AVRUPA BİRLİĞİ'NE NEDEN HAYIR -3
Bu sebeple de Türkiye'nin AB üyeliğine "Hayır" diyoruz.
Katılım Ortaklığı Belgesinde (KOB) Türkiye'nin Bütünlüğüne Karşı Hükümler KOB'nin Andıç, Giriş, Amaç bölümlerinden itibaren demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hakları ile birlikte "Azınlıklar" ve hakları konusu öncelikle vurgulanmaktadır.
KOB'deki azınlıklarla ilgili hükümleri incelerken aşağıdaki dip nota41 çıkarılan yayınlar
atırlanmalı ve dikkate alınarak birarada düşünülmelidir.
Avrupa'nın Etnik Parselasyonu ve Alman Vakıfları ve Bergama Dosyası adlı
yayınlar incelenmeden konu ile ilgili gelişmelere doğru teşhis konulamaz.
Aşağıya çıkarılan yayınlardan 1'incisi, Almanya'nın diğer ülkeleri bölmek için
gerçekleştirdikleri kuruluşları ve çalışmaları; 2'ncisi gene Almanya'nın diğer
ülkelerdeki olumsuz girişimlerini yönlendiren siyasi parti vakıflarının
çalışmalarını; 3'üncüsü, Almanya'nın Türkiye'de yaptırdığı (Almanya'yı gizlemek
için kitap önce ıngilizce yayımlanmış sonra Almanca'ya çevrilmiştir.) bir
araştırmayı; 4'üncüsü Türkiye'de yapılan aynı konudaki bir araştırmayı
açıklamaktadır.
KOB'deki hükümler, dipnotta verilen yayınlarda açıklanan, Türkiye'nin
bölünmesine yönelik amaç ve fikirlerle birlikte değerlendirildiğinde, gerçek
anlamlarına kavuşmaktadır.
KOB'nin Kısa vade, Geliştirilmiş Diyalog ve Siyasi Kriterler'in 2'nci Md.si
şöyledir:"... ifade özgürlüğü ile ilgili hukuki ve anayasal garantilerin
güçlendirilmesi. şiddet yanlısı olmayan görüşleri dile getirmekten hüküm giymiş
kişilerin durumuna eğilinmesi."
Bu hüküm, özellikle Terör kanununun 8'inci maddesindeki bölücülük
propagandasının yasaklanmasının kaldırılmasına ve bu maddeden ceza alanların
durumlarının düzeltilmesine yönelik. Propaganda'nın en etkili silah olduğu
gerçeği göz ardı edilerek 8'inci Md ve Türk Ceza kanununda birçok madde
değiştirilmekte ve Türk Devletinin bölücü propaganda ve terör karşısında güçsüz
kalmasına sebep olunmaktadır.
Halbuki bu yasalar yıllarca acı çektiren terör olaylarının deneylerinin
sonuçlarıydı. Azap çekilerek, kan dökülerek edinilen birikimler sonucu yasa
hükmü haline getirilmişlerdi. AB'ye hoş görünmek için, AB'nin Türkiye'yi zayıf
düşürmek, bölmek amacı unutularak, maddeler birkaç günde cılızlaştırılıp,
değiştiriliyor.
Siyasi kriterler arasında şu ilkeler bulunuyor: "Türk vatandaşlarının televizyon
ve radyo yayıncılığında anadillerini kullanmalarını yasaklayan hukuki
düzenlemeler varsa kaldırılması.", "Kökenlerine bakılmaksızın tüm vatandaşlar
için kültürel hakların garanti edilmesi ve kültürel çeşitliliğin sağlanması.
Eğitim alanı da dahil olmak üzere bu hakların kullanılmasını önleyen tüm yasal
hükümlerin kaldırılması."
Bu hükümler, Osmanlı ımparatorluğu'nun dağılış dönemini yaşayan Atatürk'ün şu
sözleri ile birlikte değerlendirilmelidir: "Biz Balkanları niçin kaybettik
biliyor musunuz? Bunun tek bir sebebi vardır. Bu da islav araştırma
cemiyetlerinin kurduğu dil kurumlarıdır, bizim içimizdeki insanların milli
şuurlarını uyandırdığı zaman biz Balkanlar'da Trakya hudutlarına çekildik."
KOB'nin "Bölgesel Politika ve Yapısal Unsurların Eşgüdümü" başlığı altında
ilginç konular gündeme getiriliyor: "ıstatistik! amaçlarla bölgesel birimlerin
isimlendirilmesi". "Etkin bir bölgesel politika geliştirilmesi için bir strateji
benimsenmesi". "Türkiye'nin planlama sürecinde proje seçimi bakımından bölgesel
politika kriterleri oluşturulmasına başlanılması."
Orta Vade Siyasi Kriterler arasında da "Güneydoğuda geriye kalan olağanüstü hal
uygulamalarının kaldırılması" bulunuyor. ıdari ve Adli Kapasitenin
Güçlendirilmesi başlığı altında da bölgeciliği güçlendirecek önlemler
önerilmektedir.
Kısa Vadeli Siyasi Kriterler'de şu hüküm bulunmaktadır: "Tüm vatandaşların
ekonomik, sosyal ve kültürel imkanlarının artırılması amacıyla, bölgesel
farklılıkların azaltılması ve özellikle Güneydoğudaki durumun iyileştirilmesi
için kapsamlı bir yaklaşım geliştirilmesi."
Avrupa Parlamentosunun Türkiye'de Bölücülüğü Destekleyen Kararları
Bu kararlar ayrıntılı olarak Türk-ış'in yayımladığı "AB Türkiye'den Ne ıstiyor" başlıklı broşürde bulunmaktadır. ülkemizin bütünlüğüne inanan, Atatürk'ün kurduğu cumhuriyete sahip çıkması gereken herkes, Ek. A'daki AP kararlarının tamamım okumalıdır. Broşür iyi incelendiği zaman AB'nin Türkiye'yi bölme amacını gizlemediği görülecektir. ısveç Dışişleri Bakanlığının araştırmacısı Dr. E. Deverelle konu ile ilgili olarak şu açıklamayı yapıyor: "AB'nin talepleri yerine getirilecek olursa PKK ve Radikal ıslam için hareket sahası genişler... AB anlayışlı davranmıyor, sadece talep ediyor... Türkiye'nin bulunduğu coğrafya istikrarlı değil... Ordu'nun siyasete etkisi sorun kabul ediliyor..." Türkiye 20 yıla yakın bir süre PKK terörü ile mücadele etmiş; 30 bin insanını, yüz milyar dolara yakın kaynağım ve 20 yılını kaybetmiştir. AB üyesi olmamız sonucu; Avrupa Parlamentosunda üye olabilmek, ticaretin yollarını açmak, ısrail'i memnun etmek için bazı kimseler AB üyesi olmamızı istiyor diye, ne ülkenin bütünlüğü tehlikeye atılmalı ne de yeni terör olaylarına ortam hazırlanmalıdır. Türkiye'ye yönelik bütün bu tehditlere karşı koyabilmenin ilk yolu ve son yolu Avrupa Birliğine "Hayır" diyebilmekten geçiyor.
Avrupa ınsan Hakları konusunu politikalarında bir araç olarak kullanıyor.
ınsan Hakları konusunda Türkiye'ye yol göstermeye çalışanlar; Emperyalizmi, Komünizmi, Faşizmi, Nazizmi yaratarak kendileri dahil bütün insanlığa azap çektirenler, insan fırını işleticileri değil mi? Aynı insanlar aralarına sığınmış Türkleri evleri ile birlikte ailece yakmadılar mı? Tek başına Baader - Meinhof teröristlerine yaptıkları dahi, Avrupalıların sicillerini açıklamaya yetişir. Baader - Meinhof solcu olduklarını söyleyen bir eylem grubuydu. Başkanları Andreas Baader (1943 - 1972) ve Ulrike Meinhof (1934-1976) idi. Banka soydular, ABD üslerine bazı saldırılarda bulundular. Filistinlilere destek verdiler. Hapsedildiler, kaçtılar, tekrar yakalandılar. Bu defa koğuşlu cezaevlerine değil "F" tipi ceza evlerine kondular. ıntihar eden Meinhoftan sonra üç arkadaşı ölü bulundu. Tabanca ile aynı gün aynı saatte ayrı hücrelerde intihar etmişlerdi. Hücrelere tabancaları kim sokmuş olabilir? Baader; otopsi raporuna göre, intihar ederken ense köküne iki, şakağına üç kurşun sıkmıştı. Herhalde beş defa intihar etti; dördünde dirildi beşincisinde artık dirilemedi! AB Komisyonu'nun Türkiye Temsilcisi Büyükelçi Karen Fogg, kendi evinde verdiği bir resepsiyona Dışişleri Bakanlığı müsteşarını, ANAP ıstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'yı, DıSK Başkanı'nı ve bazı sivil toplum örgüt temsilcilerini çağırmış, kendilerine Kürtçe şarkı dinletmiştir. Karen Foog 2001 yılında Tunceli'de yapılan toplantılara katılmış ve Tunceli'ye girince yanındakilere asılı Türk bayraklarını göstererek, onların yerine san, kırmızı, yeşil bayraklar görmeyi beklediğini söylemiştir. Avrupa Parlamentosu'nda PKK üyelerinin de katılımıyla Parlamento çatısı altında Kürt sorununu ele alan bir toplantı düzenlendi. AP içinde temsil edilen hemen her gruptan bir temsilcinin bulunduğu toplantıya PKK adına Avrupa sözcüsü Cevdet Amed katıldı. ... AB'den dört istekte bulunuldu. Abdullah öcalan'ın tutukluluk şartlarının normalleştirilmesi ve iyileştirilmesi; ıdam cezasının kaldırılması için Türkiye'ye baskı yapılması; Kürt sorununun bir an önce siyasi çözüme kavuşturulması; Kürt sorununun Türkiye'nin AB'ye katılımı açısından ön koşul olarak gösterilmesi. Bu toplantıya "hami" rolünde Madam Mitterand ve Yeşiller Milletvekili Ozan Ceyhun da katıldı. AB Genişleme Dairesi Türkiye Masası şefi Servantil PKK Başkanlık Konseyini muhatap alarak 20 Kasım 2000 tarihinde resmi bir yazı yazmıştır. Mektupta Komisyon'un "azınlık hakları ve azınlıkların korunması" konusundaki tutumu yinelenmiş ve PKK'ya derin saygılar sunulmuştur. AP parlamenterlerinden Matti Wuori tarafından kaleme alınan ve Genel Kurul tarafından kabul edilen "Dünyada ınsan Hakları 2000 raporu, ve buna bağlı tavsiye kararında" Türkiye'nin AB üyelik kriterlerini yerine getirebilmesi için ülkenin güneydoğusunda yaşayan Kürt toplumu ve azınlıkların siyasi sorunlarına çözüm bulması gerektiği" belirtilmiştir. Avrupa Parlamentosunun toplantıda bulunduğu sırada yasadışı sol örgüte mensup üç militan, Türk cezaevlerindeki ölüm oruçlarını desteklemek için Genel Kurulda korsan gösteri düzenlemiştir. Birkaç ay önceki bir basın toplantısında da Dışişleri Bakanı ısmail Cem konuşurken iki eylemci salonu basarak, Dışişleri Bakanımızın konuşmasını engellemişti. Avrupa Parlamentosundan Türkiye'nin lehinde bir karar çıktığını ben hatırlamıyorum. Bu parlamento, AB üyesi olduğumuz zaman Türkiye'ye yönelik yasama yetkilerine, daha açıkçası Türkiye üzerinde egemenlik haklarına sahip olacak. O zaman başımıza gelecekleri iyi düşünmeliyiz. Yukarıdaki kararlar ve Ek-A'da açıklanan diğer kararlar incelendiğinde Türkiye ile ilgili ne kadar haksız, amaçlı, daha hakçası "Doğu Sorunu'nu" gerçekleştirmeye yönelik olarak kötü amaçlı kararlar alınabileceğini anlamak zor değil. TüSıAD (Türk Sanayicileri ve ışadamları Derneği) hazırladığı "Demokratikleşme Raporun”da Devletin Kürtçe eğitim ve kurs düzenlemesini, Anayasa'da Türkçe'nin "resmi dil" olarak tanımlanmasını istemiştir. Bu raporun açıklandığı sütunların üzerine Tunca özilhan, Mustafa Koç ve Can Paker'in bulunduğu resim konmuş. Nedense Tüsiad'ın konu ile yakından ilgili Bşk. Yrd.sı Aldo Kaslowski ne resimde görünüyor, ne de metinde ismi geçiyor. Anayasamızın 3'üncü Md. 1inci fıkrasında: "Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir." hükmü bulunuyor. Anayasamızın 4'üncü Md.ne göre ise: Anayasanın 1'inci, 2'nci, 3'üncü maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez. Sayın Savcılar, Anayasal suç işlenmektedir.
