Biz Onları; Onların bizi, sevdiği gibi sevemedik, düşünemedik.
Türkmeneli’ne karşı hep mahcup kaldık.
Aşağıda nakledeceğim yazı; gözlerimi yaşarttı, gönlümü burktu, utandırdı....
Onların kıblesi Türkiye’ydi ..!
Ya Türkiye’nin ki...?
Türkmen soydaşlarımız bizi affeder mi, acaba ?
TTK.
--------------------------------------------------------------
İdam sehpasında “Çırpınırdı Karadeniz”i söylemek..
Saddam yönetimi, Türk liderlerini, aydınlarını idam ettiriyor veya ömür boyu hapse mahkûm ediyordu.
O dönemde cezaevinde 7 yıl yatmış Necmettin Kasaboğlu anlatıyor:
“Bir gün Bağdat’a ‘Sezercik’ adlı bir film geldi. ‘Molla Emmi’ dediğimiz bir büyüğümüz vardı.
Ona göre, televizyon seyretmek, sinemaya gitmek günahtı. Bir baktık ki o da sinemaya Sezercik’i seyretmeye gelmiş. ‘Hani, sinema günahtı?’ diye sorduk.
- ‘Türk filmi günah değil’ cevabını verdi...
****************
Cezaevinde Enver Şükrü adlı bir arkadaşımız vardı.
Türkiye’yi konuşurken söz Ankara’dan açıldı. Enver Şükrü, daha önce Ankara’yı görmüştü. Biz hiç gitmemiştik.
Enver Şükrü, ‘Ankara dağlık bir yerdir’ dedi.
Hepimiz dehşete kapıldık. Biz, Ankara’yı cennet gibi bir yer olarak hayal ediyorduk.
Bazı arkadaşlar, ‘Vay şerefsiz vay! Ankara’ya nasıl hakaret edersin!’ diye Enver Şükrü’nün üzerine yürüdüler.
1 ay boyunca cezaevindeki hiçbir Türkmen, Enver Şükrü ile konuşmadı.
Enver Şükrü, bir gün gelip, ‘Yahu arkadaşlar ben şaka yaptım. Ankara’nın yolları mermerdendir. Muz, portakal ağaçları ile süslenmiş bir şehirdir’ dedi. Hepimizden özür diledi.
Özrünü kabul etmedik. Dedik ki, ‘Bizden değil, Ankara’dan özür dileyeceksin.’ Bunun üzerine Enver Şükrü, ellerini kaldırıp:
- ‘Ankara, senden özür diliyorum’ dedi ve kendisini yeniden aramıza aldık.
*******************
Zaman zaman Habur’a kadar gider, Türkiye’nin havasını teneffüs etmek isterdik.
Belki bir Türk bayrağı görürüz diye umutlanırdık.
Ancak, bayrak görünmezdi.
Sınırdaki nöbetçiler bize sertçe çıkışır, biz de fark ettirmeden, Türkiye’nin havasını ciğerlerimize çekmeye çalışırdık. Sanki hava farklıymış gibi hissederdik.
*********************
Selahaddin Tenekeci adlı bir arkadaşımız vardı.
1980’de idam edildi. İdam edilirken, ‘Çırpınırdı Karadeniz’i söyledi...
‘Bakıp Türk’ün bayrağına’ derken sandalyeyi kendi ayağıyla itti ve ruhunu teslim etti.
*******************
Bir başka arkadaşımıza işkence yapıldı. Mahkemede Saddam’a hakaret etti diye gözlerini çıkardılar.
Anası gelip ağladı...
‘Ağlama anne’ dedi; ‘Ölürsem, beni davul zurnayla gömün, yalnız Türkiye’nin ilgisizliği beni kahrediyor.’
*******************
20 senedir Bağdat Cezaevi’nde yatan bir arkadaşımız vardı. Cezaevindeyken Türkiye’den gelen yiyecekler, bizim için en büyük hediyeydi.
Arkadaşımız, taze olmayan peyniri yemezdi. Bir gün Türkiye’den peynir geldi. Peynir, cezaevinde bekletilmiş, sıcakta kokmuş.
Kimse yemedi, peynir çöpe atıldı. Bu arkadaşımız, gitti peyniri çöpten aldı ve:
‘Türk peyniri kokmaz’ dedi...
**********************
Bir başka arkadaşımız, Türkiye’den gelmiş vişnelerin çekirdeği ile yaptığı tespihi koklar ve bize:
- ‘ Koklayın, Allah her dilediğinizi kabul eder ’ derdi.
**********************
Saddam yönetimi, her zaman yaptığı gibi bir Türkmen’in tarlasını elinden aldı.
Türkmen, ilgili makama başvurdu ve tarlanın niçin elinden alındığını sordu. Aldığı cevap şuydu:
‘700 yıl siz ektiniz, biçtiniz. 100 yıl da, Araplar eksin, biçsin.’
Bir arkadaşımıza isnat edilen suçu itiraf etmesi için işkence yapılıyordu.
İşkence yapan Arap polis, ‘Sadece ak de, seni serbest bırakacağım’ dedi.
Arkadaşımız, ‘Ben bir Türk’üm. Bir Arap istedi diye ak demem. Bu bir Türk’e yakışmaz’ diye cevap verdi.
İşkence devam etti.
****************
Ve Ankara’nın Kerkük’teki katliamlara ilgisizliği üzerine bir dörtlük:
“Kerkük bir öbek kar çöl ortasında
Ah anamız ağlar el ortasında
Sağır mısın, sağır mısın Ankara
Öldük güpegündüz yol ortasında”
Kerkük Türkmenleri, bugün de yol ortasında, evlerinde öldürülüyor...
(Bu yazı bir gazetenin köşe yazarına aittir.Alıntıdır)