DEVLET ADAMI ve GAFLET
Gaflet, bütün insanlar için kötüdür. Fakat devlet adamları için çok daha
kötüdür. Hele milli konular üzerinde olursa, o zaman, kötülüğün çokluk
derecesini de aşarak korkunç bir hal alır.
Türkiye’nin yakın çağlar tarihi bu cins misallerle doludur. Hele Tanzimat’tan bu
yana olan tarihimizi şöyle bir hatırlama, devlet adamlarımızdaki bu korkunç
gafletin örnekleri ile bol bol karşılaşmak için yeter.
Tanzimat sonrasının <Osmanlıcılık> ham hayali, devlet adamlarımızda görülen
korkunç gafletin en ibret verici örneklerinden biridir.
Son imparatorluğumuzun sınırları içindeki çeşitli soylardan bir <Osmanlı
milleti> meydana getirmek fikri, ancak, idaremiz altındaki yabancı milletleri
eritmek veya uyutmak siyaseti olmak gerekirdi. Fakat aksine, bu uydurma millet
hayali, bizim aydınlarımızı ve dolayısıyla devlet adamlarımızı bir fikri
hastalık gibi sarmıştır. Türklüğümüzü reddedip uydurma <Osmanlı milleti>
hayaline kapılışımız ve bu korkunç gafleti 1908 sonlarına kadar devam
ettirişimiz işte, bunun sonucudur.
Bu korkunç gaflet, cumhuriyetten sonra da devam etmiştir. Ve bugün de hala,
çeşitli kademelerdeki devlet adamlarımızın kafalarında yaşamaktadır. Bir çok
milli meseleler ve hele Türkçülük ülküsü üzerindeki tutum ve davranışlar, bunun
reddedilmez delilleridir.
Milletler, ancak, kendi hayat felsefeleri olan
milliyetçiliklerine sarılmak suretiyle, insanlığın üzerinden hiç eksilmeyen
büyük kasırgalara göğüs gerebilirler. Türk milletinin, kendi hayat felsefesi
olan Türk milliyetçiliğini, yani Türkçülüğünü, kendisi için mutluluğuna
götürecek tek ışık olarak kabul etmeye mecbur oluşu da bu sebeptendir. Yani,
Türkçülük ışığına sırt çevirmek suretiyle devlet gemisini yürütmemiz asla mümkün
değildir. Böyle bir ışıktan yoksun bir geminin, kayalara bindirmesi her zaman
mümkündür.
İşte Türkiye, nice yıllardan beri böyle bir gemi durumundadır. Hayat dalgaları
arasında gelişi güzel yalpa vurup durmasının sebebi budur. Çünkü geminin,
tayfalarından kaptanına kadar birçok hizmetlisi, çok kere, kendilerine yol
gösterecek ışıktan, yani Türkçülükten ürkmektedirler.
Bu ürküntü, Türkçülük fikrinin, yurdumuzdaki Türk olmayan vatandaşları
kuşkulandıracağı temeline dayandırılmak istenmektedir. Böyle bir düşünce ise;
devletin sahibi olan ve Türkiye nüfusunun onda dokuzunu teşkil eden Türklerin,
onda bir nispetindekiler için, milli ülkülerinden vazgeçmelerini istemekten
başka bir şey değildir.
Türkçülükten ürken ve ona sırt çeviren devlet adamı, bu korkunç gafletini, ince
ve başarılı bir siyaset sanacak kadar da fikirsizdir. O, Türkiye vatandaşı
oldukları halde, başka soyların şuuruna sahip bulunan ve Türklük davasından ayrı
dâvâlar ardında olanların bu ince (!) siyaset ile aramızda eriyip zararsız hâle
geleceği hayalindedir. Bu düşüncenin, Osmanlıcılık siyasetini hortlatmak gayreti
olacağına onu inandırmak imkânsızdır. Çünkü kafası, 1944’ teki Türkçülük
düşmanlığı sırasında ekilen ihanet tohumlarının tortuları ile doludur.
Osmanlıcılık ham hayalini benimseyen ve Türkçülüğü inkar eden devlet adamı,
Türkiye’ yi uçurumun kenarına kadar itmişti. Ondan pek farklı olmayan bugünkü
davranış bizi nerelere kadar götürür? Bunu da ciddiyetle düşünmek gerekir.
Türkçülük, Türk milletinin ülküsüdür. Bir millet,
ülküsünden korktuğu değil ona dört elle sarıldığı takdirde kazanır. Milletin
ülküsüne sarılıp yükselmesine ise, üst basamaklardaki devlet adamına düşen
vazife büyüktür.
Her toplumun içinde kendinden olmayan ve taşıdığı milli şuur dolayısıyla erimesi
de imkansız unsurlar vardır. Devlet adamının vazifesi, onları topluma zarar
vermeyecek bir halde tutmaktır.
Bizim devlet adamlarımız da bu doğru yolu seçmek zorundadırlar. Böyle yapmazlar
da, bir boş hayal uğruna milli ülküye karşı kalmakta devam ederlerse, bu korkunç
gaflet, günün birinde ihanet haline de gelebilir.
Devlet adamlarımız artık gözlerini açmalı, denenmiş ve iflas etmiş hayallere bel
bağlamaktan, taundan kaçar gibi, kaçmalıdırlar.
Çağımız, milliyetçilik çağıdır. Yükselmek ancak,
milliyetçilik yolundan giden milletlerin hakkıdır. Onun için Türklerin, bütün
varlıklarıyla sarılacakları tek fikir, Türk milliyetçiliği, yani Türkçülüktür.
Bu gerçeği anlayamayan devlet adamı değil, adam bile sayılamaz.
172-3760