Katılım Ortaklığında Mali Konular
KO Açıklayıcı Andıcında belgenin mali yönünü belirleyen aşağıdaki hükümler bulunuyor: "Ekli karar taslağının hiçbir mali yansıması bulunmamaktadır", "Gerçekleştirilecek mali işbirliği, Katılım Ortaklığında belirtilen öncelikler çerçevesinde hayata geçirilecektir." "Topluluk yardımı, temel unsurların karşılanması ve özellikle Kopenhag Kriterlerinin yerine getirilmesi koşuluna bağlıdır. Temel bir unsurun karşılanmadığı bir durumda, Komisyondan gelen bir öneri üzerine Konsey nitelikli oy çoğunluğu ile karar alarak, herhangi bir katılım öncesi yardıma ilişkin uygun önlemleri alabilir." Koşullar başlığı altında yardımın yapılmasını yeniden koşullandırıyor: "Proje finansmanları" ile ilgili "topluluk yardımları, Ortaklık Anlaşması, Gümrük Birliği... gibi AT - Türkiye Ortaklık Konseyi'nin ilgili kararları çerçevesindeki yükümlülüklerine saygı gösterilmesine bağlıdır." AB Türkiye'ye vermeyi vaad ettiği yardımları çeşitli bahanelerle vermemekte veya üç - beş doları bölücülüğü destekleyecek şartlara bağlamaktadır. Türkiye; Yunanistan, Japonya, Portekiz gibi 30-50 milyar dolar yardım alacağım ummamalıdır. Aslında yardım alan ve bekleyen 12 aday ülke daha bulunuyor. Türkiye mali kriz geçirirken AB tek "cent" yardım yapmadı. Anlaşmalarla vaad ettiği yardımları dahi çeşitli bahanelerle vermiyor.
Ekonomik ve Mali Konular
Türkiye'ye yapılacak mali yardımlar KO'nm Programlama (5'inci Md), Koşullar (6'ncı Md), ızleme (7'nci Md) başlıkları altında açıklanmıştır. önemli ilkeleri içeren bu maddeler Ek - E'dedir. Bu maddelerde bulunan çok çarpıcı bazı paragraflar aşağıya çıkarılmıştır: "Türkiye 1996-1999 döneminde, yıllık ortalama 90 milyon Euro'nun biraz üzerinde olmak üzere 376 milyon Euro hibe yardımı almıştır."
"2000'den itibaren Türkiye'ye ayrılacak yıllık tahsisat...". "AT- Türkiye Gümrük Birliğini derinleştirecek önlemlerin uygulanması için 3 yıl boyunca yılda 5 milyon Euro'yu öngörmektedir. Onay sürecinde olan ikinci tüzük, Türkiye'de ekonomik ve sosyal kalkınmayı teşvik edecek tedbirlerin alınmasına yönelik olup 3 yıl boyunca yılda 45 milyon Euro sağlayacaktır." Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyeti, bu maskara rakamlar için el açmaya mahkum edenler üzülmelidir. Sadece Yunanistan'a günümüze kadar on milyarlarca dolar destek veren AB'nin Türkiye'ye karşı tutumu, üye olduğumuz zaman ne gibi küçültücü tavırlarla karşılaşacağımızın örneğidir. Koşullar (6'ncı Md) bölümünün birinci fıkrası şöyledir: "Türkiye için katılma öncesi unsurları aracılığı ile proje finansmanı için sağlanacak Topluluk yardımı, Türkiye'nin Ortaklık Anlaşması, Gümrük Birliği ve örneğin tarım ürünleri için ticaret rejimi gibi AT- Türkiye Ortaklık Konseyi'nin ilgili kararları çerçevesindeki yükümlülüklerine saygı göstermesine bağlıdır." ... "Bu genel koşullara uymamazlık, önerilen tek çerçeve yönetmeliğinin 4'üncü maddesi çerçevesinde, Konsey tarafından mali yardımların askıya alınması kararı alınması sonucunu doğurabilecektir." Benzer küçültücü hükümler başka başlıklar altında da bulunuyor. Tek başına bu konu kahrolmaya yeter.
Binlerce yıllık ulusal onurumuz yaralanıyor. ılk anti-emperyalist mücadeleyi veren ulusumuz emperyalist dünya ile entegrasyona yönlendiriliyor. S. P. Huntington tanınmış makalesinde şunları söylüyor51: "Batı IMF ve diğer milletlerarası ekonomik kuruluşlar sayesinde kendi iktisadi menfaatlarını terviç52 ediyor ve uygun olanını kendi düşündüğü ekonomik politikaları diğer milletlere zorla kabul ettiriyor. IMF Batılı olmayan milletlerin herhangi birinin tepesinde, hiç şüphesiz maliye bakanları ve diğerlerinden birkaçının desteğini kazanacak..." George Arbatov IMF memurlarını "... Ekonomik ve siyasi idareye yabancı kaideler dayatmayı, ekonomik hürriyeti boğmayı seven yeni Bolşevikler" olarak vasıflandırıyor.
AB Fonları ve Bölgesel Gelişme
FEDER (Avrupa Bölgesel Gelişme Fonu) OTP (Ortak Tarım Politikasından) sonraki en kapsamlı ikinci politikadır. 1975 yılında kurulmuştur. 2000-2006 arası yedi yıllık dönemde 15 üye ülkenin belirli bölgelerine 200 milyar euro destek verecektir. Maastricht'te ASF (Avrupa Sosyal Fonu) 1994'te UF (Uyum Fonu) yaratılmıştır: ıslanda, ıspanya, Portekiz ve Yunanistan'a 2000-2006 yıllarında 18 milyar euro destek verecektir. FEOGA, ıFOP ve ıSPA da bölgesel gelişmeye katkı sağlayan mali kaynaklardır. ıSPA 10 Orta ve Doğu Avrupa aday ülkesinin yararlandığı, çevre ve ulaşım projelerine yönelik yapısal bir fondur. 7.3 milyar euro'luk bir destek öngörmektedir. 2000-2006 yılı üyelere ve aday ülkelere yönelik bölgesel fonları, toplam 240 milyar euro civarındadır. Amaç daha homojen bir yapı oluşturmaktır. AB'de bölgeler gelişmişlik açısından üçe ayrılmaktadır: NUTS: ıstatistiki Yönelsel Birimler Katalogu. NUTS l Güçlü ekonomik bölgesel alanlar. NUTS 2 Daha çok vilayet düzeyindeki yönetsel birimler. NUTS 3 Kırsal temelde yönetsel birimler. AB; KOB ile 2001 yılı sonuna kadar, Türkiye'den de bir NUTS hazırlamasını istemiştir. Türkiye 2001 yılı ilerleme raporunda bu konuda eleştiriler almıştır. AB Türkiye'ye yardımları tek çatı altında toplama sözü vermiş fakat bu sözünü yerine getirmemiştir. AB Konseyi tarafından onaylanan yönetmelikte bu husus yer almamıştır. Geri kalmış bölgeler için sosyal ve ekonomik yardım olarak 135 milyon euro; gümrük birliğini desteklemek için 15 milyon euro; Akdeniz Fonu olarak bilinen MEDA2 yardımı olarak 380 milyon euro ayrı ayrı onaylanmıştır. 530 milyon euro tutarında olan ve üç yıla bölünen yardım tek meblağ olarak kabul edilmemiştir. Böylece Türkiye'nin her üç yardım için ayrı başvurması gerekiyor. ışlem ağırlaştırılıyor, zorlaştırılıyor sonuca ulaşılması geciktiriliyor. Nedeni ile ilgili sorulara cevap dahi verilmemiştir." Verilecek meblağ 530 milyon euro'dur. Diğer üye ülkelerin herbirisine daha önce verilen 30-40'ar milyar dolara yakın desteğe ek olarak 2000-2006 yılları arasında 240 milyar euro civarında destek verileceğine yukarıda değinilmişti. AB'nin Türkiye ili ilgili niyetlerini iyi incelememı2 gerekiyor. Bunun için yeterince belirtiye (emare) sahibiz.
