ATSIZ'IN BAŞVEKİL ŞÜKRÜ SARAÇOĞLU'NA YAZDIĞI BİRİNCİ AÇIK MEKTUP
Sayın Başvekil,
Hem Türkçü ,hem de başvekil olduğunuz için size bu açık mektubu yazıyorum.
Yalnız başvekil olsaydınız bunları yazmak emeğine katlanmazdım. Çünkü Türkçü
olmayan bir başvekile hitap etmenin ne kadar boş olduğunu bilirim. Yalnız bir
Türkçü olsaydınız yine yazmaya lüzum görmezdim. Çünkü ,faydasız kalacak olduktan
sonra,sizden daha eski Türkçülerle yurdun dertlerini her zaman konuşabilirim.
Fakat Türkçü olarak idare mekanizmasının başında olduğunuz için sizinle
konuşmaktan faydalar doğabileceğine inanıyor,onun için size hitap ediyorum.
Millet meclisinde, 5 Ağustos 1942 günü verdiğiniz nutukta : "Biz
Türküz,Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan
meselesi olduğu kadar ve laakal o kadar bir vicdan ve kültür meselesidir."
demiştiniz. Türk tarihi ile uğraşmış bir münevver olarak söyleyebilirim ki ne
ırkımızın, ne de devletimizin tarihinde, Türk milliyetçiliği resmî bir ağızdan
bu kadar kesin sözlerle hiçbir zaman açığa vurulmamıştı. Bu sözlerin Türkçü
çevrelerde nasıl sevinçle karşılandığını anlatmaya lüzum yoktur. Fakat ardından
bir buçuk yılı aşan bir zaman geçtiği hâlde biz, bu Türkçülüğün iş alanına
geçmediğini görmekten doğan bir sıkıntı içindeyiz. Fikirler iş hâline geldiği
zaman manalıdır. Buna ülkü deriz. İş hâline gelmeyecek fikirler ise ham hayalden
başka bir şey değildir. Yetmiş yıldan beri işlene işlene bugünkü duruma erişen
kuvvetli Türkçülüğün artık tatbikat alanında da kendisini göstermesi zamanı
elbette gelmiştir.
İşte bu satırların güttüğü istek ,size,Türkçülüğün niçin yalnız sözde kalarak,
bugünün imkânları nispetinde iş hâline gelmediğini sormak ve Türkçülük tatbikat
sahasına geçmediği için yurdumuzun düşmanı olan fikirlerin nasıl gelişip
yayıldığını anlatmaktadır. Bir başvekile hangi sıfat ve cür'etle bu soruyu
soruyorsun diyemezsiniz. Halkçı bir hükûmetin başvekili iseniz, mensup
bulunduğunuz, partinin gazeteleri tarafından birçok defa tekrarlandığı gibi
rejimimiz demokrat bir rejimse ve siz de birçok defa söylediğiniz gibi halk
arasından yetişmiş olmaktaki gururu belirten sözlerinizde samimî iseniz ve eğer
Millet Meclisinin azaları hakikaten bizim vekillerimiz iseler, siz de bir
başvekil, halk adamı, demokrat, halkçı ve Türkçü olmak dolayısıyla beni
dinlemeye mecbursunuz. Yok, bunlar doğru değil de birer gösterişten ibaretse,
şüphesiz, benim bu hitabım cür'etkârlığı da aşan bir küstahlıktır ve bunun için
ilk karşılığı da Orhun'un susturulmasıdır.
Sayın Başvekil,
Esefle söylemeye mecburum ki, Türkçülük nazariyat sahasında kalmaya devam
ederken , bu milletin ve bu ülkenin düşmanı olan solcu fikirler bazen sinsi,
bazen açık yürümekte, propagandasını yapmakta devam ediyor. Hâlbuki sizin Türkçü
ve partinizin altı okundan bir tanesininde milliyetçilik olmasına göre bunun
böyle olmaması icap ederdi. Pek uzun konuşarak esastan ayrılmaktansa örnek
vererek bugünün gerçeklerini göstermek daha doğru olacağından size
memleketimizin, kanunlarımızın milliyetçiliği ile, sizin Türkçülüğünüzle
bağdaşması kabil olmayan olayları göstereceğim.
