Gönderen Konu: Ses Bayrağımızın Bayraktarları- Ozanlarımız-Aşıklarımız  (Okunma sayısı 28085 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı o.öcal

  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 556
  • TANRI DAĞINDA, UÇMAĞA VARDI...
Banazlı Pir Sultan (GÜLCE-BULUŞMA)

Ne harem tutarız ne sürü koyun,
Bin saraya değer gönlümüz bizim.
Zalim karşısında bükülmez boyun,
Bir güle baş eğer gönlümüz bizim.

Hacı Bektaş Yunus Dede Korkutlar,
Her birinde bir başkaydı umutlar,
Çiğnese karanlık çökse bulutlar,
Her seherde doğar gönlümüz bizim.

Belleğinde yaza boza resmini,
Ayırmadan deli vasat kısmını,
Tarihi dağlayan bütün hasmını,
Top gül ile boğar gönlümüz bizim.

Altın cevherinden sarı telimiz,
Emanettir vatan kutsal ilimiz,
Ses bayrağı bizim ana dilimiz,
Gökten yıldız sağar gönlümüz bizim.

Bir derya ki; ilminde, coşkun coşkun çağlayan
Burçlarda dalga dalga,
Ses bayrağıma bayraktar.
Dünü bugüne bağlayan,
Her biri ölümsüzlük, her biri tarih
Nice şair var, âşıklar, nice ozanlar...
Bunlardan yalnızca biri; Banazlı Ozan
Ağaran tan, Pir Sultan...

‘‘Gel güzel yola gidelim
Adı güzel Ali ile
Açlar doyar susuz kanar
Leblerinin balı ile

İçilmez dolu içilmez
Sevgili yârdan geçilmez
İkisi birdir seçilmez
Has bahçenin gülü ile

Alim bana neler etti
Aldı beni dâra çekti
Üstüme yürüyüş etti
Elindeki dolu ile

Ağaç kurur devran döner
Kuş yuvaya bir dem konar
Doldurmuş dolusun sunar
Alim kendi eli ile

Erenler lokması nurdur
Lokmaya elini sundur
Pir Sultan’ım doğru yoldur
Alim kendi yolu ile’’

Diyen Pir Sultan;
Ölümcül baskılara karşı
Anadolu’ nun on altıncı yüzyılda
Haykıran sesi, boğulan nefesi…

Trajik bir idamla birlikte,
Türkmen halk ve ozanlarıyla
Efsanelere menkıbelere bürünmüş;
Bazen şiirler olaylara,
Bazen olaylar şiirlere uydurulmuş.
Tam olmasa da;
Halkın belleğinde, gönül sayfalarında
İdamı hayal gücüyle süslenmiş,
Öyküsü destanlaşmış bir hayat…

Horasan kökenli Türkmen’dir soyu,
Atası bir zaman yurt tutmuş Hoy’u,
Sivas Yıldızeli Banaz’dır köyü,
Gelişi Türkçedir özü Türkçedir.

Asasına yoldaş değirmen taşı,
Bir düş ile başlar destanın başı,
Pir’den bade içer yediyken yaşı,
Deyişi Türkçedir sözü Türkçedir.

Mürşit Hacı Bektaş, safı erenler,
Doldurur tekkesin gönül verenler,
Tasavvuf ehlini zındık görenler,
Kıblesi Türkçedir yüzü Türkçedir.

Söylencelerdeki Pir Sultan
Tekke eğitimi almış, okuryazar
Evliya ve peygamber menkıbelerini,
Tarikat kurallarını iyi bilir.
O bir Hak âşığı, o bir halk ozanı
O bir pir’dir.
Değişik Pir Sultanlar olsa da
Halkın gönlünde birdir.

Ehlibeyt aşığı Kızılbaş Türkmen’in zulüm gördüğü,
Sürgünlerin,
Kıyımların yaşandığı; Türk yurdunun
Türk’e dar geldiği zamandır zaman…
Pir Sultan sözdür, Pir Sultan saz
Pir Sultan özgürlük, Pir Sultan avaz…
Pir Sultan birliktir, dirlik Pir Sultan
Haktır helaldir, Hakk' a sevgidir
Türkmence haykırış, şafak Pir Sultan…

"Zındıktır, asidir, devlet düşmanı''
Osmanlı' ya göre; ''susturulmalı!''

Güreşi yalandan bir perdah ile
Asar Hızır Paşa bin günah ile
İdam sehpasında gönlü Şah ile
Yanışı Türkçedir közü Türkçedir.

Pir Sultan' ın şah'ı Türkmen Şah' ıdır
Tanrı'dır
Mürşittir, Şah'ı
Ali’dir...

‘‘Gidi Yezit bize Kızılbaş demiş
Meğer Sah’ı sevmiş dese yeridir
Yetmiş iki millet sevmezler Şah’ı
Biz severiz Şah-ı Merdan Ali’dir

Kırkımız da bir katara dizildik
Hak Muhammed ümmetine yazıldık
Hakikate şerbet olduk ezildik
Biz içeriz bize sunan Ali’dir

Gidi Yezit bizler haram yemedik
Batındaki gördüğümüz demedik
İkrar birdir dedik geri dönmedik
Yedileriz birincimiz Ali’dir

Muhammed dinidir bizim dinimiz
Tarikat altından geçer yolumuz
Hem Cibril-i emin’dir rehberimiz
Biz müminiz mürşidimiz Ali’dir

Pir Sultan’ım Nesimi’dir pirimiz
Evvel kurban ettik Şah’a serimiz
On ik’imam meydanında darımız
Biz şehidiz serdarımız Ali’dir’’

Söylence ve araştırmacılardan
Bilinen tek isim; Haydar’dır adı
Köpekleri helalci
Harama doymazken kadı!

Bu nasıl sevgidir, bu nasıl tutku
Ya Rab, bir yere sığmaz Pir Sultan!
Ya Erdebil' dedir ya Merzifon' da
Kuvvetli ihtimal Sivas Kepçeli
Dedik ya, mezarı bunlardan biri!
Pir Sultan geleneğinde
Gönül de bir, dil de bir
Niceleri ozandır,
Hepsi Sultan, hepsi Pir...
Hazmedilemez onun darağacına gidişi,
Ölümünden sonra bile ses olur, nefes olur
Telden tele vuran mızrap
Çığlık çığlığa haykırış, yas olur…

‘‘Ötme bülbül ötme şen değil bağım
Dost senin derdinden ben yana yana
Tükendi fitilim eridi yağım
Dost senin derdinden ben yana yana

Deryada bölünmüş sellere döndüm
Vakitsiz açılan güllere döndüm
Ateşi kararmış küllere döndüm
Dost senin derdinden ben yana yana

Haberim duyarsın peyikler ile
Yaramı sararsın şehitler ile
Kırk yıl dağda gezdim geyikler ile
Dost senin derdinden ben yana yana

Abdal Pir Sultan’ım doldum eksildim
Yemekten içmekten sudan kesildim
Zülfün kemendine kondum asıldım
‘Hakk’ı çok sevdiğim için asıldım’
Dost senin derdinden ben yana yana’’

Pir Sultan aşkıyla tutuşup yanan,
Benzer mahlas ile deyişler sunan,
Kaç sultan var ise bir dala konan,
Yokuşu Türkçedir düzü Türkçedir.

‘‘Çıktım yücesine seyran eyledim
Gönül eğlencesi küstü bulunmaz
Dostlar bizden muhabbeti kaldırmış
Hiçbir ikrarında ahdi bulunmaz

Zülüflerin top top olmuş çığalı
Rakiplerin Hak'tan olsun zevali
Bir günahkâr oldum doğdum doğalı
Günahkâr kulunun dostu bulunmaz

Kanı benim ile lokma yiyenler
Başı canı dost yoluna koyanlar
Sen ölmeden ben ölürüm diyenler
Dostlarda geriye kaçtı bulunmaz

Yine kırçalandı dağların başı
Durmadan akıyor gözümün yaşı
Vefasız münafık naşıdır naşı
Hakikat deminde desti bulunmaz

Bizde gezer idik irfanda sazda
Bizde bulunurduk cemde niyazda
Bize de gel oldu kanlı Sivas'ta
Hızır Paşa bizi astı bulunmaz

Pir Suttan Abdal'ım destim damende
İsmim Koca Haydar neslim Yemen'de
Garip başa bir hal gelse zamanda
Orda her kişinin dostu bulunmaz’’

Söylenceler,
Yakıştırma, kabuller...
Kimi yüzyılın devrimcisi,
Kimi Pir Silvanus yapmış Pir’i.
Kimi Osmanlı’ya isyankâr,
Şah Tahmasb’ın casusu...
Kimi der Şiî- Bâtıni inancında
Dili Türkçe, ayrı bir okul
Türk halk edebiyatının büyük şairi,
Yedi ulu ozandan biri…
İnmemek üzere burçlarda sancak
Kalemsiz kâğıtsız tarih
Şiir şiir çözülür ancak…

Toplumsal sorunlar dert olur başa,
Her çıkış yolunda söz geçer taşa,
Pir Sultan baş eğmez alıcı kuşa,
Çıkışı Türkçedir izi Türkçedir.

Türkmen edebiyatının kaynağı Yunus,
Kurucusu Kaygusuz,
Yücelten Hatayî.
En büyük şairi Pir Sultan
Ne halktan vazgeçmiş ne Hak’tan.

Geleceğe örnek kurmuş tarzını,
Deyişle nefesle sözün farzını,
Almak isteyene etmiş arzını,
İbresi Türkçedir gizi Türkçedir.

‘‘Ey erenler çün bu sırrı dinledim
Huzur-u mürşide irdim bu gice
Hakikat sırrını andan anladım
Erenler meydanın gördüm bu gice

Mürşidim Muhammed bildim yolumu
Rehberim Ali’dir virdim elimi
Tigbent ile bağladılar belimi
Evliya erkânın gördüm bu gice

Erenler râhına eyledim iman
Kalmadı gönlümde sek ile güman
Ne bilsin bu sırrı Yezid ü Mervan
Külli varım Hakk’a virdim bu gice

Andelip misali avaz iderek
Kati sema idüp pervaz iderek
Yedi âza ile niyaz iderek
Erenler erkânın gördüm bu gice

Pir Sultan’ım Hakk’a niyaz iderim
Erenler râhına doğru giderim
Külli varım Hakk’a teslim iderim
Hakk’ın cemâlini gördüm bu gice’’

-II-

Hecenin
Yedili, sekizli, on birli kalıplarıyla söylediği nefesleri
Türkü olup sarı telde,
Asırları yıkayıp akmış gönülde dilde…
Dinledin mi yürek erir;
Dini-Tasavvufi temalar
Öğüt, şikâyet, şathiye, ağıt, taşlamalar
Duazimam, muamma türlerini içerir.

Yol Yesevî yolu Yunus yoludur,
Türkistan Horasan Anadolu’dur,
Yandığı sinede pirdir uludur,
Yıkılmaz ayakta gönülde dilde.

‘‘Gönül gel karardan asma
Sözüm sana meveddettir
Gafillen bacadan düşme
Evvel kapu şeriattır

Şeriattan edep öğren
İlmle üstad olur oğlan
Al bu pendi belin bağlan
Kimi farz kimi sünnettir

Eğer bu sırra erersen
Dolan kapudan girersen
Tarikat farzın sorarsan
Yedi farz üçü sünnettir

Gelin görelim bu bâbı
Açılsın aşkın kitabı
Eğer anlarsan hesabı
Andan sonra tarikattır

Tarikat bir oddur yakar
Kimi ham kimi has çıkar
Her âşık bir çakmak çakar
Çırağın yakan üstaddır

Tarikatta kâmil olan
İlmi ile âmil olan
Bu yolda mükemmel olan
Evvel mertebe hizmettir

Hizmet erenler yoludur
Cümle ilmin evvelidir
Ahdimiz “kalû belî”dir
Bundan dönen kişi mattır

Kend’özümüze gelelim
Tarikat nedir bilelim
Yoklukta sefil olalım
İbtida yüz iradettir

İbtida tâlib olunca
Düşmana galib olunca
Dört can bir kalıp olunca
Menzili bî-nihayettir

Hakikat genc-i nihândır
Marifet gevher-i kândır
Yedi yüz yetmiş mizandır
Ötesi ilm-i hikmettir

Mürebb’olan Ali gerek
Dört kapuda eli gerek
Musahibin hali gerek
Zira Ali Muhammed’dir

Pir Sultan der “kalû belî
Dedik ya Murtaza Ali
Kim kadeh içer kim dolu
Bu bize bir acep derttir’’

Nefes nefes dolu aşkı Allah’a,
Ayini cemlerde girer semaha,
Nasıl anlatılır bilmem ki daha,
Yıkılmaz ayakta gönülde dilde.

