Gönderen Konu: MİSYONERLİK: HAÇLI BATI'NIN, TÜRKLÜĞE KARŞI, BİN YILLIK SİLAHI!!!  (Okunma sayısı 227865 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Çağrıbey

  • [GÖKBÖRÜ ANKARA]
  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 2204
  • Ne mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana!
Atatürk`ün bakışıyla Türkiye`de misyonerlik..!

Araştırmacı Gazeteci – Yazar Hasan Taşkın, Karadeniz bölgesinde meydana gelen Rahip cinayeti ve yaralama olaylarıyla gündeme oturmasını değerlendirdi.
Önce Trabzon’da işlenen rahip cinayeti ve ardından Samsun’da meydana gelen bir Rahib’e yapılan saldırı olayını Vakıf Rize Dergisi’ne yorumlayan Taşkın, olayların arkasına ışık tuttu.

‘’İstihbarat Raporlarına Göre, İsrail’in Gap Senaryosu, Şu Derin Devlet ve Kıskaç’’ isimli kitaplarla gündem oluşturan Rize Vakfı üyesi Gazeteci-Yazar Hasan Taşkın, Vakıf Rize Dergisi aracılığı ile Karadeniz’de oynanmak istenen oyuna dikkat çekiyor.

Misyonerliğin, tarihin hiçbir döneminde tek başına bir din meselesi olmadığını belirten Taşkın, ‘’Misyonerlik hep siyasi bir mesele oldu. Tarih boyunca sömürgeleştirmeyle iç içe yürüdü. Arkasında emperyalist devletlerin istihbarat örgütlerinden çokuluslu şirketlere kadar Batı`nın savaş aygıtları var.’’ Şeklinde misyonerliği yorumladı.

‘’Sanıldığının aksine özellikle Protestan misyoner hareketi, Hıristiyanlaştırarak "yeni azınlıklar" yaratmaya değil, Batı`ya bağlı Hıristiyan "Türkler", "bütün vatandaşlık haklarına sahip Protestan vatandaşlar" yaratmaya çalışıyor.’’ Diyor Taşkın ve ‘’Yoğun bir Hıristiyan ve Hıristiyanlaşmış nüfus oluşturma çabası var. Yerli misyonerlerin (Türk olduklarını, Türkiye vatandaşı) olduklarını sık sık vurgulamaları hem bir siyaseti, hem bir stratejiyi açığa vuruyor.’’ Şeklinde sözlerini sürdürüyor.

Karadeniz insanının sağcısı da solcusu da vatanına, milletine ve bayrağına düşkün olduğunun altını çizen Taşkın, şunları söylüyor:
‘’işte bu nedenle Karadeniz’de misyonerlik faaliyetleri yürütmek, terör faaliyetleri yürütmek çok zordur. Bir dönem Gemi ile Trabzon’a gelmek isteyen bir kafileye tepki gösterildi ve bu kafile Trabzon’a sokulmadı. İşte bu nedenle Trabzon’da basın açıklaması yapmak isteyen TAYAD’lı üyelere linç girişiminde bulunuldu. Ben 2.5 yıl Trabzon Anadolu Ajansı’nda gazeteci olarak çalıştım. Benim bulunduğum dönemde Trabzon’un Uzungöl İlçesi’ne bölücü terör örgütü PKK’lı grubun saldırısı olmuştu. Bu olayda bir kişi hayatını kaybetmişti. Bu gelişme üzerine o bölgenin insanı ellerine ruhsatlı av tüfeklerini alıp dağlarda PKK’lı avlamak için gezindi.
Karadenizli’nin bu hareketi vatanına karşı gelebilecek saldırılara karşı ne kadar duyarlı olduğunu gösteriyor. İşte o nedenle siyasiler diyor ki, Karadenizli Türkiye’nin çimentosudur. Bu noktadan şunu söylemek istiyorum. Trabzon’daki rahip cinayeti tamamiyle dış istihbarat kaynaklarının organizesiyle daralan misyonerlik faaliyetlerini rahatlatmak amacıyla gerçekleştirilmiştir. Yani burada görev yapan misyonerlere rahat çalışma ortamı sağlamak için, bir papaz feda edilmiştir. Suç da 16 yaşındaki bir çocuğun üstünde kalmıştır. ‘’

Hasan Taşkın, Karadeniz’de oynanmak isteyen oyunu iyi anlamak için tarihe bakmak gerektiğini vurgulayarak Atatürk’ten ilginç bir örnek veriyor. Taşkın’ın çok dikkat çekici örneğine bakalım:

‘’Atatürk, ABD Deniz Kuvvetlerinden istihbaratçı Teğmen Robert S. Dunn`la yaptığı görüşmede Amerikalı misyonerlerin yıkıcı faaliyetlerini vurguluyor. Teğmen Dunn`ın Washington`a gönderdiği rapora göre, görüşme 1 Temmuz 1921`de yapılıyor. Teğmen Dunn`ın yazdığı raporun konumuzla ilgili bölümü ise bugün yaşanan olaylara ışık tutuyor. Bakın Dunn’un raporunda neler var:

"Konu: Anadolu`daki Vaziyet -Monografik Rapor-
Nereden: İstanbul (Milliyetçi Türkiye)
No:1308
Tarih: 09 Ağustos 1921
(20) Milli Siyasetler
(60) Dahili Siyasetler
(61) Harici Siyasetler

Aşağıdaki sorular Mustafa Kemal Paşa`ya Teğmen Robert S. Dunn (ABD Deniz Kuvvetleri) tarafından soruldu ve cevaplar kendisi tarafından aşağıda belirtildiği gibi verildi:

(...) S: Yakındoğu Yardım Şirketleri ve Amerikan Tütün Şirketlerinin Rum ve Ermeni memurlarının, şimdilerde Karadeniz sahillerinden sınırdışı edilmesinde teferruat ve pren- sipte hangi makam karar veriyor? Sürgün emirlerinin hakkı ile tatbikinden kim mesul tutulmuştur? Siyasi sebeplerle sürülme emri alanlar aleyhinde hangi müessese delil sahibidir?

C: Karadeniz sahilindeki Rumlar -bilhassa Samsun`dakiler- Pontus devleti adını vermek istedikleri bir Rum hükümeti kurmaya çalışıyorlar. Bu gizli teşkilat Atina`dan ve Atina tarafından yönetiliyor. Bu gizli teşkilat Türkiye`nin mahvına yol açmaya ve İzmir bölgesini işgal etmiş olan Yunan ordusuna yardım etmeye çalışıyor. İnebolu`yu bombardıman etmek suretiyle Yunan hükümeti bu hain insanlara yardım ediyor ve onları cesaretlendiriyor. Yunan hükümeti zaman zaman Samsun`a asker çıkarıyor ve Rumların kendileri ile işbirliği yapmaları için propaganda yapıyor. Hükümet Rumların bu faaliyetini ve Türkleri öldürmek ve Türk köylerini yakmak gibi yaptıkları mezalimi ispatlayacak kâfi belgeye sahiptir. Bu belgelerin bazıları hâlâ mahkeme önündedir. Komisyon tarafından silahlandırılan Rumlar, Yunan Kızıl Haçı adı altında kendilerini gizleyerek, bugüne kadar Türklere karşı, dağlarda vahşiyane suçlar işlemektedirler. Pontus Komitesi, hainane emellerini güven altına alma çalışmalarında kuvvet kazanmak için Rusya`dan ve Kafkasya`dan binlerce Rum getirmeye gayret etmektedir. Osmanlı tebaası Rumlar kendi oğullarını Yunan ordusuna gönderdiler. İzmir cephesinde karşılaştıklarımız bunlardır. Aldığımız esirler arasında bu tür kişiler var. Türkiye Büyük Millet Meclisi mevcudiyetini korumak için gerekli bütün tedbirleri tereddütsüz almaktadır. Zararlı siyasetler izledikleri tespit edilen Ermeniler cezalandırılmaktadır. Aynısını yapan Türkler de tamamen aynı şekilde cezalandırılmaktadır. Bu bağımsızlık endişesi ile yanlış bir yola sapan Müslümanlara karşı en sert tedbirler alınmaktadır. Fakat Yunanlıların vahşet ve mezalimi uzun süredir devam etmektedir ve hiç kimse zavallı Müslümanları kurtarmayı düşünmemektedir. Rumlar, Müslümanlara karşı bu suçları Avrupalıların ve Amerikalıların gözleri önünde işlemektedir.

S: Hükümet, Anadolu`daki Amerikan yardım ve hayır müesseselerini kabul ettikten, onlardan vergi aldıktan ve Ankara`da bir temsilci bulundurmalarına müsaade ettikten sonra, mevcut basının bu müesseselere ve onlarla alakalı Amerikalılara karşı propagandasına neden müsaade etmektedir?

C: Yasalarımızla uyum halinde bulunması kaydı ile biz ACRNE`nin insani ve yardım amaçlı faaliyetlerini memnuniyetle karşılamaktayız. Fakat esefle söylemeliyim ki, Merzifon ve Kayseri`deki gibi bu müesseselerden bazılarının bu hainane amaçlara vasıta oldukları araştırmalarla ispatlanmıştır. Basın; tarafından yapılan şikâyetler, bu gerçeklerin yayımlanmasından fazla bir şey değildir. Unutulmamalıdır ki, bizdeki basın her yerde olduğu gibi serbesttir.