Birkaç gün önce Baltacıoğlu İsmail Hakkı 'nın Eminönü Halkevinde verdiği bir
konferansta mühim bir hadise oldu. Gazetelerin ancak mizah sütunlarında yer alan
bu hadiseyi bilmem işittiniz mi? Herhâlde işitmemiş olacağınız bu vak'ayı ben
size kısaca anlatayım: Baltacıoğlu'nun milliyetçilik lehinde söz söyleyeceğini
haber alan bazı zümreler (yani solcular, komünistler, yani vatan hainleri), bu
konferansta bir hadise çıkarmaya karar veriyorlar, konferans günü salonun sol
tarafını (dikkatinizi çekerim!) dolduruyorlar ve konferansçıyı kürsüye geldiği
zaman lüzumundan fazla dakikalarca süren alkışlarla ilk nümayişi yapıyorlar.
Fakat bu nümayiş alkış şeklinde olduğu için kimsenin aklına kötü bir şey
gelmiyor. Herkes bunu terbiyesiz bir sevgi gösterisi sanıyor. Konferansın bir
yerinde Baltacıoğlu hoşa giden bir jest ve teşbih yaptığı zaman herkes
gülümsüyor. Fakat sol taraf bu gülümseyişi kahkahalar şeklinde uzun zaman devam
ettiriyor. Yine kimsenin aklına bir şey gelmiyor. Herkes bunu da kıt
terbiyelilerin bir gülüşü sanıyor. Fakat biraz sonra Baltacıoğlu Türk
tiyatrosundan bahsettiği sırada yine aynı sol tarafta bir öksürme başlıyor,
çoğalıyor, gürültü hâlini alıyor. Yine kimse bunun bir komünist nümayişi
olduğunun farkında değil. Konferansçı gürültüden dolayı susmaya mecbur oluyor.
Herkesin gözü öksürenlerin üzerinde iken sol tarafın en arkasından bir nefer
kalkıyor ve öksürenlere doğru: "Üniversite gençleri ! Dinlemeye mecbursunuz !"
diye bağırıyor.
İşte o zaman salondakiler ilk önceki alkışın, daha sonraki kahkahanın ve şimdiki
öksürüklerin manasını anlıyor. Münevver bir Türk olduğu anlaşılan nefer elbiseli
gencin sert ihtarı üzerine bir anda öksürmeler kesiliyor ve o anda işi
kavrayanlardan milliyetçi bir tıbbiyeli sağ taraftan ayağa kalkarak öksürenlere:
"Namussuz komünistler! Milliyetçilik hakkında söz söylendiği için böyle
yapıyorsunuz değil mi!" diye haykırıyor. Tabiî dir, haysiyet ve namusu bir
burjuva uydurması diye telâkki eden komünistlerden kimse bu tahrike aldırmıyor,
yalnız kendilerine çevrilmiş olan ateşli bakışlar altında sinip susuyorlar. 0
zaman Baltacıoğlu, nümayişçilere bakarak şöyle diyor : "Korktuğum için sustum
sanmayın,sadece acıdığım için sustum". Hatip konferansına devam ediyor.
Kendisine has olan belâgatla komünistliği paçavraya çeviren birkaç söz söylüyor.
Artık bu kadarına dayanamayan ve konferansın bitmek üzere olduğunu sezen
Marksist taslakları salonu terk etmeye başlıyorlar. Fakat bunu da nümayiş
şeklinde ve kastî bir gürültü içinde yapıyorlar. Salonun dışında, holde, ikişer
üçer kişilik gruplar hâlinde toplanan bu güruhun arasında merak dolayısıyla
dolaşan milliyetçi bir üniversite genci bu taslaklardan birinin Baltacıoğlu'ya
tulumbacı ağzıyla bir küfür savurduktan sonra: ".... bize milliyetçilik dolması
yutturacaktı". dediğini işitiyor. Bu sırada içeriye resmî kılıklı dört beş
polisin geldiğini görünce taslaklar çabucak sokağa fırlayıp kayboluyorlar.
