Biz Türkçülerin neden bilmem; ezberimiz bozulduğu anda ilk yaptığımız şey saldırıya geçmektir. Tabularımıza ne dokunuruz, ne de dokunulmasından hoşlanırız. Korkumuz nedir bilmiyorum. Ama bende aynı şeyi yaparken defalarca yakaladım kendimi. Bu yüzden bu yazıyı saldırı ya da eleştiri olarak almayın. Daha çok bir özeleştiri diyebiliriz.
Bir süredir Otağa giremiyorum. Girdiğimde gördüklerim ise beni şaşkınlığa düşürdü. Konu başka bir başlığın altındayken ayrılıp tek başına bir konu haline getirildiğine göre demek önemli sayılmış. Ama aynı anda hem gül uzatıp, hem diken batırıp hem de saldırmanın birarada olduğunu görmek beni bu başlığı açmaya adeta zorladı.
Öncelikle;
Ben mevleviliğe saygı gösterin demedim. Ne demişim?
"Mevlanadan bahsetmek yerine Türklüğü ve Türkçesiyle öne çıkmış Yunus Emreden bahsedelim, Türkçülüğe uygunu budur".
Bunda yanlış nerede? Bu sözlerde mevleviliğe destek verelim gibi bir anlam nerede?
Bu şimdi Mevlanacılık mı oluyor yoksa buyurun aklın yoluna, sayımızı kazanarak arttıralım mı demek oluyor? Sertlik her kapıyı açmıyor. Tatlı sert yöntemlerle de söylenmesi gereken her şey söylenebilir.
Ne savunduğunu bilmeden mevleviliği ya da arap kültür emperyalizminin yüzyıllar boyunca aşıladığı birtakım şeyleri savunanlar var. Bu insanları saldırarak değil, ne dediğimizi anlatarak gaflet uykusundan uyarabiliriz. Bu konuda aynı fikrimde ısrar ediyorum.
Bu yalnız benim düşüncem de değil üstelik. Bizim Lider dediğimiz, Başbuğumuz dediğimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün de yolu bu idi.
Başbuğumuzun izinde olduğumuzu söylemek kolay. Ama o yolda ilerlemek çok kolay değil. Hatırlatmak isterim size. 1925 yılında 450'ye yakın tekke ve dergâh kapatıldı. Sadece bir tanesi Başbuğun emri ile kapatmak yerine "müze"ye dönüştürüldü. Hangisi? Cevabı belli. Mevlevi dergâhı elbette. Peki Başbuğumuz mevleviliğe mi yatkındı? Destekliyor muydu? Elbetteki HAYIR. Sadece bu tekkeyi kapatırsa çok kişinin küseceğini ve yapmaya çalıştığı şeylere direneceklerini biliyordu. Neden? Çünkü yeniçerilerin piri Hacı Bektaş'ın karşısında mevlevilik vardı. Bu yüzden de yeniçerilere tepki gösteren halkın sempatisi vardı bu insanlara. Halen de devam etmektedir bu sempati. Bazı şeyler hafızadan kolay silinmiyor. Peki ne yaptı Başbuğ? Yine kapattı dergâhı. Ama müze yaparak belli ölçüler içerisinde korudu. Hatta iki sefer de müzeyi ziyarete geldi ilerleyen zamanlarda. Neden? Çünkü halka saygı gösterdi ve halk da kendisine saygı gösteren Ata’sının inançla ve güvenle peşinden gitti.
O zaman bir daha sorayım. Yanlış nerede? Yanlış, “insanlara saygı gösterin, yanlış varsa yanlışını düzeltelim” lafını mevleviliğe saygı gösterin olarak anlamakta. Ezber bozulunca, tabu konuya girilince direk saldırıya geçmekte. Yazılanı anlamak yerine etrafından dolaşmaya çalışmakta.
Size eski ama önemli bir lafı hatırlatayım. "NUSH İLE USLANMAYANIN HAKKI TEKDİR, TEKDİR İLE USLANMAYANIN HAKKI KÖTEKTİR." Osmanlıca bir laf olduğu için anlayamayanlar olabilir. Tercümesi de şudur: "Nasihat ile uslanmayanın hakkı azar, azar ile uslanmayanın hakkı dayaktır."
Burada "nush" yok. Direk kötek. Nerede kaldı tekdir?
