MİLLİ ÜLKÜLER ve ÜLKÜ DIŞI MESELELER
Milletlerin varlıklarında rol oynayan en büyük manevi güç, muhakkak ki,
ülküleridir. Çünkü insanlar, bir ülkü etrafında
toplandıkları zamandır ki, sadece kendi küçük meseleleri için yaşayan basit
varlıklar olmaktan kurtulur ve o manevi hava içinde adeta devleşirler.
Böyle bir manevi güçle silahlı insanlardan meydana gelen bir cemiyet, elbette
ki, bundan yoksun cemiyetleri arka plana bırakacaktır.
Türk Milletini, tarihin en eski çağlarından beri,
dünyanın en güçlü topluluğu halinde yaşatan, ülkü olmuştur. Soyumuzun
“Kızıl Elma” diye adlandırdığı bu
ülküye erişebilmek içindir ki, eski dünyanın üç kıtası üzerinde durmadan at
koşturmuştur. Bu ruhla güçlenen, büyüyen, maddi ve manevi mutluluğa erişen ve
başka cemiyetlere yüzyıllarca hükmeden Türk milletinin, yakın çağlarda
kuvvetsiz, dağınık ve –hepsinden de acı- tutsak hale gelmesinin sebepleri
arasında ise, ülküsünü kaybetmiş olmasının rolü de vardır.
XX. Yüzyıl, milli ülkülerin çarpışmakta olduğu
çağdır. O kadar ki, dünya coğrafyasının yeni varlıkları olan küçük devletler
bile, kendi çaplarındaki ülküler ardında görülmektedirler. Milli
varlıkların üzerinde tek dünya yaratmak davası şeklinde öne sürülen komünizm
dahi, ele geçirdiği ülkelerde, hakim milletin milli davasının gizli silahı
halini almaktadır. Kızıl ülkelerin birbirlerine karşı cephe almış olmalarının
sebebi de, işte bu ırklar ve ülküler çarpışmasıdır.
Ülküsüz bir cemiyet, millet olmaktan çok, bir
insanlar topluluğudur. Böyle cemiyetler, ülküsü olan milletlerin
hırslarını, ister istemez, üzerlerine çekerler. Çünkü ülküsüz millet, kolay
yutulur bir yemdir. Büyük davalar ardındaki, cemiyetler, göz koydukları yurtları
ellerine geçirebilmek için, bundan dolayı, vatanın sahibi milleti ülküsünden
koparma yoluna başvururlar.
Ancak unutulmamalıdır ki, günümüzün dünyasında, cemiyetlerin ülkülerinden
koparılmaları açık bir şekilde değil, sinsice ve kurnazca yapılmaktadır.
Milletin milli ülküsü, asıl mahiyetinin dışında ve
cemiyet için zararlı ve tehlikeli bir fikirmiş gibi gösterilerek baltalanmakta,
böylece, kütleler davadan uzak durmaya, hatta ona karşı olmaya zorlanmaktadır.
Bir yandan bu yalan propaganda aralıksız devam ettirilirken, diğer taraftan da,
milletin okumuşlarına ve bilhassa gençlerine,
üçüncü, dördüncü derecedeki bir takım cemiyet meseleleri, büyük ve ana davalar
şeklinde gösterilmeye çalışılmaktadır.
Bu oyunun ülkemizdeki şekli, önce, Türk Ülküsünün uydurma bir Turancılık ve
ırkçılığa bağlanması yolundaki malum harekette görüldü. Dışardan sevk ve idare
edilen propaganda, resmi, ağızlarla, devletin ve cemiyetin fikir yayma
vasıtalarını da bu yolda kullanma imkanını elde edince, Türk Ülküsü, kendi
vatanında sinsice hançerlenmiş oldu.
Böylece "kalplerden ve kafalardan sökülüp atılmaya
çalışılan ve kısmen de sökülüp atılan ülkünün yerini, daha geri planlardaki
meseleler ile başka cemiyetlerin kılık değiştirmiş davaları" almaya
başladı.
Türk Ülküsünün, Türkiyeli okur-yazarlarının bir kısmı ile çeyrek aydınların
kafalarında tehlikeli bir macera ve hatta bir emperyalizm (!!) hareketi olarak
yer etmesi, işte bunun sonucudur. Son yılların,
durmadan tekrarlanmak suretiyle, boş kafalara, cemiyet hayatının en mühim
meselesi olarak kabul ettirdiği “ekonomik ve sosyal sorunlar!” tekerlemesindeki
“sosyal!”in neyi dile getirmekte olduğu dahi pek düşünülmeden daha çok
“ekonomik!” kelimesine saplanılmış, böylece bir cemiyette iktisattan,
dolayısıyla paradan daha mühim bir mesele olmayacağı düşüncesi doğmuştur.
Türkiye’nin son yıllarda aşırı bir maddeciliğe sürüklenmesinde, bu propagandanın
rolü büyüktür. Personel Kanunu’nun ele alınması sıralarında, çeşitli meslek
mensuplarının ve ailelerinin, başkalarından daha az para almış olmamak için
sokaklara dökülmeleri, bu propagandanın bir bakıma hazin bir neticesi, bir
bakıma da zaferidir.
Hayatta en mühim meselenin madde olduğuna inanan
beyinler için, mana hareketleri ve bu arada ülkü, elbette ki, boş ve romantik
bir kuruntu sayılacaktır. Okumuşların ve aydın sayılan kadrosunun
çoğu bu yolla milli davalardan koparılan ve milli ülküyü aşırı, tehlikeli bir
macera sayan cemiyetlerin, milli ülküler ardındaki devletler karşısında ne
derece aciz, güçsüz ve zavallı kalacakları ise, artık meydandadır.
Türk’ün Milli Ülküsü, milletinin ortak vicdanında
“Kızıl Elma” adı ile anılan ve
yaşayan davadır. Bu dava, tarihte yüzyıllarca, tek devletin sınırları içinde,
maddi ve manevi bakımlardan üstün ve mutlu bir cemiyet olarak yaşayan soyumuzun,
gelecekte de, aynı mutlu seviyeye ulaşması ve erişmesidir. Türk
Cemiyetinin daha aşağı derecelerdeki bütün davalarını ve meselelerini, bu milli
ülkünün halesi içinde ele almak ve değerlendirmek şarttır.
Milli ülküsü olamayan
veya olduğu halde ondan kopmuş bulunan bir cemiyet, bu günkü devler dünyasında,
fırtınalı ve kudurmuş bir denizde, kaptansız kalmış bir gemiden farksızdır.
Böyle bir cemiyetin sonu, dalgaların kendisini vuracağı kayalıklarda
parçalanacak kaptansız geminin akıbetinin aynıdır.
Kaynak:
TÜRKÇÜLÜK ÜZERİNE MAKALELER - NEJDET SANÇAR, DEVLET-TÖRE YAYINEVİ 1976
188-3905