Fakat şaşılacak nokta şu ki : Halk Partisinin bir mebusu Halk Partisi'nin bir
müessesesinde vatan ve millet düşmanları tarafından tahkir olunduğu hâlde
kimsenin kılı kımıldamıyor. Ne halk evi, ne polis bir takibat veya tahkikat
yapmaya lüzum görmüyor. Aynı gece Leylî tıp talebe yurtlarında milliyetçilerle
solcular arasında başlayan münakaşa dövüşe binmek üzere iken her iki yerde daima
görülen uzlaştırıcı tarafsızların araya girmesiyle mesele kapanıyor.
Sayın Başvekil !
İşte Türkçülüğün hâkim olduğu bir Türk ülkesinde böyle bir olay oluyor. İşin en
kötü ciheti de bu nümayişi yapanların hem üniversiteli, hele çoğunun devlet
parasıyla talebe yurtlarında okuyan talebeler oluşudur. Demek ki devlet bilmeden
koynunda yılan besliyor. Kızıl gözlü, sinsi ve zehirli yılanlar. Bu yılanlar
yarın birer doktor olup yurt köşelerinde vazife aldıkları zaman ilk işleri
baltalama hareketlerine girmek olacak, vatanı arkadan vuracaklar,bekledikleri
kızıl sabahı Türkiye'ye getirecek olan yabancı ordulara ajanlık edeceklerdir.
Zaten toplu ve teşkilâtlı bir hâlde daha şimdiden konferanslarda nümayiş
yapmaları da bu günden ajanlık etmeye başladıklarının delilidir. Bu nümayişi
yapanların arasında, Almanya'ya tahsile gönderilerek komünistlik yaptığı için
talebe müfettişi tarafından geri alınan, fakat bazı mebus amcalar sayesinde
Ankara üniversitesine doçent olarak giren bir komünistin iki kardeşinin
bulunması da bilmem ki ibretle bakılmaya değmez mi?
Acaba, böyle bir vak'a başka ülkelerde olabilir miydi ?
Rusya'da Marksizme, Almanya ve İtalya'da milliyetçiliğe aykırı en ufak bir
hareket nasıl karşılık görürdü?
Hatta şu küçük Bulgaristan'da Bulgarlık aleyhindeki bir söz veya hareket
tasarlaması nasıl karşılanırdı? Her hâlde kökünden kazınmak suretiyle
karşılanırdı. Yazık ki anayasamızda yasak edilmiş olan yabancı fikirleri
benimseyen ve yarın devlette münevver tabakayı teşkil edecek olan çocuklar
milliyetçiliğe karşı geldikleri hâlde onlara bir şey yapmıyoruz.
İstanbul'da Türklüğe karşı yapılan küstahlıklar bu kadar değildir. Yine halk
evinde İstiklâl Marşı çalınırken ayağa kalkmayan melezler, bir erkek lisesinde
Türkçülükle alay ederek: "Arabacı araba olmadığı gibi Türkçü de Türk değildir!"
diyen tarih öğretmeni, bir kız ortaokulunda talebesine :"Türk değil misiniz?
Allah belânızı versin. Alman veya İngiliz olmadığıma pişmanım", diyen başka bir
tarih öğretmeni hep millî şefimize saldıran, fakat karşılık görmediği için
küstahlığını arttırmakta devam eden mikroplardır.
Bu mikropların tehlikesini artık örtbas edecek çağda ve durumda değiliz.
Vaktiyle Başvekil İsmet Paşa : "Hava tehlikesi vardır en aşağı 500 uçağımız
olmalı!" diyerek tehlikeleri olduğu gibi göstermek usulüne koymuş, sizden önceki
Başvekil Refik Saydam da : "Devlet teşkilâtı A'dan Z'ye kadar bozuktur,düzeltmek
ister" diyerek açık konuşma usulünde bir adım daha atmıştır. Sizde ihtikârla
başa çıkamadığınızı, zeytinyağı ticaretiyle uğraşan bazı kimselerin devletin
başına belâ olduğunu söylemekle bu çığırda devam etmekte olduğunuzu gösterdiniz.