Kesin tespit edilen eserlerinde
Allah, Rahman, Elif, Rab, Hüdâ, Rabbi
Dilber, Yaradan
Sultan, Didar, Yezdan, Hû, Mevla gibi
Sözcükleri aşk ile
Kullanmış Tanrı adına,
Üç yüzü aşkın sayıyla getirmiş dile.

‘‘Şah’ımın ırmağı aktur
Lezzeti şekerden çoktur
Bir Allah’tan büyük yoktur
Hak didim durdum yalınız’’

‘‘Pir Sultan’ım ismin aldım kaleme
Biz de razı olduk Hakk’tan gelene
Gösteren değil mi cümle âleme
Cümlenin muradın verir sabahtan’’

‘‘Ben hocamdan böyle aldım dersimi
Okur idim elif deyü be deyü
Kimse bilmez su cihanın harfinden
Tâ ezelden çağırırım Hû deyü’’

Mürşidi Muhammet rehberi Ali,
Kıymaz ayırmaya söylerken dili,
Önce Kızılbaş’tı şimdi Alevi,
Yıkılmaz ayakta gönülde dilde.

‘‘Mürşidim Muhammed bildim yolumu
Rehberim Ali’dir virdim elimi
Tıgbent ile bağladılar belimi
Evliya erkânın gördüm bu gice’’

‘‘Hû erenler bir müşkülüm var benim
Server Muhammed’in nuru kandedir
Aska düştüm gece gündüz yanarım
Muhammed Ali’nin nûru kandedir’’

Ali sevgisi bir başkadır Pir Sultan’da;
Tanrı’nın arslanı,
Cihanın kahramanı…
Ali’siz bir dünya
Ali’siz yol düşünemez…

‘‘Pir Sultan’ım söyler ganidir gani
Evveli Muhammed âhırı Ali
Anlardan öğrendik erkânı yolu
Biz Muhammed Ali diyenlerdeniz’’

‘‘Alçağa tutmuş yüzünü
Hakk’a bağlamış özünü
Kırklar ile bir üzümü
Yiyen Murtaza Ali’dir’’

‘‘Gülün bağlar baka baka
Bağlar da gönderir Hakk’a
Ejderhayı iki şakka
Bölen Murtaza Ali’dir’’

Ve Allah, Muhammed, Ali
Yıkılmaz bir kale,
Şiir şiir, gönül gönül
Sevgi seli iman ile…

‘‘Allah birdir Hak Muhammet Ali’dir
Anın ismi cümle âlem doludur
Bu yol Hak Muhammed Ali yoludur
Gel Muhammed Ali dergâhına gel’’

Düşer perde perde Duazimamı,
Okşar nice gönlü aşkın zamanı,
Dünya var oldukça yürüsün namı,
Yıkılmaz ayakta gönülde dilde.

‘‘Hak Muhammed Ali geldi dilime
Kalma günahlara mürvet yâ Ali
Yine ihsân senden ola kuluna
Kalma günahlara mürvet yâ Ali

Hatice Fatıma mihr-i muhabbet
Allahım kuluna edesin rahmet
İmam Hasan, İmam Hüseyin Mürvet
Kalma günahlara mürvet yâ Ali

İmam Zeynel Abidin’e varalım
Derdimizin dermanını bulalım
Doksan bin erlere yüzler sürelim
Kalma günahlara mürvet yâ Ali

İmam Bâkır imamların serveri
Ol İmam Cafer imânım nuru
Allahım eydirme amanla zârı
Kalma günahlara mürvet yâ Ali

İmam-ı Musa-yı Kâzım er-Riza
Günahım çok imis diyeyim size
Allahım hidayet eylesin bize
Kalma günahlara mürvet yâ Ali

İmam Taki İmam Nakî’dir virdim
Anlara sığındım dayandım durdum
Hasan-ül Askere yüzümü sürdüm
Kalma günahlara mürvet yâ Ali

Pir Sultan’ım tamam oldu sözümüz
On iki İmam’a bağlı özümüz
Muhammed Mehdi’ye var niyazımız
Kalma günahlara mürvet yâ Ali’’

Vuslatî de bil ki Türkmen oğludur,
Türkistan’dan gelen Anadolu’dur.
Ardahan Edirne Mersin Bolu’dur,
Yıkılmaz ayakta gönülde dilde.

Osman Öcal

UÇMAĞA VARDI..!
TANRI DAĞINDA...
ATSIZ ATA OTAĞINDA, ULU ATALAR HUZURUNDA DİZ VURMAKTA!

Çevrimdışı o.öcal

  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 556
  • TANRI DAĞINDA, UÇMAĞA VARDI...
Kul Himmet (GÜLCE-BULUŞMA)

-I-

Tutup danıştık izana,
Vurduk kalemi mizana,
Deli gönlü zümrüt ayar,
Söz geldi başka ozana.

Tokat'tan verilen bir ses,
Çekti bizi nefes nefes,
Gönül kafesine koyar,
Aşkı daim olan herkes.

Gönül ferah huşu ile
Yokuş yola koşu ile
Dolanarak diyar diyar,
Vardık turna kuşu ile.

Almus ilçesinin Görümlü köyü,
Çizgisi Pir Sultan az kısa boyu,
Günümüze değin yürümüş soyu,
Ozanlar içinde ar’dır Kul Himmet.

On altıncı yüz yıl zaman karışık,
Başı kurban kendisiyle barışık,
Sönmemek üzere yanan bir ışık,
Ozanlar içinde nurdur Kul Himmet,

Öz adı Hüseyin köken Erdebil,
Oğlu Abbas ölmüş Şahin’i vekil,
Hanımı Fatma’dır hasreti sefil,
Ozanlar içinde yârdir Kul Himmet,

Anadolu vermiş nice cevherler,
Kapalı kutudan çıksın değerler,
Babasının adı Muhyittin derler,
Ozanlar içinde nardır Kul Himmet.

Kısıtlı bilgiler
Yaşamını anlatmaya gelmiyor kâfi.
Benliğine, inancına işlemiş
Şiirinde ‘Dedem’ diyor Şeyh Safi.
Şiir dilinin ustası, Türkçeye hakim ozan
Mücadele adamı,
Sorgulanıp, zulme uğramış zindan görmüş,
Kaçak yaşamış çok zaman.

‘‘Gel gönül kimsenin aybına bakma
Hazer kıl sevdiğim değme gönüle
Arif ol cihanda bir gönül yıkma
Hazer kıl sevdiğim değme gönüle

Daim aşk atına bin de atlı gez
Edep öğren erkân öğren otlu gez
Gönül yıkma halk içinde tatlı gez
Sakın ey sevdiğim değme gönüle

Yoldaş eyle iman gibi dostunu
Amel kazan aramazlar aslını
Turap ol ki çiğnesinler üstünü
Hâk ol ey sevdiğim değme gönüle

Cihad eyle günahların tartasın
Bir amel kazan ki Hakk’a yetesin
Şaar gibi her gördüğün örtesin
Pir ol ey sevdiğim değme gönüle

Kul Himmet dilimde zikrim Muhammed
Aşk dolusun içtim Hüda’ya minnet
Dinar ile satın alınmaz cennet
Hazer kıl sevdiğim değme gönüle’’

Pir Sultan çevresinde yetişip, onu izler
Bir Alevi- Bektaşi ozanı, yedi uludan birisi;
Tarikat ışığından gelir sevgisi.
Ne sakınır ne gizler,
Bütün nefeslerinde Hazreti Ali
İçtenlikle anılır,
On iki İmamlar, Hacı Bektaşi Veli.
Bir kutsal mirastır,
Kuşaktan kuşağa taşınır eserleri;
Cemlerde nefes nefes söz olur dökülür sazla,
Hakk’a varır niyazla…

Vefasız bir dünya kaç ozan yedi,
Beden can boşadı ünü ölmedi,
Sürdükçe insanlık yaşar ebedi,
Yıkılmaz bir kale surdur Kul Himmet.

-II-

Yaşamları, kültürleri, ilimleri
Tarih sayfalarına girmemiş
Her birisi bir hazine, bir ocak;
Sözlü geleneğe bağlı olarak yaşatılan
Ölümsüz birer abide, geleceğe ışık olan
Ozanları tanımak
Eserleriyle mümkündür ancak.
Halkın gönlüne zimmet,
Eşsiz nefesleriyle tanınır Kul Himmet.

Fatiha suresi Seb'ul Mesâni,
Tekrarlanıp duran bilinir hani,
Kur’an’da ilk sure, özüdür yani,
Okuyup sırrına ermiş Kul Himmet,

Türab olmuş EbuTürab yolunca,
Bir bülbül misali âşık olunca,
Ölümüne yanıp özün bulunca,
Ali bahçesinden dermiş Kul Himmet.

‘‘Sebü'l-mesani kitabını okusan
Türablıktan a'lâ yol mu bulunur
Bülbül olsam dört kapıda şakısan
Türablıktan a'lâ yol mu bulunur

Türab ol ki çiğnesinler üstünü
Anda fark et düşmanını dostunu
Nesimî gibi yüzdüregör postunu
Türablıktan a'lâ yol mu bulunur

Türab ide özün türab ol türab
Kalbindeki kini kibrini bırak
Muhammed Ali'nin cemâlin görek
Türablıktan a'lâ yol mu bulunur

Şükür türablıktan doğrudur yolum
Ali'ye de malum ahvalim halim
Balım Sultan Haydar kend'aslan Ali'm
Türablıktan a'lâ yol mu bulunur

Balı'yı türab eden aşkın meyidir
Ali Seydi Şah İbrahim soyudur
Türablıktan Şah-ı Merdan huyudur
Türablıktan a'lâ yol mu bulunur

Kul Himmet'im ‘Kulhüvallahü ahad’
Cesetimden can kalmadı bu saat
Dünü günü bildim idim Muhammed
Türablıktan a'lâ yol mu bulunur’’

Bilgi haznesinde Hakk’ın kitabı,
Dururken niyaza bulur mihrabı,
Nazardır cahile keskin hesabı,
Muhataba cevap vermiş Kul Himmet.

‘‘Eğer din bâbından haber sorarsan
Söyle kelâmını bildir efendim
Sual eyle ihsân olsun kelamlar
Bilemezsem hâlim nedir efendim

Bir günün farzını on yedi bildim
Yiğirmi sünneti üç vitir kıldım
Sualine cevap vermeye geldim
Veremezsem döv de öldür efendim

Sabah dört öğlen on belli beyandır
İkindi sekizdir deme ziyândır
Akşam beş yats'on üç vitir tamamdır
Bunu da böylece kıldım efendim

Altmış altı er kaleyi boyladım
Altı yüz teravihi hesap eyledim
Ben bir divaneyim böyle söyledim
Buncağız kusura kalma efendim

Kıyas et meydandan geri kalırım
Aç gözünü sana hoca olurum
Bir yıllık namazı ezber bilirim
Var senden kaçan kördür efendim

Beş bin yüz yirmi farzıdır heman
Yedi bin iki yüz sünnettir tamam
İncil'le Zebur Hak delili Kur'an
O da bir sırdır ermen efendim

Seyyid gibi sen secdeye oturmuş
Köylü sana yağlı pilav getirmiş
Bana sen de neden sual sorarsın
Balı kaymağı da yersin efendim

Sözü m'olur sencileyin özü çürüğün
Yüzün görme yüzü gözü buruğun
La bak aşağı indirmişsin sarığın
Korkarım başında güldür efendim

Herhalde ilerü gelemez deyü
Sualime cevap veremez deyü
Kul Himmet ile baş edemez deyü
Korkarım el sana güler efendim’’

İnancı bellidir kültürü belli,
Ehl-i beyt aşığı sevdiği Ali,
Mürşidi bilinir Bektaş-ı Veli,
Serini yoluna sermiş Kul Himmet.