(...)S: Ankara Hükümeti kapitülasyonların kaldırılmasını istemeyen ABD ile diplomatik bir münasebet kurulmasına müsaade edecek midir?

C: TBMM Hükümeti, Amerika ile münasebete memnuniyetle girmek ister. Ancak milli hükümet, Amerikan Hükümeti`nin Türkiye`yi tam bağımsızlığından mahrum bırakan kapitülasyonların devamı için ısrar etmeyeceğini ümit eder. Kapitülasyonların kaldırılmasını zorunlu kılan tam bağımsızlık, Büyük Millet Meclisi`nin hâkim olan prensibidir."

Hasan Taşkın bu belgenin Karadeniz’de neler yaşandığını tam olarak açıkladığını da ifade ederek, sözlerini şöyle bitiriyor.

’Karadeniz insanı vatanına canı pahasına bağlıdır. Türkiye’nin birçok yerinde oynanmak istenen oyunun bir başka boyutu Karadeniz’de oynanmak isteniyor. Ama Karadenizli’nin bu yapısı nedeniyle bu oyunlar tutmuyor. Tutmayacaktır da.’’
 
Ne Mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana...

Saygılarımla.

Çağrıbey

Çevrimdışı Çağrıbey

  • [GÖKBÖRÜ ANKARA]
  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 2204
  • Ne mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana!
LAİKLİK, MİSYONERLİK VE ATATÜRK
 
Batılılar Misyonerliği "Hıristiyanlığı yaymak ve insanları huzura kavuşturmak" için değil, ülkeleri sömürgeleştirmek ve yerli ajanlar üretmek için kullanmaktadır. Türkiye için asıl hedefleri ise; ülkemizi parçalamak ve Müslüman Türkleri Anadolu'dan çıkarmaktır.

Vatikan, PKK'nın Arkasında ne Arıyor?

Türkiye'nin baskıları sonunda Suriye'den çıkmak zorunda kalan Apo, İtalya'ya gittiğinde Vatikan, PKK'ya ve Apo'ya sahip çıkmıştı...
 
Hürriyet'in 22-Kasım-1998 tarihli haberinde Vatikan'ın tutumunu "Vatikan'dan teröre destek" başlığı ile duyuruyordu:

"Katolik dünyasının ruhani merkezi olan Vatikan, Apo'ya sığınma hakkı verilmesine taraftar olduğunu bildirdi."

Vatikan bunun da ötesinde Kürtçü ayrılıkçılığı sürekli kışkırtacak bir tavır sergilemektedir: Doğu Kiliseleri Topluluğu sorumlusu Kardinal Achille Silvestrini, "Kilise'nin Kürt toplumunun ulusal kimlik kazanmasına sempatiyle baktığını" söylemiş ve Kürtlerin sorunlarına sahip çıkıldığını eklemiştir.

Kaynak: Osman ERAYDIN
 
Ne Mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana...

Saygılarımla.

Çağrıbey

Çevrimdışı Çağrıbey

  • [GÖKBÖRÜ ANKARA]
  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 2204
  • Ne mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana!
Apo'nun Papa'ya Mektubu

Apo, Hrıstiyanlığı yücelten ve Papa'ya, Mekke'den daha yakın olduğunu vurgulayan mesajlar yayınlamıştı:

"PKK'nın İtalya'daki yayın organı haline gelen, La Republica gazetesi, bölücübaşı APO'nun Katolik dünyasının ruhani lideri Papa 2'inci Jean Paul'e bir mektup yazarak "kendisini kabul etmesini istediğini ve Kürdistan mücadelesine verilen kutsal desteğin sürdürülmesini temenni ettiğini" vurgulamıştı.

Aynı Papa'ya Fetullah Gülen de mektup gönderip, hatta bizzat ziyaret edip arzı hürmetlerini bildirmiş ve "Papalık Konseyinin gönüllü bir hizmetkarı olduğunu" açıklamıştı!?

Vatikan'dan PKK'ya Armağan: C TV

Vatikan Apo'nun bu taleplerini karşılıksız bırakmadı ve Türkiye'nin büyük baskıları sonucu kapatılan PKK'nın yayın organı Med TV'nin yerine, Hristiyanlık propagandasını da yapan C TV'yi yayına soktu...
Eylül 2000: Kültür Bakanı Talay, Papa'nın aziz ilan edildiği törende:
Katolik mezhebinin lideri Papa 2. Jean Paul, düzenlenen büyük bir törende, 1935-1944 yılları arasında Türkiye'de görev yapmış ve "Katoliklerin en çok sevdiği Papa" olan 23. Jean ile Katolik Kilisesinin en nefret edilen papalarından 9. Pius'a, "ermişlik payesi" verdi. Vatikan'da düzenlenen törene 100 bin kişinin katıldığı belirtildi.