Bunlara bakarak kuvvetle umuyorum ki sizinle açık konuşmak kabildir. Gerek
reisicumhur İsmet İnönü gerekse siz nutuklarınızda milletin iş birliğini
istememişmi idiniz? İşte ben de sizin samimî sözlerinize bütün millî ve şahsî
samimiyetimle cevap vererek işbirliği yapıyor,devlet işlerine yukarıdan
baktığınız için ancak aşağıdan görülmesi kabil olan ve sizin nazarınıza
ulaşamayan bazı olayları size haber veriyorum.
Sayın Türkçü Başvekil !
Yukarıda anlattıklarımı münferit vak'alar olarak sayamayız. Solculuk, gördüğü
müsamaha ve kayıksızlıktan faydalanarak sinsi sinsi ilerliyor. Liselerde bu
fikre saplanmış hastalar görülüyor. Bunlar arkadaşlarına "Yakında hepiniz
komünist zindanlarında çürüyeceksiniz!" demek cür'etini gösterebiliyor. Yüksek
öğretimde bu hastalık daha çok artıyor. Arasına gayrimemnunları, gayritürkleri
de alarak büyüyor. Yalnız mahrem ve samimî düşünce hâlinde kalmayarak hareket
hâline geçiyor. Boy boy dergiler çıkıyor. Bu dergilerde aynı teranelerle ahlâka,
vatan ve şeref duygusuna, millet hakikatına saldırılıyor. Taassupla mücadele
ediliyormuş gibi gözükerek mukaddesatla eğleniliyor. Bu dergilerden biri
kapatılınca aynı imzalarla bir başkası çıkıyor. Bu işsiz güçsüz serseriler
parayı nereden buluyor? Satılmayan bedava dağıtılan dergileri nasıl yaşıyor.
Fakat en zorlusu siz bunlara nasıl göz yumuyorsunuz? Dergilerle ve hatta günlük
gazetelerle işlenen bu vatan düşmanı fikrin bazen devletçi, bazen vatancı, bazen
insancı, bazen ilimci kılıklarla Türk milletini zehirlemesine niçin müsaade
ediyorsunuz?
Niçin bu memlekete istiklâli çok görmüş,onu başkalarına köle etmek istemiş
olanlara yüksek makamlarda yer veriyorsunuz? Bunlar demokrasinin icapları ise o
zaman memlekette, bilhassa ilmî alanda da geniş bir fikir hürriyeti olması
gerekir. Bu sözlerim, demokrasiye has tesamuh ile karşılanırsa daha söyleyecek
çok sözlerim vardır. 0 zaman ben size ilmî sahada bile fikir hürriyetinin nasıl
olmadığını, bu hürriyeti boğmaya çalışanların kimler olduğunu, bizi başkalarına
köle etmek istedikleri hâlde mühim mevkiler işgal edenlerin listesini,
Türkçülükle eğlenen, Türk geldiğine pişman olan öğretmenlerin kimler olduğunu
söyleyebilirim ve inanın ki sözlerimi şahitler ve maddî deliller ile ispat
edebilirim. Fakat bunun için bu ön sözümün karşılanacağını bilmem lâzımdır. Bu
sözlerimin göreceği Türkiye'de ciddî bir yazı hürriyetinin olup olmadığını
gösterecek, millet fertlerinin hiçbir karşılık beklemeden hükûmete yardım etmesi
kabil midir bunu ortaya koyacak, sizinde hakikî bir demokrat olup olmadığınızı
belirtmek bakımından pek önemli bir sonuç vererek daha birçok karanlık noktaları
aydınlanmasına yardım edecektir. Aksi taktirde, eski bir tarihî efsaneyi tanzir
ederek diyebilirim ki 700 yıl önce Anadolu'ya gelen 400 arslana karşılık,bugün
400 koyun hâlinde çadırlarımızı yeniden dererek arslanların geldiği yolun tam
dikine doğru yola koyulmamız gerekecektir.
4-4180