‘‘Bektaş-ı Veli'nin yolun bilmeyen
Gündüzü karanlık gece sayılır
Evlad-ı Âli'ye biat etmeyen
Zümresi münafık pice sayılır

Evlad-ı Mürsel'dir tutmazsa damen
Anlardan ıraktır din ile iman
Kim Ali evlada ederse güman
Yüz bin emek çekse hiçe sayılır

Arşın yücesidir başının tacı
Ka'be'ye ulaşır zülfürün ucu
Ehl-i beyt katarı güruh-ı naci
Cümle güruhlardan yüce sayılır

Kul Himmet'im bu manaya erenler
Zamanında imanını bulanlar
Hazret-i Hünkâr'ı mürşit bilenler
Bir niyazı yüz bin hoca sayılır’’

Dili halk dili Türkçe,
Yedili, sekizli, on birli; ölçüsü hece.
Konu, şimdiki deyişle Alevilik öğretisi
Nefesler, şathiyeler, maniler…
Ozan soylu Duazimamlar,
Vurur mızrap tel iniler.

‘‘Her sabah her sabah ötüşür kuşlar
Allah bir Muhammed Ali diyerek
Bülbül de gül için figana başlar
Allah bir Muhammed Ali diyerek

Fatma Düldül Kamber durdu duaya
İsa kahreyledi ağdı havaya
Şehriban soyundu bindi deveye
Allah bir Muhammed Ali diyerek

Gece gündüz arı inler balına
Kıblemizden kısmetimiz verile
Veysel Karan gitti Yemen eline
Allah bir Muhammed Ali diyerek

Biz çekelim imamların yasını
Dinleyelim gerçeklerin sesini
İmam Hasan içti ağu tasını
Allah bir Muhammed Ali diyerek

Mümin olan inc'elekten elendi
Talip olan Hak yoluna dolandı
Şah Hüseyin al kanlara bulandı
Allah bir Muhammed Ali diyerek

İmam Zeynel parelendi bölündü
Muhammed Bakır'a secde kılındı
İmam Cafer'e de erkân çalındı
Allah bir Muhammed Ali diyerek

Uçtu gönül kuşu bulmaz yuvası
Serimize çöktü Şah'ın havası
Musa Kazım Rızan'nın da duası
Allah bir Muhammed Ali diyerek

Taki ile Naki bir olup gitti
Ol Hasan Askeri nur olup gitti
Mehdi mağarada sır olup gitti
Allah bir Muhammed Ali diyerek

Dört kitap indi de dördüne düştü
Kur’an Muammed'in virdine düştü
Kul Himmet Ali'nin derdine düştü
Allah bir Muhammed Ali diyerek’’

Maniler dizi dizi
Eğler içinde gizi,
Okuyup anlayanlar
Bulur tarihten izi.
‘‘………………….
Makalatın ahiri
Cemalatın zuhuru
Şeyh Safi'ye değiptir
İmam Cafer mühürü
……………………
Pard'olur Şah pard'olur
Eşikte niyaz d'olur
Erenler dem erince
Kış içinde yaz olur
…………………….
Mana erişti yüze
Yüz gören vermez yüze
Arifler sohbetidir
Armağan geldi bize
………………………’’

Sözlü gelenekte
Halkın sevgisi, halkın sahiplenişinden
Şiirler karışır, ozanlar karışır.
Değişime uğrar bazen
Gönül incileri mısralar;
Aynı şiiri
Bazen Kul Himmet’e söyletir,
Bazen Kul Himmet Üstadım’a.

‘‘Kul Himmet’tir adımız
Burda yoktur padımız
Şâh-ı Merdan aşkına
Hak versin muradımız’’

‘‘Kul Himmet Üstadımız
Onda yoktur yadımız
Şah-ı Merdan aşkına
Hak vere muradımız’’

Kul Himmet Üstadım ayrı bir ozan,
Kul Himmet yolunda nefesler yazan,
Kul Himmet kılavuz Kul Himmet mizan,
Ezayı cefayı görmüş Kul himmet.

Sözlü gelenek içinde bir ‘mit’
Bilir Usta Kul Himmet.
‘‘Kurtla kıyamete kalmak’’
Bir deyimdir Anadolu’da,
Genç gelin yaşlı kaynanaya:
“Ölmedi gitti,
Kurtla kıyamete mi kalacak ne?” sözü,
Kıyamet günüyle ilgili anlatının özü;
Dünyanın sonu geldiğinde
Âdemoğlu yok olacak,
En sona bir kurt kalacak.
Varyantlaşmış bir deyim
‘‘Kıyamette kurt olmak’’
Azerbaycan dilinde bedduaya dönüşmüş:
“Kıyamette kurt olasın”
Bu ‘mit’teki anlatı
Kıyamet günü Sûr’a üflendiğinde
Bütün canlılar ölecek,
Dağlar yerle bir olacak,
En sona bir bozkurt kalacak;
Korkunç rüzgâr, tüylerini yolacak,
Derisi soyulacak etleri lime lime…
Acı çekecek direnecek,
Son ana kadar ayakta kalacak.

‘‘Pare pare yalan dünya
Yalan dünya değil misin
Hasan ile Hüseyin'i
Alan dünya değil misin

Ali bindi Düldül ata
Âşık dayanır firkate
Bozkurt ile kıyamete
Kalan dünya değil misin

Ali'nin Düldül'ün alıp
Arslanını dağa salıp
Yedi kere üste kalıp
Dolan dünya değil misin

Ah şu kaşa ah şu göze
Ciğer kebap oldu köze
Muhammed'i bir ham beze
Saran dünya değil misin

Yetik Kul Himmet'im yetik
Gerçeğin eteğin tutup
İnsan gül ot gibi bitip
Dolan dünya değil misin’’

Deneyen yanılır aşkın gücünü,
Vuslat’î diyor ki burulmaz ünü,
Yaşatır şairler gönlünde dünü,
Nice ozan izin sürmüş Kul Himmet.

Osman Öcal

UÇMAĞA VARDI..!
TANRI DAĞINDA...
ATSIZ ATA OTAĞINDA, ULU ATALAR HUZURUNDA DİZ VURMAKTA!

Çevrimdışı o.öcal

  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 556
  • TANRI DAĞINDA, UÇMAĞA VARDI...
Çukurovalı Karacaoğlan(GÜLCE-BULUŞMA)

-I-

Çalıp çalıp söylemez mi,
Aşkı gönlünde yüzdüren.
Kimler geldi kimler geçti,
Başına taşlar dizdiren.

Yüreği dönmüş talana,
Tozar dolana dolana,
Yanıp ta Mecnun olana,
Leyla’dır çölü gezdiren.

Bülbülün yangını güle,
Köz erirse döner küle,
Ve Ferhat’a külünk ile
Şirin’dir taşı ezdiren.

Sonsuzluğa kalan ışık,
Sever bir zülfü dolaşık,
Karacaoğlan bir âşık,
Elif’tir Türkü düzdüren.

Demir dağda meşin körük,
Yaylalarda Türkmen-Yörük,
Telli cura, atı yüğrük,
Gurbettir candan bezdiren.

Belgrad’dan Türkistan’a,
Tutsak bir can al fistana,
Döker yaşın gülistana,
Yüreğinden kan sızdıran.

Dökülürken lime lime,
Dolandı kalem elime,
Adı Türkçe öz dilime,
Sevdadır bana yazdıran.

Nasıl anlatayım ey âşık seni,
Söyle Karac’oğlan de hele bana.
Yardım et müşküle bırakma beni,
Söyle Karac’oğlan de hele bana.

Osmanlının okumuşu aydını,
Divan şairinin tutmuş kaydını,
Halk ozanlarının neyse aybını,
Söyle Karac’oğlan de hele bana.

Gönülde sevda, elde saz,
Sinede kor, dilde avaz,
Ama yaşadığı yüzyıl, doğumu, ölümü,
Ve memleketi
Tutsak kalmış bilinmezlik içinde.
Nice ozanlar nice Karacaoğlanlar,
Sözlü gelenekte, değişe değişe
Konu olmuş hikâyelere.
Sevdikçe büyütülmüş, büyüdükçe sevilmiş;
Kulaktan kulağa destan olmuş destana.
Efsaneler yüklenmiş şiirlere, Türkülere;
Söylendikçe çoğalmış, çoğaldıkça dağılmış.
Dağılmış il il, ülkü ülkü;
Balkanlardan Türkistan’a.
Belgrat neresi, Kırım neresi,
Azerbaycan, Türkmenistan neresi
Söyle Karac’oğlan de hele bana.

On beşinci yüzyıl ya da on altı,
Seven halkın sana bir iltifatı,
On yedinci yüzyıl olmaz mı çatı,
Söyle Karac’oğlan de hele bana.

Bin altı yüz altı açışın desem,
Yetmiş dokuz yılı göçüşün desem,
Hak mı doksan dokuz uçuşun desem,
Söyle Karac’oğlan de hele bana.

Sorarsam boyunu Salur boyu mu,
Feke’de Gökçeli çözmez düğümü,
Aşiretin Varsak Farsak Köyümü,
Söyle Karac’oğlan de hele bana.

Hikâyeyle dolu zor hayatınız,
Halil midir İsmail mi adınız,
Hasan’dan mı Türkü Türkü tadınız,
Söyle Karac’oğlan de hele bana.

Çilingiroğlu mu Sayıloğlu mu?
Sevdiğin Elif mi uzun boylu mu,
O da senin gibi Varsak soylu mu,
Söyle Karac’oğlan de hele bana.

Bir gönülde dokuz gülü saklamak,
Her birini bir diyarda koklamak,
Nasıl olur bilmem bunu aklamak,
Söyle Karac’oğlan de hele bana.

Her gelin her kızı güzel mi buldun,
Her çeşme başında âşık mı oldun,
Hepsi Elif miydi hasretle doldun,
Söyle Karac’oğlan de hele bana.

Şerife’yle Meryem Karakız Eşe,
Emine Zeliha Zeynep ve Ayşe,
Tamamı bir Elif kâr mı ateşe,
Söyle Karac’oğlan de hele bana.

Rumeli Yozgatlı Van’a ek misin,
Şiirlere budak mısın kök müsün,
Yüzyıllarda farklı yoksa tek misin,
Söyle Karac’oğlan de hele bana.

