşık var mı’’ diye sorar.
Garip fırsatı kaçırmaz basar sazı sinesine:
‘‘Birkaç sorum var bilirsen Tebriz’e döneceğim’’ der.
Bakalım ne söyler:

‘‘Xeber söyle mene ay ustabaşı
Elindeki sazı nece çalırsan
Ezel mene ulduzların sayın de
Ver cavabım qalsın başın ağrısız

O nece şeydir ki dolar boşalar
Rüzigâr esdikçe yerinde durar
Geyiben yaşılı geler boşalar
Ver cavabım qalsın başın ağrısız

Qerib'em sualim eşit döz indi
Gavvas isen deryalarda üz indi
O nedir ki baş yox eli yüz indi
Ver cavabım qalsm başın ağrısız’’

Rakibinden cevap gelmez bir kere,
Utancından gözün düşürür yere,
Yakışmaz meydandan kaçarsa ere,
Güloğlan sazını alıp da yürür.

Davet eder Hoca Sinan konağa,
Konak değil sanki benziyor bağa,
Şah Senem gül dizer elma yanağa,
Garip’in gönlünü efkârı bürür.

Hoş sohbet yapılınca söz gelir saza,
Garip’teki güzellik, yansır Şah Senem kıza.
Akçakız’da Garip’i görünce gözü düşer,
Garip’in gönlü coşar bir kez
Bakalım ne der:

‘‘Bir söz ile elden ele atıldım
Bu qerib ellerde yaxtı nar meni
Hasretini çekip yandım kül oldum
Ahu gözlüm ne haldayam gör meni

Sabre taqetim yox gelmez qerarım
Erse bülend olub ah ile zarım
Belli deyil midir sene ehvalım
Saraldıbtır qoynundakı nar meni’’

Akçakız Şah Senem bir kız daha pencereye üşüşürler,
Garip Akçakız’amı söyler Şah Seneme mi
Tasasına düşerler..
İnledikçe sarı tel Senem halden hale girer,
Garip söyleyip söyleyip, son işaretini verir:

‘‘Qerib deyir getme könül oğrusu
Başımdan germez heç sevda ağrısı
Sene men söyleyim sözün doğrusu
Gel maralım al maralım sar meni

Pencereden mayii mayü baxan yar
Üç gözelin birisine men qurban
Şirin cam eşq oduna yaxan yar
Uç gözelin birsine men qurban

Birisinin ayağmda mesti var
Birisinin can almağa qesti var
Birisinin burda yaxm dostu var
Üç gözelin birisine men qurban

Üç gözelin biri bize qohumdur
O birisi el deymemiş qovundur
Aşiq Qerib birisi senin ovundur
Üç gözelin birisine men qurban’’

Bir daha söyler,
Hele ne der:

‘‘Şerxoş serxoş baxır eyvanz otaqdan
Şehsenem elinde aynası gözel
Cümle âlem gelir tamaşasına
Büllur piyalesi sağrısı gözel

Yar meni dindirir şirin dil ile
Göze sürme çekir gümüş mil ile
Otağı bezenib kızıl gül ile
Süseni sünbülü halısı gözel

Alışan otaxlı xoş imaretli
Gözeller içinde qaddi-qametli
Ahu baxışlıdır laçm cüretli
Uçmağa qanmağa cıkkası gözel

Âşık Qerib sözün deyer avazla
Dindirende canım alar o nazla
Yarım eyvanında cüt qoşa qızla
Şahsenem e'ladır hamisi gözel’’

Birkaç gün sonra
İstedir Senem’i, verir babası
Sözlenirler…
Ama ağır gelir
Kırk kese kızıl başlık parası,
Yol görünür gurbete.
Daha gitmeden dayanamaz Senem;
Kendisi vermek ister parayı,
Âşık Garip delikanlıdır, törelidir…
Kabul etmez.
Senem, kendisinden güzelini bulursa dönmez diye
Rum diyarına gitmemesini ister bu sefer:

‘‘Başına döndüyüm qurban olduğum
Amandır Qerib'im getme Rum'a sen
Gezdiyin yerlerde yad eyle meni
Amandır Qerib'im getme Rum'a sen’’

Söz verir Garip:

‘‘Eğer mevlam mene kömek olarsa
Ağlama sevdiyim yene gelerem
Ecel şerbetini canım dadmasa
Ağlama sevdiyim yene gelerem’’

Garip, nişan olarak bir yüzük verir Seneme,
Senem de bürümcük sabahlık
Tutulur dilekler,
Yeminleşip ayılırlar hüzün dolu yürekler.

Gurbetin kokusunu bağrına basıp,
Evden ayrılırken, sazını duvara asıp:
‘‘Bu sazın bir teli koptuğunda ya gelmiş ya ölmüş olurum’’
Der kahveye uğrar, vedalaşır arkadaşlarıyla:

‘‘Gurbet elde baş yastığa gelende
Gayet yaman olur işi garibin
Gelen olmaz giden olmaz yanına
Akar gözlerinin yaşı garibin

Lanet olsun gurbet elin adına
Hiç doyulmaz muhabbetin tadına
Hısım akrabası düşer yâdına
Bir yol ağrıyınca başı garibin

Garip nere varsa karadır yüzü
Nemlidir yakası yaşlıdır gözü
Aşikâr edemez gizlidir sözü
Bir yere gelince başı garibin

Gurbet elde garip kimdir bilmezler
Ağlayınca çeşm-i yaşın silmezler
Garip halin nedir deyi sormazlar
Bulunmaz yareni eşi garibin

Âşık Garip gözlerinden yaş döker
Anam yoktur yaka yırtıp yaş döker
Nişanlım yok mezarıma taş diker
Bir çalıdır mezar taşı garibin’’

Der, düşer yollara…
Dağ bayır, gece gündüz demeden yol alır.
Önce, insanı yiğit, dadaş diyarı Erzurum’a varır;
Bir müddet kalsa da para biriktirmek zordur.
Âşıklarla son kez dertleşip Halep’e gitmeye karar verir
Ve Erzurum’u öven bir Türkü söyler:

‘‘Dinleyin ağalar tarif edeyim
Söylenir cihanda şanın Erzurum
Yedi iklim dört köşede bulunmaz
Dillenir dünyada namın Erzurum

Yiğit olur bu toprağın dadaşı
İnletir sadası dağ ile taşı
Çok görmüş geçirmiş kavga savaşı
Serhadlerde akar kanın Erzurum

Hele gayet hoştur âb ü havası
Dört yanından gelir bülbül sadası
Vardır erenlerin sende duası
Güle benzer her bir yanın Erzurum’’

Deyip, tekrar düşüp yollara
Teper oyalanmadan.
Halep şehrine varır, hiçbir yerde kalmadan;
Aslandedeoğlu Baba Yusuf’un kahvesine
Yerleşip, ortak olur ve şöyle der,
Kulak verin sesine:

‘‘Coştu yine deli gönül
Sana geldim Halep şehri
Ayrı düştüm diyarımdan
Sana geldim Halep şehri
………………………..
Kimi molla kimi hacı
Bu Garip sana duacı
Terk eyledim ana bacı
Sana geldim Halep şehri’’

Deyince, kahve dolar,
Âşıklar hep gayri burada toplanır.
Atışmalar yapılır çok zaman,
Hiçbir aşığa bırakmaz meydanı.
Çözen olur düğümü,
Duyulur hemen, dört diyara ünü.
Bir gün Halep paşasının aşığı çıkagelir kahveye,
Başvurup bahaneye,
Şöyle der:

‘‘Ne dedin de geldin sen bu meydana
Bu meydanda erkân olur yol olur
El yamandır göz açtırmaz insana
Bu hususta kavga olur zor olur’’

Âşık Garip Karşılık verir:

‘‘Ustam benlik ile girme meydana
Benlik eden sizin gibi sert olur
Âşıklık dediğin kıldan incedir
Kendini kurtaran âşık mert olur’’

Karşılık verir Halep paşasının aşığı:

‘‘Erenler elinden dolu içtin mi
Bulanık çay gibi akıp coştun mu
Bu meydana girip serden geçtin mi
Bu âşıklık başka başka hal olur’’

Âşık Garip karşılık verir:

‘‘Ben Garip’im çıkmam doğru yolumdan
Kötü söz çıkarmak asla dilimden
Kuş olsanız kurtulmazsın elimden
Uçarsınız iki gözün dört olur’’

Atışma muammayla devam eder
Ama Halep paşasının aşığı yenilir,
Sazını bırakıp çekilir.
Ünü sayara varan Garip, paşanın aşığı olur,
Bol para kazanır.
Bu arada Senem’in akrabası Şah Velet,
Senem’i istemektedir ve yolu düşer Halep’e
Garip’i görür, öldü haberini iletir Tiflis’e,
Bir kanlı gömlek ile.
Şah Senem’i babasından ister;
Garip’in anası kör olmuştur,
Senem çaresizdir…
Gelen giden bezirgânlardan Garip’i sorar,
Bir bezirgânı yorar.
Bulmasını ister Garip’i, yüzüğünü verir,
Bezirgân bulur Garip’i kötü haberi söyler.
Garip yol hazırlığı yapıp, paşanın gönlünü eder.

