Gönderen Konu: Ses Bayrağımızın Bayraktarları- Ozanlarımız-Aşıklarımız  (Okunma sayısı 28086 defa)

0 Üye ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı o.öcal

  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 556
  • TANRI DAĞINDA, UÇMAĞA VARDI...
Bu paylaşımda Türkçemizin korunmasında büyük emekleri olan, şiirlerini Türkçe ile yazıp söyleyen, geçmişten günümüze ozanlarımızın, aşıklarımızın, şairlerimizin hayat hikayelerini almaya çalışacağım. Bu ozanlarımızın, aşıklarımızın hayat tarzlarının o günün şartlarına göre değerlendirilmesi gerekiyor. Hayat hikayelerinde efsaneler, hikayeler, destanımsı kısımlar bulunmaktadır. Ayrıca herbirinin bir manevi yaşamı var ki, çalışmlarımda geçen bazı mezhep, tarikat isimleri vs. yanlış anlamaya meydan vermesin isterim. Değerli kandaşlarım, bizim açımızdan önemli olan SES BAYRAĞIMIZA BAYRAKTARLIK YAPMIŞ OLMALARIDIR.


Ozan Dede Korkut (GÜLCE-BAHÇE)

‘Hani övdüğümüz bey erenler
Dünya benim, diyenler
Ecel aldı, yer gizledi,
Fani dünya kime kaldı
Gelimli gidimli dünya
Son ucu ölümlü dünya…’

Ozanların başı ozanlar piri,
Doğumu ölümü neredir yeri,
Ne kadar yaşamış bilinmez biri;
Rivayet edilip söylene gelir.

Yaşadığı yüzyıl bile belirsiz
Kimi der;
Peygambere elçi hanlara vezir
Kimi der;
Akkoyunlu dönemi…
Her söylence med-cezir.

Kopuzun telinde bir ulu ozan,
Türkün tarihine destanlar düzen,
Derleyip toplayıp Aytur’dur yazan,
Rivayet edilip söylene gelir.

Dedem Korkut’un boyu,
Hanlar hanı Bayındır Han’la
Horasan’dan göçerek
Ulu dağlar, zor ırmaklar geçerek
Kars-Anı’ya gelmiştir,
Kağızman-Akçakale’yi yaylak,
Iğdır-Sürmeli Karakale’yi kışlak bilmiştir.

Büyük destan bilgesi
Derler ki, Korkut Ata
Oğuz’un Bayat Boyundan,
Babası Kara Hoca.
Dokuz ve on birinci yüzyıllar arasında,
Doğum yeri; Türkistan’da Sir-Derya.
Bir de oğlu olmuştur, adı da: Ürgeç Dede
Türk elinin kocası,
Dedem Korkut bir derya.

Her rivayet makbul bize
Devam edelim söze:
Bir evliya O, bir eren
Hazreti Muhammed’den hayır dualar alıp
Yüce Oğuz halkına O’dur İslam ilmini veren.
Dedik ya; bir söylence sadece
Belki de bir ekleme…
Oğuznameye göre:
İki yüz doksan beş yıl yaşamış;
Ne bilen var ne gören.

Rivayet rivayet rivayet…

Türk kavminin atası soyu kamlar soyundan,
En saygın rivayette, der ki: Bayat boyundan.

Hayır ve şerri bilen, kılavuzdur her zaman,
Geçmişten geleceğe kopuzu olur derman.
O gün ki töremizde hem ozandır hem şaman,
Türk kavminin atası soyu kamlar soyundan.

Türkmen Kazak ve Özbek Karakalpak Başkurt’ta,
Bilinir Korkut Ata Türk’e vatan her yurtta.
Şölenlerle dillenir kültür kenti Bayburt’ta,
En saygın rivayette, der ki: Bayat boyundan.

Tartışılmaz bir gerçek,
Gerçeği Hak bilir ancak.
Ancak destanlar söyler ki bize;
Bizim dilimizden bizim ilimizden,
İlimizden Bayburt çevresinde yaşamış.
Yaşamış aynı bölgede Oğuzlarla Kıpçaklar,
Kıpçaklarla Gürcülerle savaşları anlatır Korkut Ata.
Korkut Ata, şayet yaşamamışsa da Bayburt’a,
Bayburt’ta yüzyıllardır destan destan dildedir,
Dildedir ihtiyarında gencinde erkeğinde kadında.

O Ulu kişi
Bir dahidir bir bilge,
Oğuz elinde doğan güneş
Hanlara beylere övgüler düzen,
Kavurur alevi, yanıp sönmeyen ateş.

Birer birer anlatır Türk kavminde töreyi,
Gaipten haber edip sezgi alır gününde
Yol gösterir Oğuz’a gider kendi en önde,
İmana gelmeyene silah kılar pireyi.

Desturudur doğruluk erce sözünde durur,
Gönlü birlikten yana büyük aşkı vatandır.
Güçlünün karşısında hep zayıfı tutandır,
Ölümü göze alıp olmayanı oldurur.

Esirgemez hürmeti aksakallı kocalar,
Danışmanı zor işin Türk’ün akıl danesi;
Çözümüyle şenlenir hanlar beyler hanesi.

Geçmişini bilmeyen gelecekte bocalar,
Kılavuz olsun bize yol göstersin atiye;
Haram lokma gibidir ele giden methiye.

Bakın hele ne demiş,
Dirse Han’a a beyler!
Yemez yiğit hakkını,
Sözünü haktan söyler.

‘Hey Dirse Han beylik ver bu oğlana,
Taht ver, erdemlidir.
Boynu uzun yüğrük at ver bu oğlana,
Binit olsun, hünerlidir.
Ağıllardan on bin koyun ver bu oğlana,
Şişlik olsun, erdemlidir.
Katarından kızıl deve ver bu oğlana,
Yük taşıyıcı olsun, hünerlidir.
Altın başlı otağ ver bu oğlana,
Gölge olsun, erdemlidir.
Omuzu kuşlu kaftan ver bu oğlana,
Giyer olsun, hünerlidir.’

Türk dünyasında kabul görmüş
Efsanevi ululardan bir ilki,
Boy boylayan soy soylayan
Hem destancı hem ozan.
Şiiri nesre yakın belki
Nesirleri şiire;
Kopuzu yeter ona,
Kim demez ki çağlayan.

Töre onsuz ad koymaz yetişen tahtsız gezer,
Yiğitlik göstermeyen bir ömür bahtsız gezer.

Hak eden alır adı yapılan bir törenle,
Eğlenir hanlar beyler en görkemli şölenle.

‘Ünümü anla sözümü dinle Pay Püre Bey,
Allah Teâlâ sana bir oğul vermiş, uzun yaşatsın.
Ak sancak kaldırınca Müslümanlar arkası olsun.
Karşı yatan kara karlı dağlardan aşar olsa,
Allah Teâlâ senin oğluna güç versin.
Kanlı kanlı sulardan geçer olsa, geçit versin.
Kalabalık kâfire girince,
Allah Teâlâ senin oğluna fırsat versin.
Sen oğlunu ‘‘Bamsam’’ diye okşarsın,
Bunun adı boz aygırlı Bamsı Beyrek olsun.
Adını ben verdim, yaşını Allah versin.’


Birisine Boğaç der birine Bamsı Beyrek,
Yiğitsiz olmaz destan işte bir örnek Segrek.

Bir ihanet simgesi Kazan Han’ın dayısı,
Destan dedik ya sık sık tam on iki sayısı.

Her birisi bir boy'un aynı Oğuz töresi,
Doğu Anadolu’muz Azerbaycan yöresi.

Basmış bağrında saklar Ortaysa Kazakistan,
Derler onsuz olur mu Türk yurdu Türkmenistan.

Ata Rahmanov’dan dört tane:
İğdir, Dışoğuzların Gever Hanlığına Karşı Savaşı,
Oğuzların Melâllaşması, Korkut’un Kabri Kazıldı.
Nurmırat Esenmıradov’dan iki:
Teke Muhammet, Salur Kazan ve İtemcek.
Derlenerek yazılmış
Her biri ayrı destan;
Bunları da eklersek tam on sekiz edecek,
Yaşıyor gönül gönül yaşatacak gelecek.

Dedem Korkut işte bu
Nerde Türk var orda var,
Balkanlardan Altay’a
Her boy kendinden sayar.

Tiyatroda filmde
Rastlanılır adına,
Şiirlerde masalda
Doyulmuyor tadına.

Öyle bir ulu ozan ünü dünyayı aşan,
Kazılırken görür hep nerde olsa mezarı.
Sonunda teslim olur ecel önünde koşan,
Sir-Derya’nın ağzı der, rivayetin yazarı.

‘Hani övdüğümüz bey erenler
Dünya benim, diyenler
Ecel aldı, yer gizledi,
Fani dünya kime kaldı
Gelimli gidimli dünya
Son ucu ölümlü dünya.
Bu kara yer bizi de yiyecektir,
En nihayet uzun yaşın ucu ölüm,
Sonu ayrılık! ’

Kim ki sahip çıkarsa Ozan Korkut Ata’ya,
O da onun sahibi Hak düşürmez hataya.

Azerbaycan şairi Bahtiyar Vahapzade,
Ne diyor bakın hele gönül olmuş azade.

“Bir yerde ölüp beş niye bin yerde mezarı
Çünkü kazılır her gün gönüllerde mezarı
Otlarda, çiçeklerde ve güllerde doğuldu
Bir yerde ölüp beş niye bin yerde doğuldu
Efsane mi gerçek mi bu insan, ince insan
Varlı sesidir, kopmuş o Türk’ün kopuzundan! ”

Türkistan’da bir mezar bir mezarda Bayburt’ta,
Yaşayacak her daim varsa tek Türk bir yurtta.

Dua edeyim Han’ım:
‘Karlı dağların yıkılmasın,
Gölgeli ulu ağacın kesilmesin,
Taşkın akan güzel suyun kurumasın.
Yüce Tanrı seni kötülere el açtırmasın,
Koşar iken ak boz atın tökezlenmesin,
Vuruşurken kara çelik öz kılıcın çentilmesin,
Dürtüşürken alaca gönderin ufanmasın.
Aksakallı babanın yeri cennet olsun,
Ak pürçekli ananın yeri cennet olsun,
Son nefeste imandan ayırmasın.
Âmin diyenler tanrının yüzünü görsün,
Ak alnında beş kelime dua kıldık, kabul olsun.
Allah’ın verdiği umudu kesilmesin,
Derlesin toplasın günahınızı;
Adı güzel Muhammed Mustafa yüzü suyu hürmetine bağışlasın,
Hânım hey! ..’

Osman Öcal

UÇMAĞA VARDI..!
TANRI DAĞINDA...
ATSIZ ATA OTAĞINDA, ULU ATALAR HUZURUNDA DİZ VURMAKTA!

Çevrimdışı o.öcal

  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 556
  • TANRI DAĞINDA, UÇMAĞA VARDI...
Tasavvuf Şairi Hoca Ahmet Yesevi

-I-
‘Hak Teâlâ habibi, yâ Mustafa Muhammed,
Dertlilerin tabibi, yâ Mustafa Muhammed.
İzhar kıldı Âdem’e, Âdem’den ta Hâtem’e,
Nuru doldu âleme, yâ Mustafa Muhammed.’

O’nunla var olmuştur O’nunla yaşar hikmet,
Hak Muhammed aşığı İbrahim oğlu Ahmet.

Horasan’dan Türklerin manevi hayatına,
Asırlarca hükmedip yön vermiş hikmetleri.
Dilimizi koruyup daha da zengin kılmış,
Derler: “Pîr-i Türkistan”, şair ve büyük veli.

Asırdan asra yürür yaşar gelir dilinen,
Menkıbeye dayanır hakkındaki bilinen.

Kesin değil elbette, bin doksan üç yılında;
Güney Kazakistan’da Çimkent Sayram’da doğar.
Hafif bir söylence:
Bir ihtimal daha var; der ki: Türkistan ‘Yesi’
Yesi şimdi Türkistan kardeş Kazak ülkesi.

Babası Sayramlı olup söylenegelir daim,
Zamanın ünlü bilginlerinden Şeyh İbrahim.
Annesi de Sayramlı,
Musa Şeyhin kızı Ayşe ‘Kara Saç’ Hatun.

Önce annesi ölür yedisinde babası,
Büyütür Yesiliyi Gevher Şehnaz ablası.

İlk eğitimini görür babasından Yesevi,
Sonra da Aslan Baba alır aynı görevi.
Hem hocası olmuştur hem manevi babası,
Yükselir ilim ilim o günün genç dehası.

Zaman tamam olunca
Aslan Baba ölünce,
Yol düşer Buhara’ya
İşareti alınca.

Artık
Gezginci Şeyh Yûsuf Hemedânî’nin öğrencisi,
Hem de mürididir.
Bir dörtlüğünde şöyle der:

‘Ben yirmi yedi yaşta Pir'i buldum;
Her ne gördüm perde ile sırrı örttüm;
Eşiğine yaslanarak izini öptüm;
O sebepten Hakk'a sığınıp geldim ben işte.’

Eğitimi sürdürürken;
Hocasıyla birlikte, görerek ve yaşayarak,
Hem öğrenir hem öğretir gezerken.
Şeyhi ölünce oturur posta,
Görevini üstlenip yol açar eşe dosta.
Bir müddet sonra Yesi’ye döner,
Merkez bulup eğlenir;
Ölümü, bin yüz altmış altı diye söylenir.

Bir rivayet yüz yirmi bir rivayet yetmiş üç,
Kesin tarihi vermek hem yanıltır hem de güç.

Türkistan şehrindedir Yesevi’nin türbesi,
Yayılmış nefes nefes duymak istersen sesi.

Bin üç yüz seksen dokuz bin dört yüz beş arası,
Timurlenk tarafından yaptırılmış burası.

-II-

Yesi, Hoca Ahmet Yesevi’ye,
Yesevi deYesi’ye emanettir artık.
Artık O’nun görüş ve eğitimiyle aydınlanan
Aydın ve hareketli bir kenttir.
Kente Türkistan’ın hemen her yerinden öğrenci akar,
Akar akar da irşad halkasına katılır.
Katılanlar Yesevi ocağından nasiplenip,
Nasiplerini dağıtırlar Türkistan’dan Balkanlara.

-III-

Yayılır dalga dalga hikmetleri dört yana,
Ulaşır her bir cana hoşgörü, dinin özü;
İslâm’ın gerçek yüzü Tanrı, insan sevgisi.

Aydınlık görüşleri Türk’e Türkçe varınca,
Benimsenmiş arınca yine kendi dilinden;
Bu akışın selinden gevşer gönül sürgüsü.

Türk kültürü korunur bozkıra saygı ile
Varılmaz kaygı ile toplumun töresi var;
Ne set bilir ne duvar geleneği görgüsü.

Bilmez miydi Yesevi Arapçayı Farsçayı,
Gökten sağarak ayı Türkçeye kardeş kılar;
Hala durulmaz sular sürüp gelir sorgusu.

Şahittir menkıbeler
Sayan sayar muteber
Alandan Allah razı
Bir dörtlükte şöyle der:

‘Anlamıyorlar âlimler konuştuğumuz Türkçeyi,
Ariflerden duyunca açar gönül mülkünü.
Ayet hadis manası Türkçe olsa uygundur,
Manasını kavrayanlar yere koyar börkünü.’

Farklı yerde farklı unvan,
Sevgidir gönüllerde.

Keramet sahibidir, derler: 'Pîr-i Türkistan',
Yaş yediyken Hızır’a nail 'Hazret-i Sultan',
'Hace Ahmed' de derler ya da 'Kul Hace Ahmed'
Anılır başka yerde: O 'Hazret-i Türkistan'.

Manevi şahsiyeti hikmetlerinin özü,
İslam’dan gelen ışık gecenin aydın yüzü.

Asya Türk dünyasının o tanınmış isminde,
İlme hizmet görülür hakikatin resminde.
Buluşarak yaşamış dünya hali cisminde,
Manevi şahsiyeti hikmetlerinin özü.

Karahanlı Türkçesi Hakaniye lehçesi,
Hikmetlere ölçüdür aruz ile hecesi.
Nasiplenip pay alan erenlerin nicesi,
İslam’dan gelen ışık gecenin aydın yüzü.

-IV-

İşte iman işte gerçek,
Okuyup anlamak gerek.

‘Dokuz ay dokuz günde yere düştüm,
Dokuz saat duramadım göğe uçtum,
Arş ve Kürsü derecesini varıp kucakladım,
O sebepten altmış üçte girdim yere.’

‘Bir yaşımda ruhlar bana pay verdi,
İki yaşta Peygamberler gelip gördü,
Üç yaşımda Kırklar gelip halimi sordu,
O sebepten altmış üçte girdim yere,’

Burada verilen yaşlar,
Gerçek yaşı olmamalı.
Bilimsel açıdan mümkünü var mı?
Manevi doğuşun yaşına benzer.

Bir kara sevdadır Peygamber aşkı,
Ne saray dilemiş ne sırlı köşkü,
Eylemiş şiirle var olan meşki,
Altmış üç yaşında girmiş hücreye.

Ve O’nun için derler ki:
Peygamberin ölüm yaşına gelince,
Ermek için tutuştuğu murada
Yerin altına kazdırıp hücre
Ömrünü tamam eder burada.

Bir diğer şiirde der ki:

‘Benim Tanrım Kudret ile bir baktı,
Mesut olup yer altına girdim işte.
Garip kulun bu dünyadan geçti gitti,
Sırdaş olup yer altına girdim işte.’

Sanat adına
Bir endişe taşımaz
Söylediği hikmetlerinde
Manzume bir vasıtadır sadece.
Müritleri dahi aynı yolu denerler;
Hangi hikmet kime ait meseledir ayırmak.
Divan-ı Hikmet denir yazıya geçmiş haline,
Bir münacaat yüz kırk dört hikmeti vardır,
Saymazsak yetmiş üç yeni hikmeti.
Zaman on ikinci yüz yıldır,
Yazarı Şaban Durmuş;
Bir gönül eri.
Akaid,
İslam’ın esaslarını anlatan
Diğer eseri.

-V-

Sanı kalır gider beşer,
Götürürler üçer beşer,
Diyar diyar izin düşer,
Sen ki Pîr-i Türkistan…

Abdal Musa Yunus Emre,
Peşinden yürüyen zümre,
Gönüllerde birer cemre,
Sen ki Pîr-i Türkistan…

Tarikatın Yesevilik,
Etkilenmiş Haydarilik,
Sarı Saltuk Bektaşilik,
Sen ki Pîr-i Türkistan…

Ahi Evren Ede-Balı,
Hünkâr Hacı Bektaş veli,
Hepsi birer seher yeli,
Sen ki Pîr-i Türkistan…

Zaman sınırını aşan,
Nice gönülde dolaşan,
Türkistan’la kucaklaşan,
Sen ki Pîr-i Türkistan…

Osman Öcal

UÇMAĞA VARDI..!
TANRI DAĞINDA...
ATSIZ ATA OTAĞINDA, ULU ATALAR HUZURUNDA DİZ VURMAKTA!

