ATSIZ'IN BAŞVEKİL ŞÜKRÜ SARAÇOĞLU'NA YAZDIĞI İKİNCİ AÇIK MEKTUP
Sayın Başvekil,
Orhun'un mart sayısında size hitaben yazdığım açık mektup Türkçü çevrelerde çok
iyi karşılandı. Yurdun türlü bölgelerinden aldığım mektuplarla telgraflar büyük
bir efkârıumumiyeye tercüman olduğumu bana anlattı. Size gelince, bunu sizin de
iyi karşıladığınızı biliyorum. Orhun'u okuduğunuz zaman hiçbir şey söylememiş,
yalnız acı acı gülümsemiş olsanız bile yine iyi karşılamış olduğunuza inanırım.
Çünkü ben o acı gülümseyişin manasını anlarım. Çünkü gönlünüzün bizimle birlikte
çarptığına, yurt meselelerini tıpkı bizim gibi düşündüğünüze inancımız vardır.
Orhun'un resmî makamlar tarafından tamamen normal karşılanması da Türkiye'de
yazı hürriyeti olduğunu göstermek, hükûmetin samimî Türkçülüğünü belirtmek
bakımından çok iyi oldu. Çünkü her bakımdan su katılmamış Türk olan Orhun, bir
Türk ülkesinde, bir Türk hükûmeti tarafından kapatılamazdı. Türklüğün davasını
haykıran, Türklük düşmanları üzerine resmî bakışları çekmek isteyen Orhun gibi
bir dergi ancak Türk düşmanlarının hâkim olduğu bir ülkede, maselâ çarların veya
haleflerinin ülkesinde kapatılabilirdi.
Sayın Başvekil:
Bizim anayasamıza göre komünizm Türkiye'de yasaktır ve devletimiz milliyetçi bir
devlettir. Türk ırkının hususî yapısına, ahlakî ve millî temayüllerine aykırı
olan komünizmi Türkiye'ye sokmak isteyenler millet bakımından soysuz ve namert
oldukları gibi kanun nazarında da haindirler.
Hiçbir millet kendi millî yapısına düşman saydığı fikirleri kendi ülkesinde
yaşatmaz. Hürriyetin ve demokrasinin ana yurdu olan İngiltere'de bile, savaş
başlar başlamaz faşist fırkası lağvedilip azaları hapse atıldı. Bütün dünyada
,yurt düşmanlarına müsamaha gösteren hatta onlara mevki ve salâhiyet veren tek
devlet Türkiye'dir. Bu müsamaha devletin kuvvetinden kendine güvencinden de
doğabilir. Fakat Türkiye'nin en kuvvetli olduğu çağda, büyük ve şanlı Fatih'in
yaptığı müsamahanın sonradan başımıza ne belâlar getirdiği düşünülürse yurt ve
millet düşmanlarına müsamaha göstermekteki büyük tehlike derhâl anlaşılır. En
sağlam gövdeleri yere vuran şey de küçücük birkaç mikrobun o gövdede köprü başı
kurmasıdır. Derhâl temizlenmezlerse zamanla çoğalıp uzviyetin can alacak bir
noktasını tahrip ederler. Sonrası yıkım ve ölümdür.
Türkiye'de komünistler var mıdır sorusu birtakımları tarafından sorulabilir.
Şunu unutmamalı ki komünistler hiçbir zaman biz komünistiz diye açıkça
kendilerini ortaya vermezler. Onlar Halk Partisi'nin çok elâstiki olan altı
okundan halkçılığı alıp kendilerini halkçı yurtseverler gibi ortaya atarlar.
Fakat onların hakikî benliğini anlamak için dahi olmaya gerek yoktur. Irk ve
aile düşmanlığı ,din ve savaş aleyhtarlığı, faşistliğe hücum perdesi altında
milliyeti baltalama, yurdumuzdaki azınlıklara aşın sevgi,her şeyi iktisadî gözle
görüş onları açığa vuran damgalardır. En büyük düşmanları olan milliyetçilere
ırkçılık noktasından saldırmaları ,milliyetçilikte ırkçılığın temel olduğunu
bilmelerinden dolayıdır.
Temeli yıkılan yapının bir anda çökeceğini de çok iyi kestirmişlerdir.
İşte bu usta komünistler,komünizm aleyhtarı ve Türkçü Türkiye'de sinsi sinsi her
yere el atmışlar, mühim mevkilere geçmişler, tuttukları köprü başlarından
Türkiye'yi tahrip etmek için şiddetli bir taarruza girişmişlerdir. Fakat bunlar
sınırlardan gelen mert düşman olmadıkları için kolayca sezilemezler. Bunlar
paraşütle inen bozguncu casuslar gibi ülkenin üniformasını giymiş olduklarından
her Türk bunları seçemez. Onun için bunlar sinsi silâhlarıyla birçok Türk'ü
vurup milliyetçilikten ayırabilirler.