Göç Sorunu
AB; Temel Haklar şartı'nın 18'inci maddesi ile; dış ülkelerden sığınanlara geniş haklar tanınmaktadır. Diğer maddelerde; toplu sürgün yasaklanıyor; idam, işkence, aşağılayıcı muamele yapan ülkelere sığınmacıların geri gönderilmesi durduruluyor. Verilen olanaktan yararlanan Orta Doğulu, Güney Asyalı, Afrikalı göçmenlerden Avrupa Birliği büyük ölçüde rahatsızlık duymaktadır. Türkiye AB üyesi olmadığı için Temel Haklar şartı'na bağlı değildir. Birleşmiş Milletler 1951 Cenevre Sözleşmesine koyduğu çekince ile, "Doğu'dan olan göçleri kendi ülkelerine iade hakkı" almıştır ve uygulamaktadır. Buna karşılık bir kısım göç Avrupa'ya Türkiye'den geçerek yapılmaktadır. Bu durumdan rahatsız olan Avrupa Birliği göçlerin Türkiye'de durdurulması için 1951 Cenevre sözleşmesine konan çekincenin kaldırılmasını istiyor. Türkiye'ye verilen Katılım Ortaklığı Belgesi'nin ıç ışleri başlığı altındaki bölümüne şu tuzak hüküm konmuş bulunuyor: "ıltica alanında 1951 Cenevre sözleşmesi için getirilen coğrafi rezervin kaldırılması ve mülteciler için ikamet ve sosyal destek birimlerinin geliştirilmesi." Türkiye Katılım Ortaklığı Belgesindeki bu hükmü kabul ederse, veya ileride Avrupa Birliği üyesi olursa "AB Temel Haklar şartı"nı aynen uygulamak durumunda kalacak ve göçlerin önemli bölümü Türkiye'de yığılacaktır. Böylece, Avrupa bir sorununu büyük ölçüde çözüme kavuşturacaktır. Buna karşılık Türkiye'de yeni yatırım ve masraf kapısı açılacak, göçmenlerin diğer bütün sorunlarına çare bulunması gerekecektir.
Serbest ışçi Akımı
Türkiye ile Avrupa Ekonomik Topluluğu Arasında Bir Ortaklık Yaratan Anlaşma'nın55 (Ankara Anlaşması 1963) 12'nci maddesi ve bu maddede atıf yapılan topluluğu kuran anlaşmanın (Roma 1957) 48'inci, 49'uncu, 50'nci maddeleri gereğince Serbest ışçi akımının en geç geçiş döneminin sonunda (1987) başlaması gerekiyordu. Topluluğun temel ilkelerinden olan ve Roma Anlaşmasının 3'üncü Md. C fıkrasına dayandırılan serbest dolaşım hakkının uygulanmasına, Ankara Anlaşmasındaki hükme rağmen izin verilmiyor. Ekonomik ve sosyal açıdan yararlı olacak bu anlaşma hükmü gibi, Türkiye'ye yapılması vaadedilen maskara değerindeki küçük yardımlar da, Yunanistan vetosu arkasına saklanılarak verilmiyor. Gerçekte bir anlaşma hükmünün uygulanmasına hiçbir kurum engel olamamalı
III. BöLüM
BIZANS' VERILEN CAN SUYU
Bizans'in canlandirilmasi; Türkiye Cumhuriyetinin üzerine Bizans'in kurulmasi için çalismalar yapildigim, tarihi ve güncel gelismeleri biraz izleyen her Türk vatandasi görebilir, bilir. Türkiye'nin Avrupa Birligi üyeliginin, baska bir anlatimla Türkiye'nin Avrupa'nin bir eyaleti olmasinin, Bizans'in canlandirilmasini kolaylastiracagini, hizlandiracagini da Avrupa Birligi yapisini çok az inceleyenler degerlendirebilir. Peki, neden Avrupa Birligi üyesi olmamiz için ugrasirlar? Bunu ben de bilmiyorum. Yakin geçmisteki bazi gelismeleri hatirlamakta yarar var.
Bizans Toplantilari
Bizans la ilgili olarak son yillarin ilk toplantisi; Bogaziçi üniversitesi Rektörlük binasinda yapilan seminerdir. Organizasyon Institut Français d'Etud Anatoliennes (Fransiz Anadolu Arastirmalari Enstitüsü) tarafindan gerçeklestirilmis, Türkiye Bilimler Akademisi destek vermis, Yapi Kredi Bankasi masraflari üstlenmistir. 20'ncisi 19-25 Agustos 2001 tarihlerinde Fransa'da yapilmasi planlanan Bizans'la ilgili toplantilarin ilki 1929 yilinda Bükres'te yapilmisti. Daha sonraki Brüksel ve Kopenhag toplantilarinda göstericiler "Türkleri Asya steplerine atalim, Ayasofya'yi kilise yapalim" sloganlari atmislardi. 7-10 Nisan 1999 tarihinde Bogaziçi üniversitesinde yapilan toplanti Amerikan Ortodokslarinin kontrolunda sekillenmis, birçok ülkeden Bizans uzmani (Bizantolog) katilmistir. Toplantida Zeyrek Camisinin de müze haline getirilmesi istenmis, koridorlarda Sultan Ahmet'teki Hipodromun meydana çikarilmasi için Sultanahmet camisi dahil çevresindeki birçok Türk eserinin yikilmasi dile getirilmistir.57 19- 25 Agustos 2001 tarihinde Paris - Sorbon üniversitesinde, Cumhurbaskani J. Chirac'in himayesinde 20'nci Uluslararasi Bizans Arastirmalari kongresi planlandi. Konferansa Hollanda, Sirbistan, Yunanistan, Romanya, Italya, Almanya, Ingiltere; ABD, Ukrayna, Avusturya, Belçika ve Fransa'dan 200'den fazla Bizantolog çagrildi. Genel istek "Bizans eserlerinin aslina uygun olarak kullanilmasi" idi. örnek olarak, Ayasofya'nin kilise yapilmasinin dolayli olarak dile getirilmesi beklenmistir. "Istanbul'da Vatikan gibi Ortodoks Dini Devletinin kurulmasi da prensip olarak öngörülmektedir. ABD, Rusya ve Avrupa Birligi'nin hedefi, "surlar" içinde Istanbul Ortodoks Dini Devletinin topragi ve Ayasofya da merkezi olacaktir. Patrikhane ve Ayasofya çevresindeki binalari alarak Patrikhane'ye bagislamak için çesitli oyunlar sergileniyor. Halen Fransa'da 100'ü askin, Bizans'la ilgili dernek, vakif, enstitü bulunmaktadir. Türkiye AB üyesi oldugu zaman çesitli kademelerde alacaklari karar ve uygulamalarla bu amaçlarina kolaylikla ulasacaklar. AB muhipleri bütün bu gelismeleri hesaba katmalilar.
Dogu Sorunu (Sark Meselesi)
Düsünce olarak çok eskilere, Haçli Seferlerine dayanan Dogu Sorunu konusu Avrupalilarin zihinlerine yerlesmistir. Türkiye ve Türklerle ilgili bütün düsünce ve davranislarim etkilemekte, yönlendirmektedir. Bunu görmemezlikten gelirsek sadece kendimizi aldatmis oluruz. Konu asagiya bir kismi çikarilan çesitli vesilelerle daima beslenmekte ve canli tutulmaktadir. Son yillardaki birkaç olay dahi yeterli taniktir: Ermenilerin diplomatlarimiza karsi gerçeklestirdikleri terör olaylari; 1915 tehcirinin birçok parlamento ve Avrupa Parlamentosu tarafindan soykirim olarak kabulü; Anadolu Ekspresi Filmi; hazirlanmakta olan Ararat filmi; 1970, 1980 öncesi ve sonrasi (PKK) terör olaylarina Avrupa tarafindan verilen destek; Avrupa Birligi yasama organinin Avrupa Parlamentosunun Ek-A'da verilen ve Türk Is tarafindan yayimlanan brosürde açiklanan Türkiye ile ilgili düsmanca kararlan... Dogu Sorunu denilen olay, dis ülkelerin Türkiye'ye karsi uyguladiklari politikalarin en uç noktasina verilen isimdir. Dünümüzü ve bugünümüzü; askeri ve ulusal yasamimizi sanildiginin çok üstünde etkilemistir, etkilemeye de devam etmektedir. Konu günümüzde de açik açik islenmekte ve canli tutulmaya çalisilmaktadir. 1997 yilinda yayimlanan Kimlik Mekanlari isimli yayinda su bagnaz ifade yer aliyor: "Bu yüzyilin büyük bir kismi boyunca Sovyet Imparatorlugu doguda tabii bir sinir olusturduysa da soguk savasin bitimi bu EHVEN duruma son vermis oldu. Bir kere daha DOGU SORUNU gündeme gelmis oluyor. Gerçekten de Balkan Sorununun Avrupa medyasinda tekrar mansetlere çikmasiyla birlikte karsi karsiya kaldigimiz durum Tarihin Sonu'ndan ziyade tarihin geri dönüsüne benzemektedir." Bu açiklama çok önemli hususlari içeriyor: Soguk Savas döneminde yüzlerce Tümen kara gücü, binlerce uçak, on binlerce tank, füzeler ve atom silahlari ile SSCB'nin Avrupa'yi tehdit etmesini DOGU SORUNU'ndan EHVEN, daha hafif, daha az kötü buluyorlar, DOGU SORUNU'nun gündeme gelisini TARIHIN GERI DöNüSü olarak degerlendiriyorlar. Dogu Sorunu'nun ismi 19'uncu yüzyilda konmustur. Ancak bir sorun olarak algilanmasi 11'inci yüzyila kadar gider. Malazgirt Meydan Muharebesi ile (26 Agustos 1071) Batililarin karsi harekete geçtigi 1'inci Haçli Seferi arasinda (1096) 25 yil, o döneme göre çok kisa, bir zaman farki vardir. 1095 yilinda Bizans Imparatoru Ortodoks 1'inci A. Komnenos, Katolik Kilisesinden, Papa Urbanus II'den yardim istemis ve "Türklerin Hiristiyan ülkelerin merkezlerine girdigini" belirterek bütün Hiristiyan dünyasindan yardim çagrisinda bulunmus, Papa Paris toplantisinda "Türklere" karsi Haçli Seferlerini baslatmistir.61 E. Driault, Faruk Sümer, Fikret Isiltan, S. Runciman gibi birçok tarihçi Dogu Sorunu'nu ll'inci yy.a baglarlar. Lord Curzon Sevr anlasmasi öncesinde Ingiliz Hükümetine verdigi Memorandum'a sunlari yazacaktir: "Türkleri Avrupa'dan ve Istanbul'dan sürmek için, Avrupa'nin besyüz yildir bekledigi firsat dogmustur; bu firsat asla kaçirilmamalidir." Ben inaniyorum ki, günümüzde bu firsat Avrupa Birligi üyeligi ile Avrupalilara altin kase içinde kendi elimizle tekrar verilmektedir. Dogu Sorunu ismi 19'uncu yüzyilda Viyana (1815) ve Paris (1856) toplantilarinda gündeme gelmistir. Viyana Kongresinde Osmanli Imparatorlugu taraf degildir. Bu Kongrede Napolyon savaslari sonrasinda Avrupa siyasi cografyasi yeniden yapilandirilmistir. Viyana Kongresinde Rus çari Alexandr, Napolyon savaslarinda Rusya'nin üstlendigi agir yükten ve basarilardan aldigi güçle su teklifte bulunmustur: 1. Türkler Avrupa'dan (Balkanlardan) atilmali. 