‘‘Name geldi vatanımdan
Vakti varayım gideyim
Kanlı yaşlar gözlerimden
Aktı varayım gideyim

Ol mürüvvet kerem hani
Kuluna çoktur ihsanı
Gurbet elin kahrı beni
Yaktı varayım gideyim

Bend oldum kanlı zalime
Asla rahmetmez halime
Yedi yıldır yar yoluma
Baktı varayım gideyim

Âşık Garip bilir kendin
Yiğit olan döker kanın
Felek boynuma kemendin
Taktı varayım gideyim’’

Arkadaşlarıyla vedalaşır,
Kim üzülür kim ağlaşır.
Hasretine bir an öne kavuşmak ister
Yola çıkarken söyle seslenir:

‘‘İşte geldim gidiyorum
Şen kalasın Halep şehri
Çok nan ü nimetin yedim
Helal eyle Halep şehri

Sana derler Arabistan
Güzellerin çeşm-i mestan
Yeni haber geldi dosttan
Durmak olmaz Halep şehri

Çok garipler sana gelir
Gelir de eğlenir kalır
Her kişi muradın alır
Şen kalasın Halep şehri

Âşık Garip düştü yola
Hızır yardımcısı ola
Gözüme göründü sıla
Şen olasın Halep şehri’’

Dağlar aşar beller aşar,
Ölür atı yolda şaşar,
Hızır imdadına koşar,
Sorar nerelisin diye.

Perişandır son durumu,
İsim verir Erzurum’u,
Doğru cevapla sorumu,
Sorar nerelisin diye.

Karslıyım der bu sefer de,
Şaşıp kalır kara yerde,
Yine Hızır derman derde,
Sorar nerelisin diye.

Bu kez Tiflis der,
Hızır’ın atının erkine biner.
Göz açıp kapayıncaya kadar
Tokmak tepeye iner.
Hızır: ‘‘Memleketine getirdim,
Sevdiklerine kavuşacaksın,
Ananın gözleri kör oldu;
Atımın ayağının altından bir avuç toprak al
Gözlerine sür’’ der. Kaybolur.

Aşık Garip önce kardeşini görür çeşme başında;
Dikkatlice bakıp durur.
Kız sorar: ‘‘Ne bakıyorsun?’’
‘‘Karalar giyinmişsin ona bakarım’’
Hasret dökülür iki damla yaşında.
Tanımaz:
‘‘Ağabeyim Garip ölmüştür ondandır’’ der
‘‘ Ben onun çırağıyım, ölmemiştir haberini getirdim
Tez zamanda gelecek’’ der.
Durup,
Hoca Sinan’ın evinden gelen gürültüyü sorar.
Şah Senem’in düğünü oluyordu,
Kız olanları anlatır,
Hasretine acı katar.
Eve varırlar anasının elini öper;
Tanımaz anası sesinden bile,
Duvarda asılı sazın bir teli kopar,
Garip sazı alır getirir dile:

‘‘Koluna bağladım teli
Konuşurdun yetmiş dili
Unuttun mu sazım beni
Konuş sazım benim ile

Vasf-ı halimden bilmedin
Sen gideli ben gülmedim
Yedi yıl haber almadım
Konuşamam senin ile

Koluna bağladım perde
Sen uğrattın beni derde
Yedi yıldır Garip nerde
Konuş sazım benim ile

Sinem duvara yaslandı
Kolumda teller paslandı
Garip ölmüştür seslendi
Konuşamam senin ile

Garip kurbandır soyuna
Sanem'in selvi boyuna
Gidek Sanem'in toyuna
Konuş sazım benim ile

Kar kuşandı gönül dağı
Çürüdü sinemin bağı
Sanem'in destinde ağu
Konuşamam senin ile

Anası yine bir şey anlamaz:
‘‘Oğlum madem Garip gelecek
Düğüne git beş on kuruş bahşiş al’’ deyince
‘‘ Ben yalnız gitmem, kızınla beraber gidelim’’
Der, varırlar kız ile birlik
Söz verilir söz alır,
Çalar söyler söyler çalar:

‘‘Ne sabra takat var ne dizde mecal
Gönül Mecnun olmuş Leylasın arar
Vazgeçersem seni yâd eller sarar
Görünce abdal eyledi yar beni

Âşık Garip gönüllerin uğrusu
Geçmez imiş bu sevdanın ağrısı
Sana ben söyleyim sözün doğrusu
Al sevdiğim gel sinene sar beni’’

Devam eder,
Hele ne söyler:

‘‘Dünen akşam gece Halep şehrinde
Mısır piyalesin içtim de geldim
Yetirdim yetiştir bir Şahsuvara
Allah ganat verdi uçtum da geldim

Dalımı verdim ben taşa karaya
Garipler ağası yetti haraya
Fırat çayı gelip düştü araya
Kırata binince geçtim de geldim

Halep'de dinledim ezan sesini
Erzurum'da kıldım gün ortasını
İkindide buldum serhat Garsı’nı
Orda seccademi açtım da geldim

Hızır İlyas bulur garip gezeni
Mevlam şad eylesin böyle düzeni
Tiflis'te okunur akşam ezanı
Ben ulu vatanı seçtim de geldim

Akşam karanlığı geldim hanama
Demedim sırrımı bacı anama
Aşkın hançerini vurdum sineme
Yürek yaralım açtım da geldim

Erenlerin eli elim tutmuştu
Aşınalar dostlar hep unutmuştu
Eşittim Mehri’ni gelin etmişti
Halep’ten üç vakte geçtim de geldim

Bir el verin o yar girsin oyuna
Ben kurbanım endamına boyuna
Garib’im yetiştim yârin toyuna
Bu tatlı canımdan geçtim de geldim’’

Garip tanıtır kendini,
Şah Senem geldi sarılır.
Deli Mehmet’in hançeri,
Tutup Velet’e darılır.

Affeder Garip, Velet’i
Kız kardeşini verir.
Toprağı annesinin gözüne sürer,
Çifte düğün kurulur, evlenir Şah Senem’le;
Murada erer cümle.

-II

Varyant varyant Anadolu, Türkmenistan,
Kabardin, Karaim, Özbekistan,
Azerbaycan, Ermenistan,
Kırım Tatarları Kazan…
Aşık Garip ile Şah Senem,
Şahsenem Garip,
Helalay Garıp, Aysenem Garıp,
Bir âşık etrafında pervane,
Anlatılır il il oba oba hane hane.
Âşık Garip sevgidir, Âşık Garip sevdadır,
Hasrettir, acıdır, gurbettir.
Resul’dür, Maksut’tur, Garip’tir hikâyenin başında,
Kavuşmadır sevgiliye, Kazan Tatarları dışında…

Türkmen, Kazan Tatarları gibi bazı varyantlarda;
Şah Senem, Diyarbakır padişahı Abbas Han’ın kızı,
Garip, Veziri Hasan’ın oğludur.
Beşik kertme nişanlıdırlar, mekteplidirler…
Vezir Hasan ölünce, ayırır babaları;
Kâh ayrılırlar, Kâh birleşirler.
Dara düştüğünde yetişen, Hazreti Ali Düldül’üyle.
Bazen bir has bahçede, bazen gurbette
Söyleşirler:

Okulda yol gözler Garip,
Bekler Senem’i Senem’i.
Merak edip düşler kurup,
Bekler Senem’i Senem’i.