Türklüğün "öz" olduğunu söylemişsiniz. Size kesinlikle katılıyorum. Altın gibi, platin gibi saftır Türklük. Aynı şekilde altın ve platin gibi alaşıma da çok zor girer Türklük. Bu nedenle Türklüğünün bilincini ele almış olanlara ikna etme, kandırma çabaları işlemez diye düşünürüm. Boşa zaman kaybıdır diye düşünürüm. Çabamın bu olduğunu düşünmenize çok üzüldüm bu yüzden. Amacım bu değildi. Az önce dediğim gibi her konuşmanın farklı söyleniş şekilleri vardır. Hem de anlamını bozmadan. Hatta daha da ağırlaştırarak. Yapmaya çalıştığım bunu anlatmaktı sadece.
Diğer meselelere gelirsek;
Oğuz olmaktan beni vazgeçiren şeyin ne olduğunu sormuşsunuz. Buna da cevabım şudur: Benim Oğuzluğumu hangi teraziye koydunuz da hafif geldi diğer yargılarınızın karşısında. Bunun da cevabı bence aynı. Bozulmuş ezber sendromu.
Demişsiniz ki: Anadolu en az 7000 yıldır Türk Milletinin yurdudur ve kültür dediğiniz kırıntılar Türk kültür ve medeniyetine göre dağın yanında fare gibi bir şeydir.
Fare de dağın bir parçasıdır. Dağı tartışmayalım ama dağdaki canlıları da yok saymayalım. Yok, sayarsak sivrisinek-aslan hikâyesindeki aslanın durumuna düşürür bizi. Küçümsemeyelim hiçbir düşmanı. Sivrisinek olsa bile.
Demişsiniz ki: Milletin bir şeyleri doğru öğrenme hususuna gelince. Bu millet daha seksen yıl önce gelmiş bir öğretici Başbuğ'un dediklerini unutup köhneliğin gizemli ve karanlıklar dehlizlerini tercih etmiştir, bir avuç Türkçü aydından gayrı….
Cevabı yine aynı. Başbuğun yaptıklarını yapmayan ve onu örnek almayanlar suçlusudur bu yoldan sapmanın. Aynı yanlışları bizde yapıp Başbuğ yerine Enverleşmeyelim. Millete rağmen Milliyetçilik olmaz. Karşılarında durup, doğru yol tarif edemezsiniz. Etseniz de ciddiye almazlar sizi. Şimdi bu lafımı yine evirip çevirenler olabilir. Ben yanlışı savunmaya çalışmıyorum. Yanlışa düşmüşlere saldırmadan, doğru yolu gösterip anlatalım diyorum. Bunu da hümanizm saçmalığına sarılıp yapalım demiyorum. Başbuğumuz gibi akılla yapalım diyorum.
Beni mevleviliğe yatkın olmakla, sentezci kültürün parçası olmakla suçlayanlar olmuş. Sebebi yine aynı. EZBER BOZULURSA SALDIRILIR. Kurtlukta kanundur bilirim. Düşeni yerler. Ama düşmedim. Özüm Türk, beynim Türk, kalemim Türk. Ruhum BOZKURT. Bu nedenle bana akılcılıkla değil ama ezbercilikle saldıranları şiddetle kınıyorum. Bu laflarım Sn Üçoklu Börü ve Afşar Beyine değildir. Sadece ezberden saldıranlaradır. TÜRK KAN yöneticimizde kusura bakmasın ama daha evvel de yazmıştım. Benim yerim burası. Burası olmadığını düşünüyorsanız takdir sizindir.
Herkesin gördüğü manzaranın çıktığı yükseklikle orantılı olduğunu yazmışsınız. Saygıyla karşılarım bunu. Dileğim benimde bir gün daha geniş açıları daha yükseklerden görebilmek. Tanrı bana da o günleri göstersin.
Son olarak Türkçü Otağımızın savunma reflekslerinin saldırıya dönüşmediği zamanlarda ne denli güçlü, bilgi seviyesinin ne denli yüksek olduğunu görmek beni çok mutlu etti. Yazdıklarımı hiçbir Türkçü kendine saldırı olarak ya da eleştiri olarak almasın. Çok laf hatasız olmuyor. Hatamız varsa affola. Aranızda olmak şereftir. Esen kalın, esenlikle kalın.