Türkiye’de Misyonerliğin Ulaştığı Boyutlar
ATO’nun Rapora göre misyonerlikle ilgili İstanbul’da 126 kilise, 4 dergi, 1 kafe, 36 dernek, 7 gazete, 12 Internet sitesi, 1 müze, 1 otel, 6 radyo, 6 şirket, 44 vakıf ve 2 yayınevi bulunuyor. İzmir’de ise misyoner faaliyetleri ile ilgili olarak toplam 8 cemaat veya topluluk bulunmaktadır.
Yine aynı rapora göre Türkiye’de Hıristiyan cemaati sayısının 50-55 bin olarak tahmin edilmekte 3000 den fazla kilise çok sayıda kitabevi ı kütüphane, 6 dergi, onlarca vakıf. Yayınevleri, 5 radyo, çok sayıda manastır, 2 kafe, 1 acenta ı mahfil, 7 şirket 1otel, 1 tercüme bürosu 7 gazete 1 tarihi eser, 2 müze 4 harebe 1 kale onlarca dernek bulunduğu kaydedildi. Bu çalışmaların sonucu olarak, Batıkent Protestan Kilisesi’nde 37 öğrenci Hıristiyan yapıldı. Bundan başka Gazi Üniversitesi’nde 138 kişi, Hacettepe Üniversitesi’nden 6 kişi, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden 245 kişi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nden 97 kişi din değiştirerek Hıristiyan olmuşlardır.
Yazar şair Atilla İlhan 1.12.2004 tarihli Cumhuriyet gazetesinde bir yazısında misyonerlerin Türkiye’de ulaştıkları hedefleri şöyle anlatmaktadır: “Ülkemizde misyoner cemaatlerinin sayısı 55 bin. Misyonerlik faaliyetlerini yürütenlerin büyük kısmı ABD, İngiltere, Yeni Zelanda, Avusturya, Almanya, İsveç, Romanya ve Güney Kore uyruklu kişilerdir. Misyoner faaliyetlerinin yoğunlaştığı illerin başında ise İstanbul, Ankara, Trabzon, Antalya, Adana, Hatay, Bursa Samsun ve Edirne gelmektedir. Kapadokya’da 2002’de yapılan toplantıda 1970 yılında Türkiye’de sadece 4 kişi Protestan iken bu sayı 2002 yılında 6000’e ulaşmıştır. Ayrıca bu sayının her yıl ikiye katlanması için her ilde kilise, her evde bir İncil ve her yerleşim biriminde bir önder ve bir topluluk sloganlarının benimsenmesi kararı alındı. Türkiye’de misyonerlik faaliyetini yürütenler 2004 yılında Alanya’da bir toplantı düzenlediler. Bu toplantının en çarpıcı noktalarından birisi “Türkiye’de hedefe adım adım yaklaşıldığı söylenirken, Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde çalışmaların hızlandırılması gerektiği kararı alındı. Önünüzdeki dönemde Erzurum, Eskişehir, Malatya ve Çanakkale hedef il olarak seçilirken Gaziantep, Kayseri ve Adana’da bazı kesimlerde misyonerlik faaliyetlerinin yoğunlaştırılmasına karar verildi.
Bir çeşit sömürgecilik olan misyonerliğin bu kadar yol almasında hiç şüphesiz AB’ye uyum yasalarının büyük rolü olmuştur. Ulus devleti tasfiye etmek amacı taşıyan Batı, bu yasaları Türkiye’ye karşı bir psikolojik savaş aracı olarak kullanmaktadır.
Bana göre Türkiye’de bir de kültür misyonerliği söz konusudur. Türkiye’de bazı işyeri ve dükkan tabelaları ile gerek resmi ve gerekse özel bürokraside görev yapan kişilerin kartvizitleri İngilizce yazılmaktadır. Bu düpedüz sömürgeciliğin gönüllü kabulü olmalıdır. Acaba bunun örneğine bizim dışımızda hangi ülkede rastlanmaktadır? Avrupa’da böyle bir şey düşünülemez. Nitekim AB İşadamları Topluluğu Başkanı olan Fransız, İngilizce konuştuğu için protesto etmek amacıyla Fransız Cumhurbaşkanı Jack Chirac toplantıyı terk etmiştir.