‘‘Eý ýaranlar musulmanlar
Ne boldy ýarym gelmedi
Dognn gardaş mähribanlar
Ne boldy ýarym gelmedi

Geler men diýp wada etdi
Geler wadasyndan ötdi
Erteden çäş wagta ýetdi
Ne boldy ýarym gelmedi

Ýa birewin pendin aldy
Ýa bir gaýry bilen boldy
Ýa bir ýowuz derde galdy
Ne boldy ýarym gelmedi

Bu dertler niçik dert oldy
Ýandy ýüregim zert oldy
Gözüm ýolunda dört oldy
Ne boldy,ýarym gelmedi

Dertli gul istär tebibin
Hiç kişi bilmez nesibin
Senem aglatdy Garybyn
Ne boldy Senem gelmedi’’

Hem sever hem kovar Garip’i Senem;
Ben garip olsaydım yanardı sinem.
Kurumaz ağışın gönlündeki nem,
Köle alsın diye bekler Senem’i.

‘‘Maňa beýle ýowuz töhmet kylynça
Kylyr bolsaň belli töhmet kyl Senem
Günde ýüz söz diýip janym alynçaň
Alyr bolsaň belli janym al Senem

Günde müň ýol dönderip sen ýüzüňi
Her hyýala her ýan taşlap özüňi
Maňa diýgil bu gün dogry sözüňi
Bolar bolsaň meniň bile bol Senem

Sen gider sen günde ýüz müň gümana
Meni kowmak üçin eýläp bahana
Gider boldum bu gün Halap-Şyrwana
Galyr bolsaň gaýry bile gal Senem

Garyp aşyk sözün diýdi bir para
Köňül geçdi günde saňa ýalbara
Ýusup kimin özüm saldym bazara
Hyrydar sen meni satyn al Senem’’

Halep’i Tebriz’i dolansa bile,
Kavuşur aşıklar son bulur çile,
Vuslatî sönmez kor getirir dile,
Kırk yıl olsa yine bekler Senem’i.

Osman Öcal

UÇMAĞA VARDI..!
TANRI DAĞINDA...
ATSIZ ATA OTAĞINDA, ULU ATALAR HUZURUNDA DİZ VURMAKTA!

Çevrimdışı Aze Bozkır Savaşçısı

  • Türkçü-Turancı
  • ****
  • İleti: 222
ooOooh oOoh. Sende ne ürek varmış soydaş. (Hamısını oxuya bilmədim). Halaldı!!

   Sizə bu təşəkkürü özümə borc bilirem! Harikasan yaratıcı qardaş!

Çevrimdışı o.öcal

  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 556
  • TANRI DAĞINDA, UÇMAĞA VARDI...
Saolasın Aze Bozkır Savaşçısı Kandaşım. Sevgilerimi yolluyorum Can AZERBAYCAN'a

UÇMAĞA VARDI..!
TANRI DAĞINDA...
ATSIZ ATA OTAĞINDA, ULU ATALAR HUZURUNDA DİZ VURMAKTA!

Çevrimdışı o.öcal

  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 556
  • TANRI DAĞINDA, UÇMAĞA VARDI...
Abdürrahîm Tırsî (GÜLCE- BAHÇE)
 
 -I-
 
 Alaz içre göynür özüm,
 Medet senden yâ İlâhî.
 Kan pınarı iki gözüm,
 Medet senden yâ İlâhî.
 
 Nice günahı devşirdim,
 Nefsime lokma pişirdim,
 Eşiğine yüz düşürdüm,
 Medet senden yâ İlâhî.
 
 Dünyaya geldiğim günden,
 Kesmedim ümidin senden,
 Toprağa düşmeden beden,
 Medet senden yâ İlâhî.
 
 Demi devran şu mekânım,
 Fayda vermez ki unvanım,
 Sen bilirsin sen Sultanım,
 Medet senden yâ İlâhî.
 
 Gün olup benzim solacak,
 Gözüme toprak dolacak,
 Kabirde halim no’lacak,
 Medet senden yâ İlâhî.
 
 Melekler gelir görmeye,
 Nerde deyince sermaye,
 Sorguda cevap vermeye,
 Medet senden yâ İlâhî.
 
 İsrafil Sur’a üfürür,
 Açılır defterler bir bir,
 Mahşerde hesap verilir,
 Medet senden yâ İlâhî.
 
 Bu kul nefsinin kölesi,
 Mizanın olmaz hilesi,
 Yakar cehennem çilesi,
 Medet senden yâ İlâhî.
 
 Aşk oduna sensin çarem,
 Yalvarırım eyle kerem,
 Kereminden gelir İrem,
 Medet senden yâ İlâhî.
 
 -II-
 
 İznik Tirse cevahiri,
 Belirsiz doğum tarihi,
 Mutasavvıf halk şairi,
 Bizim Abdürrahîm Tırsî.
 
 Şiirde Yunus mirası,
 Tırsî’dir asıl mahlası,
 Aşk-ı muhabbet hastası,
 Bizim Abdürrahîm Tırsî.
 
 Babası, Bolu’ya yerleşik Bayezid Fakih,
 İsfendiyaroğullarından, köy imamı.
 Zaman zaman İznik’e yol düşürüp,
 Eşrefoğlu Rumi’nin sohbetlerine katılır.
 Katılır katılır amma
 Buna sebep,
 Küçük Abdürrahîm yanındadır hep.
 Eşrefoğlu’nun isteği, babasının rızası
 O’nu, İznik’te alıkoyar küçük yaşta.
 Aldığı eğitim ile
 Galip gelen Tırsî’dir nefis ile savaşta.
 
 Nefsine vurarak palan,
 Ve haramı haram kılan,
 Tasavvuf ilmine dalan,
 Bizim Abdürrahîm Tırsî.
 
 Büyük veli Rumî’nin irşat halkasında
 Yıllarca yandı, yandıkça pişti,
 Piştikçe büyüdü, büyüdükçe pişti.
 Müritlerin içerisinde en gözdesi oldu,
 Postnişin makamına erdi.
 Ve
 Eşrefoğlu’nun kızı Züleyha Hatun’la evlendi.
 
 Henüz talebeyken Hızır’ı görmek,
 Gönlünü gül edip yoluna sermek,
 Dilerdi sohbetin hazzına ermek,
 Bizim Abdürrahîm Tırsî.
 
 Eşrefoğlu bir gün saldı pazara,
 Bilmeden bir tane verip Hızır’a,
 Bir sepet elmayla döndü huzura,
 Bizim Abdürrahîm Tırsî.
 
 O
 Bilmez
 Amma bir
 Bir bilen var,
 Hocası bakar:
 Biri eksik bunun.
 Abdürrahîm der ki:
 Bir zat aldı gelirken.
 Neden hemen eteğine
 Tutup yapışmadın o zatın?
 Bilmem ki kimdir, necidir o zat?
 O Hızır aleyhisselamdı, heyhat!
 Görsem diye yanardın bilemedin bak,
 Bu gün bu gece seni bekleyecek Yaylak.
 Buyurunca hocası duramaz, derhal
 Karşılar Hızır’la bekleyen mahal.
 Allah’a hamd ve senâ ederek,
 Varıp ayrılırken huzurdan,
 Sırra mazhar olmak için
 Dua ister Hızır’dan.
 Kadir kıymetin bil,
 Hizmet ettiğin
 Zattan iste,
 Der Hızır
 Kaybolurken gözden. Yanar özünden.
 Bizim Abdürrahîm Tırsî.
 
 Bundan sonra şevk gayret ve özen,
 Gündelik hayata verir bir düzen,
 Hizmette kusuru bastırıp ezen,
 Bizim Abdürrahîm Tırsî.
 
 Nice gönüllere tahtını kuran,
 Bolca kerametle dostunu saran,
 Kudret sofrasından lokma koparan,
 Bizim Abdürrahîm Tırsî.
 
 Hizmete amade dolu bir yaşam,
 Hak rızası için bilmedi evham,
 Oturduğu postta yürüttü nizam,
 Bizim Abdürrahîm Tırsî.
 
 Rumî dergâhına ilki halefin,
 Bin beş yüz yirmide sarınıp kefin,
 Hocası yanına yapıldı defin,
 Bizim Abdürrahîm Tırsî.
 
 -III-
 
 Gizemci ozanlara etki eden Yunus’un,
 Abdürrahîm Tırsî’ye kaynaklığı aşikâr.
 Hocası Rumi gibi hece vezni, yalın dil,
 Yaşadığı yüzyılda Türkçenindir büyük kâr.
 