Çevrimdışı o.öcal

  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 556
  • TANRI DAĞINDA, UÇMAĞA VARDI...
Yunus Emre (GÜLCE-BAHÇE)

-I-
 
 Yunus diye görünen,
 Ete kemiğe bürünen.
 Tasavvufun ve hoş görünün piri,
 Sultanların sultanı.
 Türk halk şiirinde
 Heceye, aruza ve divana iz düşüren
 Şaire öncü ozan.
 Deryalara sığmayan Koca Yunus.
 İlden ile dilden dile
 Gönülden gönle yüzyılları aşıp gelen
 Derviş Yunus.
 İster misiniz kendi dilinden,
 Kendi anlatımından tanıyalım O’nu.
 
 Özüm ile bil eyledim,
 Halk dilini bal eyledim,
 Gelip gitmez cemre ile
 Dikenleri gül eyledim.
 
 Gönüllerde açan benim,
 Kanatlanıp uçan benim,
 Adımızdır Yunus Emre
 Hak şarabı içen benim.
 
 Nefisten önce gidenim,
 Toprağa girmiş bedenim,
 Seksen iki yıllık ömre
 Âlemi sığdıran benim.
 
 Türkmen ola köyüm ilim,
 Bu dünyaya geliş yılım,
 Bin iki yüz otuz sekiz
 Rivayetçe söyler dilim.
 
 Garip derviş bu abdala,
 Malum olmuş ise kula,
 Yıl bin üç yüz yirmide
 Hak üzere bindim sala,
 
 Ha Sarı köy ha Karaman,
 Geliş yönümüz Horasan,
 Doğum, ölüm tarihimiz
 Önemli mi yer ve zaman.
 
 Ben bildiğimi yazarım,
 Değmedi kula nazarım,
 Gönüllerin sultanıyım
 On yerdedir bir mezarım.
 
 Âleme ayan durumum,
 Vahdet-i vücut yorumum,
 Tanrı’nın özüne varmak
 Işığı sönmeyen bir mum.
 
 Söylenceler bana yakın,
 Velâyetname’ye bakın,
 Anadolu köylüsüyüm
 Yabana atmayın sakın.
 
 Zaman on üçüncü yüzyıl;
 Savaşlar, işgaller, yağmalar, ağır vergiler,
 Can ve mal kaygısı, kıtlık, kargaşa…
 Anadolu’da çöküntü dönemi.
 Ve Moğol akınları sebebiyle
 Horasandan akın akın Anadolu’ya gelen erenler;
 Maneviyat erlerinin can veren sesi,
 Ve tasavvufun filiz filiz yükselmesi…
 
 Bir yıl kıtlık olunca fakir düştüm iyice,
 Heybeme alıç alıp vardım Hacı Bektaş’a.
 Eşiğine yüz sürdüm koydu beni misafir,
 Boşa koydu almadı buğday diye direndim.
 
 Keramet ve inayet O’nda idi bildiğim,
 Daha ısrarcı oldu dinlemedim sözünü.
 Aldığım buğday ile geri teptim himmeti,
 Aklım geldi başıma döndüm geri dergâha.
 
 Bırakıp buğdayını dedim isterim nefes,
 Nasibin O’na geçti Taptuk Emre’de kilit,
 Büyük pir büyük veli beni özümden yakıp,
 Git istersen sen O’na diye gösterdi yolu.
 
 Söylenceye devam dilden,
 Dere tepe aşıp belden,
 Yunus’u Yunus yapacak
 Taptuk’a erdim gönülden.
 
 Her
 Derviş
 Bir görev
 Üstlenmişti,
 Kırk yıl süreyle
 Doğru olanından
 Ben de odun taşıdım,
 Üşenmeden yorulmadan
 Her gün Bektaşi tekkesine.
 Mürşidim olmuştu Taptuk Emre,
 Pişerek, hoş görüyle dolup taştım.
 En güzel teslimiyet örneği vererek,
 Görev aşkıyla yanıp memleketler dolaştım;
 Ve Azerbaycan yurdundan Şam’a kadar ulaştım.
 
 Sohbetim oldu Mevlana ile.
 Dedim ki:
 Mesnevi’yi
 Uzun yazmışsın
 Ben olsaydım eğer
 Şu söze sığdırırdım:
 ‘Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm’
 
 -II-
 
 ‘Bu dünya bir gelindir, yeşil kızıl donanmış
 Kişi yeni geline bakıbanı doyamaz’
 
 Bu denli dünyaya bağlı iken,
 Mecazi aşktan gerçek aşka eriştim.
 Ve dedim ki:
 ‘Canlar canını buldum, bu canım yağma olsun
 Assı ziyandan geçtim dükkânım yağma olsun! ’
 Sözden öze, ayrılıktan vuslata, şeriatten hakikate,
 Kulluktan sultanlığa ulaştım.
 
 ‘Taptuğun tapusuna
 Kul olduk kapısına
 Yunus miskin çiğ idik
 Piştik elhamdülillah’
 
 ‘Benem ol aşk bahrisi denizler hayran bana
 Derya benim katremdir zerreler umman bana’
 Diyerek;
 Renkten renge boyandım:
 Kâh Âdem’le Cennet’ten kovuldum,
 Kâh Nuh’un gemisine bindim.
 Miraca çıktım kimi zaman...
 Ateşte İbrahim oldum, İbrahim’e de ateş,
 Mansur’la asıldım, ama ona urgan olan da kendim oldum...
 Bazıları okuryazar olmadığımı söylese de;
 ‘Dört kitabın mânâsın okudum hâsıl ettim
 Aşka gelince gördüm, bir uzun hece imiş’ dedim.
 Gerçeğe, Tanrı’ya, evrensele,
 Her şeyin özüne varmak için;
 ‘Şeriat-tarikat-marifet-hakikat’ ile
 Tasavvuf felsefem ve görüşlerimle
 Ben kendime yakın durdum.
 Hamuru pak yoğurduk
 Sizi siz eden olduk
 Anadolu Türkçesini Karacaoğlanlara,
 Pir Sultan Abdallara ve Âşık Veysellere
 Varıp devreden olduk.
 Ve dedik ki:
 .’Elif okuduk ötürü
 Pazar eyledik götürü
 Yaratılanı hoş gördük
 Yaradan’dan ötürü’
 
 Bakın bir söylence daha:
 Molla Kasım diye biri vardı.
 O’na şiirlerimi yazılı olarak götürdüler;
 Başladı okumaya.
 Her okuduğunu yaktı dine, şeriata aykırı diye.
 Binlercesini yaktıktan sonra suya atmaya başladı;
 Yaktı suya attı, yaktı suya attı,
 Attı attı attı...
 Derken:
 ‘Yunus Emre bu sözü eğri büğrü söyleme
 Seni sigaya çeken bir Molla Kasım gelir.’
 Bunu görür görmez titreyip tövbeye geldi.
 Yakmadığı suya atmadığı şiirleri bir hazine gibi sakladı.
 İşte bunun için, binlercesini göklerde melekler,
 Binlercesini denizlerdeki balıklar,
 Kalan binlercesini de insanlar söyler dururlar.
 Ve sahte dervişlere şunu dedim:
 ‘Dervişlik olaydı tac ile hırka
 Biz de alırdık otuza kırka’
 
 Kimi aruz kimi hece şiirlerimden oluşan,
 ‘Divan’ adlı bir eser var sevenlerimle buluşan.
 
 Mesnevi tarzında,
 Beş yüz yetmiş üç beyitten teşekkül eden
 Bin üç yüz yedide yazılmış
 Bir de‘Risaletü'n – Nushiyye’ öğütler kitabım var.
 Yunus Emre dışında,
 Yûnus, Yunus Dedem, Miskin Yunus,
 Âşık Yunus, Bî-çare Yunus, Tapduk Yunus,
 Koca Yunus, Derviş Yunus
 Mahlaslarını kullandım şiir şiir gönül gönül.
 
 -III-
 
 Değil isem okuryazar,
 Mısra mısra bakın bana,
 Ayet hadis dini ilim
 Bilin benden yakın bana.
 
 Bulunmaz bizlerde vehim,
 Aruz hece aldı sehim,
 Arapça Farsça da yazdım
 Halk dili Türkçe tercihim.
 
 Mevlana’nın çağdaşıyım,
 İnsanlığın yol başıyım,
 Ilgıt ılgıt çağlarım ben
 Dertlilerin gözyaşıyım.
 
 Hak Tanrı’nın aşığıyım,
 Dost yolunun eşiğiyim,
 Kaynaşmışım ben benimle
 Geleceğin ışığıyım.
 
 İşte benim görüşüm;
 Tasavvuf anlayışım, inanç sistemim:
 
 Yaşayışım sistemim Kuran’da öze gitmek;
 Beni ben kılan Hak’ka aşk ile gönül verip,
 Tek bildiğim gerçeğin sırlarını keşfetmek.
 İlmin adı tasavvuf Vahdet-i Vücud olup;
 Zatından sıfat sıfat tüm evreni doldurup,
 Bilinen bilinmeyen tecellisine yetmek.
 Tek varlık olan Allah, önsüz ve sonsuz görüp,
 Eşi ve benzeri yok, zıddı yok bunu bilip,
 Âlemlerde oluşu her ismiyle fark etmek.
 
 ‘Baştan ayağa değin, Haktır ki seni tutmuş
 Haktan ayrı ne vardır, Kalma guman içinde
 
 Âdem yaratılmadan can kalıba girmeden
 Şeytan lanet olmadan arş idi seyran bana’
 
 Bilinmekliği bildirdi İlahi kudret ile
 Ve ilk tecelli ilk cevher ilk hakikat Muhammed
 
 ‘Yaratıldı Mustafa, yüzü gül gönlü safa
 Ol kıldı bize vefa, ondandır ihsan bana
 Şeriat ehli ırak eremez bu menzile
 Ben kuşdili bilirim, söyler Süleyman bana’
 
 Sonra aşikâr kıldı Misal Hayal Âlemi,
 Toprak dağlar ağaçlar en sonunda Âdemi.
 
 ‘Mani evine daldık, vücuda seyran kıldık
 İki cihan seyrini, cümle vücudda bulduk
 Yedi gök yedi yeri, dağları denizleri
 Cenneti cehennemi, cümle vücudda bulduk
 
 Tevrat ile İncil’i, Furkan ile Zebur’u
 Bunlardan beyanı cümle vücudda bulduk
 Yunus’un sözleri hak, cümlemiz dedik saddak
 Kanda istersen anda Hak, cümle vücudda bulduk’
 
 Ve dedik ki:
 ‘On sekiz bin âlemin cümlesi Bir içinde
 Kimse yok Bir’den ayruk, söylenir Bir içinde
 Cümle Bir onu Birler, cümle ona giderler
 Cümle dil onu söyler, her Bir tebdil içinde’
 
 Özümüzde olan Hak’tır,
 Canlıya değişim haktır,
 Varlık yokluk bize göre
 Gerçekte bir ölüm yoktur.
 
 Tüm evrenler insan için,
 Farklı yapı farklı biçim,
 Âdem’den önce ne oldu
 Sorguladım niye niçin.
 
 İnsanı kâmil olmaya,
 Bulup da öyle kalmaya,
 Böylece yöneldim cana
 Arandım Hak’kı bulmaya.
 
 Benliğinden kim sakındı,
 Şah damarımdan yakındı,
 Allah’a ulaşmak için
 Bu can kendine bakındı.
 
 Dostun sevdasıyla soldum,
 An geldi ben beni buldum,
 Korkularımdan kurtulup
 O’nu görüp mesut oldum.
 
 Gizli olan Allah değil,
 İnsanoğlu ilah değil,
 Yaradan’ı bende gördüm
 Bunu demek günah değil.
 
 Âlemle kaynaşıp bittim,
 Hak’kı müşahede ettim,
 Evrendeki asıl aşkla
 Her şeyin özüne gittim.
 
 -IV-
 
 Bir can olsam düşün ile buluşan,
 Alır aklım âlemlere doluşan,
 Maşukuna erişmeye çalışan,
 Çileli bülbül olurum.
 
 İkilemler düğümüne ulansam,
 Çöze çöze encamına bulansam,
 Varlık ile deryalarda dolansam,
 Her gönülde gül olurum.
 
 Selam olsun selam alıp salana,
 Der Vuslatî artı olsak kalana,
 Bulduğumu vermek için alana,
 Yunus dilli tel olurum.
 
 Osman Öcal

UÇMAĞA VARDI..!
TANRI DAĞINDA...
ATSIZ ATA OTAĞINDA, ULU ATALAR HUZURUNDA DİZ VURMAKTA!

Çevrimdışı o.öcal

  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 556
  • TANRI DAĞINDA, UÇMAĞA VARDI...
Âşık Paşa (GÜLCE- BAHÇE)
 
 -I-
 
 ‘Türk diline kimesne bakmaz idi
 Türklere hergiz gönül akmaz idi
 Türk dahi bilmez idi bu dilleri
 İnce yolu ol ulu menzilleri’
 
 Türbe duvarından, bu bir kitabe,
 Uygundur gerçeğe uygun edebe.
 Hem meram anlatır hem dili sade,
 Türk gibi düşünüp Türkçe yazmıştır.
 
 Ne suskun bir dildir ne gönlü sırça,
 Dost bilen gönülde yaşamış dostça.
 Bilse de yazmamış Arapça Farsça,
 Türk gibi düşünüp Türkçe yazmıştır.
 
 Halk ile beraber içinde halkın,
 Kalmamış beylerle tanırken yakın.
 Yedi yüz yıl önce, zamana bakın,
 Türk gibi düşünüp Türkçe yazmıştır.
 
 O günün modasıyken
 Arap dili Fars dili,
 Ünlü şair
 Din uluları yetiştiren bir aileden gelirken;
 Türkçe dışında bilir iken dört dili,
 Türk gibi düşünüp Türkçeyle yazmış.
 Aldığı eğitimin doğal sonucu;
 Tasavvufun Anadolu’da yayılmasında
 Etkin rol alıp,
 Gizemci bir ozan olmuş.
 
 -II-
 
 Zamanın
 Önemli kültür merkezlerinden biridir Kırşehir.
 Horasan erenlerine yurtluk eder, yoldaşlık eder.
 Asıl adı Alâeddin Ali olan Âşık Paşa burada;
 Arapkir yöresinde doğar.
 Yıl bin iki yüz yetmiş iki.
 Babası
 Baba İlyas’ın oğlu Muhlis Paşa’dır.
 Âşık adını Hak âşığı olmasından,
 Paşa adını en büyük oğul olmasından
 Büyüklüğü, ululuğu gösteren,
 Saygı sevgi nişanesi olarak
 Aldığı söylenir.
 
 Moğol baskınları ve Türk’e zulmü,
 Zulmün yanında idari kargaşa iç çekişme…
 Çekişmeler güvensizlik, yönetimde zayıflık,
 Zayıf düşmüş Anadolu.
 Anadolu yetim, Türkmen yurdu öksüz;
 Öksüz kalır küçük Ali babasının ölümüyle.
 Ölürken vasiyet etmiştir Şeyh Osman’a
 Şeyh Osman hem Ali’yi yetiştirecek hem kızını verecek.
 
 Önce Şeyh Osman’da özünü buldu,
 Süleyman Türkmâni hocası oldu.
 Zahirî Bâtıni ilimle doldu,
 Ne öğrendi ise kâr Âşık Paşa.
 
 Arapçayla Farsça öğrendi erken,
 Ermeni dilini konuştu derken.
 İbranice bildi ilmi sürerken,
 Yine de Türkçeye yâr Âşık Paşa.
 
 Söylem tarzı Yunus olur seçimde,
 Halkın arasında belli biçimde,
 Hem siyaset hem ahilik içinde,
 Ararsak görürüz var Âşık Paşa.
 
 Hızır dahi gelip gönlünü bürür,
 Böylece ledünni ilmini görür.
 Bu bilgiyi oğul Elvan’ı verir,
 Yanıp da sönmeyen kor Âşık Paşa.
 
 Halk için yaşadı halk idi derdi,
 Zaviye açarak ilmini verdi.
 Üç sultanla iki padişah gördü,
 Seni anlatması zor Âşık Paşa.
 
 Bir
 Ozan
 Bir şair,
 Mutasavvıf
 Bir gönül ehli,
 Bir sûfî cevahir.
 O bir kara sevdalı,
 Kendi benliğine bağlı.
 
 -III-
 
 Hocası
 Osman’ın kızı
 Hacı Hatun oldu eş,
 Elvan, Selman, Can ve Kırlıca
 Kızı Melek Hatun dört erkek kardeş,
 Âşık Paşa ufkunda Hak’tan doğan güneş.
 
 Tanır yarayı,
 Türklük bilinci sarar
 Âşık Paşa’yı.
 Türk’te Tanrı sevgisi,
 Yurda sevdayı
 Yazdığı kalemidir
 Ok ile yayı
 Dostluk ile kardeşlik.
 
 Ve yeterince
 Tasavvufî anlatım,
 Doğru düşünce
 Kılavuzdur Türkmen’e
 Yol gider ince
 Söğüt’teki törene.
 
 Kurulurken, bir sesi olunmuş Osmanlının,
 Ahi yurdu bilgesi bulunmuş Osmanlının,
 Kırşehir’de nefesi solunmuş gayretiyle.
 
 Genişler açı,
 Kırşehir’e Bey olur
 Mısıra elçi
 Devrinin bilginidir.
 Haklıdır gerçi
 Bir devlet için dilin,
 Askeri gücün;
 Hükümdarda asalet,
 Sonra cömertlik,
 Cesaret ve adalet
 Zorunluluktur.
 Anlatır önemini
 Aksi dalâlet
 Kaygan olur zemini.
 
 Türk kültüründe gezinir devir devir;
 Orhun Abideleri’ne, Kutadgu Bilig’e,
 Dede Korkut’a, Mesnevi’ye Yunus’a gider.
 Bazı sözleriyle Süleyman Çelebi’yi etkiler
 Ve Mevlidin temelini oluşturur.
 Leyla ile Mecnun’u yazar,
 Aşk içinde, gül olur bülbül olur.
 
 Ozanlık var hem de mertlik,
 Cımbızladım birkaç dörtlük.
 Her birisi farklı şiir,
 Kimisi gül kim ibretlik.
 