Prof. Manisalı(2004), “Bıçak Sırtında Cumhuriyet” adlı kitabında misyonerlik hakkında şunları yazar: “Türkiye gibi Müslüman bir ülkede gazete ve televizyon haberlerinde kiliseler, papazlar ve hatta rahibeler ön plana çıkar. Sadece İngiliz papazları değil diğerleri de. Kısacası Müslüman mahallesinde salyangoz satışı artar.”
Prof. Manisalı’nın bu açıklamaları bize bir kanalda yer alan “Yabancı Damat” dizisini ve yine basında yer alan bir bayan mankenin bir Yunan vatandaşı ile evlenmek için Ortodoks Hıristiyan olduğunu hatırlatmaktadır. “Yabancı Damat” dizisinin Yunanistan tarafından finanse edildiği iddia edilmektedir. Bu konuların medyada günlerce yer alması bana göre bir çeşit misyonerlik olup teşvik amacı taşımaktadır. Bu bir defa Türk geleneklerine aykırıdır. Çünkü bugüne kadar genellikle Hıristiyanlardan kız alınır fakat kız verilmezdi. Oysa, çokuluslu şirketlerin kanalları ile mütareke basını, ısrarla bunun tersini işlemektedir. Özel kanalların çoğunluğunun görevi bu olduğu için bunda yadırganacak bir durum yoktur. Fakat devletin televizyonu olan TRT-1 ve TRT-INT Ramazan ayında “İftara Doğru” programlarından birisini, İspanya’da yaşayan ve bir Katolik Hıristiyan’la evlenen bir Türk kızının evinden yaparak, bunu sanki Türk geleneklerine ve İslam inançlarına uygun bir durummuş gibi takdim etmekle acaba neye hizmet etmektedir? Ayrıca İftara doğru programında yabancı birisine özellikle İngilizce ilahi söyletilmesi de bir çeşit kültürel misyonerlik değil midir?
Misyonerlik faaliyetlerinin İlahiyat Fakülteleri’ne kadar uzandığı görülmektedir. Şöyle ki, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde görev yapan bir profesör daha yardımcı doçentken Redhouse Ansiklopedisinden gelen teklif üzerine yüklüce bir para karşılığı İslam ve tasavvuf üzerine bir çalışma hazırladı. Daha sonra ABD’de Moon Tarikatı’nın merkezinde bir yıl kaldı. Yine 1999 yılında Türkiye’deki İlahiyat Fakültelerinden birisinde bir doktora öğrencisi “Hadisler Metinle mi, Lafızla mı Gelmişlerdir?” konulu bir doktora tezi hazırladı. Bu çalışma için Amerika’da bulunan “Oryantalist İslam Araştırmaları Enstitüsü”nden yüklü bir para desteği almıştır. Bu çalışmada amaç hadisleri reddetmektir. Aynı fakülteden iki öğrenci daha bu merkezden aldıkları maddi destekle Oryantalistlerin iddialarını destekleyen çalışmalarını sürdürmektedirler(Baş, 1996).
Bu konu ile ilgili olarak kısaca son günlerde moda olan medyatik ilahiyatçılardan da kısaca söz edelim. Bunların bir kısmı İslam’ın temel kaynaklarından ikincisi olan hadisleri inkar ettikleri görülmektedir. Ayrıca “Horozdan kurban kesilmesi, cinsel ilişki ile oruç bozulması” gibi akla, mantığa ve bugüne kadar Anadolu İslam anlayışına uygun olmayan düşünceleri dile getirmekte ve mütareke medyası bunu, toplumun inancını rencide etmek bağlamında zevkle ve alaycı bir tavırla ele almaktadır. Ayrıca medyatik ilahiyatçılardan birisi Moon tarikatı ile ilişkisi olduğunu bir programda itiraf etti. Yine büyük partilerden birisinin genel başkanının Moon tarikatı ile ilişkisi olduğunu eski genel sekreteri basına açıkladı.
