3.2 “Bozkurtlar Diriliyor” Işığında Atsız ve Din
“Bozkurtlar Diriliyor” adlı eser Atsız tarafından 1949 yılında kaleme alınmıştır ve “Bozkurtların Ölümü” romanının devamı niteliğindedir. Romandaki olay örgüsü, 679 yılında yani Kür Şad ve 40 arkadaşının ihtilal teşebbüsünden kırk yıl sonra başlamaktadır. “Kür Şad” ihtilalından sonra Gök Türkler Çinlilerin esaretinden kurtulmuştur. Gök Türkler‟in “kutsal” başkenti olan Ötüken‟e geri dönen Türkler, “Kutluk Şad”(İlteriş) ve “Tonyukuk” etrafında tekrar toplanır ve Gök Türk Devleti‟nin tekrar kurulduğu ilan edilir. Bu romanda Türklerin Çinlilerle olan çarpışmaları kadar Dokuz Oğuz(Uygurlar) ile olan çarpışmaları da yoğunlukla anlatılır ve romanda farklı Türk boylarının birbirleri arasındaki mücadelenin Türkler adına verdiği menfi neticeler sıklıkla vurgulanır. Romanda olay örgüsü Kür Şad‟ın oğlu olan “Urungu” ile Dokuz Oğuzlar‟ın kağanının kızı olan “Ay Hanım” arasında geçen aşk etrafında kurulmuştur. Romanın sonunda Gök-Türklerle Dokuz Oğuzlar arasında çıkan savaşta Ay Hanım ölür ve bunun üzerine “Urungu” intihar eder.
“Bozkurtların Ölümü” adlı romana kıyasla “Bozkurtlar Diriliyor” hem hacim itibariyle hem de olay örgüsü itibariyle çok daha yavandır ve bu durum “din” bağlamında da kendisini göstermiştir. Ancak yine de romanda eski Türk inancına ait izlere rastlamak mümkündür.
Romanın başkahramanı olan Urungu, eserin başlangıcında üzüntü içerisindedir. Romanda üzüntünün kaynağı üç maddede ve şu şekilde tasvir edilmektedir: “Birinci acısı Ötüken‟de Türk kağanını, kurt başlı sancağı görmemekti. İkinci acısı Kür Şad‟ın oğlu olduğunu söyleyememek, üçüncü acısı da sevgili karısını görememek… Babasının ve anasının ölümleri Tanrı’nın buyruğuna uygun olduğu için yanmıyor ama ötekiler Tanrı yasası olmadığı için gönlünü sızlatıyordu. Niçin bahtiyar365 olmayacaktı?”.366 “Bozkurtların Ölümü” adlı eserden hatırlanacağı üzere Urungu‟nun babası olan Kür Şad ve annesi olan Altın Tarım savaşta ölmüştür ve alıntıdan anlaşılacağı üzere dönemin Türkleri için savaşta ölmek Tanrı‟nın buyruğu olarak telakki edilmiştir. Atsız 40‟lı yılların başında yazmış olduğu bir makalede Hun devrinde yaşayan Türkleri referans olarak vererek, o dönemde askeri ruhun, toplumun ve hayatın her yerinde hâkim olduğunu belirtmiş ve bu insanların savaşta ölmekten gurur duyduklarını hatta yatakta ölmekten çekindiklerini ifade etmiştir. Atsız, bu insanların İslamiyet‟in “cennet vaadi” gibi bir menfaatlerinin olmadığı halde “şeref”leri uğruna öldüklerini367 ifade ederek bu dönemi yüceltmektedir. Atsız bu romanda Hun devrinde yaşayan Türklerle aynı ruhta gördüğü Gök Türkler‟in dini inancını bu şekilde karikatürize etmiştir. Romanın ilerleyen safhalarında Urungu “Ersegün” adlı karaktere söylediği şu sözlerle Gök Türk‟lerin inanç sistemini somutlaştırmıştır: “Kişi çadırda doğar, çayırda ölür. Tanrı‟nın koyduğu yasaya karşı gelinmez”368
3.3 “Deli Kurt” Işığında “Atsız ve Din”
