MİLLİYETÇİ HAREKET VE KARŞISINDAKİLER
Bu ülkenin yakın çağlar tarihinde çok görülen bir talihsizlik vardır. Ne
zaman yurdun yararına sayılacak bir adım atılmak, bir hamle yapılmak istense,
böyle davranışlar, karşısında her zaman Türklük düşmanı kuvvetler bulmuşlar ve
çelmelenmişlerdir.
Türklüğe yararlı hareketlerden milliyetçilik hamlesi olarak ortaya çıkıp da
çelmelenmek ve hatta biçilmek istenenlerin en unutulmayacakları 1944 ve 1953
yıllarındakilerdir. Birincisi, tek parti diktatörlüğü devrine, ikincisi “milli
irade” zamanına ait olan bu hadiseler, bu güne kadar sürüp gelen ve bundan sonra
da devam edeceği muhakkak olan sinsi Türklük düşmanlıklarının mahiyetlerini
aydınlatabilecek hareketlerdir.
1944 hadisesi, Türk Milliyetçiliğinin üzerinden silindir geçirmek ihanetiydi:
İkinci Dünya Savaşı yıllarında milliyetçilik çok kuvvetlenmiş, bütün Türkiye’ye
yayılmıştı. Bunun bir sebebi Türkçü yayınların çokluğu ise, diğer bir sebebi de
dünyayı sarmış bulunan ateş ve kan tufanı idi. Devletlerin göz yumup açıncaya
kadar bir zaman içinde haritadan silindikleri bir zaman içinde, o zamanki
Türkiye gibi maddi gücü pek yetersiz bir memleketi ayakta tutabilecek tek
kuvvet, elbette ki, milliyetçilik olabilirdi. Ve bunun neticesi olarak,
milliyetçilik, yurdumuzda öylesine yayılmıştı ki, diktatörlük devrinin o
yıllarda başbakanı Saraçoğlu Şükrü bile, 1943 de mecliste yaptığı bir konuşmada:
“Türk’üz, Türkçüyüz ve Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan
meselesi olduğu kadar ve laakal (en azından, hiç olmazsa) o kadar bir vicdan ve
kültür meselesidir.” demek zorunda kalmıştı.
İşte, bu derece güçlenen ve daha da güçlenip cemiyetin siyasetine dahi hakim
olma istidadını gösteren milliyetçiliğe karşı, 1944 baharında malum haçlı seferi
açıldı.
Tarihteki haçlı seferleri, İslamlığın kökünü kazıma gayretinin neticeleri
idi. 1944 haçlı seferinin hedefi ise Türkçülüğü yok etmek olmuştu.
O yılların vatansever ve namuslu Türklerinin çok iyi bildikleri gibi 1944 haçlı
seferini tertip edenler, bu ırkın ve bu yurdun can düşmanları sinsilerdi.
Açtıkları ihanet bayrağının altında ise, o devrin kanı, ruhu ve kafası bozuk
bütün okumuş takımı toplanmışlar ve Türk Milliyetçiliğini hançerleme ihanetinde
birbirleriyle yarış etmişlerdi. Ama, Türk Milliyetçiliği, bir avuç namerdin
kahpeliği ile kökü kazınabilecek bir fikir değildi. Aylarca sürüp giden ve
Türklüğe kin kusan o kampanya sırasında namert ellerin hançerleriyle çok yara
almış, fakat yine de ayakta kalmıştı.
1953 de ki hareket ise, o yılların meşhur Türkçü derneği Türk Milliyetçiler
Derneğinin kapatılması ve bu suretle milliyetçi hareketin bir kere daha
hançerlenmesi şeklinde oldu.
Türk Milliyetçiler Derneği, hürriyet ve demokrasi havası içinde doğmuş ve kısa
zamanda Türkiye’nin bir çok yerinde açtığı ocaklarla yurt çapında bir teşekkül
halini almıştı. Derneği kuranlar ve ocaklarını açanlar, genç aydınlardı. Bu
suretle milliyetçilik, genç Türk aydınlarının gayretiyle bir kültür gücü haline
geliyor, büyüyor, güçleniyordu. Derneğin çatısı altında toplananların hızla
artması da fincancı katırlarını ürkütüyordu.
Bir Selanik dinmesine atılan bir kurşun, bu gelişmeden ürken şuursuz
siyasiler ile Türkçülük düşmanlarının bir kere daha aynı safta birleşmelerini
sağladı. Devrin başbakanı, Türkçülüğe karşı, tarihin asla bağışlamayacağı bir
iftirada bulundu ve neticede dernek, mahkeme kararı ile kapatılıp, malları
elinden alındı. Bu suretle, siyaset dalaverecileriyle Türkçülük düşmanlarının
ortaklaşa yürüttükleri bir dolap, milliyetçi hareketi bir kere daha hançerlemiş
ve gelişme durdurulmuş oluyordu.