2. Türkleri Anadolu'dan atalim. 3. Bütün Türkleri, Orta Asya steplerinde açlik, hastalik, katliam ile çiktiklari yerde yok edelim. Dogu Sorununun amacina ulasmasi için günümüzde su asamalarin düsünüldügünün güçlü emareleri bulunuyor: 1. Kibris'in ve Ege Denizi'nin, AB siyasi kriterleri arasina alinarak Türkiye'den koparilmasi. 2. Istanbul surlari içinde Ortodoks kilisesine bagli bir din devleti kurulmasi. 3. Ayasofya dahil Türkiye'deki bütün eski kiliseleri canlandirarak ve Türkiye üzerinde misyoner faaliyetleri yogunlastirarak Anadolu'nun yumusatilmasi. 4. Türkiye'nin bölünmesi ve Avrupa Birligi içinde ekonomik, sosyal ve politik olarak uydulastirilmasi. Bu asamalarla ilgili emarelerden çok az bir kismi asagiya çikarilmistir: Batililar Heybeli Ada Ruhban Okulunun açilmasi hatta üniversite düzeyine çikarilmasi için baski yapiyor; Bati Trakya'da Müftü seçimini önlemeye çalisiyor. Seçilen müftüye hapis cezalari verirken, Patrik seçimi kendi içinde serbestçe icra ediliyor; 1821 Mora ayaklanmasinda 60 bin Türk katledilirken "Mora'da ve dünyada Türk kalmayincaya kadar ölüm" slogani bugün, "ölüm" yerine savas sözcügü konarak, ilkokul ögrencilerine yemin metni olarak kullaniliyor; 3 Temmuz 1990'da eski Patrik Dimitrios Papadopuolos Bush tarafindan devlet baskani protokolü ile karsilanmis, kendisine tahsis edilen uçak ve otomobillerde çift basli kartal (Bizans armasi) forsu kullanilmistir; 1962 yilinda ikinci Vatikan Konsiline Ortodoks Patrigi davet edildi ve Istanbul'da Ortodoks Devletinin kurulmasi karari alindi; 20 Nisan 1994 yilinda Avrupa Parlamentosunda konusan Patrik devlet baskani ve ekümen islemi gördü; Boris Yeltsin'in Atina ziyaretinde Rusya - Yunanistan arasinda imzalanan 12 maddelik ikili anlasmanin 10'uncu maddesinde Istanbul'da Vatikan gibi Ortodoks dini devletinin kurulmasi da prensip olarak öngörülmektedir; ABD., Rusya ve Avrupa Birliginin hedefi, "Surlar" içinin Ortodoks Dini Devletinin topragi; Ayasofya'mn merkez olmasidir63; M. N. özfatura'ya göre: "Patrikhane binasina izin verilmesi Türkiye'nin bir hediyesi degildir. AB'ye girmek için verdigi tavizlerden birisidir. Türkiye'nin AB'ye kabul edilebilmesi için "Istanbul Patrikhanesini Vatikan ve San Marino gibi otonom bir devlet olarak tanimasi sarti AB'nce istenecektir." Ek-A'da bulunan AB alt birimlerinin kararlari dahil, amaçlarini belirten her gün yeni bir, bazen birkaç emare görünüyor. Bu yayinin diger bölümlerindeki açiklamalarin her birisi ayni amacin emareleri degerindedir. Bu satirlarin yazildigi gün, AB'nin Kuzey Irak'daki Kürt gruplari silahlandiracagi haberi basinda yer almistir. (19 Aralik 2001). AB'den her gün aleyhimize bir davranis olacagini beklemek fazla ihtiyatlilik olmaz. Yunanistan ve Kibrisli Rumlarin, bütün düsünce ve politikalarinin odaginda, Türkiye'yi yikmanin yattigini düsünmek yanlis degildir.
Fener Rum Ortodoks Kilisesi ve Avrupa Birligi üyeligimiz
AB üyesi olan bir Türkiye'de, Fener Rum Ortodoks Kilisesi'nin yerini ve kavusacagi olanaklarla gerçeklestirme firsati bulacagi gelismeleri iyi düsünmek zorundayiz. Türkiye'yi Gümrük Birligi'ne iç siyasi yatirim hesabi ile apar topar sokanlar da; AB üyesi adayligini, Katilim Ortakligi Belgesi'ni kabul edenler de konuyu ayrintilari ile arastiran akademik bir incelemeye dayandirmadilar. Gümrük Birligi kararini da, AB üyeligi ile ilgili Katilim Ortakligi Belgesi'nin kabulünü de, arastirmalar sonucunda degil, üç dört kisinin siyasi tercihi ile kabul ettik. Siyasi tercihlerin altinda ne kadar parti çikari gözetildi, ne kadar kisisel çikar gözetildi bilmiyorum. Bu bölümde konunun çok önemli bir yanini teskil eden Fener Rum Ortodoks Kilisesi'nin Türkiye'nin AB üyeliginden muhtemel ve olanaklar içindeki beklentileri üzerinde durulmaktadir. AB üye adayligimiza en fazla sevinenlerden birisi Fener Rum Patrigi Bartholomeos'tur. Lozan Antlasmasi görüsmeleri sirasinda Türk bas delegesi yaptigi son konusmada su tespiti açikliyor: "Patrikligin, siyasi ya da yönetime iliskin islerle bundan böyle hiç ugrasmayacagi, sadece din alanina giren islerle yetinecegi konusunda, konferans önünde, müttefik delegeler kurullarinin ve Yunan delegeler kurulunun yapmis olduklari resmi konusmalari ve verdikleri garantileri senet sayarak, Patrikligin Istanbul'dan çikarilmasi teklifinden vazgeçtigini..." Fener Rum Patrigi, dis iliskilerinde ilginç bir unvan kullanmaktadir: "Ecumenical Patriarch and Archbishop of Costantinople and New Rome" Türkçesi; "Yeni Roma'nin ve Istanbul'un Baspiskoposu ve Evrensel Patrigi". Kullanilan bu unvan dahi Lozan'daki görüsmelere ve verilen sözlere aykiridir. Patrigin evrenselligi Türkiye tarafindan kabul edildi mi? Istanbul'un Ingilizce ismi de Istanbul'dur. Costantinople isminde israr, amaçlarini belirginlestiriyor. Yeni Roma patrikligi ise, açikça Bizans özlemi, hatta iddiasidir. Bizim Dis Isleri Bakanligimiz, MIT Müstesarligimiz Istanbul Valiligimiz, Patrigin ilk baglantisi olan Fatih Kaymakamligimiz bütün bu gelismeler karsisinda hiçbir sey yapmiyor. En azindan yapildigini duymuyoruz. Bu ülke, milyonlari asan sehit ve gazinin eseridir. Böyle mi korunmasi gerekir? çok üzücü ve sonucu tehlikeli ihmallerle karsi karsiyayiz. Patrige bagli 15 patriklik ve bagimsiz kilise (Istanbul, Iskenderiye, Sam, Kudüs, Moskova, Sirbistan, Romanya, Bulgaristan, Gürcistan, Kibris, Yunanistan, Polonya, Arnavutluk, çekoslovakya, Finlandiya) ile, 12 Baspiskopusluk (Kuzey ve Güney Amerika, Avustralya, Ingiltere, Fransa, Almanya, Avusturya, Belçika, Italya, Yeni Zelanda, Girit, On iki ada) bulunmaktadir. Patrigin ekümenligini, evrensel düzeyde en üst ve yetkili Ortodoks Kilisesi'nin basi oldugu iddiasini sayilan kiliselerin bir bölümü kabul etmiyor. Fakat, egilim ve gelisme hiç degilse çok büyük kisminin Fener Rum Patrikligine baglanmasi yönündedir. Türkiye'nin AB üyeligi, Patrigin ekümenlik çalismalarini kolaylastiracak, AB organlari tarafindan çesitli sekillerde desteklenecek ve dista kalan kiliselerin de baglanmalari gerçeklesecektir. Bu sebeple Patrik Bartholomeos Türkiye'nin AB üye adayligini destekliyor ve bayram yapiyor. Ekümenligin gelismesi, Türkiye'nin dünya Ortodokslugunun dini merkezi haline dönüsmesini kolaylastiracak, diger ülkelerden ve özellikle AB üye ülkelerinden gelip yerlesecek Ortodokslarla Istanbul, Ortodokslugun ve Yunan etkinliginin merkezi olma yolunda ilerleyecektir. Patrik ekümenlikten de destek alarak sorumluluklari arasinda saydigi Yeni Roma'nin (Bizans, ikinci Roma olarak kabul edilir) canlandirilmasi yolunda mesafeler alacaktir. Patriklik, Fransiz devriminin milliyetçilik akimlarini güçlendirmesinin ardindan Yunan Megali Idea'sini desteklemeye baslamisti. 1821 yilinda baslayan ve Yunanistan'in kurulusunu hazirlayan Mora Isyani'ndaki etkinligi sebebiyle Patrik Gregorius'un asildigi tarihten itibaren Patrikhane'nin bir kapisi kapali tutulmaktadir. Patrigin amaçlarina ulasmak için elde etmeye çalistigi bir diger husus tüzel kisilige sahip olmaktir. Böylece, Fatih Kaymakamligina bagli olmaktan kurtulacak, çalisma ve eylem ufku olabildigince genisleyecektir. Patrik "Grek yayilmaciliginin Harp Okulu" olarak anilan Heybeli Ada Ruhban Okulu'nun açilmasi için de büyük bir gayret gösteriyor. Patriklige tüzel kisilik verilirse amaçlari yönünde çok büyük hukuki olanaklara sahip olacak: "Dava açma; mal edinme; vakif ve dernek kurma; Ayasofya'nin Patrikhane'ye devri dahil tüm eski Ortodoks mal ve mülklerinin geri alinmasi; Istanbul disindaki eski akropolitliklerini resmen tanitma; yer yüzündeki bütün Ortodoks patrikleri ile bagimsiz kiliselerin ve bunlara bagli tüm kiliselerin evrensel tahti; Ekümenlik, Patriklik olarak yurt içinde ve disinda taninma; Devlet Baskani statüsünde protokolün ön siralarinda yer alma" gibi birçok hak ele geçirmis olacak. Ayasofya dahil, bütün camiye dönüstürülmüs kiliselerin tekrar eski islevlerine döndürülmesi; Istanbul ve Türkiye'nin dünya Ortodokslugunun merkezi yapilarak Türkiye üzerinde 3'üncü Ro-ma'nin (Patrige göre Yeni Roma) kurulmasi bir hayal olmaktan çikacak, Yunan Megali Ideasi gerçeklesme yolunda hiz kazanacaktir.