Törene Türkiye'den, beraberindeki heyetle dönemin Kültür Bakanı İstemihan Talay ve Türk Katolik Cemaatinden yaklaşık 70 kişilik bir grup ta katıldı. Talay, Vatikan Haber Ajansı Fides'e verdiği demeçte, "Böyle üstün bir kişiye ermişlik rütbesi verilmesinden ötürü, Hrıstiyan Alemine en iyi dileklerimizi sunuyoruz ve Papa 23. Jean'u sevgi ve saygıyla anıyoruz." dedi. Talay, böyle bir dini törene Türkiye'den katılan ilk resmi kişiydi. (4 -Eylül 2000, Hürriyet )

Kaynak: Osman ERAYDIN
 
Ne Mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana...

Saygılarımla.

Çağrıbey



Çevrimdışı Çağrıbey

  • [GÖKBÖRÜ ANKARA]
  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 2204
  • Ne mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana!
Fetullahcı Müftü'nün gafleti!

PKK destekçisi Piskopos Bernardini'nin İzmir'de tertiplediği Noel Baba misyoner Toplantısındaki gecenin baş konuğu Konak Müftüsü Mehmet Kızılkaya'ydı. Müfti Kızılkaya, Bernardini ve Fierliy'i, tebrik etti. Uzun yıllar Almanya'da ataşelik yapan müftü, Yunus Emre'yi piskoposlardan dinlemekten çok mutlu olduğunu dile getirdi.

Ayin sonunda iki Hrıstiyan din adamı, kutlamaya gelen tüm Hrıstiyan ve Müslümanlar'a teşekkür etti. 

Zaman Gazetesinde Kızılkaya'nın daha ayrıntılı bir mesajı yer almıştı: "Konak Müftülüğü'ne yeni atanan Mehmet Kızılkaya, Almanya ve İstanbul'da görev yaptığı sıralarda da, kiliselerde düzenlenen ayinlerine katıldığını ve dinler arası diyaloğu çok önemsediğini" söyledi.

Kızılkaya, "Tüm dünya dinlerinde; din görevlilerinin diyaloğu insanlık alemi için, dostluk ve kardeşlik adına çok önemlidir... Barış ve sevgi dolu bir dünya için tüm din adamlarının önemli misyonları vardır..." dedi.

Başpiskopos Ghiuseppe de "Hrıstiyan âleminin bayramı olan Noel Ayinine katılan Türk-Müslüman kardeşlerimize ve ayrıca Konak Müftüsü Mehmet Kızılkaya'ya kalpten hoş geldiniz?" diyorum şeklinde konuştu...

MİLLİYET Gazetesi ise söz konusu ayini, "İzmir'de dinler üstü Noel ayini" diye propagandist bir üslupla sunuyordu.

Ama bu din istismarcısı sahtekarların Deccal-Süfyan dedikleri Atatürk; Misyonerlere fırsat vermemişti..!

Nitekim Mustafa Kemal, 4-Mayıs-1924 tarihinde, New York Herald gazetesinin muhabirine verdiği demeçte, Hrıstiyan misyoner örgütlerce kurulan okullar hakkında şunları açıklıyordu...

"...İmparatorluk hududu dâhilinde her millet kendi lisanını ve dinini talim ederdi. Fakat bu okullar ihanet projelerine hizmet ettiler... Ermeniler, Türk hâkimiyeti altında, açıkça müstakil bir kraliyet lehinde çalışıyor, ecnebi unsurların fiili muavenetiyle hayallerini hızla gerçekleştirmek için mütemadiyen entrikalarda bulunuyorlardı... Türkiye'deki okullar ve kiliseler, tahrik ve hıyanet ocağı idi."

Atatürk, TBMM'de yaptığı bir konuşmada "misyonerler tarafından açılan ve finansmanları karşılanan bu okullar, Milli Mücadele sırasında işgalcilere karargâh olmuştur." diyordu. Atatürk, misyoner okulları için "Bunlar mektep değil, memleketimizde düşmanın işgali altındaki kaleleri"dir ifadesini kullanıyordu...

Ezcümle Atatürk, Hrıstiyan misyoner örgütlere ait okulların ve kiliselerin Osmanlı döneminde vatana hıyanet ettiklerini, devlete karşı komplolar peşinde koştuklarını ve provokasyona başvurduklarını vurguluyordu.