 Bir divanı varsa da görmemiştir günyüzü;
 Her ilâhî hoş seda her mısra ermiş sözü.
 Gönlü fethetmiş Hûda, esiri gonca kokar.
 
 Zamanda dâhi
 Sendendir yâ İlâhî,
 Verelim sahi
 Birkaç örnek ilâhî.
 
 ‘‘İnâyet eyle kullara
 Nazar kıl hâlime Allah
 Hazan yapraklara döndüm
 Sarardım soldum yâ Allah
 
 Aşkın bana kâr eyledi
 Bağrımı biryân eyledi
 Gözüm yaşın kan eyledi
 Gece gündüz akar Allah
 
 Bîçâre kaldım der–mânde
 Özümden vaz geldim ben de
 Murâdım sendedir sende
 Seni ister seni Allah
 
 Aklım başa gelmez oldu
 Can bedende durmaz oldu
 Gönlüm bana gelmez oldu
 Seninle bâzârı Allah
 
 Oldum dîdârına müştâk
 Kerem eyle hâlime bak
 Ey keremler edici Hak
 Dîdârını göster Allah
 
 Yüreğimde çıktı başlar
 Başıma çöktü teşvişler
 Gelir geçer yazlar kışlar
 Derdinle yanarım Allah
 
 Bu Abdürrahîm-i Tırsî
 Urup topraklara yüzü
 Sana ulaşmağa özü
 Seni ister seni Allah’’
 
 ‘‘Yücelerden döndüreyim
 Alçaklara gönül seni
 Alçaklardan alçaklara
 İndireyim gönül seni
 
 Ayırayım halktan seni
 Şöyle hak edeyim teni
 Ayaklar altına yani
 Bırakayım gönül seni
 
 Nice kaçarsın yabana
 Aşk gemin urayım sana
 Sürüp ol maşuktan yana
 Hem çalayım gönül seni
 
 Başım gurbete urayım
 Benlik defterin düreyim
 Alnım yazısın göreyim
 Uydurayım gönül seni
 
 Başımın terkin urayım
 Canımı yolda koyayım
 Ne kim olursa olayım
 Komayayım gönül seni
 
 Yürüyeyim yane yane
 Aşk odun urayım cane
 Bakmıyayım masivaye
 Göçüreyim gönül seni
 
 Koyayım namusu arı
 Talep edeyim o yâri
 Dün gün çektireyim zarı
 Ağlatayım gönül seni
 
 Dost gamın alayım başa
 Yürüyeyim kalka düşe
 Vasfı dile gelmez işe
 Uğratayım gönül seni
 
 Sığınayım ol Mevlaya
 Yüz süreyim ol âlâya
 Abdürrahîm-i Tırsî’ye
 Uydurayım gönül seni’’
 
 ‘‘Ey dost senin derdin ile
 Yürüyeyim yane yane
 Dökeyim gözümden yaşı
 Akıtayım dane dane
 
 Bana seni gerek seni
 Sensiz neylerim ben beni
 Aşk şarabı canım canı
 İçir bana kana kana
 
 Doldur gönlüm fikrin ile
 Hem dilimi zikrin ile
 Dost dost diye aşkın ile
 Çarh vurayım döne döne
 
 Eyle cismim candan üryan
 Olayım yüzüne hayran
 Götür hicabı aradan
 Gösteredur cana cana
 
 Bu Abdürrahîm-i Tırsî
 Sen sultanın eksiklisi
 Seni umar kerem issi
 Ulaştırsan hane hane’’
 
 Vuslatî der o bir bahir,
 Bilsin zaman bilsin ahir,
 Hem evliya hem de şair,
 Bizim Abdürrahîm Tırsî.
 
 Osman Öcal

UÇMAĞA VARDI..!
TANRI DAĞINDA...
ATSIZ ATA OTAĞINDA, ULU ATALAR HUZURUNDA DİZ VURMAKTA!

Çevrimdışı o.öcal

  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 556
  • TANRI DAĞINDA, UÇMAĞA VARDI...
Kaygusuz Vizeli Alâeddin (GÜLCE-BAHÇE)
 
 Nefis denen illetin,
 Ocağına ayran suyu
 Döke gelip döke gitmek,
 Boğazına düğüm düğüm
 Bir terbiye zinciri
 Taka gelip taka gitmek,
 Yürek işi gönül işi ehil işi.
 İmanla boğmak
 Yeniden doğmak,
 Dört kapının sırrıyla
 Aka gelip aka gitmek,
 Yığın yığın pası kiri
 İnsanı kâmil işi
 Söke gelip söke gitmek.
 
 Bizde ozan bizde şair kâmil bizde,
 Saya saya tükenmez yıldız bizde kum denizde.
 İşte örnek bir veli insan,
 Türkçedir yaşam Türkçedir lisan.
 
 Alâeddin Ali bilinen ismi,
 Gönülde aşikâr nar elest bezmi,
 Sanatında gizli manevi resmi,
 Gölgesi boyundan uzun mu uzun.
 
 Halifesi olur Ahmet Sarban’ın,
 Set koyar önüne şöhretin şanın,
 Bulunmaz içinde dar bir hırkanın,
 Gölgesi boyundan uzun mu uzun.
 
 Âşıktır Huda’ya kalkarken eli,
 Yunus takipçisi şair ve veli,
 Yüceltir Türkçeyi arıdır dili,
 Gölgesi boyundan uzun mu uzun.
 
 Kaygusuz’a katar ismi Ali’yi,
 Piri bilir Hacı Bayram Veli’yi,
 Büyütür yazın’da Melamiliği,
 Gölgesi boyundan uzun mu uzun.
 
 Biter mi Kaygusuz hepsi de bizim,
 Hangisine baksam kaynıyor özüm,
 Hakikat aşkına çevirdim yüzüm,
 Gölgesi boyundan uzun mu uzun.
 
 Yer açık amma
 Doğum yılı belirsiz,
 Değil muamma
 Tarihi bir eksiklik.
 
 Hayata dair
 Ne bir eser ne bir iz,
 Ne yapsın şair
 Vermeyince bildiklik.
 
 Trakya’nın güneşi sonsuz hazine eşi,
 Tasavvuf çilekeşi nefis ile güreşi,
 İlahi aşk ateşi gökten kopartır ayı.
 
 Kırılmayan bir gerçek Vize’de açan çiçek,
 Gönül ilminde melek kanat kanat kelebek,
 Bilir ki börtü böcek umursamaz dünyayı.
 
 Aşk ile cezbedir düsturu,
 Zikri kalbindedir duru mu duru.
 Şöhretmiş şanmış kulun kula yok bendesi,
 Yaradan’a varmak niyet hep öteler gururu.
 
 Hale galip olan ulu
 Hakk’ın şarabını içti.
 Bin beş yüz altmış üçte
 Nimetler yurduna göçtü.
 
 Hakkındaki bilgiler kısıtlı mı kısıtlı,
 Kendi tekkesinde Vize’dedir mezarı.
 Kulağa hoş akıcı sade tatlı mı tatlı,
 Sanatında daha çok hecedir dildir kârı.
 
 Günümüze gelse de
 Bazen Ahmet Sarban
 Bazen Kaygusuz Abdal ile
 Karışmış eserleri.
 Her şairin her ozanın, okuyan gönüllerde
 Ayrık durur yerleri.
 
 Hidayet yolunda yürüyen şair,
 İşte yol gösteren bir örnek şiir.
 
 ‘‘Hak yoluna giden gelsin
 Bulunmaz vuslat yoludur
 Hak seferi vardır bunda
 Bu yol hidâyet yoludur
 
 Bu yolu hod buldu bulan
 Bulmayandır mahrum kalan
 Sırat-ı müstakîm olan
 Şimdi bu Ahmed yoludur
 
 Bu yoldur Hızır geldiği
 Geliben beyân kıldığı
 Hızr âb-ı hayat bulduğu
 Bu yol Muhammed yoludur
 
 Bu yoldur Ahmed’e gelen
 Cümle yoldan muhtâr olan
 Gerçeklerden bâki kalan
 Bu yol ol rahmet yoludur
 
 Budur Kaygusuz dediği
 Âlemin kaydın yediği
 Muhammed mîras koduğu
 Bu yol ol devlet yoludur’’
 
 Ne bıktı ne ödün verdi,
 Kendi kendine yaverdi,
 İşte murad işte sözü,
 Hakk’a ulaşmak tek derdi.
 