On yedinci yüzyılın
En büyük lirik saz şairi Karacaoğlan,
Adanalıdır, Çukurovalıdır, Türkmen’dir.
Çok gezer, çok görür, götürülür ilden ile,
Söylenir, oba oba, aşiret aşiret dilden dile.
Anadolu’da, Kırım’da, Türkmenistan’da
Efsaneleşir Balkanlarda, Azerbaycan’da.
Osmanlıdan nasibini alır,
Humus’u, Halep’i, Rakka’yı görür,
Ünü, yürür ha yürür…

Çukurovalı Karacaoğlan,
Gönüllerde doğmuş gönüllerde gömülü;
İhtimal ki:
Bin altı yüz altı Feke Gökçeli doğumlu,
Kara İlyas’ın oğlu.
Anasız babasız kalır küçük yaşta;
Belki yayla inişi belki bir kışta;
Akrabalarıyla Düziçi Farsak köyüne göçer.
Bir ihtimal daha, Tarsus’un yeni sesi,
Doğumu, Kusun bölgesi.
İlk gençliği, bir çobana yamak,
Bey kızı Elif’i sever, yanar tutuşur;
Elif de Karacaoğlan’a…
Zaman zaman iki âşık buluşur.
Fakat bir bey oğlu da ister Elif kızı,
Görüştürmezler artık Karacaoğlan’la,
Başlar ilk ayrılık, ilk sızı.
Andırmazlar adını, gözletmezler yolunu.
İnatçıdır Karacaoğlan, döverler,
Döverler de kırarlar kanadını kolunu.
Obanın kocaları başını bağlamak,
Bir dul kadınla evlendirmek isterler;
Gurbet görünmüştür artık,
Özlemler, isyanlar, arayışlar, alıp gider başını,
Bazen yalnız bazen göçen bir obayla
Dolaşır, yayla yayla, il il, yurt yurt…
Antep, Kırşehir, Erzurum, Tarsus, Mut…
Maraş’ta Zulkadiroğlu Hüsam Bey himayesinde,
İlim alır, geçer sınıfı cura dersinde.
Mızrabı ortak eder yasına,
Yanar da yanar hasret ateşinde;
Uzun yıllar dönemez obasına.
Kozan beyleri el altından haber salıp:
‘‘Dönsün gayri ama Elif’in adını anmasın’’
Derler, döner.
İzler uzaktan uzağa sevdiğini, erir;
Ölümden acı gelir,
Tekrar gurbete çıkar, ta ki ölünceye kadar.
Elif’ten başkasını sevmemiştir,
Ve evlenmemiştir.
Yıllar, ah o zalim yıllar…
Yaşlanmıştır artık, elleri titrer, gözleri karanlık,
Gönlü viranlık…
Elif’in mezarı bir tepenin başındadır;
Karşısında bir tepe, tepede mağara,
Girer, bir daha çıkmaz doksan üç yaşında.
Bazen oradan geçen çobanlar Türkülerini dinler.
Ya da Hodu yaylasında yatar, bir pınar başında.
Daha nice nice yer derler, sahiplenirler,
Bütün Yörükler-Türkmenler.

Binboğa dağları Kozan yaylası,
Aladağlar, Bolkar Çukurova’sı,
Tutar mı şu zaman sevda mayası,
Söyle Karac’oğlan de hele bana.

-II-

‘‘Karac'oğlan der ki kolu kırarım
Nedir yüce dağlar size zararım
Ararsam pınarın gözün ararım
Bulanmış da durulmuşu n'ideyim’’

Diyen Karacaoğlan esin olur,
Nice ozana, nice saire…
Türkülerine Türküler katılır,
Şiirleri bestelenip günümüze taşınır
Yerli, yabancı çok kişi tarafından araştırılır;
Hakkında çok sayıda kitap,
Yüzlerce yazı yazılır,
Film yapılır adına.
Eserleri başka dillere çevrilip,
Bilge kişisi kabul edilir Anadolu’nun.
Tarihi süreç içerisinde dağa, tepeye
Adı verilir birçok köye.

‘‘Kula da sevdiğim kula
Kolunu boynuma dola
Sarılalım ince bele
Bülbüller öttüğü zaman

Kaç güzel karşımda durma
Ölürüm kanıma girme
Yüzünü benden çevirme
Yanına vardığım zaman

Yolunu ayırma benden
Gönül vazgeçer mi senden
Meğer can ayrılır tenden
Senden ayrıldığım zaman

Karac'oğlan el duymasın
Yanında engel olmasın
Üç gece sabah olmasın
Sarılıp yattığım zaman’’

Divan Edebiyatının Halk Edebiyatına
Hükümran olduğu,
Tekke Edebiyatının hüküm sürdüğü
Devirdir zaman.
Karacaoğlan etkilenmez, kullanmaz aruzu.
Halkın içinde, halkın diliyle öz Türkçe;
Hecenin on birli ve sekizli kalıplarıyla
Koşma, semai ve varsağı türlerinde
Çalar söyler nice gurbet Türkülerini, güzellemeleri.

‘‘Kadir Mevlâm senden bir dileğim var
Şu dileğim kabul eyle Yaradan
Dört dilek diledim ziyana gitti
Ağlattığın kulu güldür Yaradan

Kömür gözlüm ne sallanın karşımda
Gündüz hayalimde gece düşümde
Bir güzelin sevdası var başımda
Yâr sevdası çetin olur Yaradan

Nasıl vazgeçeyim şu şirin candan
Adam vazgeçer mi böyle civandan
Ben güzelim diyor kaçıyor benden
O da benim gibi kuldur Yaradan

Karac'oğlan der ki: Yakıp yandırma
Şu gönlümü engin göle kondurma
Azrail gönderip canım aldırma
Sevdiğime canım aldır Yaradan’’

Karacaoğlan halkın duyarlılığını çıkarır öne,
Söz sanatlarını da kullanarak,
Süslemelerden, özentilerden uzak;
Bağlı kalır halkın düşüncesine.
Halkın beğenisine uygun, yöresel kültür içinde
Halkın özüne yatkın bir havayı egemen kılar.
Yöresel kelimeleri, yöresel adları kullanır sıkça,
Bir Türkmen dil koruyucusudur açıkça.

‘‘Katar katar olmuş gelen turnalar
Şu halıma şu gönlüme bak benim
Şahan pençe vurdu tüyüm ağarttı
Kanadıma bir ok vurdu berk benim

Gökyüzünde turnam bölüktür bölük
Ayrılık elinden ciğerim delik
Önü muhabbet de sonu ayrılık
Depreştirmen eski yaram çok benim

Gittim gurbet ile geri gelinmez
Kim ölüp de kim kaldığı bilinmez
Ölsem gurbet ilde gözüm yumulmaz
Anam atam bir ağlarım yok benim

Karac'oğlan der ki: Bre erenler
Gidiyorum mamur olsun örenler
Kavim, kardaş konuştuğum yarenler
Sevindirip çıracığım yak benim’’

Güney illerinde, Toroslar’da
Aşiretler içinde‘‘Karacaoğlan çığırması’’
Kalıplaşmış, Türkü söylemek yerine kullanılır.
Çoğunlukla şiirlerinin hammaddesi doğa ve sevgidir,
Gurbet Türkülerinin, aşk Türkülerinin babasıdır.
Aynı zamanda Varsak Türklerine özgü varsağılar
Türkülerin hasıdır…

‘‘Bre ağalar bre beyler
Ölmeden bir dem sürelim
Gözümüze kara toprak
Dolmadan bir dem sürelim

Amen hey Allahım aman
Ne aman bilir ne zaman
Üstümüzde çayır çemen
Bitmeden bir dem sürelim

Buna felek derler felek
Ne aman bilir ne dilek
Âhir ömrümüze helâk
Etmeden bir dem sürelim

Karacaoğlan der cânân
Güzelim sözüme inan
Bu ayrılık bize heman
Ermeden bir dem sürelim’’

Karacaoğlan, çağdaşlarını etkiler,
Etkilenir kendinden sonra gelenler.
Ünü yayılır diyar diyar, taşar sınırları.
Benimser Azerbaycan, Kırım, Türkmenistan.
O kadar ki;
Türkmenistan Gızıletrek’te doğduğu,
Magtımgulı'ndan hemen önce yaşadığı,
Anadolu’ya sonradan göçtüğü dillendirilip,
Yazıya dahi geçirilir. Türkmence söylenir.

‘‘Dinleyelin dağ başında pıganı
Görelin ne diymiş o Leyla Leyla
Uğra yar yanına eyle salamı
Dayım ezberimiz bu Leyla Leyla

Pelek çakmağını eyledi çengel
Men yara giderken bırakmaz engel
Ölürsem, sövdüğüm üstüme sen gel
Gözün yaşı ile yuv Leyla Leyla

Pelek çakmağını üstüme çakdı
Meni bir onolmaz derde bırakdı
Vücudun nehrini otlara yakdı
Yandım ataşına suv Leyla Leyla

Garacaoglan diyr ki sen de heman ol
Huplara garış da sen de tamam ol
Men ölürsem, cınazama imam ol
Gıl gara zülpüne "Hüv!" Leyla Leyla’’

Azerbaycan’da hakkında kitap yazılır,
Türk soylu halkların öz şairi bilinir.
Gedebeyli’de doğdu denilir, sahiplenilir.
Sevgidendir sevgiden
Var sahiplensin Türk yurtları,
İyidir bilinmemekten, iyidir kimsesiz kalmaktan,
Yeğdir unutulmaktan.

‘‘Susayırsan can almağa
Qaytan qaşi qara Sedef
Vurubdur ol kirpiklerin
Bu sineme yara Sedef

Sen menim sohbetim sözüm
Senden ayrı nece dözüm
Xesteyem düşübdür gözüm
Qoynundaki nara Sedef

Men mayılam şirin dile
Ağ üzünde qara tele
Mecnun kimi salıb çöle
Eyleme avara Sedef

Yaxm dosta hiyle qurma
Seyrağıba yaxın durma
İnsaf ele gel qucdurma
Ter qoncam xara Sedef

Sensen dağların ceyrani
Olum gözlerin qurbanı
Çekme Qaracaoğlan'ı
Tellerinden dara Sedef’’

Susamış gönlü kandıran,
Kara telli zülüf müdür.
Karac’oğlan’ı yandıran,
Sedef midir Elif midir?

‘‘İncecikten bir kar yağar
Tozar Elif, Elif diye
Deli gönül abdal olmuş
Gezer Elif Elif diye

Elif'in uğru nakışlı
Yavru balaban bakışlı
Yayla çiçeği kokuşlu
Kokar Elif, Elif diye

Elif kaşlarını çatar
Gamzesi sineme batar
Ak elleri kalem tutar
Yazar Elif Elif diye

Evlerinin önü çardak
Elif'in elinde bardak
Sanki yeşilbaşlı ördek
Yüzer Elif Elif diye

Karac'oğlan eğmelerin
Gönül sevmez değmelerin
İliklenmiş düğmelerin
Çözer Elif Elif diye’’

Yaşa Karac’oğlan bin yaşa emi;
Karaya bindiren kaptansız gemi,
Ne kültür beğenir ne de ülkemi,
Bırakmış pınarı sel ile oynar.

Kaşır yaramızı sızımız dinmez,
Oturduğu tahta yapışır inmez;
Anasından aldığını beğenmez,
Bir marifet sayar dil ile oynar.

‘‘Nasıl methedeyim böyle güzeli
Elinde bergüzar gül ile oynar
Elma yanak kiraz dudak diş sedef
İspir ala gözler mil ile oynar

Cennete misaldir göğsünün ağı
Sineme bastın da ateşten dağı
Korkarım ki yad el bekler bu bağı
Bülbül eğlencesi gül ile oynar

İnciden, mercandan beyaz yanağı
Meles gömlek koç yiğidin konağı
Seher vakti ıssız koyma sulağı
Telli yeşil turnam göl ile oynar

Salâvat getirsin cemalin gören
Bakışın turna da sekişin ceran
Uğradığın yeri edersin viran,
Bülbül has bahçede gül ile oynar

Karac'oğlan der ki kılayım nazar
Bilezik takmaya kolların çözer
Giyinmiş kuşanmış sallanır gezer
Gümüş kemer ince bel ile oynar’’

Değer bir güzele değer bin bir ah,
Pirimiz sen oldun sensin padişah,
Vuslatî sevdadan der miyiz eyvah,
Söyle Karac’oğlan de hele bana.

Osman Öcal

UÇMAĞA VARDI..!
TANRI DAĞINDA...
ATSIZ ATA OTAĞINDA, ULU ATALAR HUZURUNDA DİZ VURMAKTA!

Çevrimdışı o.öcal

  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 556
  • TANRI DAĞINDA, UÇMAĞA VARDI...
Kayıkçı Kul Mustafa (GÜLCE- BULUŞMA)

-I-
Türk’ün kaderinde cilveli şehir,
Arap kurdu yine döndü Arap’a.
Şaha bölüp kızıl akarken nehir,
Baş koyanda göz belendi türaba.

Üstünlük uğruna yapılan savaş,
Her savaşta yere düşen aynı baş,
Biri Sünni biri Türkmen Kızılbaş,
Nerde ola Bağdat dönmüş seraba.