Kaynak: Osman ERAYDIN
 
Ne Mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana...

Saygılarımla.

Çağrıbey

Çevrimdışı Çağrıbey

  • [GÖKBÖRÜ ANKARA]
  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 2204
  • Ne mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana!
Bursa Amerikan Kız Koleji Olayı

1928 yılında Bursa Amerikan Kız Koleji'nde üç Müslüman kızın Hrıstiyanlaştırıldığına dair rivayetler çıkması üzerine Atatürk bizzat olaya el koymuştur.

Bu gelişmeler karşısında Amerika'nın gösterdiği tavır da önemlidir. Amerikan Büyükelçisi Mr. Grew bizzat devreye girer ve Amerikan yönetimi, Washington büyükelçimizi çağırarak Amerika'daki: "Türk düşmanlarını harekete geçirerek kışkırtacaklarını ve Türklerin İslam'a hala taassup düzeyinde bağlı oldukları propagandasını yapacaklarını" bildirir. Bunun üzerine Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras, Mr. Grew ile görüşür ve iki tarafı da memnun eden yol bulunmuş ve üstü kapatılmıştır.

Ancak Atatürk, Amerika'nın baskılarına rağmen, yine de Bursa Amerikan Kız Koleji'ni kapattırmış ve misyonerlerin propaganda koşullarını oldukça zorlaştırmıştır.

Bu olayda üç öğretmen de misyonerlik suçundan hapse tıkılmıştır.

Kaynak: Osman ERAYDIN
 
Ne Mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana...

Saygılarımla.

Çağrıbey


Çevrimdışı Çağrıbey

  • [GÖKBÖRÜ ANKARA]
  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 2204
  • Ne mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana!
Yehova Şahitleri ve Atatürk

Atatürk'ün misyonerlik karşısında izlediği politika açısından Yehova Şahitleri'nin taleplerine verdiği cevap da oldukça öğreticidir. Yehova Şahitleri'nin ikinci başkanı olan J. F. Rutherford, 1934'de hareketin Amerika'da tanındığını, Türkiye'de de gerekli müracaatın yapılmasını istemiştir. Başvuru yapılmışsa da, Atatürk, Yehova Şahitleri'nin Türkiye'de faaliyet yapmasına izin vermemiştir.

Yabancı okullar, Cumhuriyet döneminde "Doğrudan Hrıstiyanlaştırmak"tan çok "isimsiz Hristiyanlık, Hrıstiyangibileştirmek" işlevini benimsemiştir. Misyonerlerin bu geri adım atışında Atatürk'ün misyonerlik karşısındaki kesin tavrı belirleyici olmuştur.

Kaynak: Osman ERAYDIN
 
Ne Mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana...

Saygılarımla.

Çağrıbey

Çevrimdışı Çağrıbey

  • [GÖKBÖRÜ ANKARA]
  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 2204
  • Ne mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana!
Misyoner Örgütlerin Yeni Misyonu: Hrıstiyangibileştirmek

"İsimsiz Hristiyanlık" kavramı 1906'dan itibaren Misyoner Örgütlerin kongrelerinde tartışılmaya başlanmıştır."İsimsiz Hristiyanlık" kavramı ilk olarak 1906 Kahire Misyonerlik Kongresi'nde gündem alınmıştır. Ardından 1911 Laknaw, 1913 Edinburg Misyonerlik Kongrelerinde geliştirilmiş, 1922 Kudüs Misyonerlik Kongresi kararları ile İslam ülkelerinde uygulanmasına resmen başlanmıştır.

"İsimsiz Hrıstiyanlar" ya da "Vaftiz edilmemiş Hristiyanlar" kavramı: Hrıstiyan olmayan dinlerdeki ve kültürlerdeki, Mesihi öğeleri benimseyen kimselere verilen isimdir.

Adı Müslüman kalsa da Hrıstiyan gibi düşünen, Hrıstiyan gibi yaşayan insanları çoğaltmak içindir... ve maalesef çok üzücü ve düşündürücü mesafeler kat edilmiştir.

Kaynak: Osman ERAYDIN
 
Ne Mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana...

Saygılarımla.

Çağrıbey


Çevrimdışı Çağrıbey

  • [GÖKBÖRÜ ANKARA]
  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 2204
  • Ne mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana!
Batılılara göre Müslüman iki kısımdır!?

ABD Müslümanları kabaca ikiye ayırmaktadır.

1-Amerikan projelerini açık seçik bir biçimde sorgulayanlar, "fundamentalist / radikal Müslümanlar" olarak

2- Amerikan projeleri ile uyum içinde olan Müslümanlar ise; "liberal / ılımlı Müslümanlar" olarak tanımlanmaktadır.