Eski yılların milliyetçi hareketleri, siyasetin dışında hamlelerdi. Bu sebepten,
yurtdışındaki düşmanları büyük çapta ilgilendirmemekte idi. Fakat yeni hareket,
siyasi bir şekle bürününce iş değişti. Çünkü milliyetçiliğin bu yolla
sağlayacağı bir başarı, Türkçülüğü, devletin kaderinde söz sahibi edebilecekti.
Türkçülüğün, Türkiye’nin hayatında söz sahibi olması ise, yurdumuz üzerinde
iktisadi ve siyasi bir takım ince hesapları bulunan dış kuvvetlerin bu yoldaki
emellerine set çekilmesi olurdu. Çünkü, devlet gemisinin dümenini elinde
bulunduracak milliyetçi fikri hiçbir şekilde tavlamak mümkün olamazdı.
Türkiye’ye karşı bir takım ince hesaplar yürüten dış kuvvetlerin, bu sebepten,
ellerindeki bütün imkanları kullanarak belirmekte olan büyük tehlikeyi
önlemeleri kendi pis çıkarları için bir zaruretti.
Gerçi, milliyetçi hareketin bugünkü siyasi gücü yakın bir gelecek için büyük
başarı müjdelemiyordu. Fakat çok uzak olmayan bir zaman için bir takım ümitler
uyandırmakta olduğu da bir gerçektir. Türkiye’nin, bugünkü okuyan genç neslinin
harekete büyük çapta meyil etmesi de, milli hareketlerden ürkenleri elbette
düşündürüyordu. Yıllardan beri tatlı ninnilerle uyutulan milletin bu uykudan bir
anda uyanması da mümkündü.
İşte bu sefer, dışarıdaki kuvvetlerle içerdekileri birleştiren buydu. Umulmadık
bir neticeyle karşılaşmak imkanı vardı. Korkulu rüya görmektense uyanık yatmak,
elbette ki daha yerindeydi.
İşte, Türkiye üzerinde korkunç bir kasırga gibi esen yıkıcı propaganda, bu
korkunun neticesi idi. Kasırganın her tarafa savurduğu milyonlar, kapanma niyeti
taşıyan kapıları, bu suretle ardına kadar açtı.
Milliyetçi hareketin, perde arkasından idare edilen kalleşçe ve kahpede bir
oyunla bir kere daha hançerlendiği artık bir vakıadır. Fakat bu netice
mücadelenin bitmiş olması demek değildir. Mücadele elbette ki devam
edecektir. Milliyetçilik yumruğunun, içteki ve dıştaki Türkçülük düşmanı
kuvvetlerin kafalarında bir atom bombası gibi patladığı güne kadar devam
edecektir. Çünkü milliyetçi hareket, karşısındaki kuvvetlerinki gibi, bir
dalavere yolu değildir. Milliyetçi hareket,
kuvvetini ve hızını Türk ırkının milli ülküsü Türkçülükten almaktadır.
Bu mücadelede en acı taraf, fikir itibari ile bu cephenin yolcuları olan birçok
Türk’ün, siyasi durumları dolayısıyla, milliyetçi hareketin dışında ve bazen de
karşısında, bulunmalarıdır. Fakat, sabırla koruk nasıl üzüm olmakta ise,
milliyetçi hareketin dışındaki milliyetçilerin de bir gün, şu veya bu şekilde,
Türkçülük saflarında toplanmaları imkansız değildir.
Türkçülük fikrinin Türkiye’nin kaderine hakim olması bir zarurettir. Türk
milleti; yabancıların dümen suyunda seyreden tekneler cinsinden bir devletin
değil de, okyanusları dalgalandıran büyük savaş gemileri gibi bir devletin sahip
olmak istiyorsa, bunun yolu, milli ülküsünü geminin kaptan köşküne oturtmaktır.
Bugünkü iç ve dış şartlara göre, bu, elbetteki kolayca ulaşılabilecek bir netice
değildir. Ama, zorluğuna rağmen, mutlaka ulaşılması gereken bir neticedir.
Bunun için, her şeyden önce, Türklük için çarpan kalplerin hepsinin bir
bayrak altında toplanmaları lazımdır. Bu mücadelenin, Türk’ün varlığı mücadelesi
olduğuna inanmak lazımdır. Korkusuz, er kişiler haline gelmek lazımdır.
Kısacası, şanlı atalarımız Gök Türkler gibi “Türk
milleti yok olmasın diye gündüz oturmadan, gece uyumadan, ölesiye bitesiye
çalışmak” lazımdır.
Bunu yapamazsak alınlarımıza yazılacak kara lekeyi hak ediyoruz demektir.
182-2792