Uğruna nice Türk kanının döküldüğü Bağdat;
Osmanlı devleti tarafından fethinde
Bıyığı yeni terleyen Aksaraylı Genç Osman,
Elinde bayrak, burçta son adım…
Aldığı bir okla yaralanır, düşer Dicle nehrine.
Kahraman ilan edilir, adı destanlaşır Anadolu’da.
Farklı söylence farklı yazımları olan,
Şairini ölümsüz kılan şu şiirle:

‘‘İptida Bağdat’a sefer olanda
Atladı hendeği geçti Genç Osman
Vuruldu sancaktar kaptı sancağı
İletti bedene dikti Genç Osman

Eğerleyin kıratımın ikisin
Fethedeyim düşmanların hepisin
Sabah namazında Bağdat kapısın
Allah Allah deyip açtı Genç Osman

Sultan Murat eydür gelsin göreyim
Nice kahramandır ben de bileyim
Vezirlik isterse üç tuğ vereyim
Kılıcından alkan saçtı Genç Osman

Kul Mustafa karakolda gezerken
Gülle kurşun yağmur gibi yağarken
Yıkılası Bağdat seni döğerken
Şehitlere serdar oldu Genç Osman’’

Hayatı şiirlerinde saklı,
On yedinci yüzyıla nikâhlı.
Halk edebiyatı ozanı,
Birçok halk şairinden farklı:
Yeniçeri ocağından olup,
Katıldığı savaşlarda gördüklerini anlattığı
Şiirleriyle, özellikle Genç Osman ile ünlü
Çöğür ustası Kayıkçı Kul Mustafa,
Aydın Nazillili olma ihtimali yüksek…
Doğumu belirsiz,
Ölümü bin altı yüz elli sekiz veya dokuz.
Yeniçeri ocağında kayışçıdır, anılır öyle.
Savaştır, ölümdür, fetihtir konu,
Murat Reis ile Cezayir seferi;
‘Kayıkçı’ ön adıyla tanıtır onu,
Sanılır öyle.

‘‘Kalktı yelken eyledi Murat Reis
Baş başa düşmana varırım demiş
Vaktinize hazır olun gaziler
Ya ser verir ya ser alırım demiş

Biz şaşırttık ol düşmanın yolunu
Kimse bilmez gazilerin halini
Hazır edin kumandanın birini
Alırım yedekte sürürüm demiş

Türk pirleri eydür kurtarın bizi
Biz de dedik Allah kurtarır sizi
Ölenimiz şehit öldüren gazi
Gün bugünkü gündür ururum demiş

Kul Mustafa’m daim söyler özünden
Gaziler de cenk eylemiş yolundan
Koyuverin Türk’ü bilek demrinden
Boyuna küffarı vururum demiş’’

Koçaklamaları asker arasında yayılan,
Dinleyene heyecan veren destandır birer.
Genç Osman destanından
Değişik nice hikâyeler türer.
Anadolu insanı arasında anlatılıp gelir
Buram buram bugüne değin.
Bektaşiliği benimsediği söylenir,
Çağdaşı başka Kul Mustafalar olsa da
Şu nefes onundur denir.

‘‘Bu aşka pek bağlananın
Cümlesinde bilim vardır
Açılmış hüsnünde güller
Bir yavru bülbülüm vardır

Niyaz eder yâr ararım
Gâhi sineme sararım
Hublara kalmaz kararım
Bir acayip halim vardır

Yavru, bize etme cefa
Şivelerin ruha gıda
Bu serim yolunda feda
Ne rızkım ne malım vardır

Keman etmiş kaşın çatar
Cefaları bize yeter
Kirpiği okunu atar
Karşıda bir zalim vardır

Mustafa iste yârinden
Salâvat ver muradından
Cansız duvarı yürüten
Hacı Bektaş Veli'm vardır’’

-II-
Yaşadığı dönemde halk edebiyatı, şairler
Etkilense de aruz vezninden,
Etkilenmez Kayıkçı.
Halkın zevkine bağlı doğal bir söyleyiş,
Hece vezni, daha gelişken uyaklar…
Zaman zaman hatalar olsa da
Destanlar dışındaki diğer şiirler
Daha akıcı, sade bir dil, Türkçe kökenli sözcükler
Ve yüzyılın ilk yarısında kavuşur üne.
Seslendirilen Türküler,
Asırları boğarak gelir bugüne.

‘‘Vaktine hazır ol ey Acem şahı
Mağribden üstüne asker geliyor
Yakacaktır tacın ile tahtını
Sultan Murad Han'dır kendi geliyor

Sultan Murad Handır gelen kendidir
Otuz bini zırhlı kırk bin Hindidir
Kaçamazsın ahir vaktin şimdidir
Kırk elli bin ehl-i tımar geliyor

Elli bin de benim benim deyici
Altmış bin de şirin cana kıyıcı
Yetmiş bin de siyah postal giyici
Seksen bin de Tatar Han'dan geliyor’’

Diye devam eden manzumesiyle,
Şah Abbas’ı Acem diye nitelemesi
Bir Osmanlı görüşü…
Halk edebiyatı şairlerince desteklenmesiyle
Yeni bir şiir türü:
‘Yürüyüş Destanı’nın doğmasına, olur vesile.

Sevda şiirlerinde, lirizmde usta;
Şaha kalkar duygular,
Aşar bendini coşku;
Dinleyende, okuyanda bırakmaz kuşku.

‘‘Çünkü dilber bana meylin yoğ idi
Ezelinden ikrar vermiye idin
Muhabbettir güzelliğin nişanı
Uğrun uğrun bakıp gülmiye idin

Hani benim ile yiyip içtiğin
Yiyip içip ak göğsünü açtığın
Şimden sonra fayda etmez kaçtığın
Soyunup koynuma girmiye idin

Siyah zülfün mah yüze etmiş perde
Sen uğrattın beni bin türlü derde
Ben kendi hâlimde gezdiğim yerde
Arayıp bergüzâr vermiye idin

Kul Mustafa'm eydür canadır kastım
Çok ağlattı beni gözleri mestim
İncitme sevdiğim severim dostum
İncitirsem güzel olmıya idin’’

Katarda turnaya neredir vatan,
Aşkın deryasına gömülüp batan,
Mecnunu koynuna beleyip yatan,
Leyla mıdır kumul mudur çöl müdür.

‘‘Kara gözlü dilber lebin lezzeti
Sükker midir şerbet midir bal mıdır
Dökülmüştür ak gerdanın üstüne
Kâkül müdür sırma mıdır tel midir

Kudretten eğnine hulle biçilmiş
Gerdanına siyah benler saçılmış
Hüsnünün bağında çiçek açılmış
Lale midir sümbül müdür gül müdür

Gönlümdür aşk ile arayup süzen
Ağyar olur yârin ardınca gezen
Söyledikçe kara bağrımız ezen
Ağız mıdır dudak mıdır dil midir

Alçakları koyup yüksekte uçmak
Rakib-i naşiye sırrını açmak
Yadlara meyledip fakirden kaçmak
Adet midir kanun mudur yol mudur

Mustafa der acep gördüğüm düşü
Dilbere meyletmek aşıkın işi
Yolunda harcolan gözümün yaşı
Derya mıdır ırmak mıdır göl müdür’’

Vuslatî der karga gözü oymayan,
Dilini koruyup Gülce yaymayan,
Seni anlamayan seni duymayan,
Sağır mıdır âmâ mıdır lâl mıdır?

Osman Öcal

UÇMAĞA VARDI..!
TANRI DAĞINDA...
ATSIZ ATA OTAĞINDA, ULU ATALAR HUZURUNDA DİZ VURMAKTA!

Çevrimdışı o.öcal

  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 556
  • TANRI DAĞINDA, UÇMAĞA VARDI...
Ercişli Emrah (GÜLCE-BULUŞMA)
-I-
Hasretin bağrına vurur efkârım,
Bir cefaya yüz bin cefa sıralar.
Şu yalan dünyada sevgidir varım,
Gönül kan doğurur canı yaralar.

Zülüfler mor sümbül kaşı karalım,
Turnalara dargın giden maralım,
Sen kaygısız ben hicranda kralım,
Çekilmiyor sensiz sensiz buralar.

Dinle leyli dinle yanar avazım,
Dağların göğsüne yağan alazım,
Ömür minderinde yenilen yazım,
Hazan derbendine kapı aralar.

‘‘Gine bahar oldu, coştu üreğim
Ahar boz bulanıh selli dereler
Sıla derdi, vatan derdi, yar derdi
İflâh etmez bu dert meni, paralar

İtibar olmazmış üze gülene
Canım kurban olsun kadir bilene
Kefen yetişmezmiş garip ölene
Belki yârin çevresine saralar

Hayal oldu Âşık Emrah halları
Deyin yâre gözlemesin yolları
Herkesin sevdiği geyer alları
Ko benim sevdiğim geysin karalar’’

Diyen Emrah;
Başı boz dumanlı sevda dağı,
Akıp durulmayan gam ırmağıdır.
Dermanı turna kanadında, dert küpü,
Sar ha sar bitmez çile yumağıdır.
Ömrüne hediye, yeşil sarıklı Pir’den
Yeşil fincan içinde üç kadeh bade,
Toy delikanlı iken kılar aşka şehzade.
Sevdalısı, Pir’in çark-ı çemberinden geçen
Selbi Han, Selbihan, Selvican, Selbinaz
Selvi, Selbi, Servinaz, Salmınaz…
Erciş Beyi Miloğlu veya
Erciş Kalesi Başbuğu Miroğlu Ahmet Beyin kızı.
Emrah, Miroğlu’nun şairi Âşık Ahmet’in oğlu.
Âşık Ahmet, Öksüz Âşık veya Öksüz Âşık Ahmet
Tiflisli, Genceli, Karavuy dağı eteğinde Kurtçu köylü.
Gelip yerleşir Erciş’e,
Ya da yeni Erciş eski Ergans köyünden.
Anlatımlar böyle der: Karakoyunlu Türkü.
Tiflis Hâkimi Kuğu Han tarafından
Başının vurulması için cellâda teslim edildiği zaman,
Türklüğün ezeli gururunu duyarak,
Mert bir eda ile
Bir şiirle seslenir şöyle:

‘‘Man Emrah diyeller Karakoyunnu
Namertler içinde yiğit oyunnu
Kaz kimi pısmanıh erkek boyunnu
Biz Türkük Türklükten dermanımız var’’

Yaşamı için genel kanı on yedinci yüzyıl,
Doğumu; bir ihtimal 1585 yılı civarı.
Şiirlerinin bir bölümüyle örülmüş,
Bir halk hikâyesinde gizli, değişik değişik varyant,
Hikâyelerin sayesinde gün ışığına çıkmış bir hayat.
Âşıklar içinde badeli âşık,
Derd-i yâri ile bir bağrı yanık.

‘‘Seherde uyanmış gözleri mahmur
Dedim serhoş musun söyledi yoh yoh
Ağ elleri boğum boğum hınalı
Dedim bayram mıdır söyledi yoh yoh

Dedim inci nedir dedi dişimdir
Dedim kalem nedir dedi kaşımdır
Dedim on beş nedir dedi yaşımdır
Dedim daha var mı söyledi yoh yoh

Dedim duman nedir dedi aynımda
Dedim zulum nedir dedi boynumda
Dedim gül memeler dedi koynumda
Dedim ver ağzıma söyledi yoh yoh

Dedim pişen nedir dedi zulumdur
Dedim zulum nedir dedi ölümdür
Dedim Emrah nedir dedi kulumdur
Dedim satar mısın söyledi yoh yoh’’

Doğu Anadolu’da,
Orta Asya’dan Batı Asya’ya,
Tıpkı Köroğlu kolları gibi severek anlatılıp,
Hoşnutlukla dinlenir.
Ve hayatıyla özdeşleşen
Emrah ile Selbihan hikâyesinin
Erciş, Erzurum, Gaziantep, Revan,
Sivas, Çankırı, Azerbaycan
Sayat ile Hemra ve Hurlukga Hemra
Adlarıyla Türkmenistan anlatımları.
Adları bazen değişik olsa da kahramanların
Sebep oldukları olaylar benzerlik gösterir.
Bir Azerbaycan anlatımında şöyle seslenir:

‘‘Bir seferim düşdi garip illere
Kal Salmınaz gözi yaşlı kal indi
Ah çeküben bahacaksan yollara
Kal Salmınaz gözi yaşlı kal indi

Men bilirem hansı dağda lâlesen
Güli koydun hemrah oldun âlesen
Koymanam ki gözi yaşlı kalasan
Kal Salmınaz gözi yaşlı kal indi

Gice gündüz hasretinden ölürem
Guvas olub deryalara dalıram
Vade koydım yedi ıla gelürem
Kal Salmınaz gözi yaşlı kal indi

Arılıkda kızıl gülden arısan
Hak da bilir bizim bagça barısan
Yüz ıl kalsan Han Hemrah’ın yarısan
Kal Salmınaz gözi yaşlı kal indi’’

Âşıkların dilinde,
Sazlarının telinde, nesilden nesle, dilden dile
Değişik varyantlarla anlatıla gelen,
Sevilen bir halk hikâyemizin kahramanı.
Bir tanesini özetleyelim biz,
Hepsini dinledik sayın siz.