Ve işte bu maksatla Fetullah Gülen gibi ılımlı ve Batıyla uyumlu İslamcılara sahip çıkılmaktadır.

Bu çerçeveye göre sömürgeciliğe ve misyonerliğe direniş bile Batılılar tarafından "politik ve dinsel fanatizm" olarak algılanmaktadır. CIA bağlantılı düşünce kuruluşlarından RAND'ın ünlü yazarlarından Graham E. Fuller, Ian O. Lesser'in belirttiğine göre "Bir kültür olarak İslam, sömürgeciliğin, içine nüfuz etmesine nispeten daha fazla direnmiş; sömürge döneminde, Hrıstiyan misyonerler Müslüman topraklarında pek etkili olamamışlardı." itirafında bulunmaktadır.

Ali Rıza Bayza'nın "Küresel Vaftiz" kitabı bu konularda çok önemli bilgi ve belgeleri içinde taşımaktadır.

Kaynak: Osman ERAYDIN
 
Ne Mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana...

Saygılarımla.

Çağrıbe
y

Çevrimdışı Afsar Beyi

  • Türkçü-Turancı
  • ****
  • İleti: 146
Batı basını dalgasını geçiyor: 'Pinokyo İslam'a geçti!' Prens Charles'tan sonraki ikinci büyük transferimiz Pinokyo olmalı. Prens Charles'ın gizli bir Müslüman olduğu, hatta gizlice sünnet olduğu bile yazılmıştı!
Ama transferlerimiz Pinokyo'dan ibaret değil kuşkusuz. Üç Silahşörler'in, Heidi'nin ve dedesinin aslında Müslüman ve Türk olduğunu bu vesileyle öğrenmiş olduk.
Batılı kahramanlar sadece bizde değiştirilmiyor. Amerikalıların sevilen çizgi film dizisi 'The Simpsons'ın bazı Arap ülkelerinde din değiştirme koşuluyla gösterilmesine izin verildi. Kabul edilen formüle göre çizgi filmdeki karakterlerin adları değiştirilecek, durmadan bira içmeyi bırakıp meyve suyuna talim edeceklerdi.
Burada sorulması gereken iki soru var. Birincisi İslam Dünyası neden bu karakterleri orijinal hali ile korumuyor. Diğeri de neden batılılar The Simpson’sun adını ve dininin değiştirilmesine kendi elleri ile yardımcı olup izin veriyorlar?
Gerçekten burada yapılmak istenen nedir dersiniz? Bir romandaki veya filmdeki karakterlerin adlarını değiştirip Ahmet veya Ayşe yapmakla o kitabı veya filmi Türkleştirdiğimiz veya İslamlaştırdığımız söylenebilir mi? Bu kitaplar 'Judeo Hıristiyan' kültürün ürünleridir. Bu kültürel öğeler salt adları değiştirerek silinemeyecek kadar derindedir. İnsanların toplumsal ilişkileri, kadınların toplumsal statüsü, çocuğun ailedeki yeri, iş ve çalışma ahlakı, bireyselcilik ve dayanışma anlayışı, mizah anlayışı...
Bir toplumun kültürü binlerce ayrıntıdan oluşur ve kendisini bireylerin davranışında gösterir. Kültür, birbirinden kopuk gibi gözüken bu binlerce öğeyi görünmez iplerle birbirine bağlayan ve anlamlı bir bütüne dönüştüren davranış ve düşünüş kalıplarıdır.

İnsanların adlarını değiştirerek temeli çok derinlere giden bu davranış ve düşünüş kalıplarını değiştiremezsiniz. Üç Silahşörler romanındaki Aramis'in Müslüman olduğunu veya Heidi'nin dedesinin 'Alp' olduğunu kitaplara sokuşturmakla olsa olsa gülünç duruma düşersiniz.

Ve bunu yapmakla, Batı kültürünün ürünü olan bu yapıtların Doğu ve İslam kültüründen çok daha üstün olduğunu, bu nedenle Batı kültürünün temel ürünlerini pek de ahlaki sayılamayacak yollarla kendi kültürümüz gibi göstermenin doğru ve mubah olduğunu kabul etmiş oluruz.

Bu tavır, hem Batı kültürüne hem yüksek bir mevki tanımak; hem de kendi kültürümüzü hak etmediği bir mevkie düşürmek anlamına gelmektedir.

Ayrıca da aslında kendi iç kültürlerinden koparamadığımız bu kahramanlar aracılığı ile hedef kitlelere çaktırmadan kültür misyonerliği yapılmaktadır.
Kısaca bu batının satılmış İslamcılar ve arap emperyalistleri eliyle uygulanan yoğun ve bilinçli bir misyonerlik faaliyetidir ve din misyonerliğinden daha büyük bir tahrip gücü vardır.

