Türk dili, Arapça Tanrı’nın dilidir kandırmacasıyla katledilirken bu işi yaptıranlar yaptıklarının Tanrı buyruğuna aykırı olduğunu göz ardı ediyorlardı. Çünkü Tanrı; dini görevlerini yapacak kişilerden “ne dediğini bilecek ayıklıkta” olmasını istiyordu.
Yani Tanrı Kur’anda ki bildirimlerinde “bana ne dediğiniz bilerek yönelin” demekteydi.
Ancak gel gör ki Arapçanın kutsallığına inandırılmış/kandırılmış Türk’ün bunu anlama, anlasa bile yerine getirme, olanağı kalmamıştı.
Öyle ki Türk, papağanca yinelediği Arapça sözcüklerle Tanrıya yakardığını sanarken Tanrı’dan “kendisini için koruma diliyorum” sanıp “beni boş ver”, “benimle ilişkini kes” diyordu. Çünkü Türk’ün gırtlak yapısı Arapça harfleri ve sesleri çıkartmaya uygun değildi.
Türk “bizi yarlığa, koru” anlamındaki “fağfirlena” yı dili dönmediği, “ğ” sesi Türk dilinde olmadığı ve Arapça sesleri çıkartamadığı için “fakfirlena” diye okuyarak Tanrı’dan “kendisini boş vermesini”, “kendisiyle ilişkisini kesmesini” istiyordu.
Yani Türk “sev”ilmek isterken “söv”ülmek ve “döv”ülmek istiyordu.
Türk’ü boyunduruğu altına alıp üzerinde hükümranlık kurmak isteyen Araplar, Türkler arasından edindikleri “kutsal ahmak” işbirlikçiler sayesinde Türk’ün dilini ağzından söküp alıyor yerine Türk’ün zihninde hiçbir ışıltı uyandırmayan, hiçbir nesnel çağrışım yapmayan Arapça sözcük ve kavramları doldurarak Türk’ün düşünme, fikir üretme ve us yürütme becerisini de ellerinden alıyorlardı.
Türk’ün düşüncesi ve fikri kuruyordu.
Çünkü Türk “us”unu “dil”iyle işletebilmekteydi.