İsfahan şahıdır Şeyhoğlu Abbas,
Kırk aşığı vardır usta mı usta.
Âşıklar başıdır ol Âşık Abbas,
Yarışamaz kimse hiçbir hususta.

Hep aynı yerlerde çalıp söylemekten,
Aynı kişilerle karşılaşmaktan usanmıştır âşıklar.
Başka yerlerde de çalıp söylemek, atışmak için,
Altı aylık izin isterler Şah Abbas’tan.
İlk durak, zengin bir il olan Gence’dir.
Gence Hanı Kara Vezir’in huzuruna varıp,
Şah Abbas’ın fermanını gösterip,
Hasım isterler; olmazsa kırk bin tümen pul.
Tellallar çıkarılıp, yüz âşık toplanır sabaha dek.
Mat olmayacaklardır, yoksa zindandır yerleri,
Öyle söyler Han Vezirleri.
Zindana razı olmayan terk eder birer birer sarayı
Kimse kalmayınca buldurur Âşık Ahmet’i,
Kara Vezir arayı arayı.
Gence yakınlarında bir köyde oturan Âşık Ahmet,
Bir rüya görmüştür o gün;
Karısı yorumlar: Ya ceza ya sürgün.
O esnada kapı çalınır, Âşık Ahmet alınır,
Kırk âşığın faslını dinler,
Onlarla baş edemeyeceğini anlar.
Evine döner hanımı dinler, yıldızı söner.
Altı yaşındaki oğulları Emrah’la kaçarlar gece,
Perim perişan yol sürerler günlerce.
Sonunda, üç yüz elli hanelik Erciş köyü,
Açar sinesini bir ana gibi basar bağrına.
Köyün beyi Miloğlu Ahmet Bey’dir,
Misafirperverdir.
Âşık Ahmet’e bir ev verir, âşığı bilir.
Zaman geçer Emrah bulur on dördü
Bir gün babasıyla âşıklar meclisine gider,
Miloğlu babasıyla çalmasını söyler.
Emrah toydur henüz, bilmez çalmayı,
Koparır telleri bir bir.
Kızar babası, bir tokat indirir.
Kan boşanır burnundan;
Terk eder meclisi, kurtulmak için kanından.
Köy dışındaki çeşmeye varır,
Dua eder, Yaradan’a yalvarır.

Gelip Hazreti Pir bade verince,
Üç kadeh doluyu içer peş peşe.
Son badede Selbi Han’ı görünce,
Âşık olup o an düşer ateşe.

Badeler Emrah’ı koparır ferden,
Sevdanın nişanı böyle vurulur,
Selbi Han da geçer çark-ı çemberden,
O da âşık olup yanar kavrulur.

Ağzı yeşil köpüklü, bayılır Emrah.
Babası böyle görünce âşık olduğunu anlar.
Sazın sesiyle ayılır Emrah,
Babasına, Miloğlu’nun meclisinde
Karşılaşmalarını söyler, kalemi kırar Emrah
Toplanır bütün ahali, sorar Emrah:

‘‘Hayat bağlarında üzüm yiyende
Söyle babam söyle tadı nicedir
Üç yüz altmış dallı ağaç diyende
Bil babam ağacın adı nicedir
………………………………’’

Der derde cevap gelmez hiçbir soruya,
Âşık Ahmet Töreye uyar,
Sazını oğlunun önüne koyar.
Emrah kalkar el öper;
Sıra babasına gelince önce şöyle der:

‘‘Oğul benim Emrah benim
Şol saçları gümrah benim
Bir Leyla’nın mecnunuyum
Sevap onun günah benim’’

Miloğlu’nun isteğiyle konağa yerleşir Emrah.
Selbi Han, sevgisini açamaz,
Cariyesi Nazlı’dan başkasına;
Onunla dertleşir onunla konuşur sadece.
Bir gün, ilk kez görüşürler pencereden,
Bir nebze, kurtulurlar cendereden.
Aracı olur Nazlı, görüştürmek için bahçede.
Kızlar çıkarken kafesten
Düşürür birisi o sırada kasten;
Selbi Han’ın başındaki menekşeleri
Emrah şöyle der o zaman:

‘‘Ellerin kırılsın hey naşi hoyrat
Sana kimler dedi boz menevşeyi
O nazik elinnen dermiş devşirmiş
Al yanah üstüne düz menevşeyi

Menevşe derede sümbül burçtadır
Kasapların gözü dâim koçtadır
Gözel sever diye yiğit suçtadır
Bahar geçer koklar güz menevşeyi

Nice Süleymanlar tahta yerişti
Tahta yerişmedi bahta yerişti
Emrah da bir kötü vahta yerişti
Daha koklar mıyız biz menevşeyi’’

Emrah’ın sözünden alınır kızlar,
Selbi Han gücenir döner yüzünü.
Aşığın yüreği derinden sızlar,
Gönül almak için söyler sözünü:

‘‘Bir nazenin bana gel gel eyledi
Varmasam incinir varsam incinir
O nazik elinnen ince belinnen
Sarmasam incinir sarsam incinir

Gine görünüyor yârın elleri
Başımızda esen sevdâ yelleri
Yarın bahçasından gonca gülleri
Dermesem incinir dersem incinir’’
*
Yer, Şah Abbas’ın Meclisi
Âşıklar faslında, Vezirlerden birisi:
‘‘Van kalesini şimdiye kadar alamadı kimse.’’
Diye, yapar yarenlik.
Şah vezire alıp alamayacağını sorar,
‘‘Alamazsın’’ der, öne çıkar benlik.
İddia üzerine kuşatılır Van kalesi,
Teslim olmaz, kurtarır bir ninenin hilesi.
Şah Abbas dön emri verir;
Lakin dönüş esnasında yapılır talan,
Viran bahçeler, viran yurtlardır geriye kalan.
Erciş de nasibini alır ve Miloğlu’nun bahçesi,
Gergef işleyen Selbi Han’la Nazlı’nın,
Gönül okşar balaban bakışları…
Kaçırılır iki askerce yetim kalır bohçası.
Emrah duyunca gelir, ne görsün;
Gergefi savrulmuş, dağılmış nakışları.
Ağır bir acı düşer yüreğinin tam ortasına ve:

‘‘Yüz bin mihnet ile bir bağ yetirdim
Yemedim meyvesin el aldı gitti
Ağlar gözyaşımı Ceyhun eyledim
Çalhandı dünyayı sel aldı gitti

Yüz bin dert çekmişem bin daha gerek
Çok ömür ister ki bir daha görek
Yârim elden aldı o zalım felek
Hoyrat dost bağınnan gül aldı gitti’’

Der ve anasından babasından izin alıp,
Selbisini bulmak için düşer yollara.
*
Şah Abbas,
Yağma haberini duyunca biner küplere,
Hesap sorar yağmacı askerlere.
Hele ki kızların kaçırıldığını duyunca,
Vurdurur başlarını iki askerin,
Cilvesine bakın kaderin…
Yolları Sahat Çukuru’na düşer,
Misafir olurlar Yakup Han’a.
Türlü türlü yemekler pişer,
Yapılan izzet ikram hoşuna gider Şah’ın;
Vezir yapmak için Yakup Han’ı alır yanına.
Yol boyunca,
Selbi Han’ın güzelliği büyüler Şah’ı
Evlenmek istediğini söyler, karardır bahtı.

Güzeller güzeli nedir günahın,
Kader alnımıza yazıla gelir.
Sevda diyarında zülfü siyahın,
Sağ iken mezarı kazıla gelir.

Selbi Han, kabul eder çaresiz,
Ama bir şartla, amacı zaman kazanmak;
İsfahan’a bir bağ kurulacak,
Meyveye durunca düğünleri olacak.
*
Yola çıkan Emrah, Sahat Çukuru’na ulaşıp,
Yakup Han’ın anasıyla görüşüp, dertleşir,
Selbi Han’ın götürüldüğü yeri öğrenir.
Yakup Han umut olur,
Oğlunun kendisine yardım etmesi için
Yaşlı kadından bir mektup alıp,
Tekrar düşer yollara.
Nihayet ulaşır İsfahan’a

Kurulmuş düğünü yanar Selbi Han,
Uzun zaman oldu ıssızdır yollar.
Gelmez beklediği kanar Selbi Han,
Kuşanıp şalını giyer mi allar.

Yolu düğüne uğrayan Emrah’ın,
Yabancı olduğunu bilen bir âşık, kovar.
Türk olduğunu anlayınca
Sahiplenir Yakup Han, götürür yanına Şah’ın.
Dâd-ı Hak olduğunu öğrenince,
Methiye söylemesini ister Şah.
Bir Türküden sonra
Selbi Han’ın tasvirlerine bakıp bir daha der Emrah:

‘‘Hey ağalar dad gaziler
Dağa kar düştü kar düştü
Uzak yerde yad ölkede
Yada yar düştü yar düştü

Gidin deyin anasına
Gelip bahsın sonasına
Han Selvi'nin sinesine
Bir çüt nar düştü, nar düştü

Emrah der gamdan seslendim
Uca dağlara yaslandım
Zahmet verdim bağ besledim
Bağa har düştü har düştü’’

Sen âşıksın diğeri Şah,
Kızdırırsın alimallah,
Haklısın ya güzel Emrah,
Dile zar düştü zar düştü.

Zar edince, ‘‘cellât’’ der Şah.
Yakup Han’ın gayretiyle tehlikeyi atlatır;
Şah sorar Emrah anlatır:
‘‘…Selbi Han emmimin kızı’’ der,
Sevdiğini vermeyeceklerini sezip yalan söyler.
Yalanım ortaya çıkmasın diye de
Bâd-ı sabâ ile haber gönderir.
Şah Abbas,
‘‘Emmi çocukları ise evlendirsem mi’’ der kendince
Selbi Han’ın konağına varırlar beraberce
‘Emrah neyin olur?’’ diye sorar,
‘‘Emmim oğlu’’ der.
Hak âşıklarını ayıranın onmayacağını bilir
Ama yine de işi yokuşa sürer Şah Abbas
Birkaç zor soru sorar, cevabı alır.
Anlar ki, dâd-ı Hak, evlendirmeye razı olur.
Emrah yedi yıldır ana basını görmemişti,
Düğünlerinin yapılması gereken yer Erciş’ti.
Şah Abbas izin verir;
Ömür boyu yetecek altın ve çeyizle,
Yakup Han’ı yanlarına katıp gönderir.
Erciş’e ulaşan Emrah, hasret giderdikten sonra,
Van’dan iki usta getirtir, köşk hazırlığına başlar.
Selbi Han’ın ana babası ölmüş, iki kardeşi vardır;
Ayırmak isterler iki aşığı.
Selbi Han’ın yanlarına gelmesini isterler;
Gönderir Emrah, Selbi Han itiraz etse de.
Gece olunca, kızları da alıp kaçar iki kardeş.
Ertesi gün duyar Emrah peşlerine düşmek ister,
Bırakmaz babası yalnız, beraber düşerler yola,
Erzurum’da verirler mola.
*
Selbi Han’ı kaçıranlar Gence’ye varır,
Gence Hanı Kara Vezir oğluna ister Selbi Han’ı.
Selbi Han çaresiz, yine şart koşar:
Çeyiz halısını kendi dokuyacak,
Yedi yılda bitecek…
Nazlı, yarı insan yarı keklik
Tasvirlerinin yapılmasını ister,
Kara Vezir derhal yaptırıp,
Astırır bahçe kapısına,
Beklenir gece gündüz.
*
Baba oğul dağlar aşıp çöl geçer,
Erzurum’dan sonra Halep’e varır.
Bahçeler içinden bir bahçe seçer,
Tutup dallarından meyve koparır.