 ‘A bülbülüm garip garip
 Ötme beni ağlatırsın
 Varıp yâdlar arasında
 Yatma beni ağlatırsın’
 
 ‘Acı dirliğim isteyen
 Tatlı dirilsin dünyada
 Kim ölümüm ister ise
 Bin yıl ömür olsun ona’
 
 ‘Miskin Âşık bilmez n’ider
 Evliya gayretin güder
 Subha değin tespih eder
 Diller gibi inilerim’
 
 ‘Ata ana avrat oğlan kız gelin
 Kamusınun sen yisen gerek gamın
 Ataya vü anaya hürmet gerek
 Avrata vü oğlana nimet gerek’
 
 -IV-
 
 Bir gece ayrılıp dünyadan göçü,
 Benzer hazandaki düşen yaprağa.
 Bin üç yüz otuz üç Kasımın üçü,
 Topraktan gelmişti döner toprağa.
 
 Kırşehir’e defnedilir,
 Gönlümüzde padişah.
 Mezarını aynı yıl türbe yapar,
 Sivas Hükümdarı
 Eratna Bey’in veziri Ali Şah.
 
 -V-
 
 En önemli eseri Garib-nâme kitabı,
 Türkçe ile yazılmış halka doğru hitabı.
 
 Bin altı yüz on üçtür kitaptaki beyit-i,
 Sayı farklı dense de şair yapar teyidi.
 
 Aruz ile yazılmış on bölümlük mesnevi,
 Farsça mensur dibace önsözüdür bir nevi.
 
 Tevhitler ve münâcât Peygambere sevgisi,
 İlk bölümde yer alır Muhammed’e övgüsü.
 
 Sonra farklı konular her biri dolu kıssa,
 Manasını kavrayıp alana altın hisse.
 
 Çok büyük hayal gücü gittikçe genişleyen,
 İlmi titizlik, nizam, intizamı işleyen.
 
 Âlemdeki ibretler gönlündeki varları,
 Kılı kırk yarar gibi Hakk’a varış sırları.
 
 Birer birer dökülmüş bu muhteşem esere,
 Çekilmeli ebedî bayrak gibi göndere.
 
 Bunun yanında;
 Fakr-nâme, Vasf-ı Hâl,
 Hikâye,Kimya Risâlesi,
 Dâsitân-ı Mâzî ve Müstakbel ü Hâl,
 Dâsitân-ı Su’âl-i Acîb ü Garîb,
 Dâsitân-ı Hammâl,
 Dâsitân-ı Seyyid ve Şeyh ü Müftî,
 Her birisi tek destan
 Risâle fi Beyâni’s-Sema, Risâle-i Âşık Paşa
 Okuyana gülistan.
 
 Bazen aruz yazar bazen de hece,
 Bazen Âşık Paşa, Âşık’tır bazen,
 Bazen Muhlisoğlu Âşık mahlası,
 O’dur dilimizi imbikten süzen.
 
 -VI-
 
 Bir mutasavvıftır Âşık Paşa,
 Açtığı bahsin
 Hem dünyevi hem uhrevi yönüne bakar.
 Şiir şiir işler, her olanın farkında,
 Azıcık dolaşıp Garib-nâme’de
 Kısa bir tur yapsak Ata ana hakkında.
 
 ‘Hiç gümansuz dost-durur bunlar sana
 Ne emek dartar senünçün görsene
 
 Rahat olmaz senden ötrü gündüzün
 Kul karavaş eylemişdür kendüzin
 
 Hem senünçün terk ider uyhusını
 Uyımaz dün-le uyısun dip seni
 
 Senden ötri ıssı sovuk yir bular
 Yani sini hoş dirilsün dir bular
 
 Ger halal u ger haram kim cem ider
 Kamusını sana ısmarlar gider’
 
 Dost dost diye girmiş türlü detaya,
 Kendini bilmeyen düşer hataya.
 Hürmet gerek oğul ana ataya,
 Seni senden daha fazla düşünür.
 
 ‘Dün ü gün şoldur sana himmetleri
 Kim bilesin sen kamu nimetleri
 
 Her neye kim sunsan eltin irişe
 Mala mülke nimete her bir işe
 
 İstemez bunlar ki sen aç ölesin
 Yahud uşbu halka muhtaç olasın
 
 İlla isterler senün begligüni
 Halk içinde kamudan yigligüni
 
 Ata ana himmeti şoldur bize
 Hiç yavuzlık istemez oğla kıza
 
 İlla ister kim oğul kız ulala
 Gün göre vü mal dire vü mülk ala’
 
 Dost odur ki gamı basar döşüne,
 Yerleşen sen hayaline düşüne.
 Senin için canı takar dişine,
 Seni senden daha fazla düşünür.
 
 ‘Kimsene kim artduğun ister senün
 Anı dost bilgil degüldür düşmenün
 
 Kimsene kim himmeti şoldur sana
 Sen dahı anı sana dost bilsene
 
 Kendü her dem meşgul olur meksebe
 Ta ki sen her dem varasın mektebe
 
 Öğrenesin anda Tanrı ilmini
 Hem dutasın dünyayı vü hem dini
 
 Halk işinde uşbu dostlık kimde var
 Dostın oldur kim bu dostlık anda var’
 
 Töreli ol ilim irfan akıver,
 Düştüğünde gönül alıp bakıver.
 Söndüğünde ocağını yakıver,
 Seni senden daha fazla düşünür.
 
 Osman Öcal

UÇMAĞA VARDI..!
TANRI DAĞINDA...
ATSIZ ATA OTAĞINDA, ULU ATALAR HUZURUNDA DİZ VURMAKTA!

Çevrimdışı o.öcal

  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 556
  • TANRI DAĞINDA, UÇMAĞA VARDI...
Hacı Bayram-ı Veli (GÜLCE-BULUŞMA)
 
 -I-
 
 Birlik için dirlik için
 Politik güç askeri güç,
 Elzem olur düzen için.
 Ya tasavvuf; silahı ne askeri kaç
 Ta sınırlar ötesine,
 İklim iklim köşe bucak
 Hükmetmiştir gönül gönül ocak ocak.
 Anadolu’da,
 Türk birliğine yönelik
 Etkili bir rol oynar,
 Asrının sufilerinden, Türkçe şiirler söyler;
 Her mısraı seher yeli,
 Önemli bir şahsiyet Hacı Bayram-ı Veli.
 
 Bin üç yüz elli iki en kuvvetli ihtimal,
 Doğum yeri bellidir cahil kul şerre hamal.
 Türkleri düşman bilen aşevinden beslenmiş,
 Bizans’ın toy kralı Manuel, ‘Persli’ demiş.
 Türk’ün şehirlisini acem diye tuttursan,
 Altın yine altındır bakır suyu yuttursan.
 Ankara Solfasollu O bir Türkmen bir Oğuz,
 Hakk’a yürüyüş yılı bin dört yüz yirmi dokuz.
 Asıl adı Numan’dır Hacı Bayram Veli’nin,
 Her bir mısra şahidi konuştuğu dilinin.
 Koyunlucalı Ahmet; çiftçi olur babası,
 Kitabe bir işaret Fatma Hatun anası.
 
 Abdal Murad ve Safiyüddin
 İki erkek kardeşi,
 Kendisinin de üç kız, beş erkek çocuğu vardır.
 Kızlarından sadece Hayrunisa bilinir
 Eşrefoğlu Rumi’nin eşi.
 Oğulları Şeyh Ahmet Baba, Ethem Baba,
 Baba Sultan, İbrahim ve Ali’dir.
 Türbesi Ankara’da Hacı Bayram Camii yanında;
 Asırlara mıhlı taç,
 On sekizinci göbekten torunudur Vehbi Koç.
 
 -II-
 
 İlim üstüne ilim
 Koymadan olunmaz âlim.
 Gençliğinde;
 Tefsir, Fıkıh, Hadis, Matematik,
 Felsefe, Arapça, Farsça, Edebiyat
 Okumuş bin bir ilim.
 
 Ve Karamedrese’de müderrislik ilk işi,
 Ününe elçi olur Kayseri’den bir kişi.
 Davete uymak için hocalığı bırakır,
 Şeyh Somuncu Baba’dan Bayram adını alır.
 Akabinde Bursa’da diyalogu sürünce,
 Tasavvufa yönelir ışık nedir görünce.
 
 Zahiri ve batinî ilmini geliştirip,
 Hacca gidip gelir Hocasıyla birlikte.
 Halveti Şeyhi Hamidüddin kocamıştır artık;
 Hacı Bayram Veli’yi halife tayin edip,
 Bir müddet sonra ölür.
 Bozkırın berrak pınarı
 Artık Aksaray’da kalamazdı.
 
 Defin işi bitince Ankara'ya yol düşer,
 İrşadına koşanlar toplanır üçer beşer.
 Her biri şifa bulur halkasına katılan,
 Sanata, ziraata sevk olunur tutulan.
 
 Kimler gelmez ki
 Açtığı ilim irfan ocağına:
 Devrin meşhur âlimleri Hak âşıkları
 Damadı Eşrefoğlu Rumi, Şeyh Akbıyık,
 Bıçakçı Ömer Sekini, Göynüklü Uzun Selahaddin,
 Edirne ve Bursa ziyaretlerinde talebeliğe kabul ettiği
 Ahmet (Bican) ve Mehmed (Bican) kardeşler,
 Fatih Sultan Mehmed Hanın hocası Akşemseddin…
 
 Anadolu’yu ışıtan kalp ile gönül eri,
 Sosyal kargaşaların çözümünün neferi.
 Birliğe talip olur çalışıp gündüz gece,
 Üretim ve dağıtım tekkesinde imece.
 Tarladaki ekinin eken çiftçinin piri,
 Büyüdükçe büyüyen her lokma alın teri.
 Önce müderris idi sonra gelir velilik,
 İzlediği yol ince tarikat Bayramilik.
 Tanrı temel varlıktır kaplar bütün evreni,
 Tektir önsüz ve sonsuz ölümsüz ilmi fenni.
 İnsan kendin bilmeli içini parlatmalı,
 İçindeki huzuru ve düzeni tartmalı.
 Önce Yaradan’ı ve her varlığı anmalı,
 Vatana ve millete ta candan adanmalı.
 Hacı Bektaşi Veli Yunus’un sufi dili,
 Taşar Anadolu’yu Hacı Bayram-ı Veli.
 
 Her yörenin gammazı her toplumun gafili,
 Bulunur her devirde hasediyle sefili.
 Söz uçar padişaha büyük ceza düşlenir,
 Şeriata aykırı düşündüğü fişlenir.
 Sakıncalı bulunup çağrılır Edirne’ye,
 Tasavvufi çizgisi sorulur nedir diye.
 Anlar İkinci Murat O arınmış bir yürek,
 Müritleri vergiden muaf tutması gerek.
 
 İstanbul’un fethini
 Fatih’le müjde verip
 Durmaz,
 Bir ay sonra tekrar yurduna döner.
 Oturup tekkesine
 Göreve devam eder.
 
 Anadolu bağrında müstesna bir şahsiyet,
 İlim irfan kültüre ışığı bir kutsiyet.
 Devlet millet ve insan her varlığın kıymeti,
 Bilmek bulmak ve olmak var oluşun özeti.
 Her şiirde derinlik her şiirde felsefe,
 Manaya önem veren kulak kesilir sese.
 Bilim ile tasavvuf, çizgisinde birleşir,
 Anadolu Türk halkı güveniyle özleşir.
 Tasavvufun önderi zamanının zahidi,
 Olgunluğun doruğu hakikatin abidi.
 Yunus’un etkisi var tarzı ile vezinde,
 Aynı nefesi solur gider onun izinde.
 Ne Arapça ne Farsça anadil O’nun varı,
 Ekolün sürmesinde Türkçemiz yapmış kârı.
 
 -III-
 
 Yazmak yerine
 Genelde vaaz ile hitap eder.
 Lemat-i Kudsi’si
 Konya’mızda, yeni bulunan eser.
 
 Hece ve aruz ile yazılmış
 Tasavvuf düşüncesindeki şiirlerinde
 'Bayrami' mahlasını kullanır.
 
 ‘N’oldu bu gönlüm, n’oldu bu gönlüm,
 Derd ü gamınla doldu bu gönlüm.
 Yandı bu gönlüm yandı bu gönlüm,
 Yanmada derman buldu bu gönlüm.’
 
 O âlem-i ervah’tan geldiği günden beri,
 Dertlenip hasret ile dolup yanan bir gönül.
 Sevginin alâmeti fedakârlık değil mi?
 Aşk-ı sevdası ile solup yanan bir gönül.
 
 ‘Gerçi ki yandı gerçeğe yandı,
 Rengine aşkın cümle boyandı.
 Kendinde buldu kendinde buldu,
 Matlabını hoş buldu bu gönlüm.’
 
 Her ne kadar yansa da bu yanış boşa değil,
 Gerçekte derinliğe dalıp yanan bir gönül.
 Aşk ile dolan insan Allah’ı kalbinde bulur,
 Vuslatın adresini bilip yanan bir gönül.
 
 ‘El fakru fahri el fakru fahri,
 Demedi mi âlemlerin fahrı.
 Fakrını zikret fakrını zikret,
 Fakru fenada buldu bu gönlüm.’
 
 Allah zengin kul fakir kul Rabbine muhtaçtır,
 Ulaşmanın yolunu bulup yanan bir gönül.
 Bilinçlenmiş şuurla nefsi olgunlaştıran,
 Anıp, Allah’ta fani olup yanan bir gönül.
 
 ‘Sevâd-ı âzâm sevâd-ı âzâm,
 Bana k’olupdur arş-ı muazzâm.
 Mesken-i canân mesken-i canân,
 Olsa acep mi şimdi bu gönlüm.’
 
 Yüreği geniş olan arşı çeker aşağı,
 Kâinatı içine alıp yanan bir gönül.
 Allah’ın ahlâkıyla nasiplenmiş bir kişi,
 Kalbini O’nun evi kılıp yanan bir gönül.
 
 ‘Bayrami imdi bayrami imdi,
 Bayram ederler yâr ile şimdi.
 Hamd’ü senâlar Hamdü senalar,
 Yâr ile Bayram kıldı bu gönlüm.’
 
 Tasavvufi tecrübe vuslat makamı demek,
 Kalbiyle kapısını çalıp yanan bir gönül.
 Yanarak bayram eder şükür ve övgü ile
 Bu makama erişip kalıp yanan bir gönül.
 
 O’nun işi
 Gönül iledir.
 Yeri, beden ile ruh arasında;
 Şiirlerinde çok açık ifadedir.
 
 ‘Çalabım bir şâr yaratmış
 İki cihan aresinde
 Bakıcak Didâr görünür
 Ol şehrin kenaresinde’
 
 ‘Nâgihân ol şâra vardım
 Ol şarı yapılır gördüm
 Ben dahi bile yapıldım
 Taş u toprak arasında’
 
 ‘Şâkirtleri taş yonarlar
 Varıp üstâda sunarlar
 Çalâb'ın adın anarlar
 Ol taşın her paresinde’
 
 ‘Ol şârdan oklar atılır
 Gelip ciğere batılır
 Arifler sözü satılır
 Ol şehrin bazaresinde’
 
 ‘Şehir dediğin gönüldür
 Ne cahildir ne kâmildir
 Âşıklar canı sebildir
 Ol şehrin kenâresinde’
 
 ‘Bu sözüm arifler anlar
 Cahiller bilmeyip tanlar
 Hacı Bayram kendin anlar
 Ol şehrin minaresinde’
 
 Ey hakikat aşığı! Vuslata ermek için,
 Nefsin ıslahı mecbur ‘Sen seni bil sen seni.’
 Kalbin tasfiyesiyle yanıp pişmek gerekir,
 Hakiki irfan budur ‘Sen seni bil sen seni.’
 
 Osman Öcal

UÇMAĞA VARDI..!
TANRI DAĞINDA...
ATSIZ ATA OTAĞINDA, ULU ATALAR HUZURUNDA DİZ VURMAKTA!

Çevrimdışı o.öcal

  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 556
  • TANRI DAĞINDA, UÇMAĞA VARDI...
Eşrefoğlu Rûmî (GÜLCE –BAHÇE)

Tanış olduk aşk ile
Bağrımız taşa geldi.
Gönül huşa gelince,
Bendini aşa geldi.

Mutlak menzilin özü,
Aşkın gizemli yüzü.
Bu sevdanın cefası,
Ağrıyan başa geldi.

Bulanık anı sildim,
Aslını canan bildim.
Aklımı baştan alan,
Ömrüme düşe geldi.

Ha kulu oldum ha ram,
On’suz yaşamak haram.
Bundan gayri divane,
Her anım şaşa geldi.

Közünde yanar oldum,
Göz ile pınar oldum.
Nabız oldu her damar,
Kanda dolaşa geldi.

Bu durumda bu yaşta,
Tutuştuğum savaşta,
Canan ile can olduk,
Nefsimiz tuşa geldi.

‘‘Eşrefoğlu Rumi'nin
Varlığı hepsi senin
Her ne kim senden geldi
Canıma hoşa geldi’’

Asıl adı Abdullah, Eşrefzâde izafî,
Doğum yerinden ötrü İznikî de denilen,
Bir de Eşrefi Rûmî şöhretinden söylenen;
Her eser bir işaret, der Eşrefoğlu Rûmî.

Mutasavvıf şairi İznik’ten doğan güneş,
Gönlü erenlere eş dalga dalga yayılmış.
Belli Yunus sayılmış bir Eşrefoğlu Rûmî.

Deryalardan nasipli Hâk kuşağı kuşanmış,
Nefsinden tam boşanmış inmiş susuz çöllere.
Güfte olmuş dillere bir Eşrefoğlu Rûmî.

‘‘Ey dervişim diyen kişi gayre gönül verme sakın
Canını aşk odu sanıp nefs oduna urma sakın

Aşkın odu âşıkların canın yakar ol dost için
At bu canı aşk oduna iki sanıp durma sakın’’

Mana uyak kaide,
İlahi tarzında bilinen,
Şiirinde bol bestesi bulunan
Mutasavvıflardan önde gelen bir şair.
Babası, çevrede Ahmet Eşref diye anılır,
Fazla tanınmayan biri, hüküm veren yanılır.
Önce Manisa’ya sonra gelmiş İznik’e,
Cahil saymamalı, tutsak muteber
Eğitime açık, öyle der:
Taraf olan menkıbe.

Doğum yılı belirsiz gaipten gelmiş gibi,
Karanlık kalan zaman tarihçinin zulümü.
Yaş yüz yirmi, yer İznik, verilmiştir ölümü
Bin dört yüz altmış dokuz tanıyıp bilmiş gibi.