çizilen Yolda Patrigin Gerçeklestirdigi Etkinlikler
Patrigin hayalleri yukarida yaptigimiz degerlendirmeleri de asmakta, hirsi bütün Anadolu'ya yayilmaktadir. Patrik, Etnos gazetesine verdigi demeçte, 7 Mayis 2000'de Kapadokya'da yapacagi ayin vesilesiyle "Hristiyanlar Anadolu'ya yerlesebilir" diyor ve sunlari ekliyor: "Türkiye'nin Avrupa Birligi üyeligi, Anadolu'da önceden var olmus Hristiyan toplumlari, yasadiklari bölgelere tekrar yerlesirse, o zaman Patrikhane de o bölgelerde bulunan kiliselerin yeniden ayine açilmasini düsünebilir." Patrik, çok dogru bir teshisle, bütün bu amaçlarina Türkiye'nin AB üyeligi sonunda kavusacagina inaniyor. Türkiye'nin AB üyeligi, bu amaçlara ulasmasini büyük ölçüde kolaylastiracak, destekleyecektir, AB hayranlari bütün bunlari bilmiyorlar mi? Elbette biliyorlar. Patrik, gerçekte amaçlari yönünde girisimlerini pervasizca sürdürüyor. AB üye adayligimiza gölge düsmesin diye Disislerimiz ve diger yetkililer susuyor.
Patrik Bartholomeos'un Son Faaliyetleri
25 Aralik 2000 günü, Hazreti Isa'nin dogusu ve 2000 yilinin bitisi Fener Rum Patrikhanesi'nde, degisik ülkelerden 12 Ortodoks Patrigi'nin katilimiyla kutlandi: "Mi-lenyum ayini". ayine Yunan Disisleri Bakan yardimcisi Gregory Niotis de katildi, Yunanistan ve Romanya televizyonlarinda canli olarak yayimlandi. Yunanistan'dan uçak ve otobüslerle katilimcilar geldi. Bartholomeos'un yönettigi ayine; Iskenderiye, Suriye, Sirbistan, Romanya, Bulgaristan, Gürcistan, Yunanistan, Polonya, Arnavutluk, çek Cumhuriyeti, Finlandiya ve Estonya'dan patrikler ve Türk Ermeni Patrigi katildi. ayini izleyen konsoloslar: ABD, Yunanistan, Romanya, Finlandiya, Yugoslavya, Ingiltere, Hollanda, Ukrayna. 26 Aralik günü de Hristiyan alemi açisindan kutsal sayilan "Iznik"te Bartholomeos'un daveti ile bulustular. Ayasofya Müzesi'nde (Lisile) ayin yapildi. Patrik sunlari söyledi.69 "Bu tarihi ve sirin Iznik'in Hristiyanlar için önemi vardir. Burada 2 konsil70 toplanmistir. Konsilin kararlari tüm Hristiyanlari baglayicidir." Iznik Belediye Baskani bu ziyareti turizm açisindan "bulunmaz firsat"(?) olarak nitelemistir. Hepsi bu kadar mi sayin baskan? Ayni günlerde Yunanistan, Gümülcine'de yapilacak etkinlige davet edilen Kültür Bakanligi Halk Oyunlari ve Halk Müzigi topluluguna, Kültür Bakani Istemihan Talay'in, Disisleri Bakani Ismail Cem'in devreye girmelerine ragmen vize ve izin vermemistir. Türkiye üye olduktan sonra Avrupa Birligi Parlamentosu "Eski dini yapilar yapilis maksadi disinda kullanilmayacak" karari alsa, ki beklemek gerekir; Ayasofya Müzesi dahil Türkiye'de yüzlerce, binlerce kilise ayni anda açilacaktir. Yunan Megali Idea'si Kibris ve Ege Denizi amaçlarina ulastiktan sonra, Istanbul odakli olarak Türkiye üzerinde "Yeni Roma" Imparatorlugu'nun kurulus amacini izleyecektir. Bu sonuca ulasilmasi; Türkiye'nin AB üyeliginden yararlanacak olan Patrikligin gerçeklestirecegi ekümenlik71 ve tüzel kisilikle kolaylasacaktir.
Patrik'in Sifat ve Islev Olarak Benimsedigi"Yeni Roma" Isminin Tarihi Anlami
Bizans Imparatorlugu'nün bir diger ismi "Dogu Roma Imparatorlugu"dur. Bunun anlami: "Roma Imparatorlugu'nun dogu kisminda M.S. 395'te kurulan ve Istanbul'un 1453'te Fatih Sultan Mehmet tarafindan fethiyle ortadan kalkan imparatorluk". Dogu Roma Imparatorlugu (Bizans); Roma Imparatorlugu'nun dogudaki topraklarim Germenlere ve Islavlara karsi yakindan koruyabilmek amaci ile kurulmustur. Bir siyasi ve askeri merkez olmasi düsünülmüstür. Bizans Imparatorlugu, gerçek anlamiyla Roma Imparatorlu-gu'nun ikiye ayrilmasindan sonra (395) dogdu. Ana Britannica'ya göre (cilt 6, s.22): "Bizans Imparatorlugu, Dogu Roma Imparatorlugu olarak da bilinir." "Rus Imparatorlari Eski Romalilarin "Sezar" unvanini alip "çar" haline getirmekle, kendilerini I. ve II. Roma'nin mirasçilari saydilar; son Bizans Imparatoru Konstantinos XI, Palailogos'un yegeni Zoe Palaiologina ile Moskova büyük dükü Ivan IIIü evlendirerek bu manevi soy baglantisini somut yoldan da gerçeklestirdiler." Steven Runciman, Kutsal Roma'nin Hristiyanligi korumakla ilgili sorumlulugunun Moskova'ya geçtigini su sekilde açikliyor: "Dogu Hristiyan dünyasinin idaresi, baskanligi, diger ellere geçerek Avrupa kültürünün dogmus oldugu Akdeniz kenarindan uzaklara, kuzey doguya, Rus steplerine kaydi. Ikinci Roma, yerini üçüncü Roma'ya, Moskova'ya birakti."74 Patrik Bartholomeos, l'inci, II'nci, III'üncü Roma gibi rakamlar kullanarak Moskova vb. ile tartisma çikarmak istemiyor. Evrensel (Ecumen) Patriklik ve Baspiskoposlugunun Bizans ile ilgili özlem ve yetkilerini "Yeni Roma" sözcügü ile; Yeni Roma'nin Patrigi ve Baspiskosu oldugunu belirterek açikliyor. Patrik için Istanbul yok Constantinople var; Türkiye yok, onun yerine ve üstüne "Yeni Roma" var. Bizim için Patrigin unvani: "Yeni Roma'nin ve Istanbul'un Baspiskoposu ve evrensel Patrigi" degil "Fener Rum Patrigi"dir. Bunu saglamak için Basbakanligin, Disisleri Bakanliginin, Içisleri Bakanliginin Istanbul Valiliginin, Fatih Kaymakamliginin, MIT Müstesarliginin konuyu isleyip üzerlerine düseni yapmalari gerekir. Türkiye'nin Avrupa Birligi üyeligi ile tehlikeye atilan (bazilarinin söylemi ile risk edilen) sadece Kibris, sadece Ege Denizi'ndeki haklarimiz, sadece ülkemizin bütünlügü ve sadece Atatürk'ün emaneti olan tam bagimsizligimiz, kayitsiz sartsiz ulusal egemenligimiz degil; tarihi ile, cografyasi ile, ulusu ile bütün Türkiye tehlikeye atiliyor.