Meğer girdikleri bahçe Pir elinden bade içen,
İçerken Emrah’ı seçen,
Ve bir bahçe dikip, adını Veran Bağları koyan,
Meyveye durduğunda Emrah’ın geleceğini bilen
Güzeller güzeli Selâtin Peri’nin bahçesidir.
Selâtin Peri Emrah’ı tanır, sarılır.
Emrah iter kızı…
Kız elini tutması söyler,
Tutunca aklı başından gider,
Düşüp bayılır,
Bir müddet sonra ayılır, şöyle der:

‘‘Bağrıma od saldın Salâtın Peri
Bu ne ataş sen de cana düşüptür
Üç yüz altmış altı damarım yandı
Yüz kırh altı istikbala düşüptür

Peri ne düşmüşsün canım kasdına
Heç adam kıyar mı candan dostuna
Buhak singirlenmiş sine üstüne
Gerdanda muyların yana düşüptür

Sersem oldum serde yohdur ahıllar
Dedim gidem yara koymaz pahılar
Dört kitabı ezber eder ohullar
Menim ismim bir figana düşüptür

Hasretle bişmiştir ezel aşımız
Hak ne yazmış ise görür başımız
Emrah der ki müşgül oldu işimiz
Yazık yolum bu virana düşüptür’’

Deli gönlüm dertli gönlüm vay gönlüm,
Yüce dağlar derin çöller aşmıştır.
Yaşayıp da aşkı bilmez, hay gönlüm,
Benim aklım bu sevdaya şaşmıştır.
*
Emrah’la babası izin alıp Selâtin Peri’den,
Düşer tekrar yollara.
Dağlar ovalar geçerler,
Kâh susuz kalıp, kâh soğuk sular içerler.
Bir zaman sonra ulaşırlar Selbi Han’ın bulunduğu şehre
Âşık Ahmet bir gün
Selbi Han ile Nazlı’nın tasvirlerinin
Kapısında asılı olduğu bahçeyi görür,
Uykuda olan oğluna şöyle haber verir:

‘‘Ne yatarsın hab-ı nazda
Selbi Han bağdadır bağda
Geşlik vardır senin çağda
Selbi Han bağdadır bağda
…………………………..’’

Emrah uyanıp sorduğunda gayri ihtiyari
Babası, gördüklerini anlatır;
Duramaz, tekrar gider bahçeye.
Kızlar yakalar ve dövmeye başlarlar ihtiyarı.
Feryadını Selbi Han duyar ve tanır,
Nazlıyı gönderip kurtarır.
Kızlar dışarıdan Emrah’ı bulup getirirler;
Saç sakal birbirine girmiştir…
Kavuşurlar, konuşurlar, koklaşırlar…
Bu arada Kara Vezir’in oğlu bahçeye gelir,
İkisini görünce babasına haber verir.
Yakalarlar Emrah’ı, sorgularlar;
Kara Vezir’e başında geçenleri anlatır;
‘‘Şah Abbas’a sorun’’ der.
İnandıramaz, cellâtlara verilip atılır zindana;
Ölüm yaklaşmıştır ona.
Haberciler gönderilir Şah Abbas’a.
Ama habercilere güvenmeyen Âşık Ahmet
Durumu bildirmek için yol tutar İsfahan’a.
Uzun bir yolculuk, ağır bir zahmet;
Şahın huzuruna çıkıp anlatır durumu.
Yakup Han yola çıkarılır derhal,
Yedi küheylan çatlatır Gence’ye kadar.
Emrah’ı kurtarıp Kara Vezir’in başını vurdurur,
Dönerler İsfahan’a.
Annesi de getirtilip Erciş’ten tez,
Önce Selbi Han sonra da Selâtin Peri ile
Düğünleri yapılır;
Kader gülmüştür bu kez.

Gönül sarayını gülle süslemek,
Yaradan’ın kula vergisindendir.
Bir kafeste iki keklik beslemek,
Olsa olsa halkın sevgisindendir.

Hayatıyla ilişkilendirilen hikâyeler,
Nasıl ki, çeşitlilik gösterir;
Ölüm yeri ve tarihi bilinmemekle beraber,
Mezarının yeri de çeşitlilik gösterir:
Çelebibağ köyü, Erciş kalesi, Köşklü bağ…
Çözülmeyen bilmece.
Son yapılan bilimsel çalışmalar…
Henüz, yok ortada netice.

-II-

Hakkında çok sayıda araştırma yapılan,
Şiirleri, Erzurumlu Emrah’a mal edilen,
Ercişli Emrah’ın varlığı
Ancak son zamanların araştırmacıları tarafından
Ortaya çıkarılmış, çok sayıda şiiri tespit edilmiş.
Dili duru bir Türkçe,
On birli ve sekizli hece ölçüsü;
Koşma ve semai türünde eserler,
Az sayıda destan.
Adını mahlas olarak kullanan Emrah’ın
Han Emrah, Âşık Emrah, Sefil Emrah,
Kul Emrah, Dertli Emrah, Emrahî
Gibi mahlasları vardır.
Halkın gönül telinde
Gerçek bir halk ozanı,
Gerçek bir Hak aşığıdır.

‘‘Sallana sallana gelen sevdiğim
Söyle narın ellim kimin yarısan
Kız senin üzünnen yamandır halım
Söyle dudu dillim kimin yarısan

Göldeki kaz kimi gösgü nakışlım
Ağ gerdanı mizk ü anber kokuşlum
Huri misal üzlüm ahu bakışlım
Söyle ince bellim kimin yarısan

Ovanda yayılır koyunnan kuzu
Yerin çiçegisen gögün yıldızı
Emrah bir köledir sen bir beg kızı
Söyle sırma tellim kimin yarısan’’

Bade içen kâse kâse,
Sevdasını beler gelir.
Emrah gibi sever ise,
Dağı taşı eler gelir.

‘‘Bir yigit gurbete gitse
Gör başına neler gelir
Sılası hatıra düşse
Yaş gözüne dolar gelir

Bağrıma basayım taşlar
Didemden ahıttım yaşlar
Yuvasın terk eden kuşlar
Yuvam der de döner gelir

Emrah eyder selbi boyun
Huri melek midir soyun
Sürüden ayrılan koyun
Kuzum der de meler gelir’’

Bir anlatımda,
İlk karşılaşmalarında, Şah Abbas:
‘‘Sahat Çukuru’nu anlat’’ der,
Emrah anlatır, bir destanla şöyle söyler:

‘‘Emret Şah’ım emret methin edeyim
Sahat Çukuru’nun mamur bağları
Her seher bülbüller çığrışır öter
Ala karlı gök çimenni dağları

Divanda durmuşam kollarım bağlı
Bu aşkın elinnen ciğerim dağlı
Uca pencereli kümbet otağlı
Sedirde oturur ağa begleri

Onnar ekincidir çeltik ekerler
Yük tutuban şehirlere tökerler
Yarana yoldaşa honça çekerler
Çini zer kaplarda ballı yağları

Pek çok olur İravan’ın gözeli
Onnar sever birbirini ezeli
Tuğlu külhan altı altın nizeli
Meydanda atlıdır zor koçahları

Dünyaya vahtında gelmedi Emrah
Felek’in elinden gülmedi Emrah
Dertli çok olduğun bilmedi Emrah
Bir men değil sade Yağıp ağları’’

Vuslatî gönlünü Gülce’ye verdi,
Türkçe konusunda aynı taraftan.
Ses bayrağımıza bayraktar dedi,
Bahsetti birazcık Âşık Emrah’tan.

Osman Öcal

UÇMAĞA VARDI..!
TANRI DAĞINDA...
ATSIZ ATA OTAĞINDA, ULU ATALAR HUZURUNDA DİZ VURMAKTA!

Çevrimdışı o.öcal

  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 556
  • TANRI DAĞINDA, UÇMAĞA VARDI...
Teşekkürler Aze Bozkır Savaşçısı.

Bu çalışmamıza bir süre ara vereceğiz malesef.

Nutuk'u yazan arkadaşımızın bilgisayarı bir kazaya uğradı ve yazdıkları malesef üç bölüm harici gitti. Biz de üç arkadaş elbirliği ile Nutuk'u tekrar yazmaya başladık. Ümidimiz o ki yaz mevsimine kadar tamamlarsak, ozanlarımıza kaldığımız yerden devam edeceğiz.




Tabanbüklü Teslim Abdal (GÜLCE-BULUŞMA)

Bin dokuz yüz seksen yedi yılında,
Yolum düştüğünde gördüm köyünü.
Bahçesinde türlü meyve dalında,
Süsler kayısısı sahil boyunu.

Ak köpüklü Fırat iken serince,
Set konup önüne doldu derince,
Taşındı eski köy bunu görünce,
Helal et hakkını içtim suyunu.

Elazığ ili Baskil ilçesi
Tabanbükü köyü, Yesili ülkesi.
Eski Fırat, yeni Karakaya Baraj Gölü kıyısında
Ozanın sesinde…
Tanrı’dan ihsan;
Besleyip barındırır ozanları, şeyhleri,
Abdalları, dervişleri yatırır sinesinde;
Erenleri türbesinde.
Eski ismi Şeyh Hasan;
Adını, kurucusundan alır.
Şeyh Hasan ve kardeşi Şeyh Ahmet
Kazakistan Üç Kurgan bölgesinden,
Oğuzların Bozok Günhanoğulları
Bayat boyundan.
Yesevi’den nasipli aşiretiyle birlikte,
Kona göçe yurt tutarlar sonunda,
Tabanbükü uygun bir mahal.
Şeyh Ahmet’in torunu Şeyh Melek kolundan
Kalender Abdal’ın oğludur Teslim Abdal.
Araştırmacılara göre başkaları da var:
Yeniçeri ocağından olan Teslim Abdal,
Denizli’de türbesi bulunan Teslim Abdal,
Çorum’da adına köy kurulan Teslim Abdal,
Verirlerken sıralı
Konyalı, Ankaralı…
Hepsi bir midir, farklı farklı mı;
Tümü şair midir, henüz bir cevapsız bilmece.
Bunlar mezar mıdır, yoksa makam mı,
Türbeler ve söylencelerdir, şahitleri sadece.
Şu dörtlük Tabanbüklü Teslim Abdal’ın
Varlığını kanıtlıyor mısra mısra hece hece:

‘‘Teslim Abdal şal şalının kumaşı
Deryadan denizden akıtır coşu
Doksan bin Horasan erinin başı
Fırat kenarında Şeyh Ahmet Dedem’’

Fırat’ın karşı yakasındaki Eğribük,
Yine Tabanbükü’ne yakın Berete;
Köy isimlerinin şiirinde işlenmesi
Kesin olan bir kanıt.

‘‘Sabah sabah hırlaşırlar
Bize taş atıp ürenler
Eşek gibi zırlaşırlar
Bize taş atıp ürenler

Dağ başında geyik ola
Yazı kışı soğuk ola
Eğribük’e tavuk ola
Bize taş atıp ürenler

Bir gelişte puta döne
Ters nallanmış ata döne
Koca uyuz ite döne
Bize taş atıp ürenler

Ele güne uşak ola
Karıncaya kuşak ola
Berete’ye eşek ola
Bize taş atıp ürenler

Teslim Abdal der oğmaya
Dünya da yüzü gülmeye
Ahrette iman bulmaya
Bize taş atıp ürenler’’

Onca zaman onca süre,
Aşka gönül vere vere,
Ulaştırmış dedeleri,
Eserleri bu günlere.