 ‘‘Yüce sultanlar sultanı
 Sensin hemân derdüm benüm
 Hasretin yaktı canumı
 Sensin hemân derdüm benim
 ………………………………
 Kaygusuz kulın şâd eyle
 Anı andan azâd eyle
 Senün ile âbâd eyle
 Sensin hemân derdüm benim’’
 
 Âşık gönül zarif ola,
 İrfan usa tarif ola,
 Kaygusuz’un beyanı var,
 İnsan olan arif ola.
 
 ‘‘Âriflerin irfanı var
 İki cihandan ileri
 Âşıkların meydanı var
 Kevn ü mekândan ileri
 ………………………….
 Kaygusuz eydur velidir
 Sözleri gerçek dilidir
 Cümle hâl insan hâlidir
 Ne var insandan ileri’’
 
 İnlemezse gönül teli,
 Görür mü hiç göz perdeli,
 Çare olur mu boş niyaz,
 İnsan kendini bilmeli.
 
 ‘‘Aşktan haber duyam dersen
 Sen sende iste bul seni
 Aç perdeyi gir gönlüne
 Sen sende iste bul seni
 
 Din ile iman sendedir
 Hûr ile Rıdvan sendedir
 Ol sırr-ı pinhan sendedir
 Sen sende iste bul seni
 
 Habib-i Rahman sendedir
 Derdine derman sendedir
 Pertev-i Süphan sendedir
 Sen sende iste bul seni
 
 Erenler böyle erdiler
 Ermeyen böyle kaldılar
 Bulanlar böyle buldular
 Sen sende iste bul seni
 
 Gezme serseri yabanda
 Deme şundadır ya bunda
 Kaygusuz bu mânâ sende
 Sen sende iste bul seni’’
 
 Yanan yürek mi çıramı,
 İşte ton işte gramı,
 Söz dökülür hece hece,
 İşte dert işte meramı.
 
 ‘‘Baştan ayağa yâreyim
 Kangı derde ağlayayım
 Dertli olmuş biçareyim
 Kangı derde ağlayayım
 
 Ne haberimden alır var
 Ne hâle haldaş olur var
 Ne bir dilimden bilir var
 Kangı derde ağlayayım
 
 Bir yana firkat gayreti
 Bir yana hasret firkati
 Bir yana dostun hayreti
 Kangı derde ağlayayım
 
 Ne belli gerçek kuluyum
 Ne onun derd-i diliyim
 Ne belli ölü diriyim
 Kangı derde ağlayayım
 
 Kaygusuz eder del'oldum
 Ne belli Hakk'a kul oldum
 Ne belli yandım kül oldum
 Kangı derdim ağlayayım’’
 
 Aşk bendini araladım,
 Vuslati’ce karaladım,
 Anlayan erer manaya,
 Birkaç örnek sıraladım.
 
 ‘‘Şükür Hakk'ın keremine
 Ben bende buldum imanı
 Hak bir kapu açtı bana
 Ben bende buldum imanı
 
 Hakk'ın kapusun açayım
 Âleme nurun saçayım
 Küfrüm yok neden kaçayım
 Ben bende buldum imanı
 
 Hak nazar eyledi bana
 Dopdolu olam cihana
 Mazhar düştüm ol sultana
 Ben bende buldum imanı
 
 Hakk'ın lûtf u rahmetiyle
 Habibinin şefkatiyle
 Evliyanın himmetiyle
 Ben bende buldum imanı
 
 Yaradılmışa oldur yâr
 Kalmadı arada ağyar
 Kaygusuz'um ne kaygum var
 Ben bende buldum imanı’’
 
 Osman Öcal

UÇMAĞA VARDI..!
TANRI DAĞINDA...
ATSIZ ATA OTAĞINDA, ULU ATALAR HUZURUNDA DİZ VURMAKTA!

Çevrimdışı o.öcal

  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 556
  • TANRI DAĞINDA, UÇMAĞA VARDI...
Muhyiddin Abdal (GÜLCE-BULUŞMA)
 
 -I-
 
 Yer dumanlık gök dumanlık,
 Ay karanlık yıl karanlık.
 Bilinmezin içinde
 Hayata merhaba
 Merhaba der Muhyiddin Abdal.
 Şiir dolu bir yaşam,
 Bir hoş seda…
 Tarih mi lâl ilim mi lâl…
 Yitik zaman içinde seyr-i veda.
 
 Efeler diyarı Aydın’dan kaynayan
 Kocaman, yüklü bir bulut
 Gezinir gezinir…
 Fırtına önünde gizemli umut,
 Yağar da yağar Edirne üstüne.
 Zaman,
 Türkmen’in Rumeli’ye göç zamanıdır.
 Maya tutar,
 Can bulur yeni yurt.
 
 Sözlü gelenek içinde buluruz bazı şairleri;
 Söylenceler anlatıla gelir dilden dile
 Nesil nesil, yöreden yöreye.
 Şiirleri yol gösterir gizemli bir yaşama,
 Taht kurarlar halkın yüreğinde,
 Gönül bahçelerinde.
 
 Kesin olmamakla birlikte
 Hacı, Sarı, Süleyman
 Üç oğul…
 Danışılmaktan isimlenen
 Sacayağı, üç köy…
 Eski Çöke yeni Hacıdanişment,
 Muhittin Baba tepesinde bir türbe.
 
 Bağlanıp atılan derin denize,
 Muhyiddin Abdal’ı anlatır bize.
 Maziden atiye sır yolağında,
 Kaynar gönüllerde, dönüşen köze.
 
 On altıncı yüzyılın iz bırakan şairi,
 İşle işle tükenmez bir gönül cevahiri.
 Diyardan diyarlara yankılanıp dağılan,
 Volkanında dipdiri kavrulan sözün piri.
 
 Dilden dile ilden ile
 Değişime uğrasa da
 Seyrannâme adlı bir hatıra bir şiir,
 İçindeki yer adları
 Okuyana verir fikir.
 
 ‘‘Çöke'den temâşâ ettim
 Beypınar'ın gölün gördüm
 Balkan'ın Tanrı dağının
 Boz bulanık selin gördüm
 
 Nesin öveyim şarının
 Misli cennettir yerinin
 Tekirdağ'ın, Ereğli'nin
 Gâyet hızlı yelin gördüm
 
 Bir söz diyeyim inanın
 Şeklini pîrlere tanın
 Şehr-i âzâm Edirne'nin
 Mis kokulu gülün gördüm
 
 Erenler Hulkî Hasan'ın
 Mânâ bahrine düşenin
 Hasköy'le Kırkkilise'nin
 Muhabbetli dilin gördüm
 
 Hayranım dağlı dilinin
 Rengi hiç solmaz gülün
 Uzunköprü Hayrebol'un
 Esirik bülbülün gördüm
 
 Andan aşağı yalının
 Mihri Muhammed Ali'nin
 Güzelce, Gelibolu'nun
 Boyu selvi dalın gördüm
 
 Şerhin ideyim bu hâlin
 Sözümün nicesin bilin
 Silivri’yle İstanbul'un
 Gâyet asîl ilin gördüm
 
 Hakikat gerçek er isen
 Hüneri türlüdür bunun
 Kabahüyük'le Çorlu'nun
 Savurganlı yelin gördüm
 
 Nihâyeti olmaz sözün
 Şikârı turnadır bazın
 Babaeski'yle Burgaz'ın
 Hak kudretten elin gördüm
 
 Eyyâmı seher yâdının
 Yemi şekerdir tûtînin
 Mâhiyânın her seyrinin
 Rûşenâ cemâlin gördüm
 
 İki cihan hep doğrunun
 Yeri mi olur eğrinin
 Cân kuşu gönül murgunun
 Zehi perr ü bâlin gördüm
 
 Muhyiddin Abdâl'ım nice
 Cihâna gelmiştir ance
 Oddan ıssı, kıldan ince
 Erenlerin yolun gördüm
 
 Muhyiddin'im yârenlerin
 Doğru yola varanların
 Çöke’deki erenlerin
 Hoş sâhip kemâlin gördüm’’
 
 -II-
 
 Alevi-Bektaşi kaynaklarında söz,
 Antolojilerde şiir olur.
 'Abdalnâme' diye bilinen bir Divânı,
 Nefesleri, tuyugları, mânileri
 Yaşam felsefesinin filizleridir.
 Büyür büyür büyür,
 Birçok halk ozanını etkiler.
 Kendisinin Yunus Emre’den, Hatayî’den,
 Kaygusuz Abdal’dan, Nesimî’den etkilendiği gibi.
 Hacı Bektaş, Otman Baba, Balım Sultan, Nesimî
 Ululanır eserlerinde mısra mısra şiir şiir.
 