Atsız “Deli Kurt” adlı romanını dönemin “Akşam”369 gazetesinde tefrika halinde 1958 yılında yayınlamıştır. “Bozkurtlar” serisinde merkezi yeri Orta Asya olan Gök Türk Devleti dönemini konu edinen Atsız, bu romanda yeni merkezi yerlerinde birisi Anadolu ve Balkanlar olan Osmanlı Devleti‟ni konu edinmiştir. Roman Ankara Savaşından sonra siyasi hâkimiyeti bozulan ve tarihe “fetret” devri olarak geçen dönemde Yıldırım Bayezid‟in şehzadeleri arasında yaşanan taht mücadelesini anlatarak başlar. Romanın başkarakterlerinden biri olan “Çalık” Yıldırım Bayezid‟in şehzadelerinden İsa Beğ‟in en önemli adamıdır ve İsa Beğ ölmezden evvel hamile olan karısını Çalık‟a emanet eder. İsa Beğ‟in oğluna Çalık‟ın sütannesi bakar ve “Murad”370 adını verirler. Murad “Deli Kurt” namıyla anılmaktadır ve onu yetiştiren “Çalık” gibi sipahi olur. Romanda olay örgüsü “Deli Kurt” ile annesi Uygur olan ve Şaman inancına mensup olan “Gökçen” arasında yaşanan aşk etrafında dönmüştür. Romanın sonunda da vuslat gerçekleşmeyecek ve Deli Kurt‟un sevdiği ne kadar insan varsa ölecektir çünkü Deli Kurt en şerefli değerler olan “askerlik ve aile” mevhumlarını aşkı uğrunda ikinci sıraya atmıştır. Bunun sonunda “günahları taşmış biri” sıfatıyla “Allah cezasını” vermiştir.371 Romanda, bu sefer Bozkurtlar serisinde olduğu gibi “boylar” arası mücadele değil “beylikler” arası mücadeleler ön plana çıkar ve bunun zararları anlatılır. Romanda vurgulanan bir diğer husus Osmanlı‟nın Balkanlı unsurlarla verdikleri mücadeledir ve burada Macarlar diğer unsurlara göre “olumlu” sözlerle anılır.372 Askerlik “Bozkurtlar” serisinde olduğu üzere bu romanda da en şerefli meslek olarak tanımlanmıştır.
Roman “din” olgusu bağlamında zengin malzemeye sahiptir zira roman içerisinde hem Müslüman Türkler hem de Şaman Türkler tasvir edilmiştir. Romanda bu bağlamda ilk dikkati çeken husus İslami klişelerin diyaloglarda oldukça yoğun bir biçimde yer alması olmuştur. “Allah‟a hamdolsun”373, “Allahaısmarladık”374, “Helal olsun”375, “Allah rahmet eylesin”376 gibi İslami tandanslı klişeler kahramanların ağzında sıklıkla yer almaktadır. Kahramanların günlük yaşamına İslami pratikler de girmiştir.
Romanın başkarakterlerinden olan Çakır, annesi olan Satı Kadın‟a İsa Beğ‟in karısını niçin eve getirdiğini anlatırken bu sırrı kimseye anlatmaması için yemin ettirir. Yemin ritüeli ise Satı Ana‟nın “koynundan” çıkardığı Kuran‟ı öpüp başına koyması ve üzerine el basmasıyla gerçekleşir.377 Romanın ilerleyen safhalarında Çakır ile birlikte İsa Beğ‟in maiyetinde olan “Hasan Çelebi” karakteri ortaya çıkar. “Hasan Çelebi” yıllardır kimliği gizli bir şekilde İstanbul‟da yaşamaktadır ve bir korkuyu bünyesinde barındırmaktadır. Bu korku “yakalanmak” değil, “Kuran üzerine yemine çağrılmak” ihtimalinden kaynaklanmaktadır çünkü “Kuran” üzerine yemin ederse yalan söyleyemeyeceğini düşünmektedir.378 Görüldüğü üzere romanda “Kuran” mukaddesatın en önemli parçalarından biri olarak sunulmaktadır.