Sayın Başvekil!
Sözü çok uzatmamak için bu ikinci mektubumda maarif sahasına girmiş olan
komünistlerden bahsetmekle iktifa edeceğim. Bunlar vatan düşmanlarına karşı pek
kayıtsız davranan Maarif Vekillerinin gafletinden faydalanarak mühim yerlere
geçmişler ve oradan zehirlerini saçmaya başlamışlardır. Maarif Vekâleti Türklük
düşmanlarına karşı o kadar gaflet içinde bulunuyor ki size yazdığım ilk mektupta
talebesine: "Türk değil misiniz? Allah belânızı versin! Alman veya İngiliz
olmadığıma pişmanım! " diyen bir tarih öğretmeninden bahsettiğim hâlde şimdiye
kadar bu öğretmenin kim olduğunu araştırmak zahmetine bile katlanmadı. Bununla
beraber Maarif Vekâletine hak vermemek de elden gelmiyor. Çünkü onun kullandığı
memurlar arasında öyleleri var ki bu zavallı tarih öğretmeni onların yanında
vatan kahramanı kadar asil kalıyor.
Örnek mi istiyorsunuz?İşte sırasıyla veriyorum: 1)Bugün Maarif Vekâletine bağlı
Dil Kurumu azasından ve Ankara'daki Devlet Konservatuarı öğretmenlerinden bir
Sabahattin Ali vardır. Hemen hemen bütün kendisini tanıyanların komünistliğini
bildiği Sabahattin Ali 1931 yıllarında Konya'da 14 ay hapse mahkûm edilmişti.
Sebebi de başta o zamanki Reisicumhur Atatürk olduğu hâlde bütün devlet erkanını
ve rejimi tehzil eden manzum bir hezeyanname yazmasıydı. Bazı mısralarını
bugünkü bazı mebuslarında bildiği bu hezeyannamenin tamamını Konya'daki adliye
arşivinden bulup çıkarmak kabildir.
Sayın Başvekil! Buraya bilmecburiye yazarken büyük ıstırap duyduğum iki
mısraında (beni mazur görmenizi rica ederim) bu vatan haini şöyle diyordu :
İsmet girmedi mi hâlâ hapse
Kel Ali'nin boynu vurulmuş mudur?
Maarif Vekâletinin sevgili memuru bulunan bir komünistin hapse girmesini temenni
ettiği İsmet,pek kolaylıkla anlayacağınız gibi o zaman ki başvekil,şimdiki
reisicumhur ve hepsinin üstünde İnönü zaferlerinin Başkomutanı İsmet İnönü
olduğu gibi,boynunun vurulmasını istediği Kel Ali de, Ayvalık'ta Yunana ilk
kurşunu atan alayın kumandanı Ali Çetinkaya'dır. Bu hezeyanları yazan Sabahattin
Ali, bugün kültür işlerinin mühim bir mevkiinde,Maarif Vekili Hasan Ali'nin
şahsî sempatisi sayesinde, batırmak istediği Türk milletinin parasıyla rahatça
yaşamaktadır.
2) Bugün Ankara'daki Dil Fakültesinde folklor doçenti olan Pertev Naili Boratav
vardır. Nasıl bir komünist olduğunu bilhassa ben çok iyi bilirim. l936'da Maarif
Vekâleti tarafından Asur ve Sümer dilleri öğrenmek için Almanya'ya
gönderilmişti. Fakat daha Türkiye'de iken başladığı komünistliği orada azıttığı
için arkadaşları Ziya Karamuk (Şimdi Samsun Lisesi müdürü), Fazıl Yinal (Şimdi
Ankara'da Arşiv Mütehassısı) ve Şükrü Güllüoğlu (Şimdi İstanbul'da ticaretle
meşgul) tarafından kendisine ihtar yapılmış, aldırmayınca resmen şikâyet edilmiş
ve Maarif Vekâleti tarafından gönderilen Müfettiş Reşat Şemsettin (şimdi mebus)
tarafından suçu sabit görülerek derhâl Türkiye'ye döndürülmüştür. Pertev Naili 6
yıl tahsil ettikten sonra doçent olacaktı. Fakat komünizmin faziletine bakınız
ki yarıda kalan iki yıllık bir tahsilden sonra Türkiye'ye dönünce ilk önce
maarif vekâletinde bir ambar memuru tayin edilmişken bazı mebusların araya
girmesiyle folklor doçentliğine getirildi ve dört yıl daha kazanmış oldu. İlk
mektubumda size anlatmış olduğum Eminönü Halkevi'ndeki nümayişte,salonun sol
tarafına oturup gürültü çıkaranlar arasında işte bu Pertev Naili Boratav'ın iki
tıbbiyeli kardeşi de vardır.