Derler Teslim Abdal ozan,
Dededir gezmiştir bazen,
Şöyle bir şiir derlemiş,
Sözlü gelenekten yazan.

Belki dilden dile değişen, belki hakiki;
Hece bazında bozuk, düzensiz bir ses,
Kalmış bu günlere verilen nefes.

‘‘Dinleyin bu nefesi habl-ül veridir
İn ziyaret eyle Şıh Ahmed Dedeyi
Kırkların içinde Server-i velidir
İn ziyaret eyle Şıh Ahmed Dedeyi

Kardeşi Şıh Hasan adı söylensin
Bahr-iyle ummanları boylansın
Yüzün gören Beytullahı neylesin
İn ziyaret eyle Şıh Ahmed Dedeyi

Daim batından görülür yüzün
Yusuf ile bile yorulur düşün
On iki İmamların serçeşme başın
İn ziyaret eyle Şıh Ahmed Dedeyi

Şıh Ahmet adındır Tavil-i Tubî mahlasın
Şah-ı Merdan Musa-i Kazım Abbas neslisin
Hace Ahmed-i Yesevî Rum halifesisin
İn ziyaret eyle Şıh Ahmed Dedeyi

Teslim Abdal der Şahım iyi buyurmuş
Evvel-ahir imamların soyu buyumuş
Kaddas Allah sırr-ı hakikat evlat buyumuş
İn ziyaret eyle Şıh Ahmed Dedeyi’’

Ozan olan ozan dokunur tele,
O günün devrinde ne ise çile,
Kısaltarak aldım bir nefes daha,
Teslim Abdal şöyle getirir dile.
‘‘………………………………..
Hıdır Abdal Şıh Bahşişi alasın
Bunaldığmız yerde bize yetesin
Şeyh Ahmet Dede’ye yüzler tutasın
Eriş imdat eyle Şeyh Hasan Dede

Abdülvahap derler görünmez erdir
Onu bilmeyenin gözleri kördür
Yeşil sancağıyla Battalda vardır
Eriş imdat eyle Şeyh Hasan Dede
………………………………..
On iki İmamların başı Alidir
Şah Hüseyin Kerbelanın gülüdür
Urum erenleri serleşkerindir
Eriş İmdat eyle Şeyh Hasan Dede

Osmanlı zülmünden kimimiz yolda
Kimimiz zindanda zülmatta harda
Tut elimiz koyma bizi dar günde
Eriş imdat eyle Şeyh Hasan Dede

Teslim Abdal der ki birdir soyumuz
Kemdir işleğimiz paktır huyumuz
Hak nasip eylesin Şaha yolumuz
Eriş imdat eyle Şeyh Hasan Dede’’

Ozanlar yatağı Türkmen yurdundan,
Torunu, Tabanbüklü Derviş Ali
Bir şiirde şöyle seslenir dedesine:

‘‘Tenim gümrah oldu canım sıkıldı
Yağdırma başıma kar Teslim Abdal
Canım geldi cesedime tıkıldı
Bu zayıf halimi gör Teslim Abdal

Er işidir çifte kantar götürmek
Veli işidir kulun işin bitirmek
Her nerde görüldü kulluk yetirmek
Ustada erince car Teslim Abdal

Derviş Alim eydir güldür kokunca
Düzenimiz uvat ola bakınca
Herkes yavrusuna sahip çıkınca
Bizi sen peşine sar Teslim Abdal’’

Yurdun dört bir yanında bilinip,
Nefesleri cemlerde en fazla okunan
Ozanlar arasındadır Teslim Abdal.
Değişik yörelerce sahiplenilse de,
Tabanbüklüler ‘‘bizimdir’’derler.
Adına okunan nefesler, deyişler
‘‘Bizim Teslim Abdal’ındır’’ diye söylerler.
İmam, Hüseyin, Süleyman, Bektaş ve Cafer
Beş oğlu vardır.
Tabanbükü’ndeki mezar taşında
Bin altı yüz on yedi- bin yedi yüz on dokuz
Doğum ve ölümüne işaret eder.
Yine bir nefeste şöyle der:

‘‘Dünya bir ağaçtır kökü yukarı
Yaprakları yeşil dalında ne var
Gâhî oğlan olur gâhî pir koca
Kaç yıl geçti ana halinde ne var

Hükmüne fermandır hatmin okuyor
Bir çiçektir bin bir türlü kokuyor
Karlı karlı dağlar ile akıyor
Akan bu derenin selinde ne var

Zira kulun için yarattın onu
Sahi gerçek ise fehmeyle bunu
Peteği de durur arısı hani
Gel anla kudretin balında ne var

Sır imiş eşiği nurdur kapısı
Orda ulu mümin kulun hepisi
Kudretten de duvarıdır yapısı
Cenneti alanın selinde ne var

Tevhit kılarlardı kadir gecesi
İşte budur dört kitabın hecesi
Sorun kimdir aşıkların hocası
Okur Teslim Abdal dilinde ne var’’

Dili Türkçe ve sade, say Anadolu,
Şiirleri öğretici, eleştirel öğelerle dolu.
Allah, Muhammet, Ali, on iki imam sevgisi
Bellidir yolu.
Yerel söyleyiş biçimlerine yer verir,
Tarikat konularını işler;
Anadolu Aleviliğinin görüşlerini taşır.
Onun için keramet sahibi, ermiş derler
Tabanbüklüler.
Eserleri değerli
Hece kalıplarından sekizli ve on birli,
Yüzde yüz yerli.
Geleneğe bağlı birkaç örnek daha verelim,
Teslim Abdal nasıl ozan görelim:

‘‘Tâ ezelden yârin yüzüne bakıp
Cemâli didarı gören ağlar mı
Yetişip bir mürşid eteğin tutup
Özünden benliği ayran ağlar mı

Aliye Muhammed geldi bürhana
Hatice Fâtıma o ehli câna
Birleyip özünü ulu meydana
Anlayıp zâtını bilen ağlar mı

Sahip zaman yakın yola gelirse
Hasanla Hüseynin âhın alırsa
Erenler deminden her ne gelirse
Ere erip Hakkı gören ağlar mı

Zeynelâbidinin yüzünü görüp
Muhammed Bâkırın sırrına erip
Câferi Sadıkın dârına durup
Burada ikrarın veren ağlar mı

Mûsâ-yi Kâzımın Tûruna uçup
İmamı Rızânın yurduna göçüp
Küfür köprüsünü ileri geçüp
İmam deryasına dalan ağlar mı

Takî Nakîyi Askerîyi bilen
Hak Muhammed ile Mehdîdir gelen
Her daim kırkların ceminde olan
Muhabbet tadını duyan ağlar mı

Teslim Abdal daim yüksek uçar mı
Erenlere teslim olan kaçar mı
Dört kapudan kırk makamdan geçer mi
Bir olub birliğe yeten ağlar mı’’

Hataî ve Yunus koyarlar korda
Bilene rehberdir yol Teslim Abdal.
Onu arayanlar yanarlar narda,
Arıdır Türkçedir dil Teslim Abdal.

‘‘Gel ha gönül havalanma
Engin ol gönül engin ol
Dünya malına güvenme
Engin ol gönül engin ol

Şu dünyanın hali böyle
Yalan yahşi geçer şöyle
Söyledikçe engin söyle
Engin ol gönül engin ol

Gökte uçar huma kuşu
Bilmeyenler atar taşı
Enginlik gönülün işi
Engin ol gönül engin ol

Teslim Abdal özüm haktır
Sözümün yalanı yoktur
Engin söyle büyüklüktür
Engin ol gönül engin ol’’

Diyardan diyara gezen bir ozan,
Tanrı’yı insanda sezen bir ozan,
Kur’an’ı cemale yazan bir ozan,
Kendine tutunan dal Teslim Abdal.

‘‘Övmüş de yaratmış kendi nurundan
Padişah eylemiş ilin üstüne
Cemalini gördüm salâvat verdim
Çıkılar sokunmuş serin üstüne

Vallahi Kurândır senin sözlerin
Yâsin-i Şerife benzer yüzlerin
İnnâfetahnâ sûresi gözlerin
Vedduha inmiştir dilin üstüne

Kaşların üstüne benler düzülür
İkrarından dönen Haktan üzülür
Ak göğsün üstüne Tebbet yazılur
Ve şemsi inmiştir kolun üstüne

Alnımıza yazıldı böyle yazı
Hak içün kılarız biz de niyazı
Âyetelkürsile güzel ihlâsı
Okudum giderim yolun üstüne

Teslim Abdal eder Şemsin çırası
Errehmandır iki kaşın arası
Güzel Bismillâhla Elham sûresi
Elif lâm mîm inmiş hattın üstüne’’

Gönül kafesinde beslenir iman,
Yaş gelip kemale erdiği zaman,
Bilir ki Azrail dinlemez aman,
Bazen farklı sese tel Teslim Abdal.

‘‘İşte geldim işte gittim
Yağ çiçeği gibi bittim
Şu dünyada ne iş ettim
Ömürcüğüm geçti gitti

Çağırdılar imam geldi
Her biri bir işe yeldi
Azrail pençesin saldı
Can kafesten uçtu gitti

İşte geldi yuyucular
Tenime su koyucular
Kefenim elinde Hoca
Kefenciğim biçti gitti

Ayırdılar ilimizden
İp attılar belimizden
Pek tuttular kolumuzdan
Can cesedden uçtu gitti

İlettiler mezarıma
Sığındım gani kerime
Toprak attılar serime
Gözüm yaşı taştı gitti

İmam telkine başladı
Bir sevapçık iş işledi
Komşular bizi boşladı
Geri dönüp kaçtı gitti

Kabrime bir melek geldi
Bana bir sualcik sordu
Hışm edip bir topuz vurdu
Tebdilciğim şaştı gitti

Teslim Abdal oldu tamam
İşte geldi ahir zaman
Yardımcımız oni kimam
Ten türab karıştı gitti’’

İstemez dünyada istemez köşkü,
Peygamber sevgisi derindir aşkı,
Bellidir sazıyla ederken meşki,
Durularak akan sel Teslim Abdal.

‘‘Canım kurban olsun senin yoluna
Adı güzel kendi güzel Muhammed
Söylenirsin cümle âlem dilinde
Adı güzel kendi güzel Muhammed

Terazinin bir ucunda Haydar oturur
Yanı sıra cümle ümmet yetirir
Elinde de yeşil sancak getirir
Adı güzel kendi güzel Muhammed

Mümin olanların çoktur cefası
Âhirette olur zevki sefası
On sekiz bin âlemin Mustafa’sı
Adı güzel kendi güzel Muhammed

Sen bir Peygambersin şeksiz gümansız
Sana inanmayan dinsiz îmansız
Teslim Abdal neyler dünyayı sensiz
Adı güzel kendi güzel Muhammed’’

Halk ile beraber yaşar halk ile
Olmamış nefsine olmamış köle,
Gördüğü yanlışı getirir dile,
Yozlaşmayı gören kul Teslim Abdal.

‘‘Hey erenler zaman azdı
Bu dünya karışır oldu
Tilkaslana kuyu kazdı
Ha edip erişir oldu

Oğuldur atanın hızı
Dinlenmiyor ulu sözü
Altaylık olmayan kuzu
Koç ile vuruşur oldu

Ata sözü tutmaz uşak
Deve yerin gözler köşük
Küllükte tepinen eşek
At ile yarışır oldu

Palaz üstünde yatmayan
Dudağı yala batmayan
Porsuk ardından gitmeyen
Ceylana erişir oldu

Teslim Abdal zaman azgın
Evlat babasından bezgin
Kokmuş leşe konan guzgun
Turnayla yarışır oldu’’

Dost kıldım gönlüme tarif edeni,
Adını duyardım tanıdım yeni,
Vuslatî okuyup yazınca seni,
Adın Gülce’leşti bil Teslim Abdal.

Osman Öcal










UÇMAĞA VARDI..!
TANRI DAĞINDA...
ATSIZ ATA OTAĞINDA, ULU ATALAR HUZURUNDA DİZ VURMAKTA!