Bazıları misyoner faaliyetlerini önemsiz buluyorlar. Oysa saldırgan Evangelist misyonerler, bizim gibi sivil giyinip öğretmen, işadamı, öğrenci, tüccar, barış gönüllüsü, turist kimliğiyle yapacaklarını yapıyorlar. Para ile daire kiralayıp apartman kiliseleri kuruyorlar. Birkaç yıldan beri içinde hiçbir Hıristiyan vatandaşın yaşamadığı şehirlerde kilise binaları yapıldı, kuleleri var, çanlar çalıyor, Pazar ayinleri yapıyorlar. Diyarbakır’daki kilisede çalgılar çalınıyor, ilahiler okunuyor(Eygi,2005),
Gerçekten bazı kişiler, misyonerliği masum dinsel bir faaliyet sanıp “birkaç kişi Hıristiyan olsa ne olur, bunda korkulacak ne var?“ anlamında sözler söylemektedirler. Bunlardan birisi de Sayın Devlet bakanı Mehmet Aydın’dır. İktidarın yayın organı olan Yeni Şafak Gazetesi yazarlarından Akif Emre(2005),bile Türkiye’deki misyonerlik faaliyetlerinden oldukça rahatsız olmuş olmalı ki, bu konuda şunları yazmıştır: “Türkiye’de Kürtler ve Aleviler üzerinde misyonerlerin ilgisi artmıştır. Türkiye’de kendi kültüründen kopuk Batıcı seçkinlerin yetiştiği okulların neredeyse tamamı Türkiye’deki misyoner okullarıdır. Devlet Bakanı Mehmet Aydın, misyonerlik konusunu ne kadar hafife aldığını şu açıklaması göstermektedir:“Misyonerler Cumhuriyetin ilk yıllarında ülkemizde yoğun faaliyet gösterdiler. Son günlerde faaliyetlerinin arttığı görülüyor. Herkesin kendi dinini yayma ve anlatma özgürlüğü vardır. Buna engel olamazsınız.”
Gerçi İslamiyet’te misyonerlik yoktur, sadece tebliğ vardır. Hz. Muhammed, İslam dinini sadece anlatmıştır, inanıp inanmamayı kişinin kendisine bırakmıştır. Çünkü İslam dininde “dinde zorlama yoktur.” Fakat Biz de Sayın Bakan Mehmet Aydın’a şunu soruyoruz: “Türkiye’den özel bir grup, Avrupa’da İslamiyet’i yaymak amacıyla bir örgüt oluşturup bunu iş edinse ve Paris, Berlin ve Londra gibi Batı kentlerinde İslamiyet’i yayma propagandası yapmaya başlasa, acaba Batılılar buna seyirci mi kalır yoksa engel mi olmaya çalışırlar. Ben şahsen bir hukuksal kılıf bulup engelleyeceklerini düşünüyorum. Çünkü İslam’a davet etme şöyle dursun Avrupa’da öğrenim gören Türk dünyası ve İslam dünyası öğrencilerinin Hıristiyanlık üzerine lisanüstü tez yapmalarına bile izin verilmemektedir. Ayrıca Avrupa’daki camilerde, İslam’a davet amacı taşıyor diye hopörlörle dışarıya ezan okunması bile yasaktır. Bunu 2003 yılı yazında Almanya’ya yaptığımız seyahatte bizzat şahit olduk. Oysa onlar Türkiye’de kurdukları kiliselerde çanlarını açıkça çalabilmektedirler.
Kaynak: Prof. Dr. İbrahim Arslanoğlu
Ne Mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana...
Saygılarımla.
Çağrıbey
312-3909 Güncelleme: 01/03/2023