Uygulanan politikaya bakarsak sıralama şu şekildedir;

•   Önce batının kahramanlarını ve kültürlerini tanıt. Adının ne olduğu önemli değil. Önemli olan tavır, hareket ve davranışların benimsetilmesi.
•   Sonra bununla bir alt kimlik yarat. Özentili gençler ve çocuklar oluşsun. Kendi kahramanları gibi görsünler bunları ve asıl kahramanlarını ve kültürlerini ötelesinler. Bu yalancı kahramanları gibi şato hayalleri kursunlar, makarna ve burger sevsinler, kendi özlerinden uzaklaşsınlar.
•   Özünden uzaklaşmış bu insanlara kendi ülkende ürettiğin ve artık onlarında sevdiği ürünleri pazarla. Uzaktan maddi sömürgeler yarat. Bu insanlar televizyon reytinglerini belirlesinler. Bu insanlar gazetelerin eklerini belirlesinler. Bu insanlar belediye başkanlarını, devlet yöneticilerini seçsinler.
•   Bu hale gelmiş insanların üstüne de din misyonerlerini yolla. Artık hazırlar.

SON SÖZ: Uzun zamandır kapalı gözler bu misyonerliğin son bölümüne bakıyorlar. Kendilerini oraya getiren kültür misyonerliğinden habersiz yaşıyorlar ya da görmezden geliyorlar. Otağdaki RAP tartışması bile bizim ne hale getirildiğimizin bir göstergesi değil mi?
Bu batının kirli ama başarılı olmuş oyunudur. İslamcılar da o hikayeleri ve kahramanları bizim kültürümüzün ve saf halkımızın içine enjekte ederek bu oyuna ya alet olmakta ya da bile bile yardım etmektedirler. Fethullah gurubu gibi gurupların ABD tarafından oluşturulduğunu ve yönetildiğini-yönlendirildiğini hatırlatmama bile gerek yok sizlere. Ya da bu pinokyoların bilmemnelerin dinci muhafazakar bir parti olan AKP döneminde ortaya çıkmasını yine hatırlatmama gerek yok.
Kısaca; Ya özümüze döneceğiz, ya özümüzü yitireceğiz. Ya kendi kahramanlarımızla ve kendi kültürümüzle çocuklarımızı büyüteceğiz, ya da dünya önünde gülünç düşmeye devam edeceğiz.
(Yazının bir bölümünde Türker Alkan’dan alıntı yapılmıştır)

Esenlikler Dilerim

Afşar Beyi
sü:kä tılıkang bugukgu tuktang (savaşa çıkın, Buguk'u tutun!)

Çevrimdışı topuz

  • Türkçü-Turancı
  • ***
  • İleti: 89
Çağrı Bey kandaşımızın açtığı bu tartışma, giderek daha değerli fikirlerle dolduruluyor. Son olarak Afşar Beyi, bir bölümünü Türker Alkan'dan aldığı değerli bir yazı göndermiş tartışma adresine...

Müsaadenizle, kendi fikirlerimi de aktarayım;

ABD'nin güdümünde bulunan Batı medeniyeti, dünyayı, tamamıyla kendisine bağlı bir tüketim toplumu hâline getirmeye çalışıyor. Bir dönemin fetihlere dayalı emperyalizmi artık kabuk değiştirdi. Çünkü askeri harcamaların giderek büyümesi, bir ülkenin işgal edilmesini ve işgal altında tutulmasını giderek zorlaştırıyor. Bu seçenek, yani işgal etme ve zor kullanma seçeneği, artık son çare olarak başvurulan bir yöntem.

Ancak batının bir ülkeyi hegemonyası altına alması için, çok daha ucuz ve kolay yollar da var. Mesela sömürge hâline getirilecek ülkeyi borçlandırmak, ve böylece yönetmek gibi. Ne acıdır ki, Türkiye giderek böyle bir ülke olma yolundadır. Atalarımızın da dediği gibi, "Borç alan, talimat alır."
Tıpkı, AKP hükümetinin talimat aldığı gibi…

Ancak, borçla yönetmenin, kendine göre zorlukları da var. Çünkü o ülkenin halkının, her an, "Borcum ne kadar olursa olsun, yeter ki başım dik olsun" diyerek, iktidardaki iş birlikçi hükümeti devirme riski bulunur. Ayrıca, o ülkenin insanlarının, amerikan, ya da batı mallarına fazla ilgi göstermemesi gibi bir risk de vardır. İşte bu noktada, misyonerlik ve Afşar Beyi'nin de belirttiği gibi misyonerliğin ikiz kardeşi olan kültürel emperyalizm devreye girer.