Romanda “İslami pratik” bağlamında geçen bir diğer öğe ise “Hoca” kavramı olmuştur. Romanda hoca hem Kuran okumayı ve yazmayı öğreten kişi olarak hem de kahramanlık ve “Battal Gazi”379 hikâyeleri anlatan birisi olarak nitelendirilir. Romanın başkarakterlerinden olan “Çalık” bu eğitimden geçmiştir380 ve kendi yetiştirdiği “Deli Kurt” ve “Evren”‟i de “Müslümanlığın şartlarını” öğrenmek adına bir Hoca‟nın yanına yerleştirir.381 Deli Kurt bu derslerde oldukça başarılı olur ve Çalık kendisine şu şekilde tebrik eder: “Çerilikte Deli Kurt olduğun gibi okumakta da molla çelebisin. Böyle gidersen ileride iyi bir adam olursun.”382Atsız‟ın romanda çizdiği çerçeve, bu dönemde “askerlik” alanında olduğu kadar “dini bilgi” bakımından da üst derecede olmanın önemli olarak telakki edildiğidir.
Romanda “İslami pratik” bağlamında geçen bir diğer husus ise “dua” olgusudur. Mesela romanın birçok yerinde mezar ziyaretlerinde okunan duaya vurgu yapılmıştır. Satı Kadın, İsa Beğ‟in karısı olan Bala Hatun‟un mezarına her Cuma günü gider ve “Fatiha” okur.383 Çakır ise Bala Hatun‟un ruhu için “ her zaman göğsünde taşıdığı” Kuran‟ı okur.384 “Deli Kurt” da annesinin mezarına sıklıkla gidip Satı Kadın‟dan öğrendiği “Fatiha” suresini okur ve hocanın yanında aldığı derslerden sonra “İhlâs” suresini de annesinin ruhuna göndermeye başlar.385 Kuran okumak romanda sefere giden askerlerin de uygulamalarında bulunmaktadır ve romanın bir bölümünde Çakır bir seferde Kuran okurken386, romanın sonlarına doğru Deli Kurt “Varna Meydan Savaşı” esnasında “Yasin” okumuştur.387 Çalık‟ın bir Türkmen Beği‟ni ziyaretinde ise Türkmen Beğ‟i, Çalık‟ın yetiştirmekte olduğu Deli Kurt için “şehit ya da gazi” olmasını temenni etmiştir. Ondan sonra anlatıcı şu sözleri söyler: “Türkmen beği, çadırında konuk olan bu on yaşındaki öksüze Türklükteki en büyük en üstün iki rütbeden birini temenni ediyordu…”388 Atsız “Bozkurtlar” da “bahtiyarlık” düşüncesini savaşta ölmek olarak tanımlamış ve savaşta ölmenin Tanrı‟nın bir buyruğu olduğunu ifade etmişti. Burada da birer İslami kavram olan “şehitlik ve gazilik” mertebeleri Türklük için en üstün rütbe olarak anlatılmaktadır. Atsız bu bağlamda “şehitlik ve gazilik” kavramlarını İslam öncesi dönemden İslami döneme geçişte bir süreklilik unsuru olarak kullanmış olabilir. Makalelerinde de değinildiği üzere, Atsız‟ın jargonunda “şehit ve gazi” sıfatları önemli bir yer tutmaktadır ve Türkçülük fikrini İslam‟a alternatif gösterdiği yazılarında dahi bu kavramlardan vazgeçmemiştir.