Hiristiyan Misyonerlerinin Türkiye üzerindeki çalismalari Konu ile ilgili olarak çok kapsamli bir arastirma yayimlandi.75 Bu yayinin etkisi ve yankisi ile televizyonlarda açik oturumlar düzenlendi. Konu hakkinda yeni bilgilere kavustuk. ATV Kanalinda Ceviz Kabugu isimli programda taraflari bir araya getiren Hulki Cevizoglu konuya egemendi. STV televizyonu da 13 Ocak 2001 Pazar gecesi bir programda konuyu gündeme getirdi. Anlasiliyor ki Hiristiyanligin yapisi geregi her Hiristiyan kendi çapinda misyonerdir; dinini tanitmaktan sorumludur. Bir de Hiristiyanligi yayan özel görevliler (mission), dinsel görevliler, yetkililer var. Bizim buradaki kisa açiklamada üzerinde duracagimiz bu ikincilerdir. 13 Ocak 2001 STV programinda sadece Katolik misyonerlerin sayisinin 136 bin, AB misyonerlerinin 106 bin oldugu açiklanmis ve misyonerlik insanlara ulasma yolunda bir araç olarak degerlendirilmistir. Bu programda misyonerlerin bütün dünyada çalismalarini sürdürdükleri, Türkiye, Kore, Suriye, ürdün, Lübnan... gibi bazi ülkelerde yogunlastiklari açiklanmistir. Ergun Poyraz'in arastirmasi çok genis kapsamli ve içeriklidir. Alinti olarak tirnak içinde verdigimiz bilgiler bu basarili çalismadan alinmistir. Yayin su alinti ile basliyor: "Papa II. John Paul, 2000 yilma girerken yani 24 Aralik 1999 tarihinde yayimladigi mesajla Hiristiyan misyonerlere hedeflerini isaret ediyordu": "Birinci bin yilda Avrupa Hiristiyanlastirildi. Ikinci bin yilda Amerika ve Afrika Hiristiyanlastirildi. üçüncü bin yilda ise Asya'yi Hiristiyanlastiralim." Açiklandigina göre Asya'yi Hiristiyanlastirmanin yolu da Türkiye'den geçmektedir ve çalismalarim bu sebeple Türkiye üzerinde yogunlastirmis bulunuyorlar. Yayinda Mukaddes kitaptan alintilar yapilmis: "çünkü sana kulluk etmeyen millet ve ülke yok olacak ve o milletler tamamen harap olacak." (Isa'ya, 60. Bab 12. Ayet). E. Poyraz birçok örnek vererek su tespitini açikliyor: "Haçli ordularinin kuvvet kullanarak yapamadiklarini gerçeklestirmek hayali ile; risalelerle, kitaplarla, okullarla, hastanelerle, vaazlarla, kasetlerle, filmlerle ve propagandanin her tür yöntemi ile büyük bir misyoner ordusu ülkemizin dört yanini istila etti. Sehirlerde onlarca ev kiraladilar. Amerikan, Ingiliz, Kanada asilli misyonerler günümüze gelindiginde "Taseron" olarak da Korelileri kullanmaya basladilar." E. Poyraz bu misyonerlerle, onlarin tuttuklari evlerde 6 ay beraber olmus ve faaliyetlerine katilmis. Tutulan ve çalistirilan evlerin bütün yurdu örümcek agi gibi sardigini söylüyor. "Bu topraklara kendilerini Isa'nin gönderdigini iddia eden misyonerler, Anadolu'nun Hiristiyanligin yayildigi ilk merkez olmak sebebiyle sözde atalarinin olan bu toprakla n tekrar ele geçireceklerini ve bu topraklara simsiki sarilip, sahip olacaklarini da ilan ediyorlardi." Dinler arasi Diyalog ülkemizde son yillarda yogun sekilde gündeme gelen ve yer yer uygulamalari görülen "Dinler arasi Diyalogun" gerçekte bugünün konusu olmadigi anlasiliyor. Papa II. John Paul 1991 yilinda ilan ettigi "Kurtarici Misyon" isimli genelgede konuya açiklik getiriyor: "Dinler arasi Diyalog, Kilisenin bütün insanlari, kiliseye döndürme amaçli misyonunun bir parçasidir.. Bu misyon aslinda Mesih'i ve Incil'i bilmeyenlere ve diger dinlere mensup olanlara yöneliktir." Birçok "Dinler arasi Diyalog" toplantisina bazi yetkililerimiz katilmistir. E. Poyraz örnekler verdikten sonra su sonuca ulasiyor: "Dinler arasi diyalogun Hiristiyanligin peçeli yüzü oldugu". ünlü bir Afrika özdeyisinden yola çikarak Iomo Kenyatta söyle diyordu: "Hiristiyanlik Afrika'ya geldiginde Afrikalilarin topraklari; Hiristiyanlarin ise Indileri vardi. Hiristiyanlar bize gözlerimizi kapayarak dua ve ibadet etmemizi ögrettiler. Gözlerimizi açtigimizda onlar bizim topraklarimizi, biz de onlarin Indilerini almistik." . Asagiya çikarilan haber 4 Ekim 2001 tarihli Hürriyet Gazetesinden alinmistir(s. 17). "Pontus özlemi "Giresun'un Bulancak ilçesi'nde yasiyorum. üç hafta kadar önce buraya Yunanistan'dan 40-50 kisilik bir grup geldi. Geldikleri otobüste "Aneton" firmasi yazisi bulunuyordu. Grupta yer alan sahislardan biri 'babalarinin mezarligini ziyaret etmek amaciyla geldiklerini, burasinin bir Yunan topragi oldugunu' söyledi. Yanlarina gelen Bulancaklilara da fena olmayan bir Türkçe ile yasadiklari topraklarin gerçekte kendilerine ait oldugunu söylediler. Grup içerisinde, Yunanistan-Selanik bölgesi milletvekili oldugunu söyleyen Kanzolakis isimli sahis, yanindaki Yunanlilara "Atalarinin topraginda bulunmaktan dolayi çok duygulandigini, buralarda yeniden Pontus sesinin duyulacagini" söylemis, sonra da biz Bulancaklilara dönerek, "Siz farkinda degilsiniz ama siz de bizdensiniz" demistir. Yine, elindeki kamera ile çekim yapan Kanzolokis, çevresindeki sahislara "Findik tarlasinin yerinde geçmis dönemde bir kilise bulundugunu ve kilise papazinin da dedesi oldugunu, kilisenin çevresinde "Papaz çesmesi" ve dedesine ait bir mezarin yer aldigini, bir ay içerisinde tekrar gelecegini, bu kutsal yerleri Türklere birakmayacaklarini" söylemistir. 40-50 kisilik grup, ellerindeki çikolata ve benzeri seyleri çocuklara dagitmis, gelislerinden bes gün sonra Bulancak'tan ayrilarak Samsun'a gitmislerdir. Bu kisilerin Atina'daki bir Pontus Dernegi'nin üyeleri oldugunu ögrendik. Bundan önce de ayni sekilde davranan çok sayida Yunanli ilçemize gelmisti. Ancak bu seferkiler çok ileri gitti diye düsünüyorum. Ben merak ediyorum, Türk vatandaslari Bati Trakya'ya giderek propaganda yapabiliyorlar mi? Yunanlilarin Bulancak'ta yaptigi gezi birçok kisiyi rahatsiz etti. Bunlara izin verenler, izin konusunda daha hassas davranamaz mi? (Bulancak'tan adi sakli bir okur)"
Avrupa Birliginin Hiristiyan Bayragi
Avrupa Birligi üyeligimizin Fener Rum Patrikligi'nin amaçlan üzerinde etkileri tartisilirken; bununla iliskili bir konu olan AB bayraginin simgesel anlami da gündeme girmis bulunuyor. Bayrak76; bir ulusun, belli bir toplulugun veya bir kurulusun simgesi olarak kullanilir, renk ve biçimi özellestirilmistir; kumastan yapilir. Ulusal anlamda egemenlik ifade eder, kimlik isaretlidir. Avrupa Birligi de kendisini özel bir bayrakla temsil ederek egemenligini, kimligini belirlemek istemis ve bu kararini gerçeklestirmistir. Bilindigi gibi AB bayragi; lacivert zemin üzerinde, orta yerde daire seklinde dizilen yaldiz rengi (veya sari) 12 yildizdan olusuyor. AB üye sayisi degismekte, fakat bayraklarindaki yildiz sayisi degismemektedir. Halen AB üye sayisi 15 oldugu halde bayraktaki yildiz sayisi 12 olarak kalmistir. Bunun anlami; ABD bayragindaki yildizlardan her birisinin bir eyaleti temsil etmesine benzer sekilde, AB bayragindaki yildizlardan her birinin bir üyeyi temsil etmedigidir. AB bayragi ile ilgili olarak elimizde hiçbir belge yok. Buna ragmen emin olmamiz gerekir ki; Türkiye'de tamamini hemen hemen hiç kimsenin okumadigi, fakat okumadan uymaya, uygulamaya gözü kapali istekli oldugumuz ve 120 bin sayfa oldugu söylenen AB belgeleri arasinda, bu bayrakla ilgili bir yönetmelik, karar, vb. vardir. AB bayraginin yansittigi anlamla ilgili resmi bir açiklama da bulunmuyor. Bu sebeple tartismalar sürüyor, yorumlar çesitleniyor, zenginlesiyor. Bu bölümde iki ayri yorum ele alinmaktadir. önemli olan husus su: Açiklamalar, yorumlar farkli, fakat sonuç ayni. Bütün bilgiler ve yorumlar, AB bayraginin bir hiristiyanlik simgesi oldugu noktasinda dügümleniyor. AB bayragi ile ilgili olarak daha önce; 12 yildizin Hz. Isa'nin 12 havarisini temsil ettigi yorumu yapilmis ve ayni basligi tasiyan ilk makalede asagidaki bilgiler verilmisti. "Havari" yardimci anlamina gelen Arapça bir sözcüktür ve Yunancasi Apostolos'tur. Havariler Hz.. Isa'nin, ögrencilerinin arasindan seçtigi, Incil'i yaymak ve vaaz vermekle görevlendirdigi yardimcilaridir. Hastalarla da ilgilenen Havariler ikiser ikiser görevlendiriliyorlardi. 12, Havariler için kutsal sayidir. 