 Hep açık gönül gözü,
 Hakk’a yönelmiş yüzü.
 Dört kapı eşiğinde,
 Yanıp durulmuş özü.
 
 ‘‘Muhyi’ddinin Hak sözi
 Hakka doğrudır özi
 İnanmayan bu söze
 Yumulsun iki gözi
 
 Muhyi’ddinem dervişem
 Hak yoluna girmişem
 On sekiz bin alemi
 Bir zerrede görmişem
 
 Muhyi’ddin Hak celildür
 Din Muhammed Halildür
 Şeriatın şartları
 Hakikatde delildür
 
 Ey münkir itme inad
 Hakdır sana kol kanad
 Yolını yanılmışsun
 Dön aslına olma yad’’
 
 Girmiş abdal postuna,
 Söz söylenmez üstüne.
 Şairin gönlü zengin,
 Yol gösterir dostuna.
 
 ‘‘Muhyi’ddinem derd ile
 Men yanaram od ile
 Sakın tuz ekmek yime
 Oturup namerd ile
 
 Muhyi’ddinem ölmezem
 Men bir gülem solmazam
 Nakd iledür pazarım
 Viresiden almazam’’
 
 Âdem’den Nuh’a doğru,
 Türkçesi daha doğru,
 İzine basıp gezer,
 Yolağı şaha doğru.
 
 ‘‘Muhyi’ddin şaha kuldur
 Kul olsa işi haldür
 Şahdan temenna diler
 Şahun mürütveti boldır
 
 Muhyiddin şah destinde
 Şah kaimdür postında
 Şah serinun tacudur
 Götürür baş üstünde’’
 
 Türk dilince yazandır,
 Hurufi bir ozandır.
 Yaşadığı yüzyılda,
 Ezberleri bozandır.
 
 ‘‘Muhyi’ddinem muhtelif
 Cem oldu dört muhalif
 Yetmiş yedi harf oldı
 Yedi nokta bir elif
 
 Muhyi’ddinem aşüfte
 Yedi günüm bir hafte
 Yetmiş yedi perdeyi
 Geçdüm kâf ile nûnda
 
 Muhyi’ddinem yek başım
 Dört kirpik iki kaşım
 Zülfin remzini bildüm
 Yedi hat ile kaşım’’
 
 Manilerin ustası,
 Muhammed’in hastası.
 Ali’ye olan aşkı,
 Sevdaların en hası.
 
 ‘‘Muhyi’ddinem Hak desti
 Muhammet Ali dostu
 Mü’min-i billâh oldım
 Giderdim yaman kasdı
 
 Muhyi’ddin dil pak içün
 Şol Kamerun sakk içün
 İmân getür Ali’ye
 Mustafa’nın hakkı çün’’
 
 Türk nazım türüdür Tuyug ve Mani
 Muhyiddin Abdal’da gani mi gani
 Dört makamın kırk kapısı bulunur
 Geçerler sırayla olanlar kani
 
 ‘‘Şeri’at şart imiş şartını bildüm
 Tarikat terk imiş terkini kıldum
 Ma’rifet söz imiş söyledüm anı
 Hakikat bahriyem ummana geldüm’’
 
 -III-
 
 Birçok şair gibi etkilenir,
 Zamanı alır aradan.
 Bir gönül köprüsü kurar,
 Mısra mısra Yunus olur Emre olur,
 Şiir şiir düşer dilden
 Gönülden.
 
 İşte Yunus:
 
 ‘‘Elif okuduk ötürü
 Pazar eyledik götürü
 Yaratılanı hoş gördük
 Yaradan’dan ötürü’’
 
 İşte Muhyiddin Abdal:
 
 ‘‘Gözet olagelmişi
 Kaldır düşüp kalmışı
 Hoş tut yaradılmışı
 Yaradan’dan ötüri’’
 
 İşte Yunus:
 
 ‘‘Işk yağmurı tamlası gönül göginden tamar
 Sevgü yili götürür yağmurı ayaz ile’’
 
 İşte Muhyiddin Abdal:
 
 ‘‘Sultâna irdi kuldan
 Âşık oldı gönülden
 Muhyiddin cân u dilden
 Erenleri severdi’’
 
 İşte Yunus:
 
 ‘‘İşidün iy yârenler ışk bir güneşe benzer
 Işkı olmayan gönül misâli taşa benzer
 Taş gönüllerde ne biter dilinde agu düter
 Niçe yumşak söylese sözi savaşa benzer
 Işkı var gönül yanar yumşanur muma döner
 Taş gönüller kararmış sarp-katı kışa benzer’’
 
 İşte Muhiddin Abdal.
 
 ‘‘Mü'minlerün gönli Hakkun evidür
 Hak andadur, tutulmuş otağıdur’’
 
 ‘‘Çıkdum gönül köşküne
 Cân boyandı meşkine
 Hak şol dîdâr 'aşkına
 Yarattı kâ'inâtı’’
 
 Ulular vardır
 Şiirlerine konu olan,
 Nefeslerini dolduran.
 Zaman ve mekana karşı
 Gönülleri bir yolları birdir.
 
 ‘‘Bir Hacı Bektaş var idi
 Ali misillü er idi
 Münkirler görmez kör idi
 Yürütdi cânsız dîvârı’’
 
 ‘‘Şahum da rehberüm oldı
 Hemân Kıblem nûrum oldı
 Gani Otman pîrüm oldı
 Anun etegin tutdım ben’’
 
 ‘‘Ela gözlü Sultan Baba
 Ululardan ulusun sen
 Yedi iklim dört köşeye
 Arşa kürse dolusun sen
 
 Seni gören yoksul bay olur
 Kâfirler imana gelir
 Seni sevmeyenler n'olur
 Şah-ı Kerem Ali'sin sen
 
 Şahısın eksikli kulun
 İçenler ayrılmaz dolun
 İnceden incedir yolun
 Tamam gerçek velisin sen
 
 Doğru sözün yol kılıcı
 Çaldığın iki bölücü
 Düşmüşler elin alıcı
 Hakkın kudret elisin sen
 
 Dehanından kevser akar
 Nazar-ı kula Hak bakar
 Kokun cüml'aleme kokar
 Muhammed'in gülüsün sen
 
 Parlayıp ateşin yanar
 Cüml'alem şulene konar
 Susayanlar senden kanar
 Ab-ı hayat gölüsün sen
 
 Muhiddin Abdal n'eylersin
 Dipsiz denizler boylarsın
 Ne bilirsin ne söylersin
 Aklın mı var delisin sen’’
 
 Muhyiddin’in bir nefesi,
 Titretir gönül kafesi.
 Kaleme aldığım şiir,
 Vuslatî’nin GÜLCE sesi.
 
 Osman Öcal

UÇMAĞA VARDI..!
TANRI DAĞINDA...
ATSIZ ATA OTAĞINDA, ULU ATALAR HUZURUNDA DİZ VURMAKTA!

Çevrimdışı o.öcal

  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 556
  • TANRI DAĞINDA, UÇMAĞA VARDI...
Âşık Kerem GÜLCE BULUŞMA

-I-

Sevdiğini görüp bir nesli melek,
Derse güzellikte huridir aslı.
İz sürüp dilerse murada dilek,
Deyin bu keremdir sevdiği aslı.

Aşk ile bezerse yanağı ala,
Dişini inciye dudağı bala,
Benzetir boyunu bir servi dala,
Deyin bu keremdir sevdiği aslı.

İster taze olsun isterse bir dul,
Eladır gözleri zülüfler sümbül,
Sevdiği gül olur kendisi bülbül,
Deyin bu keremdir sevdiği aslı.

Sayar ise sevdiğinin halını,
Haddeden çekilmiş bilir belini,
Dünyanın malından çeker elini,
Deyin bu keremdir sevdiği aslı.

Şavkından ayılır dümensiz gece,
Derse kömür saçlar topuktan yüce,
Bir sızı çökerse inceden ince,
Deyin bu keremdir sevdiği aslı.