Romanda “din” bağlamında görülen bir diğer husus da, “din” olgusunun bir “ülkü” mahiyetinde işlevsellik taşımasıdır. Osmanlılar ile Karamanoğlu beyliği arasında geçen ihtilafın anlatıldığı bir bölümde anlatıcı şu şekilde tasvir yapmıştır: “Bu seferki düşmanlık, öncekileri geride bırakmıştı. Çünkü Karamanoğlu, gâvurlarla birleşerek saldırıyordu ki, bu Müslümanlığa yakışmazdı. Padişah İkinci Murad Beğ‟in de buna çok kızdığı hatta Karaman ülkesinin altını üstüne getirip halkına da bir tırpan atmak için Mısır bilginlerinden fetva aldığı söyleniyordu”.389 Atsız‟ın 1947 yılında İslamcılık ile söylediği şu sözlere romandaki bu anlatım paralellik göstermektedir: “İslamcılık dünün en kuvvetli seciyesi ve en yüksek ülküsü idi. Bugünkü Türkçülük ne ise dünkü İslamcılık da o idi. Esasen İslamcılık Osmanlı Türklerinin milli mefkûresiydi.”390 Romanda da aynı makalede görüldüğü üzere bir “ülkü” mahiyetinde olan İslam olumlanmış ve yüceltilmiştir. Ayrıca “din” sadece bir ülkü mahiyetinde değil “milli gurur” ekseninde de yüceltilmiştir. Romanın sonlarına doğru Deli Kurt Osmanlılarla Macarlar arasında yapılan savaşta esir düşer. Esaret altındaki tavırları Macarların dikkatini çeken Deli Kurt‟a, din değiştirmesi halinde rütbe verileceği, malikâne tahsis edileceği ve soylu bir Macar kızıyla evlendirileceği teklifi yapılır ancak Deli Kurt “keskin” bir şekilde bu teklifi reddeder.391
Romanda “p... İlyas” adında bir karakter şahsında “sözde Müslüman” tanımı da yapılmaktadır. Romanda geçen “p...” İlyas, gayri Türk bir karakterdir ve namaz kılmayan, oruç tuttuğunu söyleyip gizlice yiyen “sözde Müslüman‟dır”.392Aynı karakter, bir keresinde Çakır‟a yemin ederken yanlışlıkla “İsa peygamberin hakkı için” ifadesini kullanmış ve Çakır‟dan şu cevabı almıştır: “Bre p...! Sen Müslüman değimlisin? Neden bizim peygamberimiz üzerinde yemin etmiyorsun da İsa Peygamber üzerine and veriyorsun?”393
Bütün bunların yanında Müslüman olan ve İslam‟ın pratiklerini yerine getiren roman karakterleri “şarap” içmektedir. Romanın muhtelif yerlerinde hem İsa Beğ‟in hem Çakır‟ın hem de Deli Kurt‟un şarap içtiği müşahede edilmektedir.394 Hatırlanacağı üzere Atsız, 1970 yılına yazmış olduğu “Türkçülüğe Karşı Yobazlık” başlıklı makalede Osmanlı‟ların klasik döneminde “yobazlık” olmadığını iddia etmiş ve buna dayanak olarak birçok tarihi şahsiyeti örnek göstererek, onların şarap içtiğini ifade etmiştir. Atsız‟ın bu keyfiyeti vererek bir “Türk Müslümanlığı” imasında bulunmuş olması kuvvetle muhtemeldir. Romanın başka bir safhasında ise Deli Kurt, Gökçen‟e aşkını ilan ederken, Gökçen ona evli olduğunu hatırlatır. Deli Kurt ise O‟na “dinimize göre bir erkeğin iki evdeşi olabilir” cevabını verir.395Ancak romanın özetinde de verildiği üzere, “askerlik ve aile” müesseselerini geri plana alan Deli Kurt, “günahlarının” cezasını bütün sevdiklerinin ölmesiyle çeker. Bundan anlaşılacağı üzere romanda “çok eşlilik” bir günah olarak addedilmektedir.396