12 sayisini Yahudilerin 12 kabilesi ile irtibatlandiranlar da var.77 Havarilerin isimleri: Andreas, Bartholomaeus, Petrus, Yuhanna, Büyük Yakub, Matta, Filipus, Simun, Taddeus (Yahuda), Tomas, Mattias. Hz. isa'nin göge çikisindan sonra Havariler Petrus'un baskanliginda Hiristiyan toplulugun yönetimini üstlendiler. Bu bilgiler ve yorum tartisilirken internetten "The European Union (EU) Flag" baslikli78 yeni bilgilere ulasildi. Internetteki yayinci, asagiya özeti çikarilan, yer yer alintilar yapilan bilgileri vermektedir. Baslangiçta, 12 yildizin, ABD bayraginda oldugu gibi 12 üye ülkeyi temsil ettigi zannedildi. Nitekim 1986-1996 arasinda AB'nin 12 üyesi bulunuyordu. Fakat sonradan görüldü ki üye sayilari arttigi halde yildiz sayisi degismiyor.79 Protestan oldugu anlasilan Ingiliz yazar "kandirildik" diyor. 12 rakaminin bütünlügün ve mükemmelliyetin isareti oldugu (12 ay, 12 saat, Hz. Isa'nin 12 Havarisi, Jüri üyeleri, Yahudi Kabileleri (12), 12 burç) açiklaniyor. Ayni yazinin bir diger yerinde de, Mukaddes Kitap'ta Eski Ahit'te ki 12 patrik ile Yeni Ahit'teki 12 Havari veriliyor. Yazar soruyor: "AB bayragi Avrupa'nin Yahudi Hiristiyan ortak mirasini temsil ediyorsa; bu iyi birsey mi?" Daha tutarli bir yorum olarak 12 rakami "Vahiy 12-l"deki açiklamaya baglaniyor: "Gökte ulu bir belirti görüldü. Günesi kusanmis bir kadin, ayaklarinin altinda ay, basinda 12 yildizdan bir taç." Yazar; AB bayragi sembolünün, Roma kilisesinin bu cümlelerdeki kadini Meryem Ana olarak yorumlamasina dayandigi görüsünde. Bu açiklamanin kiliselerdeki heykellere de yansidigi açiklaniyor. Meryem Ana'nin basindaki taçtan ayri olarak, geleneksel mavi pelerinin de, AB bayragina renk olarak verildigi belirtiliyor. Bayragin sekil ve renginin nasil belirlendigi hakkinda da su bilgiler veriliyor: 1955 yilinda Strasburg'ta, Konsey bayrak için seçim yaparken ARSENE HEITZ'in tasarisini yegledi. Tasari sahibi kendisini Meryem Ana'ya adamis bir kisidir. Tasari Ahit'ten ilham almistir. AB konseyi Genel Sekreteri LEON MARCHAL da Meryem Ana hayranidir. Baskan JACK DELORS da Roma Kilisesinin sadik üyesidir. Kendi pozisyonunu yaymak için kullanmistir. Yazar bundan sonra özet olarak elestirileri siraliyor: "Eger Roma Kilisesi Meryem'i tanriça olarak göstermek isterse bunu yapmakta serbesttir. Protestanlar bu kadar yüceltmek istemiyorlar." "AB bayragi Avrupa'nin özgür uluslarina boyun egdirmeye çalisan, yabanci bir ekonomik, sosyal ve politik gücün sembolüdür. Katolik olmayanlar için gizliden gizliye empoze edilen mezheplere ait dinsel bir semboldür ve Katolikler için de kutsal sembolün yanlis kullanimidir." Ispanyol tarih profesörünün su sözleri de internetteki metne konmus: "Artik Avrupa Bayraginin katlarinda An- nemizin, Avrupa'nin kraliçesinin gülümseyisini ve cazibesini kesfetmek bizim için zor degil." Su elestirel görüsler eklenmis: Açik ki AB bayraginin tasarimi Roma Kilisesinin Meryem imajina dayaniyor. Ingilizler için uygun degildir. çünkü "Reform" kanunlar tarafindan desteklenir ve Kraliçenin güvencesi altindadir. Diger "Reform" ülkeleri bu sembolizmin farkinda degildi. özellikle dogustan gelen haklarini AB potasi karmasasi için vermeyi (satmayi) seçtiler. AB'ne karsi olan Katolikler ise; kendi sembollerinin özellikle kullanilarak, AB'ye inandirilmaya çalisildigini söylüyorlar. Anlasiliyor ki, AB bayragi, üyeleri birlestiren degil ayiran, tartismalara sebep olan bir sembol. Biz Türkiye olarak, Türk vatandaslari olarak bu bayragin neyi temsil ettigini bilmek ihtiyacindayiz. DSP'li, MHP'li, ANAP'li hükümet bunu açiklamak zorundadir. Kesin olan bir husus var: AB bayragi sekli ile ve rengi ile Hiristiyanlik isareti tasiyor. AB'nin bir Hiristiyan kulübü olmadigi sözünün yanlisligi anlasiliyor. Hangi dinin, hangi mezhebin, hangi anlamin, hangi egemenligin bayragi altinda toplanmaya çagrildigini bilmek, Türk toplumunun ve Türk insaninin hakkidir. Bu bayragin altina kosmaya hazir olan ve toplumu aceleye getirmeye çalisanlari kastetmiyorum. Onlar zaten her seyi biliyor, toplumun ögrenmemesine çalisiyorlar. Bütün bu bilgilerden sonra, toplumumuzu AB bayragi altina çagiran siyasal Islamcilar'a ise üzülmekten baska elimizden birsey gelmiyor. AB'yi kurtarici olarak görenler ve göstermeye çalisanlar; AB için Atatürk'ün kendi ifadesi ile "Mukaddes" emaneti olan bagimsizligimizi, ulusal egemenligimizi AB kurumlari ile paylasmaya razi olanlar; AB bayragi hakkindaki görüslerini de topluma açiklamalilar. Yapabilirler mi?
III. BÖLÜM
GÜMRÜK BİRLİĞİMİ; SÖMÜRGE ANLAŞMASI MI ?
"Gümrük Birliği veya Sömürge Anlaşması" başlıklı Ek-F'deki makale Ocak 1995'te yayımlanmıştır. Bu tarihte anlaşma (metindeki ismi ile Karar) imzalanmış fakat henüz yürürlüğe girmemişti. Anlaşmanın yürürlüğe girişi 1Ocak 1996'dır. Aradan geçen zaman makaledeki görüşleri doğrulamıştır.
Gümrük Birliği anlaşmasının en zayıf halkası, hatta en üzücü yanı Türkiye'nin kendi dışında, temsilcimizin olmadığı yerlerde alınan kararlara uyma zorunluluğudur. Gümrük Birliği "Serbest Ticaret Bölgesi"nden daha ileri, "Orta Pazar"dan daha kısıtlı bir uygulamadır.
Gümrük Birliğinin işlemesi; ortak gümrük tarifesi tesbiti, konuyu ilgilendiren yasaların yapılmasında işbirliği, üçüncü ülkelerle yapılacak ticaret anlaşmalarında birlikte çalışma ile mümkündür. Türkiye - AB Gümrük Birliği anlaşmasında bu unsurları göremiyoruz. Bu sebeple konu başlığı "Gümrük Birliği mi; Sömürge Anlaşması mı?" olarak seçilmiş ve konmuştur.
Benzer bir anlaşmayı Türkiye'den başka hiçbir ülke imzalamamıştır. Böyle bir anlaşma için başvuran, istekte bulunan ülke olduğunu en azından ben bilmiyorum; sorduğum ilgililerden de olumlu yanıt almadım. Tam üye olacak ülkelere üye olmadan önce, gümrük birliğinin sebep olacağı kayıpları karşılamak ve altyapılarını hazırlamak için yardım yapıldığı halde, Türkiye'ye böyle bir yardım da yapılmamıştır.
Anlaşma (Karar ) İle İlgili Bazı Hükümler:
Türkiye'nin AB üyeleri dışında kalan ülkelerle olan ilişkileri (Türk Dünyası dahil) 3'üncü madde ile kısıtlanmaktadır.
3'ilncü Md. ile; Türkiye'de dolaşımda bulunan üçüncü ülke çıkışlı ürünlere; işlemi tamamlanmamış gümrükteki üçüncü ülke ürünlerine anlaşma hükümleri uygulanmıştır.
4'üncü Md. ile, ithalat ve ihracattan alınan gümrük vergileri ile, mali nitelikli gümrük vergileri kapsam içine alınmıştır.
8'inci Md. ile, 5 yıl içinde (31 Aralık 2000'de dolmuştur.) teknik engellerin kaldırılması konusundaki araçları, Türkiye kendi iç yasal düzenlemelerine dahil edecektir.
12'inci Md. şöyledir: "Bu kararın yürürlüğe giriş tarihinden itibaren (l Ocak 1996) Türkiye, Topluluk üyesi olmayan ülkelere, topluluğun aşağıdaki yönetmeliklerle belirlenen ticaret politikasına büyük ölçüde benzeyen hükümleri ve uygulayıcı tedbirleri uygulamaya koyacaktır."
Bu maddenin altında uymayı kabul ettiğimiz 14 adet Konsey, Komisyon yönetmeliği sıralanıyor.
Türkiye yazılmasına katılmadığı, neleri içerdikleri konusunda yaygın bilgi sahibi olunmayan yönetmelikleri uygulamayı kabul etmiştir.
"Türkiye tekstil ve hazır giyim ticareti ile ilgili anlaşmalar ve düzenlemeler de dahil olmak üzere, tekstil sektöründe topluluğun ticaret politikası ile önemli ölçüde benzerlik gösteren politikaları uygulayacaktır."
13'üncü Md. ile; Türkiye'nin, topluluk üyesi olmayan ülkelerle "Ortak Gümrük Tarifesine" uygun olarak uyum sağlaması istenmektedir.
14'üncü Md. ye göre; Ortak Gümrük Tarifesinde yapılacak (Ortak Gümrük Tarifesinin tâdil edilmesi, vergilerin askıya alınması veya tekrar konması, tarife kotaları, tarife tavanları) değişiklik ve kararlardan makul bir süre önce Türkiye haberdar edilecektir.
Türkiye'ye hiçbirşey sorulmuyor, görüşü alınmıyor, AB yapıyor, sonuçlandırıyor, uygulaması için Türkiye'ye tebliğ ediyor. Bu bir sömürge uygulaması değil mi?
Bu ağır müstemleke davranışını hafifletiyor görünmek için, gerçekte hiçbir uygulama gücü olmayan şu hüküm konmuş: "Bu amaçla, Gümrük Birliği Ortak Komitesinde öndanışmalarda bulunulur." Danışmada bulunur mu, bulunmaz mı; bulunsa ne olacak ki? Değiştirecekler mi? Gümrük Birliği Ortaklık Komitesinin AB birimleri (Konsey, Komisyon...) üzerinde hiçbir yaptırım gücü bulunmuyor. Bu sebeple AB'ye itaat etmekten başka şansımız yok.