Kokusuna amber, yüzü dolunay,
Kirpiğe ok deyip kaşlarına yay,
Yaparsa gönlünü sırçalı saray,
Deyin bu keremdir sevdiği aslı.

Sevda ateşini Hak ile yakan,
Islanmış yüreği bükülmez kalkan,
Bir ah çekişinde patlarsa volkan,
Deyin bu keremdir sevdiği aslı.

Kerem: Âşık Kerem, Dede Kerem,
Yanık Kerem, Aşkta Kerem dilde Kerem.
Gönül gönül, duygu duygu,
İl il, şiir şiir
Efsane efsane, destan destan;
Farklı anlatımlı hikâyelerde
Ermeni kızına vurgun Türkmen oğlu.
Sevda dolu, acı dolu, hasret dolu;
Türkmenistan, Azerbaycan, Anadolu.
On altıncı yüzyılın gözdesi,
Aşığın gözü, kulağı, sesi;
Dili sade, içtiği Hak badesi.
Türkülere dost aşkına bende,
Var ömrünü adamış bir sevdaya düşende.
Bulunmaz hakkında hiçbir bilgi hiçbir veri;
Halk diline nakşolup
Dilden dile dolanıp, diyar diyar söylenen
Aslı ile Kerem hikâyelerindedir yeri.

Kerem bir karasevdadır,
Bir ateş topu bir yangın külü;
Balkanlardan Horasan’a
Türk illerinin dertli bülbülü,
Halkın belleğinde gönül incisi.
Her yörede farklı varyant,
Aşkın en büyük temsilcisi.
Kendi destanını söyler, kendi şiirini
Uçurur kanat kanat.
Nice Türküye konu olur, nice şiir yazılır adına.
Kerem’i anlatmak için bir Aslı’ya yanmak gerek,
Dolanıp gurbet ellerde hasrete kanmak gerek.

‘‘Gürbet elde qerib qerib ağlaram,
Müşkül halım bildiren yox, bilen yox!
Gece gündüz feğan qılıb yanaram,
Ağladan yox, güldüren yox, gülen yox!

Terk eledim men atamı, anamı,
Gölümden uçurdum telli sonamı,
Xencer alıb derd oylağı sinemi,
Teyleyen yox, deldiren yox, delen yox!

Derdli sinem düyünlerem, dağlaram,
Ağ geymerem, qaraları bağlaram,
Derd elinden ah çekerem, ağlaram,
Gözüm yaşın sildiren yox, silen yox!

Keremem, yetmedim men Esli Xana,
Pay bildim ölümü yazıq bu cana,
Gece-gündüz qefle işler her yana
Üz çevirib bu virane gelen yox! ’’

Dertli Türkülerin en kahramanı,
Canından çok sever ay Aslı Han’ı,
Hangi hikâyeyi hangi destanı,
Anlatsak içinden tek Kerem çıkar.

Doğum yeri ayrı babası ayrı,
Ayrılık Kerem’e sevginin hayrı,
Mühim olan çatı bizimdir gayrı,
Anlatsak içinden tek Kerem çıkar.

Ünlü kişilikler hep sahiplenilmiş;
Bir Yunus, bir Dede Korkut, bir Kerem gibi.
Sözlü ve yazılı, dolu anlatım,
Nice versiyon var Türk dünyasında
Her biri ayrı tomurcuk,
Say ki gülistan bir irem gibi.
Doğum yeri Şiraz, Gence, İsfahan,
Urmiye, Tebriz ya da Dağıstan Oran.
Babası Süruri Şah, Muhammed Veli, Ziyad Han,
Anası Hatice Sultan, Gemerbanu.
Adı: Gülşen Şah, Ahmet Mirza, Mahmut, Ali Han;
Bütünü bir Kerem eder,
Kayseri beyine bir şiirde şöyle der:

‘‘Aslım Türkmen İsfahan’dır ilimiz,
Gayrı gurbet ele düştü yolumuz,
Eğer halimizden sual olursa,
Kırılmıştır kanadımız kolumuz.

Kıymayın ağalar bana yazıktır,
Aşkın ateşiyle bağrım eziktir,
Virandır dağımız, bağlar bozuktur,
Ayrılıktan gazel döktü gülümüz.

Kahpe felek gelmiş kısmet dağıtır,
Ecel değirmeni bizi öğütür,
Kerem der ki vademizin çağıdır,
Kim bilir ki nerde kalır ölümüz.’’

Tek derdi Aslı’dır yârdir Kerem’in,
Kara kışta gönlü hardır Kerem’in,
Sayısız eseri vardır Kerem’in,
Anlatsak içinden tek Kerem çıkar.

-II-

Hikâyelerde verilse de farklı mekân,
Adı değişik de olsa aynı kahraman.
Uzun yıllar çocuğu olmayan bir padişah,
Yine aynı durumda padişahın haznedarı
Yahud ya da Kara Melik adında bir Keşiş.
Kendilerine ya da eşlerine yedirilen bir elma,
İster Hızır tarafından diyelim istersek derviş.
Ya da çocuk için yaptırılan eğlencelik bir bahçe,
Aynı çatıya sahip faklı anlatım farklı lehçe.

Zaman kendini yerken padişahın bir oğlu
Keşişin bir kızı olur, beşik kertme.
Kızın adı: Meryem ya da Kara Sultan,
Kara Keşiş, gelecekte
Bir Türk’e, Müslüman’a vermemek için
Ahdini bozup kaçırır kızı.
Yıl yılı kovalar tavizsiz hızı.
Oğlan kızı görür on beş yaşında,
Sevda başında.
Aslı diye çağırır, Aslı da Kerem der,
Ha Zengi ha Gence fark eder mi yer;
Nasıl olduğu, önemli mi kim doldurdu tasına
Hak’tan aşk badesi içer;
Anlatır halini han babasına.

‘‘Keşiş bahçesinde bir güzel gördüm,
Aklımı başımdan aldı ne çare,
Taramış zülfünü dökmüş yüzüne,
Serimi sevdaya saldı ne çare!

Bilirim onu ki keşiş kızıdır,
Seherde görünen tan yıldızıdır,
Yüreğimde onun aşkı izidir,
Aşk kâsesi bostu, doldu ne çare! ’’

Hikâyelerde, anlatıcılarca
Kerem ve Aslı etrafında oluşturulup,
Kahramanlara mal edilen
Daha ne yanık Türküler ne şiirler var.

İstetir babası Aslı Han kızı,
Yer değişir Keşiş olmayıp razı,
Aşığı peşine salar bu yazı,
Gurbet ellerinde yanar bir Kerem.

Tek yoldaşı vardır lalası Sofi,
Tiflis, Kars, Çıldır gelir mi kâfi,
Erzurum, Kayseri etmez telafi,
Gurbet ellerinde yanar bir Kerem.

Keşiş kaçar Kerem koşar peşinden,
Vazgeçer beylikten dünya işinden,
Yollar duman duman aşk ateşinden,
Gurbet ellerinde yanar bir Kerem.

Vuslata varmaya kıldığı karar,
Nice belde nice şehirde arar,
Vurup sarı tele Aslı’yı sorar,
Gurbet ellerinde yanar bir Kerem.

Daha başka:
Erzincan, Muş, Ankara, Tokat’a düşer yolu
Sevda dolar, Türkü olur Anadolu.
Bazen Aslı’sına ulaşır
Keşişten gizli konuşur,
Bazen de
Bir keklikle, bir dağ ile tipi ile
Turna ile balıklarla.
Bir başka yerde kurukafa ile
Ardahan civarında bir ceylanla
Şöyle sözleşir:

‘‘Kerem:
Kerem deyer: Kime deyim derdimi?
Seyrağıblar gonca gülü derdi mi?
Varsam Erzurum’a görrem Esli’mi,
Yoqsa Keşiş alıb, yene gaçdı mı? ’’

‘‘Ceyran:
Mövla’m sene kömek olsun bu işde,
Ceyran deyer: Çap semendin yerişde,
Erzurum’a vardı zalım Keşiş de,
Xeber verdim gismet sene tuş ola.’’