Romanda hem “Şamanizm” hem de “Şamanik” unsurlar da yer almaktadır. Olağanüstü güçlere sahip olduğu düşünülen Gökçen, Şamandır. Gökçen‟n annesi Çağataylıların “Uygur” boyundandır ve bu boyun mensuplarından biri kendi padişahından kaçarak Karamanoğulları‟na sığınmıştır. Gökçen‟in dedesi de “Uçkara Bahşı” adında bir karakterdir ve kayıptan haber veren, elindeki bir “taş”la yağmur yağdırabilme özelliğine sahiptir.397 Burada bahsedilen “taş” Türk mitolojisinde geçen ve yağmur yağdırabilme özelliğine sahip olan “yâda” taşıdır ve romanda hem Gökçen, hem de annesi olan Esen Börü‟nün bu taşla yağmur yağdırabildiği vurgulanmıştır.398 Romanda “Şaman” inancının bazı nitelikleri “Gökçen” şahsında tanımlanır. Gökçen “kader” düşüncesine inanmamaktadır çünkü “Tanrı‟nın teker teker bütün insanlarla uğraşmadığını” düşünmektedir.399
Romanda dönemin Müslüman Türkleri tarafından halen yaşatılan “Şamanik” öğelerin bulunduğu ima edilmektedir. Mesela romanın bir yerinde Varsak boyuna mensup kadınlar, bir çiçeği kısrak sütüyle karıştırarak merhem yapar.400Yine Varsak boyundan olan Kara Çoban, “Şaman” döneminden kalma olan ve “Bozkurtlar” serisinde sıklıkla geçen “kopuz” aletini çalarak şarkı söyler.401 Esen Börü, Deli Kurt‟a “kımız” ikram eder402 ve Gökçen Deli Kurt‟un yaralarını iyileştirmek için bir çanaktan macun sürerken, çevresinde bulunan bir otun dikenlerini yaralı bölgeye saplar.403 Atsız, burada İslam öncesi öğelerin Türklerin arasında halen yaşamakta olduğunu ve “süreklilik” unsurunu ön plana çıkarmaktadır. Ali Fuat Başgil ile yaşadığı meşhur polemikte olduğu üzere, Türklerin Anadolu‟da teşkil etmiş bir millet olmadığını, Türklerin Anadolu‟ya müteşekkil bir millet olarak geldiğini iddia eden Atsız, bu tezi romanın belirli yerlerinde sembolleştirmiştir.
Romanda Müslüman olan Türklerin dönem içerisinde Şamanlığa nasıl yaklaştığı da vurgulanmıştır. Gökçen‟in annesi olan Esen Börü, kocası tarafından “Şaman” olması hasebiyle terk edilmiştir. Esen Börü‟nün eşinin gerekçesi yeğeni tarafından şu şekilde belirtilmiştir: “Amcam, onun iyi olduğuna inanmıyordu. İyi olsa Allah, peygamber tanır diyordu. Onun büyücü olduğunu söylüyordu”.404Esen Börü ise eşinin aklını Karaman‟dan gelen bir fakihin çeldiğini, fakihin kendisi için “kâfir” nitelemesi yaptığını ve eğer eşinin kendisini Müslüman yapmazsa cehennemde yanacağını telkin ettiğini ifade eder ve bu hadiseden sonra eşinin kendisini bunları yapmaya zorladığını belirtir. “İçinden gelmediği” için namaz kılmadığını ifade eden Esen Börü‟ye Deli Kurt Müslüman olup olmadığını sorar. Esen Börü‟nün cevabı ise Atsız‟ın fikir dünyasını özetler niteliktedir: “Siz Osmanlılar da Karamanlılar gibi insanın yüreğindeki nesneye mi karışırsınız? Müslüman olup olmadığımı niye soruyorsun? Türk olduğum yetmiyor mu?...Biz insanları dinlerine göre değil, soylarına göre ayırırız.”405