Bu hükümlerle, bağımsızlığımız ve egemenliğimiz ağır şekilde yara almıştır.
15'inci Md.: "Türkiye bu kararın yürürlüğe girmesinden itibaren beş yıl içinde, ticaret politikasını aşamalı olarak topluluğun ticaret politikasına uyumlu hale getirecek biçimde, topluluğun tercihli gümrük rejimine uyum sağlayacaktır. Bu uyum, hem otonom rejim, hem de üçüncü ülkelerle tercihli anlaşmaları kapsayacaktır."
Üçüncü ülkelerle, Türkiye'nin katılımı, katkısı, hatta bilgisi olmadan, AB'nin yaptığı tercihli anlaşmalara da Türkiye uyacaktır. Bu Türkiye'yi bağımlı (tâbi) bir duruma sokmuyor mu? İlaveten, Ortaklık Konseyi'ne jandarmalık görevi veriliyor: "Ortaklık Konseyi, kaydedilen gelişmeleri düzenli olarak gözden geçirecektir."
Gümrük Birliği Kararının diğer maddelerinde de Türkiye'yi bağlayan, Türkiye'nin uymak zorunda olduğu birçok yönetmelik sıralanıyor: (26'ncı Md. 8 yönetmeliğe atıf yapıyor.)
32'nd Md. belli kuruluşların ve ürünlerin kaynak tahsisi sureti ile desteklenmesini sakıncalı bulmakta ve gümrük birliği ile uyumlu olan ve olmayan alanları saymaktadır. Bu maddede Almanya'nın birleşmesi sonucu bazı bölgelerine verilen yardımları süresiz olarak istisnaya tabi tutarken Türkiye'ye kısıtlamalar getirilmektedir.
37'nci Md. de Türkiye tarafından birçok yasanın süre sınırlaması da getirilerek değiştirilmesi istenmektedir. Anayasamızın 90'mcı Md. 4'üncü paragraftaki hükme göre yasa değişikliğini gerektiren her türlü anlaşmayı "TBMM'nin bir kanunla uygun bulması" gerekir. Gümrük Birliği anlaşması hakkında Anayasa'nın bu hükmü uygulanmamıştır. Anayasa atlanmıştır. Gümrük Birliği anlaşmasının geçerliliği şüphelidir.
42'nci Md. de; Türkiye'deki koruma tedbirlerine karşı önlemler alınabileceği, buna karşılık anti-damping tedbirlerinin uygulanması konusunda Katma Protokolle (47'nci Md) getirilen usullerin yürürlükte kalacağı belirtiliyor.
53'üncü Md. aynen şöyle: "Avrupa Komisyonunca Gümrük Birliği'nin işleyişi ile doğrudan ilgili alanlarda yeni bir mevzuat hazırlandığında ve bu mevzuat hakkında Avrupa Topluluğu üye devletleri uzmanlarına danışıldığında Komisyon gayrı resmî olarak Türk uzmanlarına da danışır."
Gümrük Birliği kurulduğu için; AB içinde Gümrük Birliği'nin işleyişi ile doğrudan ilgili alanlarda yapılacak her değişiklik Türkiye'yi doğrudan etkiler, ulusal çıkarlarımızla doğrudan ilgilidir.
Buna rağmen benzer durumlarda, resmen dahi değil, gayrı resmî olarak Türk hükümetine değil, sadece Türk uzmanlarına danışılması yalnız haksızlık değil, kendi açımızdan büyük bir skandaldir. Okurken ulusal onurumun zedelendiğini derinden hissettim.
54-58'inci Md.lerde belirlenen istişare yollarında Türk tarafının yaptırım gücü olan hiçbir hüküm bulunmamaktadır. Uyuşmazlıkların çözümü (Md. 59-60) ve korunma tedbirleri (Md 61-62) ile ilgili hükümler de sadece AB yararları düşünülerek hazırlanmıştır.
Gümrük Birliği Anlaşması (Kararı) niçin imzalandı?
Gümrük Birliği Uygulama Sonuçları
Türkiye-AB Arasında Gümrük Birliğini Tesis Eden 1195 Sayılı Ortaklık Konseyi Kararı (Gümrük Birliği anlaşması) yürürlüğe girdikten sonra karşılaşılan sorunların ayrıntıları hakkında fazla bilgi edinemiyoruz. Üçüncü ülkelerle olan ticarî ilişkilerde sorunlar yaşandığı; AB ile ticarette gittikçe artan açıklar verdiğimiz dışarıya yansıyor.
ABD'nin AB'ye tanıdığı ticarî ayrıcalıklardan Türkiye yararlandırılmıyor. Kuzey Afrika ülkeleri ile yapılan anlaşmalardan yararlanmamızın baskılarla önlendiği yayınlarda dile getirilmektedir.
Anlaşmanın yürürlüğe girmesinden sonra AB-Türkiye arasındaki dış ticaret ilginç bir gelişme göstermiştir.
Türkiye - AB dış ticaret açığı Türkiye aleyhine 1990 yılında 2,435 milyon dolarken, Gümrük Birliği Anlaşmasının yürürlüğe girdiği 1996 yılında 5,793 milyar dolara, 1998 yılında 10,774 milyar dolara fırlamıştır. Sadece üç yıllık artış 33.493 milyar dolar.81 1996- 2000 açığı 54 milyar dolardır. 2001 yılı sonunda açığın 60 milyarı geçeceği değerlendiriliyor.
9 Temmuz 2001 TRT 2 saat 18.00 programında şu bilgiler verilmiştir:
1992-1995 arası ile 1996-1999 Gümrük Birliği dönemi karşılaştırması:
AB'ye ihracatımız; % 9'dan % 6.5'a düşmüştür.
İhracatın ithalatı karşılama oranı: % 70'den % 55'e düşmüştür.
İthalatımızdaki tüketim mallan oranı % 6'dan % 9-10'a çıkmıştır.
Türkiye'ye yabancı sermaye girişi azalmıştır,
Çok ciddi gelişme eğilimi ile karşı karşıyayız.
Üçüncü Ülkelerle Kurulan Ortaklıklar
AB, Türkiye dışındaki üçüncü ülkelerle değişik türlerde ilişkiler kuruyor: Ortaklık anlaşmaları; tercihli ticaret anlaşmaları; ticaret ve işbirliği anlaşmaları...
Bazı Kuzey Avrupa ülkelerinin kurdukları EFTA; Kanada, ABD ve Meksika'nın oluşturduğu NAFTA; Güney Amerika ülkelerinin kurdukları MERCOSUR (ilk ismi LAFTA) Serbest Ticaret anlamına uygundur. Bu anlaşmalarda, belirli mallarda gümrük tarifeleri ve miktar kısıtlamaları (Kota) kaldırılır; ancak üçüncü ülkelere karşı bağımsız hareket eder, kendi dış ticaret politikalarını uygularlar.
Türkiye örneğindeki gümrük birliği anlaşmasının tek olduğuna değinilmişti. Doç. Dr. A. Fındıkçı şu değerlendirmeyi yapıyor82: "AB'nin Ortaklık politikası, AB-Türkiye Dış Ticaret verileri ve malî işbirliği ile ilgili ortaklığın hazırlık, geçiş ve son dönemi yakından analiz edildiğinde hemen görülecektir ki, Türkiye örneğinde her haliyle iflas etmiştir. İflas eden bu politikanın temelinde AB'nin üçüncü ülkelere yönelik izlediği ortaklık ve dış ticaret politikaları yatmaktadır."
Yazar diğer üçüncü ülkelere verilen tavizler sonucunda "Türkiye'nin 1963'te başlattığı Ortaklık ilişkisi de cazip olmaktan çıkmış oldu. 60'h yıllarda AET tercihli rejim piramidinin tepesinde olan Türkiye 70'li yılların ilk yarısından sonra bu piramidin en alt sıralarına kaydırıldı." diyor.
Yazar şu değerlendirmeyi de yapıyor: "AET Ortaklık politikası Türkiye'yi kendi bölgesindeki ülkelerle ticarî ilişkiler geliştirmede ve bu ülkelerle yakın işbirliğine gitmesini büyük ölçüde engellemiştir." Yazar aynı metin içinde ilginç başka tesbitler de açıklıyor: "Bu anlaşmaların amacı anlaşmaya taraf olan ülkeleri, AET'nin hem politik hem de ekonomik ve ticarî etki alanını genişletmektir." Bu anlaşmalarla eski sömürgelerin tekrar bağımlı hale getirildiği açıklandıktan sonra sayıları 100'e ulaşan ülke ile ikili anlaşma yapıldığı belirtiliyor.
Anlaşmalara aykırı olarak AB Türk Tekstil ürünlerine kısıtlamalar uyguluyor. "
"AB'nin bu programlar çerçevesinde, Türkiye'nin ' güneydoğusunda "HADEP" adlı partinin belediye başkanlığını kazandığı yerlere malî yardımda bulunması, sağlıklı düşünebilen her insanın aklına doğal olarak, niçin sadece güneydoğu, niçin sadece "HADEP" sorusunu getirmektedir.84"
Bu sorulara yalnız, AB üyeliğimize yandaş olanlar ve politikacı - bürokrat- diplomat yöneticilerimiz cevap verebilir.
Gümrük Birliği Anlaşması; ekonomik getirilen ve götürülen dikkate alınarak, yedi - sekiz yıllık verilerle akademik düzeyde, ayrıca uygulayıcı çevrelerde araştırılıp, incelenip değerlendirilmelidir. Yapılan .değerlendirmelerden sonra AB ile görüşmelerle güncelleştirilmeli, karar aşamalarında Türkiye'nin dışlanması önlenmeli, üçüncü ülkelerle ilişkilerde Türkiye daha bağımsız hareket edebilmeli, üçüncü ülkelerle yapılan görüşmelere katılabilmelidir.
AB üyeliğinin gerçekleşmemesi, Gümrük Birliği'nin önemini artıracaktır. Ebedî AB üye adayı kalınamayacağı da dikkate alınarak Gümrük Birliği şekillendirilmeli ve Avrupa ile ilişkileri güçlendirecek yönde geliştirilmelidir. Bu amaçla AB tarafından birçok hükmü zaten uygulanmayan (yardım, serbest dolaşım...) anlaşmanın, geliştirilip taraflar arasında denge sağlanıncaya kadar askıya alınması düşünülebilir.
148-3930