GÖKALP VE TURANCILIK
Turancılık ülküsünün savunucuları ve yayıcıları arasında büyük ve şerefli bir
yeri olan Gökalp’a, ikinci Dünya Savaşı yıllarından beri, sık sık tekrarlanan
iki iddia ile karşı çıkmaya çalışıp durdular. İddialardan birincisi,
Turancılığın bir hayal olduğudur. İkincisi ise, Gökalp’in hayatının sonlarında
Turancılıktan vazgeçmiş bulunduğudur. Bu suretle, Turancılık ülküsünün bir
yönden bir hayal olduğu, diğer taraftan da o ülkünün Türk cemiyetine mal
edilmesinde büyük hizmeti geçen insanın, sonunda ondan vazgeçmesiyle,
savunulacak bir dava olmayacağı sonucu çıkarılmak istenmektedir.
Bu iddiaları her fırsatta ortaya atanların büyük kısmının, başta kızıllar olmak
üzere, Türk ve Türklük düşmanları bulundukları unutulmamalıdır. Türklük
düşmanlarının, milletimize faydalı olan fikir ve hareketleri kötü, Zaralı
olanları iyi göstermeye çalışacakları tabii bulunacağına göre, meseleyi sadece
bu açıdan ele almak dahi, doğru neticeye ulaşabilmek için kafi gelebilir.
Dünya Türklüğünün tek devletin sınırları dahilinde
toplanması fikri ve isteği olan Turancılık, her şeyden önce hayal değildir.
Çünkü geçmişte bir çok kereler gerçekleştirilmiştir. Türkleri ilk defa bir
bayrak altında toplamış olan, milattan önce 209 da Hun’ların başına geçen
Mete’dir. Güçlü kağanların bulunmadığı zamanlarda dağılan Türkler, Çelik pençeli
başbuğların başa geçmeleri üzerine yeniden birleşmişlerdir. Mesela Çengiz Kağan
ve Aksak Temir zamanlarında olduğu gibi… Öteki birleşme devirleri bir yana
bırakılsa bile, sadece Çengiz Ve Temir devri birleşmeleri dahi, Turan ülküsünün
tarihi bir gerçek olduğunu göstermeye yetmez mi?
Hayal, eski çağlarda hiç gerçekleşmemiş düşlünceler ve fikirler için
kullanılabilir. Mesela, bütün milletleri tek devletin sınırları içinde toplamak
ideali(!) gibi… Tarihte muhteşem bir gerçek olan “Türk Birliği” ni hayal diye
kabul etmek ya hayalin ne olduğunu bilmemek, ya tarihten haberi olmamak, ya da
bile bile yalan söylemek ile mümkündür.
Gökalp’in, Turan ülküsü hakkındaki fikir ve inancı, biraz kültür sahibi
olanlarca dahi malumdur. Yazıldığı günlerden zamanımıza kadar on binlerce
Türk’ün hafızalarına nakşedilmiş olan şu mısralar, bunu küçük örnekleridir.
Düşmanın ülkesi viran olacak,
Türkiye büyüyüp Turan olacak!
Son arzumuz budur fani dünyada:
Türk’üz, varacağız Kızılelma’ya..
Demez taş, kaya,
Yürürüz yaya…
Türk’üz gideriz
Kızılelma’ya…
Vatan ne Türkiye’dir Türklere, ne Türkistan,
Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir; Turan:
Bu mühim konu “Türkçülüğün Esasları” nda ise şu satırlar ile ifade
edilmiştir.
“Türkçülüğün uzak mefkuresi, Turan namı altında Oğuzları, Tatarları,
Kırgızları, Özbekleri, Yakutları lisanda, edebiyatta, harsta birleştirmektir. Bu
mefkurenin bir şe’niyet haline geçmesi mümkün mü, yoksa değil mi? Yakın
mefkureler için bu cihet aranırsa da, uzak mefkureler için aranmaz.”