İznikli dahi olsa bilinmiyor annesi,
Bu toprakla yâr olmuş bir ulu sevgilisi.
Ne Arapça ne Farsça O bir Türkçe delisi,
Anadolu halkından kültürü ananesi.

Nere olursa olsun babasının vatanı,
İster Anadolu’dur ister Mısır biline;
Yesevi geleneği hâkim olmuş diline.
Verdiği eserlerle öz Türkçenin sultanı.

Türkçede, doğudan batıya geçişin hızı,
Öneminden, dilde bozulum diye adlanır;
Öyle bir Türkçeci ki kartalca kanatlanır,
Sanatında şah olur Karahanlı dil izi.

‘‘Hakîkat bahrine taldum ma’rifet gevherin buldum
Tarîkatda satam alam ser’ ile bâzâr eyleyem’’

‘‘Tuymasun bu cân gönül ben dosta pinhân giderem
Akl u cân bîgânedür bî-dil ü bî-cân giderem’’

‘‘Gel bu aşk bâzârına gir yoğa sat hep varunı
Gel berci külli hevesden gönlüni boş eylegil’’

Tasavvufun yanında zorlu bir dava güder,
Müzekki’n-Nüfûs adlı eserinde şöyle der:

‘‘…Ben dahi bunların arasında uzlet idüp çıkdum
Ve kendümü gurbete bırakdum
Ve bu gurbet içinde
Nice nice nükteler avam dilinden işitdüm
Ve nice nice tas tas ağular nâdân elinden nûş itdüm
Ve nice kerreler şefkat gözi ile
Bu hâlleri tutan karındaşlara nazar eyledüm.
Bunların necâtlarına sebeb ola diyüp
Bu kitabı sırf Türkî dilinde cem eyledüm ki,
Ol kitabın fâidesi… ola.’’

‘‘Ey âşıklar ey sadıklar ey esrükler ey ayıklar
Kayurmaz can u başından girenler işbu meydane’’

İnsan ruhunu yükseltirken,
Benliğindeki manevi kuvvet kaynağını açıklar.
Hayatın ve kâinatın sırlarını anlatır
Şeriata uygun eserler verirken.
Birçok mutasavvıf gibi
Şathîye türünde eserleri de vardır.
Savaşa tutuşur nefis ile kibir ile
‘Hakk ile hâk’ olur tasavvufî tâbirle.

‘‘Çürümüş tenlere bir dem eğer dirsem bi iznî kum
Yalın âyâg u baş açık dururlar cümlesi üryân

Benim Mansur'u dar iden benim ağyârı yâr iden
Benim her varı var iden benim hem giden hem duran

Zamansız bi zamanım ben nişansız bi nişânım ben
Dü âlemde hemânım ben benim görünen hem gören

Sanurlar Eşrefoğlu'yam ne Rûmî'yem ne İznîkıy
Benem ol dâim'ül-Bâkıy göründüm sûretâ insân’’

İlk tahsili İznik’tedir,
İznik’ten Bursa Çelebi Sultan medresesine geçer.
Geç olmadan fıkıh üstadı “Kara Hoca” namıyla tanılan,
Tanınmış Afyon Karahisarlı Alâeddin Ali’ye asistan olur.
Olur, olur da Tasavvuf merakı sarar, mürşit arar.
Aranırken Abdal Mehmet adında bir meczubla tanışır.
Tanışıp kaynaşınca, bir olaydan ötürü, meczup Eşrefi’ye:
‘Eşrefi Rûmî ya sen olmayıp da kim olsa gerek’ der.
Demesiyle zahiri ilimden tasavvuf yoluna girmesine,
Girip batınî ilimleri öğrenmesine vesile olur o an.
O anda Yıldırım Beyazıt’ın damadı Bursa’dadır,
Bursa’da kalıp Emir Sultan’ın irşat halkasına katılmak ister.
İster istemesine de Emir Sultan O’nu Ankara’ya,
Ankara’nın büyük velisi Hacı Bayramı Veli’ye gönderir.

Ankara’ya varıp erişti düşe,
Nefs terbiyesiyle başladı işe,
Benlik ve gururu attı ateşe,
Doğmamak üzere yanası diye.

On bir yıl süreyle ilmini derdi,
Mürşidi Bayramî kızını verdi.
Hayrünnisa ile seyran ederdi,
Kızı Züleyha’nın anası diye.

Bir ara İznik’e gidip dönerek,
İlmini yetersiz, azca görerek,
Dedi ki:’Sultanım fazlası gerek,’
Kalp seyr-i ilallaha kanası diye.

Hacı Bayramı Veli Eşrefoğlu’nu
Hama’ya, Hüseyin Hamevi’ye gönderir.
Kısa bir süre sonra İznik’e döner,
Dağlara verir kendini, tek başına;
Hoşlanmaz kalabalıktan şöhretten şandan.
Silik bir hayat yaşar insanlardan uzak,
Doğmaz İznik üstüne göstermez ışığını,
Ta ki,
Hama’dan durumunu bilen bir kişi gelene kadar.
Anlatılan menkıbeleri dinleyince,
İznik halkı toplanır çevresine,
Işığında ısınmaya başlarken
İlk müridi Pınarbaşı’na bir tekke yapar,
Eşrefoğlu adına.
Zamanla irşat halkası genişler ünü varır saraya;
Sadrazam Mahmut müritleri arasında,
Katılır halkasına.
Dalga olur yayılır ışık ışık, uçmağa varana dek.
Dördüncü Murat tarafından onarılan türbesi
Yıkılır Yunan işgali sırasında.

Bir
Hayat
Bin nefes
Nefse kilit,
Her biri güneş
Bin bir esere eş.

Divan adlı eserinde:
Din ve tasavvuf temasını işler mısra mısra şiir şiir,
Bazen hece bazen aruz kullanır.
Müzekki’n Nüfûs’ta
Tasavvufun prensip¬lerini verir;
Nefsi terbiye etme ve güzel ah¬lâktır yolu.
Yazma nüshaları: Tarikat nâme
Delailü’n nübüvve, Fütüvvet nâme,
İbret nâme, Mâziret nâme,
Hayret nâme, Elest nâme, Nasihat nâme,
Esrârü’t tâlibîn, Münâcât nâme, Tâc nâme.

Ortalık kızıl derya meydan savaş alanı,
Anlatmaz mı mısralar nefse hâkim olanı.

‘‘Ey dünyayı cem'eden
Sonra koyuban giden
Olmadın sen peşiman
Tevbeye gel tevbeye

Gelenler kamu gitti
Sevdiğini terk itti
Girdiler kabre uryan
Tevbeye gel tevbeye’’

Aşkı cem’dir gönülde,
Okunur hece hece.
Hem yürekte hem dilde,
Dört mevsim gündüz gece.

‘‘Her kim der ise daim
La ilahe illallah
Gönlünde dura kaim
La ilahe illallah

Endişesi Hak ola
Gönlü nur ile dola
Mahşeredek dey'gele
La ilahe illallah’’

Koru yakar kendini
Sevgidir yası,
Ulaşır peygambere
Sevdanın hası.

‘‘Cemi'i enbiyalardan
Muhammed cümlenin şahı
Yüzü nurundan almışalar
Felekler şems ile mahı

Vereydim canımı kurban
Senin yoluna ey Ahmed
Aceb bir kez yüzün görsem
Seher vakti sehergahı’’

İşte can işte yürek,
Güneş gibi yedi renk.
Hepsi kendine özgü,
Onu anlamak gerek.

‘‘Benden bana yakınsın
Canımdan sevgilisin
Ya ben seni isteyü
Kanda varayım canım

Eşrefoğlu Rumi'yi
Aradan tarh ideyin
Senin ile bakayım
Seni göreyim canım’’

Hani nerde falan filan,
Biliriz ki dünya yalan.
Vuslatî der gitti Rûmî,
Anlayana budur kalan.

‘‘Gâh kendüme gelürem gâh yavi kılınuram
Gâh yok ile yok oluram gâh varlıkta bulunuram
Gâh denizlere düşerem mevc urup taşra taşaram
Gâh nadan eline düşerem kem behaya alunuram
Gâh çıkaram bu göklere dönerem çarh ile bile
Gâh ay ile bedr oluram gâh gün ile dolanuram
Gâh nebar olup biterem gâh toprak olup yataram
Gâh et gâh kan sünük olup hep tenlerde çalkanuram
Gâh Arafat'a çıkaram 'lebbeyk' urup baş açaram
Gâh kurban yerine gelüp koç olup boğazlanuram
Gâh hanigahta sofiyem gâh meyhanede fasikem
Gâh raksa girüp dönerem gâh saz olup çalunuram
Gâh onaram gâh azaram bu halk içinde gezerem
Gâh şah olup şahbaz olup şikâr edüp avlanuram
Gâh çevgan elüme alup girerim aşk meydanına
Gâh top olup dost önünde şarktan garba yuvarlanuram
Gâh hassül has oluram gâh Hızır İlyas oluram
Yürürem yaşta kuruda yüklülere bölünürem
Gâh deniz gâh göl oluram gâh Sultan gâh kul oluram
Gâh bahar u gül oluram elden ele yulanuram
Gâh şakird ü gâh üstadem gâh dadsitan u geh Âdem
Gâh Şirin gâh Ferhadem kaya kesüp eğlenürem
Gâh av geh avcı oluram gâh yol geh yolcu oluram
Gâh yürürem gâh araram menzil menzil dinlenürem
Gâh ne menzil var ne makam ve ne vücud var ne a'dem
Hak'tan gayrı yok vesselam ya ben kande dolanuram
Gâh muti' gâh asiyem gâh âlim gâh amiyem
Gâh Eşrefoğlu Rûmî'yem bu dillerde söylenürem’’

Osman Öcal

UÇMAĞA VARDI..!
TANRI DAĞINDA...
ATSIZ ATA OTAĞINDA, ULU ATALAR HUZURUNDA DİZ VURMAKTA!

Çevrimdışı o.öcal

  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 556
  • TANRI DAĞINDA, UÇMAĞA VARDI...
Said Emre (GÜLCE-BULUŞMA)

Varlığı ezeldir her sözü ferman,
O’nadır yolculuk ondadır derman.

O’dur sonsuz olan, ondandır beşer,
Hakiki evliya aşk ile hayran.

O’nun eseridir bütün bir evren,
Üstteki gök kubbe koruyan sayvan.

Hak’tan habersizin ahvali kemdir,
Kim bâki dünyaya hani Süleyman.

Kim vuslata ermiş dünya aşkıyla,
Hani Mecnun, Leyla nerede Lokman.

Gelen gider bir gün azıksız olmaz,
Aslına döner ten can kalır pinhan.

Ömrü besmelesiz geçen ey fani!
Kimdir Yaradan’ın kimdir nigehbân.

‘‘Said sen sözini câhile dime
Ne bilür şekkeri dağdaki hayvan’’

‘‘Eyüdün göyne göyne
Halimüz döne döne
Düşdük ışkın odına
Can gönül yana yana

Varlık içre barışduk
Kadimtiğe karışduk
Kopduk tenden kavuştuk
Said'e cân olana’’

Derken, haksız da değildir hani,
Yaşayan fani;
Kıymetlenmiş kişilik, menkıbeleşmiş bir hayat.
Heyhat!
Hakkında yeterli bilgi bulunmayan sûfi.
On üç ve on dördüncü yüz yılda yaşamış,
Öldüğünde kaç idi yaşı, açıklığa kavuşmamış.
Aksaray doğumlu okumuş aydın,
Bilinen ilk adı Molla Sadettin,
Yazın tarihimiz düşmemiş kaydın.
Asırlara direnen
Yunus gibi bir dehanın çağdaşı en yakın takipçisi;
İlmine sancak,
Hacı Bektaş-ı Veli’nin eserlerinden
Kendi şiirlerinden tanınır ancak.

Vilâyet-nâme der ki: O büyük bir deryadır,
Yüzlerce talebeye zahiri ders verirken,
Zaman zaman dolaşır sohbetlerde bulunur.
Sulucakarahöyük yakınında Tuzköy’de
Hacı Bektaş-ı ile görüşüp tanış olur.
Önce karşıdır ama sonunda yanındadır,
On sekiz yıl süreyle hamken olur ve pişer,
Tasavvufla yoğrulur ilmine eyler çadır.

‘‘Sıdkı birle meydana gelen talibler bugün
Han ü manı terk edüb geçer cümle varundan

Adum Said değülken cümle müşkil halliken
Bir ayet okumuşam Hünkâr'ın esrarundan’’

Yeni Sadettin doğar kapanır eski devir,
Arapçadır Makâlât anlar mı hiç bilmeyen;
Hünkâr der ki bir ara güzel Türkçeye çevir.
Yapılan iş Türkmen’e sanki göbek kordonu,
Gürül gürül bir hizmet tanınmış yapar onu.

Şiirlerinde
Türk dilince söylenmiş
Yunusça bir tarz görür,
Said Emre adını
O’na Hünkârı verir.

Hizmetini alınca Hacı Bektaş-ı Veli,
Salar Said Emre’yi yurt olur İç-il eli.

Vilâyet-nâme der ki:

‘‘Otururken bir gün Molla Said
Dedi Hünkâr anma sözümi işid

Nan baha verdük sana İçil'i
Dem yom oynat var ana dir ol Veli

Kalkuban Molla Said oldı revan
İrişinceğiz ol il içre heman

Eyledi mesken tutup anda karar
Emr-i Hak irince kıldı intizar’’

Işık olur aşk ile sönmeden harı,
Aydınlanır,
Oymak oymak oba oba çadır çadır
Konargöçer Mersin diyarı.

Piri ölene kadar bölgede yanan fener,
Sonra Germiyan’daki Hünkârın halifesi
Türkmen eli ışığı Hacım Sultan’a döner.
Yeni taliplerine yol gösterir nefesi,
Ay gizlenir zifire kıskanıp güneş söner.

Önceleri
Şehitli Türkmenlerinin kışlağı,
Yirminci yüzyılda iskân mahalli,
Daha sonra köy konumuna gelir
Said Emre’yi bağrına beleyen;
Manisa’nın Kula ilçesine bağlı Sarnıç köyü.
Adına, günümüze yetişmeyen bir vakıf, zâviye,
Bugün hala ziyaret edilen mezarı bulunmaktadır.
Ayrıca İç-il’de faaliyet gösterdiğine,
Sevilip sayıldığına işaret
Mersin Mut Hacısait köyünde makâmı vardır,
Gönüllere keramet.

Sevgi olup dalgalanmış Akdeniz’de, Ege’de.
Yeni doğan erkek çocuklarına hâlâ
Said, Emre, Dede, Said Emre, Said Dede,
Kızlara Said Emre’nin annesinin adı
Fadime veya Fadime Ana ismini veren vardır
Manisa yöresinde.

Said Emre’nin dostluk köprüsü,
Hacı Bektaş, Yunus, Hacım Sultan
Güzergâhlarından geçer.
Makâlât ve Vilâyet-nâme yapar teyit,
Yansır şiirlerine mısra mısra beyit beyit.

Türk araştırmacılar;
Said Emre’nin varlığından
Alman Profesör Hellmut Ritter’in cönkündeki
Said mahlaslı şiirler vasıtasıyla haberdar olur.
Geçmişi bilmeyen ayrılır kökten,
Bir beyit verelim Almanca cönkten:

‘‘Yeryüzi etüm tenüm akar sulardur kanum
Tahkîk burcundan doğar uyakmaz benüm günüm’’

Şiirleri Makâlât, Vilâyet-nâme
Yunus’un şiirlerinin toplandığı cönklerde çıkar.
Günümüze kadar bazı şiirleri gelmişse de
Müstakil bir divanına rastlanılmaz.
Ancak Vilâyet-nâmede, divan oluşturacak kadar
Birçok nefes söylediği aşikâr.
Yunus’la aynı vezin ve kafiyede yazdığı
İlk beyitleri birbirine benzeyen şiirleri vardır;
Belki de bir naziredir, kim bilir.

‘‘Yunus:
Bu bir acâyib haldür bu hâle kimse ermez
Âlimler da’vî kılur velî değme göz görmez
Said:
Değme bir anduğumca yürek yerinde durmaz
Nice kim anı anam gönlüm hiç karar almaz
Yunus:
Lâ şerik’den okursun yine şerik katarsın
Bire iki demeği kimden fetvâ tutarsın
Said:
Her dem bile danışup anı kandadur dersin
Uyanık sanma seni yavlak katı uyarsın
Yunus:
Hakk’ı kaçan bulasın Hakk’a kul olmayınca
Erenlerün eşiğün yasdanup yatmayınca
Said:
Gönül kanda dolanur ma’şûkun bulmayınca
Kişi âşık mı olur gönülsüz kalmayınca
Yunus:
Andan beri günildüm dostıla bile geldüm
Bu âleme çıkıcak acâyib hâle geldüm
Said:
Ezelden ben bu ışkı bu mülke tuta geldüm
Yâridüm anda şeksüz yine ol yâre geldüm
Yunus:
Nice bir besleyesin bu kaddile kaameti
Düşdün dünya zevkine unutdun kıyâmeti
Said:
Mal üzere bağlanmaz dervişler mühimmâtı
Dünya ahret söylenmez erenler mekaleti”

Hacı Bektaş-ı Veli ufkuna doğan güneş,
Esrarında can olur yakar sönmeyen ateş.

Üç yüz altmış halife arasında bir Said,
Ve Vilâyet-nâme’de işte şöyle der Said.

‘‘Salâ geldi müezzin geldi kaamet eyledi
Kıbleye karşı yüzin tutdı niyyet eyledi

Secdeye indi yüzüm didar gördi bu gözüm
Dağıldı aklum sözüm zihnümi mat eyledi

Unutdum namazımı dosta tutdum yüzümü
Dost kendü mürvetinden bir işaret eyledi

Ne taat var ne salât ne zikir var ne tesbih
Bu beş vakit namazumı ışka gaaret eyledi

Şol benüm secdegahum Tur dağı durur meğer
Musileyin gözlerim Tur münacat eyledi

Kanda baksam dopdolu Hacı Bektaş-ı Veli
Bu Said kemter kulı oldı adet eyledi’’

Hünkârın irşadıyla can olur tasavvufa,
Piri neler düşünür, sevgisi nasıl sevgi;
Ararsak nedir diye gönül dolu bir övgü,
Said Emre’den doğan kıymetlenmiş bir vefa.