Aslı’ya kavuşmak için yâri olur çileler,
Kahveler durağı, hanlardır barınağı…
Otuz iki dişini çektirir yine uçurur kuşu,
Alev alev yanarak geçirir nice kışı.
Sonunda
Keşiş anlar ki Kerem’den kurtuluş yok;
Erzurum, Kayseri ya da Halep paşasının
İstek ve korkusuyla evliliğe razı olur.
Ama bir sihirli fistan giydirir ki kızına,
Gerdek gecesi düğmeleri çözülmez.
Kerem perişandır, üzdüğü Aslı Han’dır
Sarı tele dokunur, düğmelere şöyle der:

‘‘Aman felek, dad eylerem elinnen,
Açılsın Aslıdan düyme men öldüm.
Aslı Xan ağlayar, Kerem alışar,
Açılsın Aslıdan düyme, men öldüm.

Ağalar ağası, şahların şahı,
Mene kömek olsun göylerin mahı,
İmansız Keşişin budu metahı,
Açılsın Aslı’dan düyme men öldüm.’’

Bir düğme açılır,
Kerem bir daha söyler:

‘‘Keşiş qabağımda bir qara duman,
Çağırram mövlanı, halimdi yaman,
Müşkülleri açan peygember, imam,
Açılsın Aslıdan düyme men öldüm.’’

Bir düğme daha açılır,
İlk açılan kapanır.
Bir daha söyler:

‘‘Atan Keşiş kuşelerden kendi var,
Hiylegerdi, bilmek olmur fendi var,
Bir düymenin heştat sekkiz bendi var,
Açılsın Aslıdan düyme men öldüm.’’

Düğmelerin biri kalır diğerleri açılır,
Ardından kapanır tekrar.
Kerem yorgun, bir daha söyler:

‘‘Bahar olaçaq dağlar qan erisin,
Kerem, ömrün bir qürbetde çürüsün,
Düyme kesen zerger elen qurusun,
Açılsın Aslıdan düyme men öldüm.’’

Düğmeler tekrar açılır kapanır.
Kerem bitkin, öyle bir ah çeker ki;
Ağzından alev fışkırır, tutuşur, yanar.
Aslı söndürmeye çalışır ama nafile,
Kerem kül olur, ela gözler kanar.
Aslı saçlarını çözer,
Süpürge yapıp külleri toplarken
Bir kıvılcımla tutuşur,
İki sevgilinin külü kavuşur.

Varyantlar varırken benzer bir sona,
Horasan varyantı vuslattan yana,
Aşıklar kavuşup döner vatana,
Gurbet ellerinde yanar bir Kerem.

Doğum yeri Tebriz, Mahmut’tur adı,
Babası Ziyad Padişah, nesline kale.
Babasının İmam Rıza’nın kabrini ziyareti
Doğumuna vesile.
Mahmut bir av esnasında rastlaşır,
Kara Melik’in kızı Zöhre ile;
Sevdaları düşer dile.
Sonuçta yine Kerem yanar kül olur,
Aslı, gözyaşı döker yıllarca,
Gözleri görmez artık.
Yaşlanır, mezarı başında bekleyeli
Kırk yıl olur.
Dua eder Allah’a: Ya canını almasını ya da
Sevdiğini geri vermesini diler.
Cebrail olur ulak,
Hazreti Muhammed’e, Hazreti Ali’ye ulaşır dilek
Güler bu sefer felek.
Dualar edilirken kabrin başında
Tanrı’nın kudretiyle yerinden doğrulur Kerem,
Aslı’nın açılır gözü, güler yüzü.
Beraber Tebriz’e dönerler.
Kırk gün sonra Ziyad Padişah ölür,
Yerine Kerem padişah olur.

-III-

Sevgili yaşıttır ilk insan ile,
Yanacaksak Kerem gibi yanmalı.
Anlatıla gelir her lisan ile,
Yanacaksak Kerem gibi yanmalı.

‘‘Güzelsin sen yoktur menendin, mislin,
Boyun servi yanakların al güzel.
Huri midir aslın melektir neslin,
Dişin inci dudakların bal güzel.

Dinle gel sözümü ey saçı sümbül,
Ben sana bir güldüm sen bana bülbül,
Ya taze kız ya bir gelin ya bir dul,
Her ne isen benden haber al güzel.

Kerem eder senin kulun olayım,
Leyl ü Nehar dost kapında kalayım,
Ben de senden muradımı alayım,
Sende benden muradını al güzel.’’

Yaşatır gönülde getirir dile,
Âşık olan âşık dost olur güle,
Ne sılaya küser ne gurbet ele,
Yanacaksak Kerem gibi yanmalı.

‘‘Felek meni bağa bağban eyledi,
Bağlar ağlar bağban ağlar gül ağlar.
Dost bağının axmaz oldu suları,
Süsen ağlar sünbül ağlar sel ağlar.

Yağı tapib xına yaxam eline,
Alıb gedem vetenine eline,
Ne olar ki sarılaydım beline,
Kemer ağlar kaftan ağlar bel ağlar.

Terk eledim vetenimi elimi,
Elimden aldılar qonça gülümü,
Onuncun qürbete saldım yolumu,
Veten ağlar oba ağlar el ağlar.

Ördek kimi uçdum gölden göllere,
Ceyran kimi qaçdım çölden çöllere,
Kerem deyer düşdüm bednam dillere,
Gelen ağlar geden ağlar yol ağlar.’’

Sazının teline aşkını yayar,
Aslı’nın yüzünde halları sayar,
Her biri değerli yirmi dört ayar,
Yanacaksak Kerem gibi yanmalı.

‘‘Aslımın yüzünde on beş halı var,
Bir halı dünyaca male yetişir.
Bir halı mağrıba pençe salmıştır,
Bir halı cihanda lale yetişir.

Bir halı ediyor merde mert cengi,
Bir halı döğüyor cümle frengi,
Bir halı bozulmaz hiç onun rengi,
Bir halı, şulesi halka yetişir.

Bir halı budur ki ta arşa çıkar,
Bir halı odur ki alemi yıkar,
Bir halı budur ki cihanı yakar,
Bir halı şark ile garba yetişir.

Bir halı olmuştur gözlen süvari,
Bir halı görmüştür bunca diyarı,
Bir halı değiyor cihanın varı,
Bir halı da Kerem kula yetişir.’’

Aşığın her zaman gönlü gülistan,
Belki Erzurum’dan belki de Kars’tan,
Sınama amaçlı isterler destan,
Yanacaksak Kerem gibi yanmalı.

‘‘Gide gide bir sineğe düş oldum,
Yakın bildim bu sineğin işini.
Tuttum kılıç ile kellesin kestim,
Yedi dağ üstüne serdim leşini.

Sinek vızıladı uçtu havaya,
Yağın süzdük üç yüz altmış tavaya,
Yük eyledik doksan dokuz deveye,
Peşkeş ettik Kayseri’ye döşünü.

Sineği meydana tutup attılar,
Beş yüz kese akça yağın sattılar,
Kemiklerinden bir köprü çattılar,
Hesap ettik iki bindir yaşını.

Karışladım yedi karış dizi var,
Yüz otuz harmandan büyük gözü var
Seksen kantar iç yağının hası var,
Yazın görmüş zemherinin kışını.

Derisini çadır edip oturduk,
Etin kestik dört köşeye yetirdik,
Gürcistan’a Mirahur’a götürdük,
Açtık biz ağzını saydık dişini.

Ol sineği gören kaçtı geriye,
Karşı koydu yüz bin atlı çeriye,
Kanatların yelken ettik gemiye,
Fil burnundan uzun gördüm başını.

Ben bilirim karanlıkta geleni,
Gelip benim tatlı canım alanı,
Dertli Kerem söyler böyle yalanı,
Ya kim gördü o sineğin eşini.’’

Gönül tezgâhında aşkın nakkaşı,
Türküde divanda âşıklar başı,
Acıda hicranda gözlerin yaşı,
Âşık Kerem gibi var mıdır yanan.

Sayısız kalemden damlar kan ile
Nice düş kurdurur Aslı Han ile
Sığmaz bir Gülce’ye bir Giryân ile
Âşık Kerem gibi var mıdır yanan.

Vuslatî bulunmaz dünyada çarem,
Derde düş olanlar olurmuş verem,
Yoktur bu âlemde bir Dede Kerem,
Âşık Kerem gibi var mıdır yanan.

Osman Öcal

UÇMAĞA VARDI..!
TANRI DAĞINDA...
ATSIZ ATA OTAĞINDA, ULU ATALAR HUZURUNDA DİZ VURMAKTA!