Altıncı Ateş Suyu: Bilimsel Bilgiden Uzaklaştırma.
Altıncı Ateş Suyu: Bilimsel Bilgiden Uzaklaştırma.
“En gerçek yol gösterici” olan bilim, yeterince ilgi ve iltifat görememektedir. Eğitim ve Araştırma-Geliştirme için zaten az kaynak ayrılan ülkede, krizlerden sonra ilk tasarruf yapılan alanların başında eğitim ve bilim gelmektedir.
Siyasal iktidarlar üniversitenin sorunlarını çözebilecek arayışlar içinde olmaktan çok, üniversiteyi bir “arka bahçe” haline getirme uğraşındadır.
Bilimsel bilgiye yöneltilen postpozitivist eleştiriler, sadece bilim esnafını değil, zaten yeterince bilimsel bilgi kullanmayan toplumu da derinden etkilemiştir.
Bilimsel bilginin yerini bilimdışı, gündelik, dinsel ya da örgütlenmemiş bilgiler almaktadır.
İnsanlar dünyayı ve olguları açıklamada geleneksel ya da kulaktan dolma bilgileri, falcılar, medyumlar ya da şarlatanlardan edindiklerini veri olarak kullanmaktadırlar.
Bilgi kaynağı bu olunca, (bilginin nasıl işlendiği bir yana) aldığı kararların isabeti de ona göre olacaktır.
“En gerçek yol gösterici” olan bilim, yeterince ilgi ve iltifat görememektedir. Eğitim ve Araştırma-Geliştirme için zaten az kaynak ayrılan ülkede, krizlerden sonra ilk tasarruf yapılan alanların başında eğitim ve bilim gelmektedir. Siyasal iktidarlar üniversitenin sorunlarını çözebilecek arayışlar içinde olmaktan çok, üniversiteyi bir “arka bahçe” haline getirme uğraşındadır.
Bilimsel bilgiye yöneltilen postpozitivist eleştiriler, sadece bilim esnafını değil, zaten yeterince bilimsel bilgi kullanmayan toplumu da derinden etkilemiştir. Bilimsel bilginin yerini bilimdışı, gündelik, dinsel ya da örgütlenmemiş bilgiler almaktadır. İnsanlar dünyayı ve olguları açıklamada geleneksel ya da kulaktan dolma bilgileri, falcılar, medyumlar ya da şarlatanlardan edindiklerini veri olarak kullanmaktadırlar. Bilgi kaynağı bu olunca, (bilginin nasıl işlendiği bir yana) aldığı kararların isabeti de ona göre olacaktır.
Bilimin ulusal ve toplumsal işlevini önemsemeyen, sadece evrensel işlevini dikkate alan ölçütler geçerli hale getirilmiştir. Bilimde araştırma gündemleri, emperyalist merkezlerin gereksinimleri doğrultusunda oluşturulup, bütün dünyaya evrensel gündem diye dayatılmaktadır. Araştırmacılar ülke sorunlarını çözecek araştırmalar yerine, uluslararası dergilerde yayımlanacak (onların istediği, belirlediği) araştırmalarla, projelerle ilgilenmektedirler.
Koray’ın saptadığı gibi, artık “bedenler göçmeden beyinlerin göçmesi”nin etkili bir mekanizması oluşturulmuştur. Dünyanın her tarafındaki araştırmacıları, üstelik kendi ülkelerinin kaynaklarını kullanarak, merkezin belirlediği araştırma gündemi çerçevesinde çalıştırmanın yolu keşfedilmiş durumdadır. Bilim, ülke sorunlarının çözümüne değil, “merkez”lerin istediği yayınları yapacak biçimde araştırma ve yayınlara odaklanmıştır.
Ülkenin ciddi sorunları karşısında bilim ve bilginler kayıtsız kalmışlardır. Güneydoğuda yıllarca devam eden terör ve sonuçları konusunda ciddi araştırmalar yapılmamıştır. Laiklik, öğretim birliği, yabancı dilde eğitim, Avrupa Birliği gibi konularda özellikle eğitim alanında yapılmış ciddi araştırmalar bulunmamaktadır. Üniversiteler sanki suya sabuna dokunmak istememektedir. Bilimin bıraktığı boşluk başka bilgi türleri hatta bilgisizlik tarafından doldurulmakta, eleştirel düşünemeyen insanlar kolayca yönlendirilebilmektedir.
Aktarmacı, Avrupa-merkezli bir bilim anlayışı yerleşmiş, kendi toplumuna bile Batının gözlükleriyle bakan bilginler türemiştir. Örneğin Batıcı cinsiyetçilik anlayışıyla “töre cinayetleri”ne bakmak, sorunu çözmeyeceği gibi, ancak cehaleti ele verir. Tipik devşirme aydın tavrıdır. Tarım toplumu değerleriyle donanmış birinin “namus” kavrayışı da öyle olacaktır. Bunu ortadan kaldırmak istiyorsanız, insanlara namussuzluğu telkin etmek ve onları cehaletle suçlamak yerine, ekonomiden başlamak kaydıyla onlara moderniteyi götürerek sorunu çözebilirsiniz.
Başkaya, “dünyaya sömürgecinin gözüyle bakan” yerli eliti şöyle nitelemektedir: ... beyinleri Avrupa-merkezli ideolojik safsatalar tarafından dağlanmış, kendi gerçekliğine, kendi toplumuna külliyen yabancılaşmış yerli azınlıklar, hep emperyalizmin, sömürge ve yarı-sömürgelerde, şimdilerde Üçüncü Dünyadaki adamları-ajanları oldular.
Altbach, üçüncü dünya ülkelerinde yer alan üniversitelerin hemen hemen tam anlamıyla yabancı bir model üzerine kurulmuş olmalarından ve yabancı kurumların değerlerini ve kurumsal örneklerini yansıtmalarından dolayı sömürgeci kurumlar olduğunu ileri sürmektedir.
Altbach devamında ise bu üniversiteler araştırma ve yaratıcı entelektüel çabaya ağırlık vermemişlerdir. Böylece yüksek eğitimin çoğunluğu Avrupa modellerini ve akademik normlarını yansıtır; fakat modern Batı standartları seviyesine çıkarılmadan.
Ülkede bilimsel bilgi üretimi bile adeta yabancılar için yapılmaktadır. Yabancı dille (İngilizce) öğretim yapan üniversite ve fakültelerde yapılan bilim uzmanlığı ve doktora tezleri başta olmak üzere, neredeyse bütün yayınlar yabancı dilde yazılmakta, Türkçe bilen okur için değil, yabancılar için bilgi sağlanmaktadır.
Ülkemizin kaynaklarıyla üretilen bilginin bu ülkede yaygın olarak dağıtılamaması ve kullanılamaması düşündürücüdür. Eğitimin yabancı dilde olmadığı üniversitelerde de birçok dalda yükselmek için yabancı dillerde yayın yapma zorunluluğu bulunmaktadır. Genellikle yüksek standartta olan bu yabancı dildeki yayınlar da Türk bilgi kullanıcısına sunulamamaktadır.
Kaynak:
http://forum.hunturk.net/index.php?topic=2262.msg13770#msg13770
Bu yazının hazırlanmasında ;Yrd. Doç. Dr. İkram ÇINAR 'ın "Mankurtlaşma Süreci" adlı eserinden faydalanılmıştır.
336-1667