‘‘Işk üni arşa irer ışk gözi didar görer
Işka yarayan gönğül mutlak didara yarar

Işk da'visi uludur ışk hısımı bellüdür
İki cihan ilmini ışk bir adımda direr

Işk yokluk kabul ider varluğın koyup gider
Varluk mülkinden sonra ışk ebed ömür sürer

Dirliğin ışka virüb kendü ışka kul olup
Hünkâr ışkın öğmedin bu Said neye yarar’’

Tasavvufi bir yolda ilerleyen bir derviş,
Hâk ile birlik için yoklukta erir derviş.
Can gözünü açmaya adanmak erlik olur,
Aşk ile yana yana vuslata yürür derviş.

‘‘Zâhir bir bâtın gerek birlik eri halinde
Dünya ahret bir adım ışk erinün yolunda

Zâhirini bırakmış küllî bâtına bakmış
Sıfat-i ışka akmış varlığı ışk elinde

Ayrulığı unutmuş birlik kendüne bitmiş
Varlığını gark itmiş yağmur ile selinde

Kendi adın eyitmez kendiden kabul etmez
Bileliğin unutmuş ayrılık yok yolunda

Dirliğin ışka yazar varlıktan küllî bîzâr
Yolın yoklığa düzer yürir yokluk ilinde

Sait eydür zî dirlik dost ile olsa birlik
Yolın yoklığa düzer yürir yokluk ilinde’’

Başkadır Said’in aşkı nizamı,
Sevgiyle vardığı vahdet makamı.
Birlik şarabından öyle bir sarhoş,
Bir manzume ile söyler meramı.

‘‘Nagâh yağma eyledi ışk odı canımızı
Hiç kimse nitelükden virmez nişanumuzı

Nice nişan vireler kangı yoldan soralar
Çün elden bırakdurur din ü imanumuzı

Ne imana bakdurur ne hod dine tapdurur
Kendüyle bile dutar yıkdı dükkânumuzı

Virdi birlikden şarab kıldık dükkânı harab
Cümlesini terkitdük assı ziyanumuzı

Ne assı var ne ziyan gelsün canuna kıyan
Cümlesinden geçüben bulduk sultanumuzı

Gördüm imdi bu kandan ne biter bu ma'denden
Ayrılmazuz birlikden bulduk mekânumuzı

Said imdi yürivar çün bir oldı bu ikrar
Hiç makamdan virmesün kimse nişanumuzı’’

Osman Öcal

UÇMAĞA VARDI..!
TANRI DAĞINDA...
ATSIZ ATA OTAĞINDA, ULU ATALAR HUZURUNDA DİZ VURMAKTA!

Çevrimdışı o.öcal

  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 556
  • TANRI DAĞINDA, UÇMAĞA VARDI...
Hasan Dede (GÜLCE - BAHÇE)

-I-

Hem düşünür hem derviş iftihar Hasan Dede,
Makamı kalpten geniş bir pınar Hasan Dede,
Hak ile Hakk’a ermiş Zü-l Fikâr Hasan Dede.

Bir himmet manaya, safi inanca,
Delice sevdaya yâr Hasan Dede.
Ali bahçesinde açılan gonca,
Koklayıp sevene kâr Hasan Dede.

Medrese ilimli âlim alperen,
Alevi-Bektaşi yolunu süren,
On iki imamı sevene yâren,
Kerbelâ’da yanan kor Hasan Dede.

Horasan diyarı Karaman eli,
Yareni yoldaşı boyu Begdili,
Oğuz oymağından arıdır dili,
Tarihe yavuklu bir Hasan Dede.

Bin dört yüz seksen dokuz dünyaya açtı gözün,
İlk konuşma ilk sözcük Türkçe söyledi sözün.
Uçmağa varış yılı bin beş yüz doksan altı,
Alevinden bir parça Ali’de yanan közün.

Ümmi Azize’den dünyaya gelen,
Fakih Şeyh Yakup’u babası bilen,
Gönül cennetinde yaşıyor halen,
Ozanlar içinde pir Hasan Dede.

Benligüzel ana saygın ve fahim,
Oğlu Mustafa’yla Halil İbrahim,
Ve kızı Ümmühan Âl-i İbrahim,
Bir eşi de Fatma var Hasan Dede.

Hacı Bektaş ile can olur candan,
Hoca Yesevi’den beri kalandan,
Alır nasibini Balım Sultan’dan,
Akdeniz elinde sır Hasan Dede.

Ulu kişiler, gönüllerde yer eder
Aşılmaz sur, yıkılmaz kale gibi.
Zamanla, hayatlarından bir parça olur
Farklı farklı menkıbeler.
Hasan Dede için de neler söylenir neler.
Dergâhtaki Akpınar’dan kızıl elma akacaktır;
İki yüz yıl, uzun bir zaman sonra
Ve akar Hacı Bektaşi Veli’nin dediği gibi,
Beklenen gelmiştir,
Daha yirmi beş yaşında Hasan Dede.
Hizmetini görür bir süre
Postnişin Balım Sultan’dan
Hoca Ahmet Yesevi’den intikal eden emanetleri alıp,
Türkmen aşiret mensuplarıyla yol vurur;
Adana yönüne, gönüllü sere serpe
Henüz pişmiş taze körpe…

Tutar Anavarza’da ne var ise ahtın da,
Ölümüne bir sevda Anadolu bahtında.
Özel bir mektup ile İstanbul’a çağrılır,
Birinci Süleyman ki Osmanlının tahtında.

Padişah, Viyana için
Hasan Dede’yi gözde bilip
Türkmenlerle savaşa katılmasını isteyince,
On dört aşiretten topladığı gönüllü erlerle savaşa gider.
Henüz yolda iken Mehmet Dede’den himmet ister,
Dilekte bulunur bir şiirle:
‘‘……………………………………
Sultan Süleyman’dan bir name aldım
Harbe yetiş deyince hazır oldum
Topladım orduyu yola koyuldum
Hayır himmet eyle pir Mehmed Dede
………………………………………’’

Musahip Mehmet Dede Anadolu olur
Dost gönlünü uzatıp,
Ozanca bir cevap verir,
Karpuzu Büyük Hasan Dede’ye:

‘‘……………………………
Sıtgınan gitmenin sırrın bilirsin
Ölsen şehit kalsan gazi olursun
Viyana’ya kadar teslim alırsın
İşiniz rast gelsin pir Hasan Dede
………………………………..’’

Tereddüt etmeden name dilinden,
Gönüllü erlerle Türkmen elinden,
Koyulur yollara hazzetmez kinden,
Askerin başında mir Hasan Dede.

Sefere çıkacaktır Osmanlının ordusu,
Askerimin önünde kurulmasın der pusu;
Düşer savunmaksızın birer birer kaleler,
Bin devletsize yeter bir Türkmen’in korkusu.

Doğudan batıya cem olan volkan,
Durulur önünde diyarı balkan,
Hasım kılıcıyla kırılmaz kalkan,
Başı koltuğunda er Hasan Dede.

Ne kazanımlar sağlar,
Askerin önünde bir ulu civan.
Gülbengler çeker, moral olur coşku ile
Yırtar yeri nidalar,
Delinir gökler, avaz avaz hu çeker dağlar.
Aynı zamanda iz bırakır,
Balkanlarda Bektaşi toplumunda.

Kalıp maksuduna erer Otman Baba dergâhında,
El alarak gönül okşar Sultan Suca dergâhında.

İhtisası alanında Bektaşilik umdeleri,
Gün geçtikçe dolup taşar azimle yürür ileri.
Karargâh tutar dergâhı Bulgaristan Hasköy yeri,
Kalıp maksuduna erer Otman Baba dergâhında.

Zaman ve mekân üzere postnişin gösterir yolu,
Derviş olan nice gezer seyri sefer Anadolu.
Bir pire intisap gerek Hak için içirir dolu,
El alarak gönül okşar Sultan Suca dergâhında.

Sultan Süleyman’dan görür itibar
Güven verir halife-i iktidar;
Hıyanet ilmini bilmedi zinhar,
Âdildir kâmildir ar Hasan Dede.

Bir dergâh kurmak ister Balkanlarda
Ya da Çukurova’da.
Bir müddet sonra
Çiftlik kurabileceği, dergâh açabileceği
Bir yer belirler zamanın erki,
Yer Keskin civarında Teke Salan mevkii.

Bin beş yüz yetmişte izin beratı,
Padişahtan gelen ilk mükâfatı;
İki Kol ‘tımar’dır şahlanır atı,
Kurar dergâhını yer Hasan Dede.

Süleymanlı idi sonra Çukurcak,
Zamanla İki Kol denildi ancak,
Son defa değişti dikilip sancak,
Adıyla anılır gör Hasan Dede.

Türkmen obalarını toprakla kaynaştırır,
Vergileri toplayıp tekkeye yüzde alıp,
Hakkı ne ise artık saraya ulaştırır;
Talibini güldürür vergiden muaf kılıp.

Yirmi altı yıl pirlik şeyhlik yapar tekkede,
İlmindendir velilik şöyle bir söylencede;
Karpuz çekirdeğiyle bir parça kömür salıp,
Şerifle olur birlik kurban keser Mekke’de.

Büyük bir düşünür, ermiş ve Allah dostu,
Sevilen sayılan feyzinden istifade edilendir.
Sekiz derviş ile geldiği İki Kol’da
Aynı zamanda ziraatla da uğraşır,
Bağcılık yapar, iri karpuzlar yetiştirir.
Yüzyılları aşıp gelen
“Karpuzu Büyük Hasan Dede” dir aynı zamanda.
Türbesi, Hasan Dede Camii yanında
Koyun koyunadır dervişleriyle, evlatlarıyla.

Çukurova'daki hayatı gizemlidir;
Kadirli Elbistan’da adına yapılan türbe,
Hakkındaki menkıbeler sevildiğine işaret.
Aşiretleri barıştırıp dertlerine derman olur,
Değirmen taşına söz dinletir.
Yöreden ve değişik bölgelerden birçok aşığı etkiler,
Adına şiirler yazılır, övgüler dizilir.
Ve Âşık Veli şöyle seslenir bir şiirinde:

‘‘Horasan elinden Anadolu'ya
Islahata geldi Pir Hasan Dedem
Seyreyle didemden akan selini
Islahata geldi Pir Hasan Dedem

Peşinden ordusu gayet fırkatlı
Taçları yeşildir dilleri tatlı
Böyle er görmedim gayet heybetli
Islahata geldi Pir Hasan Dedem

Haydarı Berek'e bekçidir koydu
Necef denizinden kılıcın aldı
Tahta kılıç ile çok kâfir kırdı
Islahata geldi Pir Hasan Dedem

Ol Berek dağında Haydar seslenir
Varan deli akıllanır uslanır
Tahta kılıç kılıfında paslanır
Islahata geldi Pir Hasan Dedem

Aksede üstünde gördüğüm böyle
Gül yüzlü efendim gördüğün söyle
Pir Otman Baba'ya bir niyaz eyle
Islahata geldi Pir Hasan Dedem

Velim der ki şüphesiz Ali
Bir ismi Hasandır, bir ismi Ali
Niyaz et Allahın sevgili kulu
Islahata geldi Pir Hasan Dede’’

-II-

Mahlası Kul Hasan ve Hasan Dede,
Ne güller kızardı harlı gönülde,
Nefes nefes damlar içtiği bade,
Azı dosta yüzü dosta…

Şiirinde türlü türlü sanat var,
Uçar güzelleme çifte kanat var.
Tacı Hak’tan gelen bir saltanat var,
Pozu dosta közü dosta…

Açılır goncalar kanar gülistan,
Duaz imamları bir ulu destan.
Ağıtını duyan ıslanır yastan,
Gözü dosta yüzü dosta…

Halk ozanlarına kaynak ve esin,
Yarasına derman olur herkesin.
Sarı telde nağme nağme nefesin,
Sözü dosta özü dosta…

Adına şiirler yazıla geldi,
Kimi söz kimisi saz ile geldi,
Kimi medet kimi köz ile geldi,
Düzü dosta cüzü dosta…

Gönle sığar da
Zamana sığmaz asla,
An’a sığmaz ki Hasan Dede;
Devirlere hükmeden koca ozan,
Okudukça aydınlanır oğul kız kızan.

Ve şiirleri;

Ya cönklerle gelmiştir ya düşüp dilden dile,
Verelim bir kaç örnek ne imiş Hasan Dede.

‘‘Seni didem hayalına gezerim
Ne amel işledin dünyada gönül
Rüzgârın muhalif esti sezerim
Gemin baştankara dünyada gönül

Ne bir ahbabımız ne de yaran var
Lokman gibi ne yâremi saran var
Dert gönderip dermanını veren var
Gitme başka yere imdada gönül

Âşıkların işi cilvedir nazdır
Söyle cevabını kâmile sezdir
Böyle ağlamanın gülmesi tezdir
Niçin düştün ah-û feryada gönül

Bakmaz mısın şu feleğin fendine
Düşürüptür tuzağına bendine
Kâmilin kemâli yeter kendine
Ne hacet arifi irşada gönül

Tarikten çıkar mı hiç asil-dida
Kendine malumdur kıldığım nida
Hasan Dedem der ki takdiri Hüdâ
Ya niçin karıştın inada gönül’’

Haykırdıkça Anadolu,
Har içinde Hasan Dede.
Sevda dolu Türkü Türkü,
Zor içinde Hasan Dede.

‘‘Şunda bir güzele meyil düşürdüm
Uykuda yanardım düş arasında
Leyli nehar sevdalandım şaşırdım
Kaldı kara bağrım taş arasında

Sen güzelsin güzel sana inandım
Aklımı aldırdım meylimi verdim
Öyle ki abdalın seyyahın oldum
Gezerim dağlarda kış arasında

Takrir olsa sancağına yazılır
Sevdası serimde bağrım ezilir
Tan eylemen ben gedayı gaziler
Dilim ne söylerse cuş arasında

Bülbül âşık oldu gördü gülüne
Canım kurban sevdiğimin yoluna
Hasan Dedem gider dostun eline
Ara ki bulasın beş arasında’’

Evren esir bir dimağda,
Yaren kalır zorlu çağda,
Eren bülbül bağa bağban,
Mor içinde Hasan Dede.

‘‘Bâd-ı sabâ, yâre selâm et bizden
Hatırcığı eyu mudur, hoş mudur
Ben bendesi ırak oldu gözünden
Kıymetini bilmezlere eş midir

Dilber, bizim kadrimizi bilmedi
Akan çeşmim yaşın bir dem silmedi
Çok zamandır bir selamı gelmedi
Acep o zalimin bağrı taş mıdır

Rakibi gördükçe yârin yanında
Canım yanmaktadır sem'a dağında
Hatıra geldikçe yoksa anında
Bencileyin iki gözü yaş mıdır

Ayrılığın bedir oldu hilali
Artar derunümun derdi, hayali
Ol gonca danenin Yusuf cemâli
Hasan Dede hayal midir, düş müdür’’

Yakar özlem bağrı yanık,
Akar çeşmi boz bulanık,
Bakar düşler âleminden,
Zar içinde Hasan Dede.

‘‘Ey divane gönül, bu lâzım olan
Eyle kalbini saf, sen eyle insaf
İnsaf ehli olan söylemez yalan
Haram durur hilaf, hem beyhude lâf

Lâfı güzaf eyler biri birine
Bel bağlama şu cihanın varına
Yazılanlar gelir kulun serine
Dar eder her taraf sonunda muaf

Muaf olur biraz demler görürsün
Yaradan'ın keremine erersin
Hâcerül esved'e yüzün sürersin
Ehlibeyte tavaf eyle der Mushaf.

Mushaf da her derde derman bulunur
Cümle müşkülatlar anda bilinir
Kimi nura, kimi nara bürünür
Kimi ehli agraf, söyledi Keşşaf

Keşşafın her sözü olundu kabul
Ehli ihraf derler canana duhul
Hasan Dede şeksiz evlâdı Resul
Haşim Abdülmenaf yoktur ihtilaf ’’

İman ile ol müşerref,
Zaman ölür kalır şeref,
Duman duman alev alev,
Nar içinde Hasan Dede.

‘‘Bir zaman anama erlik eyledim
Bir zaman hıfzetti pederim benim
Bir zaman babama avretlik ettim
Bir zaman taşıdı Maderim benim

Mevlâm izin verdi doğdum anadan
Arif olan fehmeyliyor mânâdan
Vücudumuz gelip geçti fenadan
Aşktan başka yoktur didarım benim

Piyadeyim şimdi yoktur kardeşim
Sırrım verip sır alacak sırdaşım
Her nereye gitsem, size yoldaşım
Yanımdan ayrılmaz kaderim benim

Kimi işi işrette, kimi mihnette
Kimi ruşendedir, kimi zulmette
Hasan Dedem kusurum yok gayrette
Bu kadarca imiş kaderim benim’’

Zarif dilde gizli mana,
Tarif bulup var imana,
Arif olmak kolay değil,
Zer içinde Hasan Dede.

‘‘Meşakkati cihan serimde mihman
Dedim gönül; didem eyleme heves
Olun mülevves
Mülevves olanlar olur mu insan
Ya efdal olur, ya olur tersi
Anlar isek ses

Sesten anlar isen karış irfana
Gelen, gitmek için gelir cihana
Melun iğva eder daim insana
Adüv-ü ekberdir İblisi hannas
Neylesin bu nas

Nas, bir hırsa düşmüş encamı n'ola?
Cümlesi Hakk'tandır sebep kul ola
Sıdk ile arayan Mevlâ'sın bula
Anı fehmeylemez cahil ü nekes
Neylesin herkes

Herkes bir sevdada, gezerler müdam
Kimi gamm-nak, kimi eyler ihtişam
Hasan Dedem gör ki kül olur encam
Mürg-ü can uçar da boş kalır kafes
Kesilir nefes’’

Çile toplar topal sanat,
Kele baldır Hakk’a biat,
Bile bile girip kalmaz,
Kör içinde Hasan Dede.

‘‘Bir acayip halde kaldım gaziler
Gecede üç, gündüz iki, günde bir
Bu cevabı duhl eyler bazılar
Senede üç, ayda iki, günde bir

Yüzüm kara, elde yoktur amelim
Ora varacağız nic'olur halim
Bari ahsen ola idi sualim
Kabirde üç, kefen iki sin'de bir

Vasfa gelmez benim sinemde derdim
Kelime-i tevhit dilimde virdim
Kendi aklım ile hesaba vurdum
Dokuzda üç, dörtte iki, onda bir

Âdem’de lâ, gönülde lâ, elde lâ
Mekke'de lâ, Mısır'da lâ, elde lâ
Kerem’de lâ kaderde lâ elde lâ
Şam'da üçtür, Bağdat iki, Van'da bir

Tende üçtür, canda iki, gözde bir
Cananda üç, bizde iki, sizde bir
Sohbette üç, cevap iki sözde bir
Civanda üç, bende iki, sende bir

Aradım, Kul Hasan'da buldum birini
Derdi başa çekmiş, anlar sırrını
Doldurmuşlar şu cihanın varını
Şehirde üç, pazar iki, handa bir’’

Yarenlere olur sezi,
Görenlere açık gizi,
Erenlere çözmek için,
Sor içinde Hasan Dede.