“Yüz milyon Türk’ün bir millet halinde birleşmesi, Türkçüler için en kuvvetli
bir vecd kaynağıdır. Turan mefkuresi olmasaydı, Türkçülük, bu kadar süratle
intişar etmeyecekti. Mamafih kimbilir? Belki istikbalde Turan mefkuresinin
husulü de mümkün olacaktır. Mefkure, istikbalin halikıdır. Dün Türkler için
hayali bir mefkure halinde bulunan “milli devlet“ bugün, Türkiye’de bir şe’niyet
halini almıştır.
O halde, Türkçülüğü, mefkuresinin büyüklüğü noktasında üç dereceye
ayırabiliriz:
1-Türkiyecilik
2- Oğuzculuk veya Türkmencilik
3-Turancılık
Bu gün şe’niyet sahasında yalnız Türkiyecilik vardır. Fakat ruhların büyük bir
bir iştiyakla aradığı “Kızılelma” şe’niyet sahasında değil, hayal sahasındadır.
Türk köylüsü “Kızılelma’yı tahayyül ederken, gözünün önüne eski Türk
İlhanlıkları gelir. Filhakika, Turan mefkuresi mazide bir hayal değil, bir
şe’niyetti.
Milattan 210 sene evvel Hun Hükümdarı Mete Kun’lar (Hunlar) namı altında bütün
Türkleri birleştirdiği zaman “Turan “ mefkuresi bir şe’niyet haline girmişti.
Hunlardan sonra Avarlar, Avarlardan sonra Gök Türkler, Gök Türklerden sonra
Oğuzlar, bunlardan sonra Kırgız Kazaklar, daha sonra Gür Han, Çengiz Han ve
sonuncu olmak üzere Temurlenk, Turan mefkuresini şe’niyet haline getirmediler
mi?”
“Turan, bütün Türklerin mazide ve belki de
istikbalde bir şe’niyet olan büyük vatanıdır.”
Gökalp’in hayatının sonlarında bu davadan vazgeçtiği iddiası ise, son yıllarında
yazdığı yazılarda, Turan mefkuresinden bahsetmemiş olmasına dayandırılmaktadır.
Birinci Dünya Savaşı’nın yenilgimizle bitmesinden sonra, Ziya Gökalp’in, tevkif
olunan diğer kimselerle birlikte Malta’ya sürüldüğü malumdur. Malta’dan kurtulup
Türkiye’ye dönmesiden sonraki yıllar ile ölümü arasında ki zamanın kısalığı da
bilinmeyen bir şey değildir. Yani ne Malta yılları, ne de Türkiye’deki son
seneleri, “Büyük Türklük Ülküsü” üzerine yazılar yazılacak, yazılabilecek
zamanlar olamazdı. Zaten, daha önceki yıllarda, bu konuda yazılması gerekli
olanları da, lüzumu kadar yazmış değil mi idi?
Ve sonra, Turancılık mefkuresi, Gökalp’in şahsına ait bir mesele mi idi ki,
ondan sonrakiler, bu ülkü yolundaki tutum ve davranışlarını Gökalp’in tutum ve
davranışları ile ayarlamak mecburiyetinde görülsünler? Değil bir Gökalp, daha
bilmem ne kadar fikir adamı dahi vaz etmiş olsalar, Turancılık ülküsü, Türk
soyunun ülküsü olmakta yine de devam edecektir.
İddianın, hangi yönden ele alınırsa alınsın, ne kadar manasız, ne derece akıl ve
mantık dışı olduğu görülmektedir.
Turancılık ülküsü, Türk soyunun ülküsüdür. Onu
beğenmeyenler, lüzumsuz veya tehlikeli bulanlar hatta karşısına dikilip
baltalamaya çalışanlar bulunabilir. Fakat bunlar, Turancılığın Türk soyunun
ülküsü olduğu gerçeğini değiştirmez. Bu sebeptendir ki, bütün yıkıcı
propagandalara, hileli oyunlara ve hatta baskılara rağmen, genç nesillerin
ruhlarını ilahi bir ateş gibi sarmaya devam etmektedir. Ve günü gelince, Türk’ün
içinden çıkacak demir bilekli ve çelik iradeli bir oğlunun buyruğunda bu büyük
ülkü mutlaka gerçekleşecektir.
177-8927