Romanda “din” bağlamında değinilen bir diğer husus da “dervişlik” kavramıdır. İsa Beğ‟in karısını evine götüren Çakır, yolda bir dervişe rastlar ve derviş Çalık‟ın İsa Beğ‟in maiyetinde olduğunu anlar. Anlatıcı bu noktada devreye girer ve Yıldırım Bayezid‟in diğer oğlu olan Mehmed Beğ‟in bütün Osmanlı topraklarına “dervişler” göndererek propaganda yaptırdığını belirtir.406 Romanın ilerleyen safhalarında ise, bir evliyanın devleti ele alacağı, bütün insanları birleştireceği dedikodularının varlığından bahsedilir.Kuşkusuz bu kişi Şeyh Bedrettin407‟tir ancak romanda O‟nun ismi zikredilmez.Torlak Kemal adında ve Bedrettin ile hareket eden bir şahısla yapılan mücadele bahsedilir ve Torlak Kemal‟in Yahudi kökeninden geldiği vurgulanır.Deli Kurt Torlak Kemal‟in kökenine binaen O‟nun nasıl derviş olabileceğini sorgular.Çakır ise kendisine dervişlerin ne yapacağının belli olmayacağını, şeyhleri ne derse O‟nu yerine getireceğini ifade eder.Dervişlerin “La ilahe illallah” klişesinden sonra “Muhammeden Resulullah” terkibini değil “Baba Resulullah” diye bağırmasına içerleyen Deli Kurt dervişlerin üzerine “delicesine” saldırır.408 60‟lı yıllarda yazmış olduğu bir makalede Osmanlı Devleti döneminin 14. ve 15.yüzyıllarda birçok tarikatın varlığına tanıklık ettiğini söyleyen Atsız, bu tarikatları “küçük birer hakikatin yanında bir yığın safsatayı ileri sürerek millete hitap ve birbirleriyle mücadele eden” yapılar olarak görmüştür ve bu meseleyi bu romanda sembolleştirmiştir. Makalelerine bakıldığı vakit, “din” olgusunun siyasi amaçlar uğrunda kullanılmasına karşı olduğu gözlemlenen Atsız‟ın bu eksende bir düşünceyi bu romanda da hikâyeleştirdiği verilen örnekte görülmektedir.
365 Atsız‟ın 1933 yılında yazmış olduğu “Bahtiyarlık” şiiri bu minvalde neyi kast ettiği ile alakalı ipuçları vermektedir: “Bahtiyarlık: Boraca yüce dağları aşmak/Varılmadan ölünen uzak yerlere koşmak/Tanrı‟nın sofrasında mest olarak konuşmak/Ve ömründe bir kere, bir kere sevinmektir”.Bkz, Atsız, Yolların Sonu, s.52.
366 Atsız, Bozkurtlar Diriliyor,3.B,İrfan Yayınları, İstanbul,2009,s.32.
367 Atsız, “Türk Ahlakı”,Çınaraltı, sayı:7,20 Eylül 1941,Makaleler III, s.162.
368 a.g.m, s.185.
369 Deliorman, bu romanın “Akşam” gazetesinde yayınlanmasına tepki gösterdiğini belirtmiştir çünkü kendi ifadesine göre o yıllarda “Akşam” gazetesi “sola doğru açıldıkça açılan” bir yayın organıdır.Atsız ise Deliorman‟ın bu eleştirisine cevaben teklifin kendisinden değil “Akşam” gazetesinden geldiğini ve paraya ihtiyacı olduğu için bu teklifi kabul ettiğini söylemiştir.Bkz, Deliorman,Tanıdığım Atsız,s.122.
370 Romanın ilerleyen safhalarından da anlaşılacağı üzere İsa Beği “Murad” adının konulmasını Kosova‟da “şehit” düşen dedesi I.Murad‟a ithafen vasiyet etmiştir çünkü İsa Beğ nazarında Murad “şehit” düştüğü için hanedanın en kutlu ismidir. Bkz, Atsız, Deli Kurt,6.B,İrfan Yayınları, İstanbul,2010,s.237.
371 a.g.e,s.267.