‘‘Gam yeme gayri, divane gönül
Bize canı yanan cananımız var
İsmi bin bir, kendi bir'dir, lâ nazir
Âlemin sahibi Süphanımız var

Bizden selam eylen Şah-ı Mikdat'a
Anın hükmündendir bay ile geda
Muhammed Mustafa Habibi Hûda
Resulün sahibi Kur'anımız var

Dünyanın baş eri ol Şah-ı Emin
On bir evlat ile Hazreti Emin
Ana hayran idi arş ile zemin
Çağırana şah-ı merdanımız var

Bir Hasan Hüseyin bir Zeynel-ubad
Bakır, Cafer-i Sadık eylesin imdat
Kazım’a, Rıza'ya bağla itikat
Bizim bir imam-ı zamanımız var

Şah Taki, Şah Naki, şah evliyadır
Şah İmam Askeri, sırr-ı Hûda'dır
Hasan Dedem der ki, derde devadır
Mehdi-i zamana, imanımız var’’

Sözde değil aşkı aşktır,
Özde yanar meşki meşktir,
Gözde nuru kitap ehli,
Sur için Hasan Dede.

‘Efendim cihanda iptida kula
Tanrı tarafından hidayet gerek
Hidayete eren Mevlâ’sın bula
Hâlisi kalb ile itikat gerek

İtikat tam eyle bulasın iman
Hamdolsun Nebimiz hem ahir zaman
Ahlâkını düzelt var tut bir zaman
Daima yedinde, şeriat gerek

Şeriat sahibi vahidi mutlak
Hiç mahrum olur mu kim ki diye hak
Cihana aldanma sen behey ahmak
Mümin olanlara tarikat gerek

Tarikata girip olasın kâmil
Benim bu cevabım cümleye şamil
Herkes eyler ise ilmiyle amil
Kendini bilmeye marifet gerek

Marifeti olmayan nâşidir nâşi
Dünyada, Ahrette fenadır işi
Hasan Dedem farket şeş ile beşi
Her zaman kalbine hakikat gerek’’

İçer meyi hakikatin,
Uçar gönül zahir batın,
Açar olur kırk kapıyı,
Nur içinde Hasan Dede.

‘‘ Birsin birliğine yoktur gümanım
Tövbe günahlara estağfirullah
Allah huzurunda çoktur günahım
Tövbe günahlara estağfurullah

Muhammed peygamber İslam yolumuz
On iki imamlar pirim Ali’miz
Hatice Fatıma gerçek belimiz
Tövbe günahlara estağfurullah

İmam Hasan geldi bize yardıma
İmam Hüseyin’dir derman derdime
Zeynel Abidin’i şükür görmeme
Tövbe günahlara estağfurullah

Muhammed Bakır’dır balkıyıp gelen
Ol İmam Cafer’dir elimiz alan
Musa-i Kazım’a niyazlar kılan
Tövbe günahlara estağfurullah

Ol İmam Rıza’dır Horasan piri
Muhammed Taki’dir sırrımın sırrı
Ali yül Naki’dir imamlar nuru
Tövbe günahlara estağfurullah

Ali Askeri’den aldığım ferman
Muhammed Mehdi’dir derdime derman
Yola ikrar verdim geriye durmam
Tövbe günahlara estağfurullah

Hasan Dedem Hak nuruna boyandım
Gözüm açtım hem kalfetten uyandım
Mürvet güzel pirim sana dayandım
Tövbe günahlara estağfurullah’’

Sürek olan yol mihengi,
Gerek kılar bu ahengi,
Yürek kuşu duaz imam,
Dar içinde Hasan Dede.

‘‘Getir ki, mümini bilem
Ben olayım ona gulâm
Üç kimseye verme selam
Biri hain, biri fasık
Bir beynamaz, bir beynamaz

Kul olanlar bilir Hakk'ın
Kendini nadandan sakın
Üç kimseye olma yakın
Biri müfsit, bir münafık
Bir de gammaz, bir de gammaz.

Şair, şiir icad eyle
Dil mülkünü âbad eyle
Şu üç şeyi mutad eyle
Biri halim, biri sabır
Bir oku yaz, bir oku yaz

Nasip et mümin kullara
Bakmaz mısın bülbüllere
Daim ezber et dillere
Biri zikir, biri şükür
Bir de niyaz, bir de niyaz

Cefaya düş, açma sırı
Fahiş işten sen ol beri
Hasan Dedem, üçten biri
Biri huzû, biri huşu
Bir de namaz, bir de namaz’’

Nifak bilmez eler ince,
Hak katından söyleyince,
Şafak söker olur vasıl,
Kar içinde Hasam Dede.

-III-

Askerdir oğul İbrahim,
Evlat hasreti yakıp kavurur.
Volkan kızıl kaynar,
Taş gibi düşer yüreğin ince noktalarına.
Mısralar düğüm düğüm olur,
Boşalır bir boşlukta nefes nefese:

‘‘Beni mecruh etti hasret-i firâğı
Elif kadem ettin keman İbrahim
Yok aklımın oturağı, durağı
Gayet oldu halim yaman İbrahim

Takatim yok ben oraya varayım
Bağ-ı hüsnün, gül cemalin göreyim
Padişaha bir arzuhal vereyim
Dad eden elinden aman İbrahim

Ta ezel ezelden kemter bahtımız
Viran oldu gönül köşkü tahtımız
Allah-û âlem, oğul, ahir vaktimiz
Tahmin görüşmemiz güman İbrahim

Göresin bu sinem tutuşup tütmek
Adettir askere hem gelip gitmek
Ne hacet sensiz ben hesap etmek
Sen gideli hayli zaman İbrahim

Hasan Dedem ciğerciğim sızılar
Böyle imiş mukadderde yazılar
Gurbetteki, sılasını arzular
Hübbül-vatan, minel-iman İbrahim’’

Seyyidlik belgesi olanın
Soyu Muhammed soyuna çıkar,
Belgesi sahte olanın
Günahı Nakibül Eşrafa çıkar.
Hasan Dede yapıcıdır, kâmildir,
Kusurlara nefes olur ozanca;
Âdemoğluna seslenir,
Eşraf oğlunu uyarır,
Türkü olur dillerde söylenegelir.

‘‘Eşrafoğlu al haberi
Bahçe biziz gül bizdedir
Biz de Mevlâ’nın kuluyuz
Yetmiş İki dil bizdedir

Erlik midir eri yormak
Irak yoldan haber sormak
Cennetteki ol dört ırmak
Coşkun akan sel bizdedir

Âdem vardır cismi semiz
Abdest alır olmaz temiz
Halkı dahl-eylemek nemiz
Bilcümle vebal bizdedir

Kimi sofu kimi hacı
Cümlemiz Hakka duacı
Resulü Ekrem’in tacı
Aba, hırka, şal bizdedir

Biz erenler gerçeğiyiz
Has bahçenin çiçeğiyiz
Hacı Bektaş köçeğiyiz
Edep, erkân, yol bizdedir

Kuldur Hasan Dedem kuldur
Mânâyı söyleyen dildir
Elif Hakk'a doğru yoldur
Cim ararsan Dal bizdedir’’

-IV-

Dört kapı kırk makam felsefesidir,
Verdiği her nefes pir nefesidir.
Cemlerde söylenen Ali sesidir,
Arıdır durudur Türkçedir dili.

Hakikatin sırlarına erendir,
Vardığı yerlere düzen verendir,
Ne dostunu ne hasmını yerendir,
Kızılırmak gibi coşkundur seli.

Boşanır gülbengi haz ile dilden,
Elinden dilinden arıdır belden,
Ehlibeyt sevdası dökülür telden,
Semahına durur her seher yeli.

Dergâhında ilm-i ledün var idi,
Yanıp yanıp nice talip eridi,
Yolcusu fakiri nasibin yedi,
Yürüyor izinden süreğen beli.

Peşindeki Türkmen boyu arkalı,
Bilmez ayrım yetmiş iki fırkalı,
Karpuzu üzümü olmuş markalı,
Çapaya kazmaya yatkındır eli.

Vuslatî diyor ki ey Kızılırmak,
Çizerek dolanır yay Kızılırmak,
Kaç asır birliksin say Kızılırmak,
Hasan Dede bizim Kırıkkaleli.

Osman Öcal

UÇMAĞA VARDI..!
TANRI DAĞINDA...
ATSIZ ATA OTAĞINDA, ULU ATALAR HUZURUNDA DİZ VURMAKTA!

Çevrimdışı o.öcal

  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 556
  • TANRI DAĞINDA, UÇMAĞA VARDI...
Şah İsmail-Hatayî (GÜLCE- BULUŞMA)

-I-
Kim gizemli kim emin,
İpek yiyen güvenin,
Nem düşer yaldızına,
Ucu oynak kalemin.

Can içinde öz gerek,
Özü açar söz gerek,
Hakikate varmaya,
Yanmak için köz gerek.

İkiyüzlü bu acun,
Giydirdiği her tacın,
Bir öyküsü olmalı,
Bayrağı tutan burcun.

Şeyhlik şahlık zamanı,
Yaradan’ın fermanı,
Bir şah geldi dünyaya,
Nice derdin dermanı.

Yıl
Bin dört yüz seksen yedi,
Gün temmuzun on yedisi.
Şeyh Cüneyd’e torun
Erdebil ocağı şeyhi Şeyh Haydar’a bir oğul
Verdiğinde Yaradan;
Sevinç doldu çağıl çağıl
Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın kızı
Anası Alemşah Halime Begim.
İsmail dendi adı,
Ortaya düştü tadı.
Şeyh Safiyüddin neslinden,
Doğum yeri Erdebil.
Piri Türk soyludur, dilidir büyük delil.

Henüz bebek yaşta iken,
Mahkûmiyet gelir erken,
Aynı kökten beslenerek,
Gül koynunda biter diken.

Dünya yalan şaşar beşer,
Babası, Cüneyd’in öcüne düşer.
Şirvanşahlara saldırır.
Akkoyunlu sultanı Yakup beyin
Şirvanşahlara yardımıyla
Mağlup galibe döner.
Teberistan yakınlarında kırar kılıç kılıcı,
Can verir Şeyh Haydar dağılır tahtı tacı.
İşgale uğrar Erdebil,
İsmail, anası, kardeşleri
Sultan Ali ve İbrahim mahkûm edilir,
Şiraz İstahr kalesine bir dönem.
Döner, dümen üstüne dümen;
Akkoyunlu içinde taht kavgası,
Düşen canın
Yok hesabı akan kanın.
Uzun Hasan’ın torunu Rüstem Mirza,
Sultan Yakub’un oğlu Baysungur’a karşı
Yararlanmak için azad eder şeyh Hardar’ın neslini.
Yaman vuruşur Sultan Ali, müridi Kızılbaşlar.
Ali kuvvetlenir, Rüstem Mirza’da korku başlar.
Taht ve geleceğini tehlikede görüp,
Cüneyd’in soyunu kurutmak ister.
Salar Kızılbaşlar üzerine binlerce asker.
Sultan Ali öldürülür,
Sıra altı yaşındaki İsmail’e gelir.

Safiyüddin torunu Akkoyunlu varisi,
Şeyh Ali isteğiyle Kızılbaşa son halef.
Kaçarak gizlenerek büyümüştür doğrusu;
Akkoyunlu elinde olmamak için telef.

Önce, Annesi Alemşah’la
Şeyh Safiyüddin’in türbesine varır,
Sonra Türkmen Gazi Ahmet Kakuki’in evi,
Arkasından Hancan adlı bir kadın korur.
Aleyhtedir zaman ve mekân,
Dulkadir Türkmeni Ubay Hatun’a düşer korumalık.
Ne arayış durur ne tehlike durur;
Bu sefer Allahvermiş Ağa Türbesi’nden,
Karamanlı Rüstem Bey aracılığıyla Kerkan Köyü,
Kesker Hâkimi Emir Siyavuş’un yanından,
Reşt’e, Gilan’a, Lehican’a kadar uzanır,
Kutsal kaçışın sonu.
Türkmenlerin içinde,
Kızılbaş terbiyesine uygun biçimde yetişir,
Türkmen için, birlik için, umut olur yasına,
Korunur can pahasına.

Son durak Lehican’da on ikiye gelir yaş,
Yedi boy yedi beye yetişerek olur baş.
Erdebil ocağına sürülür kızıl taylar,
Toz kopar nal sesinden ufalanır ağır taş.

Ve yürüdükçe büyür katılan Türkmen ile,
Büyük coşkuyla girer öz yurdu Erdebil’e.
Bin beş yüz yıllarında ulaşır Erzincan’a,
Baş gövdeyle birleşir kabza yapışır ele.

Ustaclu, Şamlu, Rumlu, Tekelü yağar hemen,
Zülkadir, Avşar, Kaçar, Varsak, Çepni tahriben,
Toplanır çevresine Tercan Sarıkaya’da,
Başında kızıl tacı yedi bin yiğit Türkmen.

Kızılbaş orduyla geçer Kura nehrini,
Vurup Ferruh Yesar’ı yağmalatır ilini.
Kılıç kına girmeden alır Bakü şehrini,
Akkoyunlu’yu basıp açar Tebriz yolunu.

Bin beşyüz bir yılında
Tebriz’de kılar karar.
Dili Türkçe, egemeni Türk,
Safevi Kızılbaş devletini kurar.
On iki imam adına ilk hutbeyi okutturup,
Para bastırır adına şah tahtına oturup.
Ozanları, âlimleri, sanatkârı korur,
Toplanır çevresinde kalemi keskin ordu,
Ülke o hale gelir sanki Dede Korkut Yurdu.

Yüz yıllar boyunca
‘Kaba, akılsız, eşek’ denilerek itilip kakılan,
Kendi bahçelerinde,
Tahterevalli ucunda,
Arapları, Farsları, Ermenisi, Rumları
Yukarda tutmak için
Mecbur kalan taraftarın doğu göçü sürerken
Yükleri kaldıran denge,
Tutuşur nice cenge.
Akkoyunlu’dan sonra
Doğudan gelen tehdit,
Özbek Muhammed Şeybani Han’ı yener,
Bin beş yüz on dört en kudretli anında
Savaşmamak için Çaldıran’a direnir.
Tarihin cilvesi bu:
Timur ve Yıldırım gibi
Yavuz Sultan Selim’le Şah İsmail’in
Önce mektupları çarpışır,
Sonra da orduları.
Türklüğe değen darbe, kim durultur suları…
Biri padişah biri şah,
Devleşen iki lider,
Biri Sünni biri Kızılbaş.
Siyasi güç uğruna, büyümek için bir beden;
Mezhebi farklı diye
Düşürülür nice baş,
Türkmen olur kaybeden.

Yenilmenin acısı vurur ince ruhuna,
Başlar sancılı yıllar heder eder çöküntü.
İlham can yoldaş olur artık Türkmen şahına,
Daha da içli yazar o gerçek ozan çünkü.

Sam Mirza’nın dediği,
Yeni bir Ferhat olan Hatayî.
Bin beş yüz yirmi dört, yirmi üç mayıs günü,
Hakk’a yürür henüz pek genç yaşında;
Erdebil ocağı, son katık,
Büyük atası Şeyh Safiyüddin ile
Koyun koyunadır artık.

Şüphe götürmez inancı,
Yaman avcı.
Türk töresinde kut,
Liderliği bir yakut.
Say ki yırtıcı aslan indiğinde meydana,
Çevresiyle sohbette cevher yağdıran bulut.
Yüceliği bir derya bonkörlükte birinci,
Anadolu’da, Türkmen gönlünde inci.
Sesi güzel, saz ve berbed çalmada usta,
Yedi ulu ozandan birisi.
Asırları devirir değerinden pay vermez,
Teferruat gerisi.


-II-
Kısacık ömrünün çoğunu devletine adarken,
Hatayî- Hataî mahlasıyla
Hem lirik hem epik şiirler yazan,
Azerbaycan Türkçesinin duru çeşmesi,
Söz hazinesinin zirve örneği,
Ölmez sanat incileriyle dolu eserler bırakır.
Çoğunluğunu gazellerin oluşturduğu divanı,
İnsanperverliği öne çıkaran
Tasaffufi, dini, siyasi içerikli Nasihatnamesi,
Aşk mesnevisini kapsayan on mektup, Dehnamesi
Gülşende bülbülün sesi.

Nasihatname’den kısa bir vuruş,
Geçerli olmalı aslolan duruş.

‘‘……………………………
Özünbilmə z ilə durma, о turma,
Ömür zaye keçə r, ə qlin itirmə .

Qо ma şah damə nini daim ə ldə n,
Yapış silsilə sinə canü dildə n.

Kimin ki, mə ’ni içrə zati yо xdur,
Çürükdür sözünün bünyadi yо xdur.

Yə qin sidq aşiqin sə rmayə sidir,
Bu rə mzi bil ki, о l can ayə sidir.

Iman ə hli isə n, ey can, və leykin,
Ki, cismü canü dildə dutmagil kin.

Budur sözüm sana, mə ndə n ə manə t,
Könül yıxma, və li eylə imarə t.
……………………………………’’

Dehname’si aşkta gerçek şaheser,
Her bölüm Ferhat’ın ününü keser.

‘‘…………………………………………
Xо ş də m ki, bu cismü canqavışdı,
Canan ilə hə m cahan qavışdı.

Bu gündürür о l ki, xə stə Yə ’qub
Yusifdə n azub rə van qavışdı.

Bu gecə dir о l ki, tə şnə Xızra
Heyvan suyu nagə han qavışdı.

Bu dün о durur ki, fə xri-alə m
Ba hə zrə ti-lamə kan qavışdı.

Adə mlə bu gün buluşdu Hə vva,
Yüz cə hd ilə də r cahan qavışdı.

О ldur bu gecə ki, ə hli-iman
Uçmağ ilə cavidan qavışdı.

Fə rxə ndə zə man ki, dilbə rinə
Ölmüş tə n ilə bu can qavışdı.

Şükr eylə Xə tayi, kim sə ninlə
О l şahidi-mehriban qavışdı
.…………………………….’’

Her kalem yazar mı denilse şahbaz,
Ne çıkar çanaktan tele bakmalı.
Her yazılan vermez okuyana haz,
Emek, yürek, bilgi sele bakmalı.