Devam edelim;

Şimdi elimde ATO (Ankara Ticaret Odası)'nın yaptığı bir çalışma var. ATO'nun çalışmaları her zaman güvenilir olmuyor. Ancak bu çalışmanın güvenilir olduğuna ilişkin değerli bilim adamlarının yorumları var. Çalışmaya göre tüketim mallarına ilişkin her 6 bin 500 us&'lık ithalat rakamı, Türkiye'de bir kişiyi işsiz bırakıyor.

Peki, bu durum kimin çıkarınadır?

1) Batılı emperyalistlerin çıkarınadır: Çünkü Türkiye'nin ithal edeceği tüketim mallarının ancak 100 – 200 dolarlık kısmı Çin gibi (Yine emperyalist olan) ancak batı medeniyetinin parçası olmayan ülkelere gidiyor. Geri kalanı ABD ve yandaşı Batı ülkelerinin kasasına gidiyor.

2) Batılı emperyalistlerin çıkarınadır: Çünkü Türkiye'de işsizliğin artması, ülkedeki iş gücünün ucuzlamasına ve iş güvenliğine ilişkin sosyal hakların (Sendikal haklar gibi) azalmasına neden olur. Böylece kendi ülkelerinde pahalı olan üretimi, sömürgelerinde rahatlıkla yapabilirler. Türkiye'de üretilecek bir otomobil lastiği, elbette ki Almanya'da üretilenden daha ucuza gelir. Çünkü Türkiye’de çok sayıda işsiz dolaşmaktadır.

BATI’NIN İKİYÜZLÜLÜĞÜ

Dikkatinizi çekti mi bilmiyorum; AB ülkeleri, devamlı Türkiye’nin etnik bölünmesi, fikir hürriyeti adı altında bölücülüğün teşvik edilmesi gibi konularla ilgileniyor. Ancak;

1)   Türkiye, Avrupa’nın en yüksek iş kazası oranına sahip olan ülkesidir. Ancak başta sosyalistler olmak üzere, kimse Türkiye ile yürütülen müzakerelerde, bu konuyu dile getirmiyor. Çünkü iş güvenliğini artırmak için bir takım yatırımlar yapmak gerekir ki, bu durum üretilen mamulün, fiyatını artırır. Varsın bir Türk işçisinin kolu kopsun!..

2)   Türkiye Avrupa’nın en çok çocuk işçi çalıştıran ülkesidir. Ancak AB ülkelerinden bu durumun düzeltilmesine ilişkin tek bir baskı, Türk tarafına gelmemektedir. Varsın Türk çocukları, okuyacakları, oyun oynayacakları yerde, köle gibi çalıştırılsınlar!.. Bu durum batılı yatırımcıların işine gelmektedir.

Bu örnekleri uzatmak, sayfalar dolusu örnek vermek mümkün. Konuyu uzatmamak için, daha fazla örnek vermiyorum. Ancak aynı sosyalistler, ne bileyim; mesela Leyla Zana’nın tırnağı kırıldığı zaman ortalığı birbirine katabiliyorlar; neden bu kadına tırnak cilası vermiyorsunuz diye…

Şimdi bir ülke halkının, her an isyan ederek, bu ve benzeri durumları değiştirme riski bulunur. Bu riski en aza indirmek için, yapılacak şeyler basittir:

1)   Sömürge ülkenin halkını, Batı hayranı yapalım; Böylece o halk, Batı mallarını kullansın, hem para kazanalım, hem de o ülkedeki işsizliği artırarak, yine para kazanalım.
2)   Sömürge ülkenin halkını cahil bırakalım; Çünkü cahil halkı yönetmek çok kolaydır. Sömüreceğimiz ülkedeki iktidar sahipleri, bir yandan yetim hakkı yerken bir yandan da “Allah, peygamber” edebiyatı yaparak halkı kandırsınlar. Yöneticiler bir yandan ülkeyi parçalarken, bir yandan da zaten güvenli bölgelere çekilen teröristlerin kullanmadıkları sığınakları bombalayarak. (ABD’nin uygun gördüğü hedeflere) oy toplasınlar. Aklı başında seçmen bu oyunlara gelmez. Cahil halk ise kolay kandırılır.
3)   Kültürel emperyalizm uygulayalım, misyonerlik yapalım: Böylece yöre halkını, iyice köklerinden ayıralım. Kökü zayıflamış bir ağacı sökmek, daha kolaydır.

İşte değerli kandaşlarım, Türkiye’de yapılan aynen budur. Hepinize saygılar sunarım…

Tanrı Türk’ü korusun!..
Kızıl Elmada Buluşalım!..