372 Atsız romanda Macarları şu şekilde tasvir etmiştir: “Zaten şu Rumeli‟deki milletler arasında dayanıklı hangisi vardı ki? Ama Macar‟a gelince iş değişiyordu. Hele atlısı pek yaman, gözü pek oluyordu… Yüzleri de bir başkaydı. Çıyan suratlı Bulgar veya Sırb‟a hiç benzemiyordu. Basbayağı insan gibiydiler, Türk‟e benziyorlardı”Bkz,a.g.e,s.199.Turancılık kavramın Türklerin siyasi birliği olarak tanımlayan Atsız‟ın yine de akraba milletlere bir nebze sempatiyle baktığı bu romandaki betimlemeden anlaşılmaktadır.
373 a.g.e, s.10
374 a.g.e, s.12
375 a.g.e, s.12
376 a.g.e, s.35.
377 a.g.e. s.11.
378 a.g.e, s.92.
379 Atsız bir makalesinde Zeki Velidi Togan‟ı kaynak göstererek “Battal Gazi” destanının bir Türk destanı değil İslami bir destan olduğunu iddia etmiştir. Buna dayanak olarak destanın İslam-Bizans kavgalarını anlatsa da bu kavganın Selçukluklar tarafından değil daha önceki Arap devrinde verildiğini gösteren Atsız, destanda adı geçen kahramanların hepsinin adlarının Arapça olduğuna vurgu yapmaktadır. Bkz, “Türk Destanını Tasnif Etmek Tecrübesi”,Orkun, sayı:32,1951,Makaleler I, s.280.
380 Atsız, Deli Kurt, s.24.
381 a.g.e, s.42.
382 a.g.e, s.51.
383 a.g.e, s.36.
384 a.g.e, s.44.
385 a.g.e, s.50.
386 a.g.e, s.48.
387 a.g.e, s.251.
388 a.g.e, s.55.
389 a.g.e, s.133.
390 Atsız, “M.Akif”,Makaleler II, s.51-52
391 Atsız, Deli Kurt, s.207. Atsız‟ın burada “din” değiştirmeyi dinsel hassasiyetler mi yoksa milli hassasiyetlerle mi algıladığı sarih değildir ancak romanın yazılmasından beş sene evvel Atsız “Ayasofya‟nın Fethi” projesini yürütmüştür. Altan Deliorman, Atsız‟ın Ayasofya‟nın yeniden camiye çevrilmesini çok istediğini belirttir. Ancak, Deliorman‟a göre Atsız‟ın bu isteği İslami bir görüşten değil milli gururdan kaynaklanmaktadır. Bkz, Deliorman, Tanıdığım Atsız, s.73.
392 Atsız, Deli Kurt, s.78.
393 a.g.e, s.80.
394 a.g.e, s.81.
395 a.g.e, s.188.
396 a.g.e, s.267.
397 a.g.e, s.156.
398a.g.e, s.124,157.
399 a.g.e, s.177.
400 a.g.e, s.144.
401 a.g.e, s.147.
402 a.g.e, s.167.
403 a.g.e, s.147.
404 a.g.e, s.158.
405 a.g.e, s.164-166.
406 a.g.e, s.19.
407 Şeyh Bedrettin 1402 Ankara savaşından sonra, şehzadelerden Musa tarafından Rumeli kadısı olarak tayin edilmiştir ve Çelebi Mehmed tahtı ele geçirince dirlikleri elinden alınmıştır. Bunun üzerine isyana kalkışan Bedrettin başarısız olmuş ve idam edimiştir. “Varidat” adlı bir esere sahip olan Bedrettin her ne kadar başarısız olsa da Colin Imber‟a göre, Bedrettin‟in adıyla anılan bir “mezhep” Dobruca‟da ölümünden sonra en az iki yüz yıl yaşamıştır. Bkz, Colin Imber, Osmanlı İmparatorluğu:1300-1650,çev. Şiar Yalçın, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul,2006,s.28.
408 Atsız, Deli Kurt, s.59-64.