Âşıkane yazar,
Gönülde sevda dilde söz.
Nesimi, Mansur bir varıştır, anar,
Hurufilik ve ebced bilindik konu,
Yandıkça yanar
Kaynar, Alevi yolunda göz göz,
Kızılın tonu.

Canını ol Hakk’ın yoluna sermiş,
O gençlik çağında kalemi ermiş,
Sanatında tasaffufa yer vermiş,
Rengi nerden gelir güle bakmalı.

‘‘Baharın gə ldiyin nə də n bilə yim,
Gül dikə ndə bitə r, bülbül taldadır.
Ə yyubun tə nində iki qurd qaldı,
Biri ipə k sarar, biri baldadır.

Könlünə gə tirmə şə kk ilə güman,
Seyid Nə simiyə de о l о ldu şan,
Tanrı ilə min bir kə lam söylə şə n
Ə li Mə dinə də , Musa Turdadır.

Şə riə t yо lunu Mə hə mmə d açdı,
Tə riqə t gülünü Şah Ə li seçdi,
Şu dünyadan neçə yüz min ə r keçdi,
О nlar ittifaqda, Mehdi yо ldadır.

Adə min, Hatə min zati Fə zlullah,
Ə şyayi qə rq etmiş bu, bir sirrullah.
Şahə nşahi-qütbi-alə m zillullah
Qüdrə ti-nə zə ri mö’min quldadır.

Şah Xə tayi aydır: – Sirrini yayma,
Qıla gör namazın, qə zayə qо yma,
Şu yalan dünyada heç sağam deymə ,
Tə nin tə naşirdə , sirrin saldadır.’’

Umman söndüremez öyle ateş ki
Muhammed Ehlibeyt Hüseyin aşkı
Gönül sarayında Ali’nin köşkü
Gel deyip gittiği yola bakmalı

‘‘Qə hrinə , küfrinə cümlə dayandım,
Ə vvə l iqrar verib dönə n gə lmə sin.
Rə ngi, bо yasına cümlə bо yandım,
Bu rə nglə rə bо yanmayan gə lmə sin.

Rə nginə bо yandım, mə n camdan içdim,
Neçə canlar ilə qо ndum, qо nuşdum,
Mə hə bbə t eylə dim, candan sevişdim,
Mə hə bbə ti küfür sayan gə lmə sin.

Mə hə bbə t eylə dim, sevdim yarımı,
Xə rc eylə dim ə ldə о lan varımı.
Bir ə silzadə ylə et bazarını,
Etdigi bazardan dönə n gə lmə sin.

Gerçə k imiş sə rsə riyə gə lmə yə n,
Ə r о dur ki, iqrarından dönmə yə n,
Qə lbində , könlündə riya bilmə yə n,
İkilik kömlə gin geyə n gə lmə sin.

Günahkara tə riq sitə m qо dular,
Meydana gə lə ndə qırxlar dedilə r,
Dо stu dо stdan seçi verin dedilə r,
Ə fsanə sözlə rə uyan gə lmə sin.

Şah Xə tayi aydır: – Bu hə q yо lidir,
Dо ğru yо ldir, bu hə m eşq mə nzilidir,
Ə ksigə qalmayan pirim Ə lidir,
Qə lbində şübhə si о lan gə lmə sin’’.

Özletir sılayı her gurbet eli,
Sabahın aynası bir seher yeli,
Bülbülün avazı mecnun dili,
Sevdayı döktüğü dile bakmalı.

‘‘Dem-be-dem yol gözlerem, ol sevgi yârım gelmedi,
Qalmışam qış möhnetinde, növbahârım gelmedi.

Xeyli müddetdir ki, men tâ ayru düşdüm yârden,
Görmek üçün hedden ötdü, intizârım, gelmedi.

Tâ ki, gördüm uyxuda men ol perîşan zülfünü,
Yerine andan beri sebr ü qerârım gelmedi.

İxtiyârım getdi elden, cân u dilden el yudum,
Ol menim cân u könülden ixtiyârım gelmedi.

Xestedir miskin Xetâî bir misâl-i endelib,
Hüsn bağında cemâl-ı gül'üzârım gelmedi.’’


-III-

Gönül hazinesi dolu bir ozan,
Az olur emsali her türü yazan,
Bazen tuyuğ söyler geraylı bazen,
Bayati mesnevi gazelleri var.

Her çiçekten almış sanırsın Gülce,
Ayırım yapmamış aruz ve hece,
Birkaç örnek aldım örnek sadece,
Daha nice nice güzelleri var.
*
Divan şiirinde gazeldir adı,
Gönüllere şerbet okşuyor tadı,
Şimdilerde böyle yazan kalmadı,
Ozanlık şairlik sala düşmüştür.

‘‘Allah, Allah den, ğazilə r, ğazilə r deyə n şah mə nə m.
Qarşu gə lün, sə cdə qılun, ğazilə r deyə n şah mə nə m.

Uçmaqda tuti quşuyam, ağır lə şgə rlə r başıyam,
Mə n sufilə r yо ldaşıyam, ğazilə r deyə n şah mə nə m.

Nerdə ə kə rsə n bitə rə m, xanda çağırsan, yetə rə m,
Sufilə r ə lin dutaram, ğazilə r deyə n şah mə nə m.

Mə nsur ilə darda idim, Xə lil ilə narda idim,
Musa ilə Turda idim, ğazilə r deyə n şah mə nə m.

Ə sir edin, bə ri gə lün, nо vruz edin, şaha yetün,
Hey ğazilə r, sə cdə qılun, ğazilə r deyə n şah mə nə m.

Qırmızı taclu, bо z atlu, ağır bir lə şkə r nisbə tlü
Yusif peyğə mbə r sifə tlü, ğazilə r deyə n şah mə nə m.

Xə tayiyə m al atluyam, sözü şə kə rdə n datluyam,
Murtə za Ə li zatluyam, ğazilə r deyə n şah mə nə m.’’

Murabba der isek türünde lider,
İçinde kaybolan kavrulur gider,
Manaya yol vuran bir bedel öder.
Anmak benim gibi kula düşmüştür.

‘‘Xubların sultanısan alə mdə , var, xan о l, yürü,
Aşiqin canında cansan, var, acanan, о l, yürü,
Sə n rə qibin mə clisində şə m kimi yan, о l, yürü,
Könlümüzü bizə ver də , Misrə sultan о l, yürü.

Yerdə qalmaz çün bilə sə n, ey mə lə k, ahım mə nim,
Yalqıza yardım edə r: vardır Allahım mə nim,
Bivə falıq rə smini ə ldə n gedə r şahım mə nim,
Könlümüzü bizə ver də , Misrə sultan о l, yürü.

Neçə kə rrə demə dimmi gözlə ri ahu sana,
Bivə falıq etmə mə k gə rə k idi canu sana,
Yürü, var ömrüm haman şimdə n gerü yahu sana,
Könlümüzü bizə ver də , Misrə sultan о l, yürü.

Ya ilahi, bilmə zə m kim, nо lisə r halım mə nim,
Könlüm aldı, müslimanlar, şimdi bir zalım mə nim,
Sevdigim, ömrüm, ə fə ndim, hey gülüm, balım mə nim,
Könlümüzü bizə ver də , Misrə sultan о l, yürü.

Ey Xə tayi, bulmadım bir yarü hə mdə m dünyada,
Ahü vahi keçdi ömrüm, neylə yim, mə n dünyada,
Sə rv kimi sə rkə ş о lasan haman sə n dünyada,
Könlümüzü bizə ver də , Misrə sultan о l, yürü.’’

Her şiir her ozan döner mi semah,
Sanatta zirveye oturan bir şah,
Terci-i bendleri kısalttım eyvah,
Sanmayın serhatte kala düşmüştür.

‘‘…………………………………..
Və sfi-yarə , ey Xə tayi, söz demə k şanımdadır,
Cilvə lə r qılmaq mə nim tə b’i-süxə ndanımdadır.
Hə mdə mim, hə mmə şrə bim də rdü bə la yanımdadır,
Yar içün ölmə k mə nim ayinü ə rkanımdadır,
О n sə kiz min alə min ə sması divanımdadır,
Kainatın sabitati qə srü eyvanımdadır,
О n iki şahzadə nin imlası pünhanımdadır,
Sayə salmış üstümə , mehri-dirə xşanımdadır,
Mustafanın ümmə tiyə m, sevgisi canımdadır,
Hə m Ə liyyə l-Murtə zanın də rdi də rmanımdadır,
Müftiyi-eşq öylə vermişdir bunun fitvasini:
– Ya çə k ə l sə rdə n, ya gə l cinlə tmə eşqin tasini.’’

Rübaisi bir hoş kıta'sı bir hoş,
Ne sakide mola ne kadehi boş,
Okuya okuya olmuşum sarhoş,
Güllerin içinde ala düşmüştür.

‘‘Ta badeyi-xо şgüvar var, ey saqi,
Ta vardır ə lində ixtiyar, ey saqi,
Bir dövr elə kim, dövrü dо lanmış dövran
Nə badə qо yar, nə badə sar, ey saqi.’’

‘‘Eşq də ryasında qə vvas о lmasan mə rdanə var,
Keçmə namə rd körpüsündə n, qо y aparsın su sə ni.
Dün bə növşə seyr edə gördüm nihani gə şt edir,
Dilbə rim ə gninə geymiş bir qə bayi-susə ni.’’

Türk nazım türünden tuyuğlar aldım,
Okurken derince düşlere daldım,
Hatayî ardından bin selam saldım,
Sözü çiçek çiçek bala düşmüştür.

‘‘Mə n Hüseyni mə zhə bə m, şahın qulu,
Yə ’ni kim, mə ’nidir Allahın qulu.
Ey Xə tayi, padşah о lmaz kişi,
О lmayınca uş bu də rgahın qulu.

Zatın Allah mə zhə ridir, ya Ə li,
Kibrü kin sə ndə n bə ridir, ya Ə li.
Bu Xə tayi qeysə rü xaqanü Cə m
Qə nbə rinin Qə nbə ridir, ya Ə li.

Gə r Ə linin mülki-insandır yeri,
Də r hə qiqə t ə rşi-rə hmandır yeri,
Ey Xə tayi, kimdə var mehri-Ə li,
Rə hmə ti-hə q, baği-rizvandır yeri.’’

Koşmadan koşmaya geçiyor nazı,
Kopuzca nameler okuyor sazı,
Dağlara taşlara yürür avazı,
Bülbül diken üstü dala düşmüştür.

‘‘Könül, nə gə zirsə n seyran yerində ,
Alə mdə hə r şeyin var о lmayınca? !
О lura-о lmaza dо st deyib gə zmə ,
Bir ə hdinə bütün yar о lmayınca.

Yürü, sufi, yürü, yо lundan azma,
Elin qeybə tinə quyular qazma,
Yо rulma bihudə , bо şuna gə zmə ,
Yanında mürşidin var о lmayınca.

Qalxdı, havalandı könlün quşu,
Qо vğa, qeybə t etmə k kötünün işi,
Ustadın tanımaz bunda hə r kişi,
О nun kim mürşüdü ə r о lmayınca.

Varub bir kötüyə sə n о lma nökə r,
Çə rxinə də gə r də , dо lunu dögə r,
Nə xudadan qо rxar, nə hicab çə kə r,
Bir kötüdə namus, ar о lmayınca.

Şah Xə tayim edim bu sirri bə yan,
Kamilmidir cahil sözünə uyan?
Bir başdan ağlamaq ömrə dir ziyan,
İki başdan mühibb, yar о lmayınca.’’

Ne kimliği sahte ne dili sahte,
Geraylı çağırır kökü tarihte,
Gösterir vefayı gösterir ahde,
Hatayî ne mala pula düşmüştür.

‘‘Dil ilə də rvişlik о lmaz,
Halı gə rə k yо l ə hlinin.
Arıların hə r çiçə kdə n,
Balı gə rə k yо l ə hlinin.

Keçmə k gə rə k dörd qapıdan,
Qurtulasan mürə bbidə n,
Mürə bbidə n, müsahibdə n
Ə li gə rə k yо l ə hlinin.

Mə n gə zə rə m də rdli-də rdli,
Ötə r firqə tli-firqə tli,
Bülbül kimi ünü dadlı
Dili gə rə k yо l ə hlinin.

Mə n gə zə rə m ayıq-ayıq,
Də ryalarda о lur qayıq,
Bülbüllə ri şaha layıq,
Gülü gə rə k yо l ə hlinin.

Xə tayim der: – Quşaq quşan,
Tо z о lur türaba düşə n,
Budur də rvişliyə nişan;
Yо lu gə rə k yо l ə hlinin.’’

Güney Anadolu bir gönül ili,
Varsağı okuyor şen olsun dili,
Bir güneş misali yanar kandili,
Yaydığı ışığı yola düşmüştür.

‘‘Qaibdə n də lil göründün,
Də də m, xо ş gə ldin, xо ş gə ldin.
Bizi sevib sevindirdin,
Də də m, xо ş gə ldin, xо ş gə ldin.

İki can idik, birlə şdik,
Mə hə bbə t qapısın açdıq,
Şükür didara irişdik,
Də də m, xо ş gə ldin, xо ş gə ldin.

Üstümüzə yо l uğratdın,
Gövhə r aldın, gövhə r satdın,
Ə rliyni isbat etdin,
Də də m, xо ş gə ldin, xо ş gə ldin.

Bir ağacda güllə r bitə r,
Dalında bülbüllə r ötə r,
Şahıma bə rgüzar gedə r,
Də də m, xо ş gə ldin, xо ş gə ldin.

Böylə , Şah Xə tayim, böylə ,
Pirim də stur versin, söylə .
Şaha mə ndə n niyaz eylə ,
Də də m, xо ş gə ldin, xо ş gə ldin.’’

Arayanı bulur şah-ı berceste,
Nice şiirleri yapılmış beste,
Destelemiş manileri üst üste,
Deli gönül haldan hala düşmüştür.

‘‘Xə tayi, can arxına,
Ə hli-ürfan arxına.
Mə ’rifə tdə n su gə lib,
Tökülür can arxına.

Xə tayiyə han gə ldi,
Mürdə cismə can gə ldi,
Yə ’qubi-zar о lmuşam,
Yusifi-Kə n’an gə ldi.

Xə tayiyə m, xə ttaram,
Hə q sirrinə sə ttaram,
Hə kimlə rin də rmanı,
Tə biblə rə ə ttaram.

Xə tayiyə m bir halım,
Ə lif üstündə dalam.
Sufiyə m tə riqə tdə ,
Hə qiqə tdə abdalam.

Xə tayim, ver cə vablə n,
Qırmızı gül gülablə n,
Sə ndə n can ə sirgə mə m,
Zira kim, bir hesablə n.

Xə tayi, işin düşə r,
Gə lib-gedişin düşə r,
Dişlə mə çiy löqmə ni,
Yerinə dişin düşə r.’’

Ezelden var idik aslımız kam Türk,
Nice devlet ile ne hanlar gördük,
Son olur mu bilmem tarihte bir ilk,
Kızıl Başbuğ Şah İsmail Hatayî.

Börkü kızıl giyer atası şanlı,
Türkmen töresinde bir delikanlı,
Savaş meydanında kılıcı kanlı,
Kızıl Başbuğ Şah İsmail Hatayî.

Aslan yüreklidir burma bıyıklı,
Güttüğü davayla barışık aklı,
Bilge Kağan gibi ülküsü farklı,
Kızıl Başbuğ Şah İsmail Hatayî.

Yıldırım, kasırga, sel olup akan,
Ne oturup kaldı ne bildi mekân,
Acemin mülküne oturan hakan,
Kızıl Başbuğ Şah İsmail Hatayî.

Ordunun başında şair komutan,
Kıyar mı canına can olur vatan,
Öyle bir güneş ki kavurup atan,
Kızıl Başbuğ Şah İsmail Hatayî.

Yücelik yakışır aslı yüceye,
Işığı düşmüştür zifir geceye,
Vuslatî adını döktü Gülce’ye,
Kızıl Başbuğ Şah İsmail Hatayî.

Osman Öcal

UÇMAĞA VARDI..!
TANRI DAĞINDA...
ATSIZ ATA OTAĞINDA, ULU ATALAR HUZURUNDA DİZ VURMAKTA!

Çevrimdışı o.öcal

  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 556
  • TANRI DAĞINDA, UÇMAĞA VARDI...
Kaygusuz Abdal (GÜLCE-BULUŞMA)

-I-

Dillerde söylence, gönülde sultan,
Yüz yılları aşmış Kaygusuz Abdal.
O bir halk ozanı, ölümsüz destan,
Sınırları taşmış Kaygusuz Abdal.

Doğum yaşam ölüm gizlerle dolu,
Yolu mutasavvıf Yunus’un yolu,
Kutlu bir sevdadır can Anadolu,
Zirveye ulaşmış Kaygusuz Abdal.

Alevi-Bektaşi halk şiirinden,
Nicesine nasip verir derinden,
Alıp irşadını Musa pirinden,
Çok yeri dolaşmış Kaygusuz Abdal.

Ağaca, yola, çiçeğe
Suya, toprağa, ateşe
Bir güney rüzgârıdır dokunan nefes.
Zaman, Türk Selçuklunun altın çağı,
Saat, Alanya kalesinde duran güneştir…
Bey oğludur sığmaz ele avuca,
Bey oğludur yanar ateş,
Akdeniz ufuklarında.
Hüsameddin Mahmud oğlu bir yiğit
Çelik bilek,
Tunç yürek,
Gözü pek…
Alâattin derler, demesine amma
Dönüp geri gelmez inandığı yoldan,
Işık ve umut fışkırır göz uçlarından…

Bir gün dağdan dağa avlanır iken,
Gözüne bir ahu görünür birden.
Sadağından bir ok sürer yayına,
Rüzgâr vınlamasında bir ses
Bin sese kavuşur al ateş içinde
Sürüp gider avuçlarından...

Sol koltuk altından vurulan avı
Yetip almak ister yorulan avı.
Kan izini sürüp varır dergâha,
”Görmedik der herkes” sorulan avı.

Görmedik!
Görmedik!
Göz vardır görmez görüleni zaten,
Göz var göz göz olmuştur gözlerde göz.
Çıkar sessiz sedasız içerdeki dergâhtan

Tekkenin sahibi bir Abdal Musa,
Sorup sual eder der Abdal Musa:
‘O oku görünce tanır mısın sen? ’
Gösterir yerini Pir Abdal Musa.

Pirin koltuğundaki saplanmış oku
Görünce bey oğlu kendinden geçer,
Sarayı, şöhreti bırakıp dergâhı seçer
Abdal Musa’nın müridi olur, kapılanır.

Burada yetişir,
İlmini,
Kaygusuz adını,
Abdal unvanını burada alır.

Anadolu’nun birçok yerini,
Rumeli’de Yanya, Filibe, Manastır’ı gezer
Gezer dolaşır Hicaz, Necef, Suriye, Irak’ı
Tekke açar Mısır’da
Ve hacca uğrar…
Sınır ötesi dillere bakarsan şayet
Mısır’da asude bir yatıştır sessiz çığlıklarda bekleyişi.
Alanya kalesinde duran güneşe bakarsan
Elmalı Tekke köyünde,
Piri Abdal Musa yanındadır insan insan.
Ardıç ağaçlarına konan kuşlardadır sesi
Ve çekilen semahlardadır dönüşü, yanışı.

Anadolu erenlerinin mührü vurulmuştur alnına,
Anadolu ışıltılı ses olur dilinde
Açılanda dil kilidi,
Cümle erenler misli hoş sohbet, mütebessim
Ve ders vericidir sözleri,
Der ki:
“Ergene'nin köprüsü
Susuzluktan bunalmış
Edirne minaresi
Eğilmiş su içmeğe
……………………
Kelebek buğday ekmiş
Manisa ovasına
Sivrisinek derilmiş
Irgad olup biçmeğe’

‘‘Kaza verdik birkaç akça
Eti kemiğinden pekçe
Ne kazan kaldı ne kepçe
Kırk gün oldu kaynadırım kaynamaz’’

Diyen “Bizim Kaygusuz” işte
Bizim Gaybî bu,
Beyoğlu olmaktan istifa edip
Bir eşiğe bendolan,
Süslü kaftanları çıkarıp
Eriyip, gayb olan
Kısaca Kayguz Gaybî olan…

Abdal Musa ile başlayıp gelen,
Adına lokma yiyen dost sahibidir.
Tamamı on iki diye bilinen,
Bektaşi postundan post sahibidir.

-II-

Divan, Gülistan, Gevher-nâme,
Üç ciltlik Mesnevi
Ve Minbernâme;
Budalanâme,
Kitab-ı Miglate,
Ve Vücûdnâme;
Dilgüşâ,
Risale-i Kaygusuz Abdal
Ve Saray-nâme…
İşte bize bıraktığı eserler bunlar,
Bunlar hazine, bunlar ölümsüz.
Bunlar, gerçekte kaygulu Kaygusuz’dan kalanlar.

Aruz da var, hece de şiirlerinde
Taşlaması yergisi müthiş
Hele ki ham sofuya kızgınlık
İnce alay, ateş topu kelam…

O bir abdal,
Bu çağdan, buralardan
Güneye Abdal Musa’ya
Ve de Kagusuz’una buralardan selam…
Saçını,
Sakalını,
Bıyığını,
Kaşını kestirip gezer;
Hâsılı vesselâm…
Bir şiiri şöyle biter:

‘‘Sakalımla kaşımı bıyığımla başımı
Hak onara işimi bu sakalı kırkarım

Kaygusuz Abdal menem fartu fartu bilenem
Bir tüyünü koymanam bu sakalı kırkarım’’

Eşin olsa da koyar ömür boyu uykusuz,
Bakın hele ne diyor koca ozan Kaygusuz:

‘‘Eksik avradın kötüsü dizini dikip oturur
İşinin kolayın bulmaz yüzünü yıkıp oturur

Boğaza takmış akıkin aşına bulmaz kekiğin
Yeni donunun söküğün dizine takıp oturur

Ayağında meşin mesi kolunda gümüşün başı
Soyunmaya elbisesi taşraya bakıp oturur

Yata yata karnı şişer eşinin başında işer
Bitler kanatlanıp uçar sirkeye bakıp oturur

Çocuklar oynar aşığı köpekler yutar bulaşığı
Karga da kapmış kaşığ havaya bakıp oturur

Başa bağlamış emiri rençberler sever demiri
Danalar yemiş hamırı tekneye bakıp oturur

Kaygusuz aydır atılmaz pazara çeksen satılmaz
Soyunup koyna yatılmaz bir manda çöküp oturur’’

Bir cuma namazında vaiz;
Saçına sakalına bakıp
Laf vurur Kaygusuz’a:

‘‘Sakalını kırkan, üryan olanlar uçmağ'a giremez’’ deyince,
Gönlü huşa gelir şöyle der saygısıza:

‘‘Eyâ akl ile irfanum deyenler
Eyâ mülke Süleymânum deyenler

Eyâ bildüm deyenler cümle hâli
Eyâ vardum deyenler doğru yolı

Hakk'ı bildim deyû irşâd edersin
Tepersin Minberî feryâd edersin

Ne bildün neye irdün işbu hâlde
Akıllar mât olubdur iş bu hayâlde

Buna akl ile kimse irmemiştir
Göziyle Hakk'ı kimse görmemiştir

Bu bir deryâdürür âkıllar irmez
Özinden giçmiyen Rabbını bilmez

Dilersen bulasın kevn ü mekânı
Özinden fâriğ ol Rabbini tânı

Ki sen senlügünî gider arâdan
Bilürsen ât seni kimdür Yarâdan

Sen û ben eylemez ol kim kişîdür
Sen û ben eylemek Şeytan işîdür
………………………………………
Özin bilen kişi oldı haberdâr
Hemân bir vücûddur bir cân ne kim var

Sözi ko fâriğ ol Kaygusuz Abdal
Bu özden açîlur bunca kıl u kâl’’

Gezdiği yerlerin doğal konumlarını,
Özelliklerini, halkını, beğenilerini,
Gülmece türüyle anlatır dizelerinde.

‘‘Düpdüz bu yaş ovalar her biri boş durmasa
Sulu şeftalisi çoğ bin üzümlü bağ olsa
Kaygusuz Abdal otur kimin ye kimin götür
Sofiye koz kalmadı abdala kaymağ olsa’’

‘‘Kaygusuz Abdal bulunca
Gel otur pilav gelince
On tekne hamur halince
Bir onarı çöreğ olur’’

Şiirlerinde Kaygusuz, Kaygusuz Abdal,
Bazılarında Sarayî adını kullanır.

‘‘Miskin Sarayî kıydın
Kul oldun sen nefsinde
Senin hırs ü hevesin
Tuttu seni fak gibi’’

Asıl adının Gaybî olduğunu
Kendi diliyle kendisi söyler.

‘‘Alai Gaybi bundan tekke kılmaz
Hakk’ın fazlıdürür ancak dayağı
Sözünü Kaygusuz arife söyle
Ne bilsün sükkeri dana buzağı’’

O, pirine kapılanıp,
Kalmıştır uzun süre yanında.
Piri için söylediği bir şiiri şöyle biter
Yıllar, yıllar sonra:

‘‘Benim bir isteğim vardır Kerim'den
Münkir bilmez evliyânın sırrından
Kaygusuz'am ayrı düştüm pirimden
Ağlar gelir şahım Abdal Musa'ya’’

İslam’la tasavvuf ilmine sahip,
Bilir yeri göğü anlar tüm arzı.
Bir şiirde teker teker sayarak
Ve şöyle tamamlar olanca farzı.
………………………………….
‘‘Kaygusuz Abdal’ın bildiği böyle
Noksanı var ise, doğrusun söyle.
Su bulunmaz ise, teyemmüm eyle
İki darp, bir niyet; üçtür efendi’’

Şiirleri var Tanrı ile konuşur,
Anlamaya ön yargıyı silmek gerek.
Kaygusuz’u çözmek için,
Şiir dilini, hikmetini bilmek gerek.
Çözenlere bir ibretlik,
İşte aldım birkaç dörtlük.

‘‘Kıldan köprü yaratmışsın
Gelsün kullar geçsin deyu
Hele biz şöyle duralım
Yiğit isen geç a Tanrı’’

‘‘Katran kazanını döküver gitsin
Mü'min olan kullar didara yetsin
Emreyle yılana tamuyu yutsun
Söndürsün tamuyu bundan sana ne’’

‘‘Allah Tanrı Yaradan
Gel içegör cur'adan
Yar ile yar olagör
Çıksın ağyar aradan’’

Kaygusuz sevdalıdır diline;
Allah’ın Cebrail ile Türkçe konuştuğunu,
Hazreti Âdem’e ilk Türkçe öğretildiğini savunur.

‘‘Hak buyurdu Cebrail’e var didi
Âdem’i cennet içinden sür didi
Geldi Cebrail Âdem’e söyledi
Hak buyurdıgın ayan eyledi
Cebrail didi çıkgıl Uçmak’tan Âdem
Tanrınun buyrugı budur işbu dem
Niçe ki söyledi hergiz gitmedi
Cebrail ün sözini işitmedi
Türk dilin Tanrı buyurdı Cebrail
Türk dilince söylegil dur git digil
Türki dilince Cebrail hey dur didi
Durugel, uçmağın terkin ur didi’’

Namaz kılıp kılmadığı hakkında
Dedikodu yapılır.
Yarı alay yarı öfke
Ve Emir efendiye söyle bir cevap verir:

‘‘Ey Emir efendi bana
Dahı namaz sorar mısın
Dur haber vireyim sana
Dahı namaz sorar mısın

Yanar yüregüm od'dur
Bilmeyene müşkil dertdür
Sabah namazı dörtdür
Dahı namaz sorar mısın

Gâh aglaram gâh gülerem
Tanrımdan hacet dilerem
Ögleyi hem on kılaram
Dahı namaz sorar mısın

Namaz sorucusun bildüm
Teftiş itdüm bende buldum
lkindiyi sekiz kıldum,
Dahı namaz sorar mısın

Ahşam namazı hod beşdür
Anı kılmak bize hoşdur
Yatsı namazı on üçdür
Dahı namaz sorar mısın

Gündüzle gice kırk rek'at
Onyidi farz yigirmi sünnet.
Vitir vacib üç rik 'at
Dahı namaz sorar mısın

Adumı sorarsan fakıdür
Mektebde çocuk okıdur
Cum 'a hem Bayram ikidür
Dahı namaz sorar mısın

Efendi sarıgun degirmi
İşit kulagun sagır mı
Teravih namazı yigirmi
Dahı namaz sorar mısın

Zatumdan hayran oluram
Farz u sünneti kıluram
Bir yıllık namazı bilürem
Dahı namaz sorar mısın

Camilerde olan imam
Bunu bilmez çogı tamam
Dörtbin altıyüz seksen selam
Dahı namaz sorar mısın

Kimine vacibdür zekât
Kimine vacibdür salât
Yidibinbişyüz altmış tahiyyat
Dahı namaz sorar mısın

Pirimüzden olsun himmet
Yaradan Allah 'a minnet
Yidibin ikiyüz Sünnet.
Dahı namaz sorar mısın

Tamam oldı çünki namaz
Kimini okı kimini yaz
Altıbin yüzyigirmi farz,
Dahı namaz sorar mısın

Kamillerde olır irfan
Göster hoca bende noksan
Vitir vacib bin seksen
Dahı namaz sorar mısın

Bir namaz vardur cenaze
O da gelir bir gün bize
Kaygusuz gibi akılsuza
Dahı namaz sorar mısın’’

-III-

Bütün eserlerinde Vahdet-i Vücûd saklı,
Tasavvuf okyanusu dalga dalga Kaygusuz.
Ve zikrin bayramında en baş halka Kaygusuz,
Dört kapı kırk makamın cemindeki gül haklı.

‘‘Küfür benem imân benem cümle vücûdda cân benem
İnkâr idene sor yine zann ü gümân degül miyem
Zühd ü tâ’at benem ben uş hacc ü zekât benem ben uş
Sıdk-ıla bak gör beni kim nûr-ı îmân degül miyem’’

‘‘Bilen bilür bilmeyen bilmez bilüri
Sen seni bilmez isen bula-gör bir bilüri’’

‘‘Günde beş vakit namaza hâzır ola
Hakk ne kim virse ana şâkir ola
Uşda budur şeriat şartı hemân
Tarikat’dan dahı işit bir nişân’’

‘‘Menzilün irişe lâ-mekâna
Ki kalmazsın nam ü nişâna
Muhammed’ün mi’râcın bilesin
Müslümânlarun haccın bilesin’’

‘‘Âşıka her mekân Mekke olubdur
Mekke bilmeyene sevdâ olubdur
Kimine deyr dahı Mekke olubdur
Kimine „acâ’ib sevdâ olubdur’’

‘‘Gökde Ahmed yirde Muhammed adı
Cennet ehli adına Kâsım didi
Taht-ı Serâ’da adı Mahmûd anun
Kıblesidür ol bu cümle insânun
Ol habîbu’l-lâh adı hayrü’l-beşer
Aslı oldur dü cihânda ne ki var
Sen bu sırrı ol kişiye sor kim ol
Mustafâ sırrına âkil buldı yol’

‘‘Erenlerün sohbeti arturur marifeti
Bi-derdleri sohbetden herdem süresüm gelür’’

‘‘Çün âdemsin hikmete zulm eyleme
Bir söz ki akla ziyândur söyleme
Ârif isen yile virme fursatı
Bilmek istersen bu ilm ü hikmeti’’

‘‘Bizi cehenneme lâyık görenler
Yeri cennet, makâmı gülzâr olsun
Bizi her kim ki bunda zemm ederse
Şefâatçi ona Muhtâr olsun
Kaygusuz Abdal’a her kim sögerse
Onun Hakk’ından nasibi dîdâr olsun’’

‘‘Işk ile tabl-ı melâmet çalagör.
Dünyâ murdardur elünden salagör
Pûtiya düşmek dilersen okını
Ma’ni-yi ma’na bilenden alagör’’

‘‘Eyâ Sultan ki ebed Kadîm’sin
Bu cümle iş içinde sen Hakîm’sin
Virürsün cümle maksudun cümle tâlibe
Senün işin keremdür sen Kerîm’sin’’

‘‘Bu sarayâ âdem oldı pâdişâh
Suret-i âdemde geldi bunda şâh
Âdemi kendüye nikâp eyledi
Âdemün gönli içinde söyledi
Çün gönül Hakk’un evidür iy safâ
Beyt-i Hak didi gönle Mustafâ
Cümle ilmün hem kabı olmış gönül
Nutk-ı Hak gönle eyler hem nüzûl
Ol ki nutkın âdeme cân eyledi
Kendüyi gönülde pinhân eyledi
Bu gönülün sırrunı sen iy yigit
Gel berü Kaygusuz Abdal’dan işit’’

‘‘Misâfir dervişem gezdüm cihânda
Teferrüc eylemişem her mekânda’’

‘‘Yol erinün ayagına toprak ol
Yol erine kostak olma müştâk ol’’

‘‘Bu hikmetün aslını insân bilür
Zîrâ insân edeb ü erkân bilür’’

‘‘Tevhîdi her kim ki bildi cân olur
Bu sarâyun halkına sultân olur’’

‘‘Lâ-mekândan size vireyin nişân
Söyleyüben size bir dürlü beyân
Yidi Tamu sekiz Uçmag hayr ü şer
Hûr u gılmân dünyâ âhiret sîm ü zer
Nakş ü sûretler ki vardur ortada
Anâ irdi akıllar dünyâda
Ol nişânlar ki nebîler söyledi
Bu kitâplar ki anı şerh eyledi
Zâhir ü bâtın ki dirler her sıfât
Ne hayât olmışdı henüz ne memât
Bu sıfatlar ki birlik idi bir ile
Velî olıcak idi takdîr ile’’

‘‘Geh olur „âlemü’l-esrâr olursın
Gehî Ahmet gehî Haydâr olursın
Gehi Âdem gehî Şît gehî Eyyûb
Gehî Mûsâ olursın gehî Şu’ayyûb’’

‘‘Şâhid ü gayb âşikâr oldı görün
Sûr çalındı dur ahı bir durun
Va’de tamâm oldı gâfil dur uyan
Birlige birikdi cânân ü cism ü cân
Birlik oldı gel ki gitdi ayruluk
Birlige birikdi cümle âz u çok
Mülk bir oldı Sultân birdir hemân
Birlik oldı cümle varlık câvidân’’

‘‘Cihân başdan başa küllî nûr oldı
Her eşyâda hakîkat menşûr oldı
Dahı her bir sadâ kıldı ene’l- hak
Rûşen oldı bu ma’nî sırr-ı muglak’’

‘‘Kamu âlem birikdi bir yüz oldı
Kamu dil söyledügi bir söz oldı
Topraklar kimyâ taşlar gevher oldı
Dahı yok kalmadı küllî var oldı
Kamu eşyâ Hakk’ı gördi mu’âyin
Hakikât birlige batdı vücûd cân’’

‘‘Gel bu hasûdluk kirinden gönlüni yu iy sofî
Dışarunı yuyuban içerüni murdâr eyleme’

‘Kalmaya bu dört kapuda müşkili
Pîr gerek kim söyleye cümle dili’’

‘‘Genc-i ezelem sûrete insân ile geldüm
Pinhân giçerem bu cism-i vîrâna düşelden
Ben ol filânum sırr-ıla seyrâna gelmişem
İnsândur adum sûret-i insâna düşelden’’

‘‘Hak’a minnet bu gün Sultan’ı gördüm
Bî-hicâb cism içinde cânı gördüm
Zerre idüm nâ-gâh şems’e irişdüm
Katre mahv oldı ben ummânı gördüm’’

Çokları bir eyleyen ışığın raksında,
Gölgenin kaygısına aldırma geç yelkovan.
Eriyip doğuranda toz ederek zamanı,
Saray sütunlarını yuvarla toz toprağa.
Selam olsun Alanya Beyinden Elmalı’ ya,
Abdal Musa dergâhına selâm olsun…

Güneyde, Akdeniz’de Tekke Köyde bir ağaç,
Asırlara kafa tutup dua dua yeşil yeşil gülümser.
Abdal Musa dergâhına bahar inmiş usulca,
Ellerinde çiçekle Kaygusuz’unu bekler.

Gelsin…
Gelsin canlar, can içre can olup gelsin.
Kaynayan kazanlarda hikmet lokması,
Yiyen hoşça baksın âleme,
Gülümsesin…

Benim içimde kaynayıp durur,
Doğduğum günden beri kazan.
İçinde, bendeki ben varım,
Kaynatırım, kaynatırım kaynamaz…

Geçerim Kaygusuz’la yokuşlardan, köprüden
Ve kokulu elmaların bahçelerinden
Ağlayarak geçer giderim…

Osman Öcal

UÇMAĞA VARDI..!
TANRI DAĞINDA...
ATSIZ ATA OTAĞINDA, ULU ATALAR HUZURUNDA DİZ VURMAKTA!