3) Bugün İstanbul Üniversitesi'nin pedagoji enstitüsü başında bir profesör
Sadrettin Celâl vardır. Türkiye'de bu kürsüye lâyık bir çok kimseler varken onun
buraya getirilmesinin sebebi sırf maarif vekili ile arasındaki şahsi dostluktur.
Bu Sadrettin Celâl 1920'de Moskova'daki enternasyonal komünist kongresine
Türkiye mümessiliyim diye giden, 1921-1924 yıllarında İstanbul'da Aydınlık diye
azgın bir komünist dergisi çıkararak Türk milliyetini baltalamaya çalışan
,Türkiye'de bir sınıf ihtilâli yaparak Türk milletini birbirine kırdırmaya
uğraşan, birçok askerî tıbbiyelinin komünist olarak okuldan kovulmasına
sebebiyet veren (şimdi Rusça'dan yaptığı tercümelerle edebi komünizm yapan Hasan
Ali Ediz ve Anadolu'da bir kasabada mahpus olan Hikmet Kıvılcım bu askerî
tıbbiyelilerdir), sonunda bu yüzden kendisi de hapse giren bir vatan hainidir.
Bu vatan hainini ve hapisten çıkmış bir sabıkalıyı Türk üniversitesinde pedagoji
enstitüsünün başına getirmek şaheser bir gaflettir.
4) Bugün Ankara'daki Dil Kurumu'nun azasından ve geçen devrenin mebuslarından
(evet sayın başvekil, partinizin mebuslarından) bir Ahmet Cevat vardır. Türkçeyi
tıpkı İstanbul Rumları şivesiyle konuşan bu dilci de 1920 yıllarında Rusya'ya
kaçmış ve orada "Türk Komünist Fırkası Merkezi Komitesinin Harici Bürosu" azası
olmuştur. Trabzon'da 1921'de halk tarafından linç edilen 16 komünist hakkında
Rus komünistlerden Pavloviç'e yazdığı mektubu, Orhun'un 20 Şubat 1934 tarihli
dördüncü sayısında neşretmiştim. Pavloviç'in İnkılâpçı Türkiye adı ile 1921 de
Moskova'da neşrettiği kitabın 119-121. sayfalarından alınan bu mektubu tekrar
neşrediyorum :
Aziz yoldaşım Pavloviç,
28 Kanunusanide Trabzon civarında vahşicesine öldürülerek denize atılmış olan
Yoldaş Suphi ile Türkiye Komünist Fırkasının merkezi komitesi azalarından 4 kişi
ve 12 diğer komünist yoldaşlar hakkında sizinle ciddî görüşmek istiyorum.
Kaybolan yoldaşlarımız hakkında epey zaman malumat alamadık. Fakat sonra onların
Trabzon burjuvazisi tarafından elde edilmiş cellâtlar tarafından öldürüldükleri
anlaşıldı.
Ta Erzurum'dan başlayarak bizim yoldaşlarımız aleyhinde nümayişler başlamıştı.
Halka diyorlar ki: Rusya'dan gelmiş olan komünistler Bolşeviklerdir. Onlar
mağazaları kapatmak için geldiler. Kimsenin almak ve satmak salâhiyeti
olmayacaktır. Sonra taharriyata başlanacak, herkesin eşyası ve parası müsadere
olunacaktır. Komünistler dinsizdir. Allah'a inananların hepsini hapse
atacaklardır. Din,ticaret ve hususi mülkiyet Bolşevikler tarafından men
edilmiştir.
Nümayişçiler arasında burjuvazi tarafından para ile elde edilmiş ve polis
teşkilâtı tarafından komünistler aleyhine tevcih edilmiş cahil şahsiyetler
çoktu. Bunlar bizim yoldaşlara hücum ederek taşlamışlar ve parça parça etmeye
kalkmışlardır. Yolda bizim yoldaşlara kimse ekmek ve atları için yem satmıyordu.
Komünistleri müdafaa için hükûmetin tedbir aldığı yalandır. Bizim mevsuk
menbaalardan aldığımız haberlere göre polisler ahâliyi dükkânları kapamaya
teşvik ettikleri gibi,müdafaasız kalmış olan yoldaşlarımızı taşlamak içinde
halkı tahrik etmişlerdir. Bu gibi hücumlara yoldaşlarımız dört yahut beş şehir
ve kasabada maruz kalmışlardır. Fakat bu yoldaşlar en vahşî hücuma Trabzon'da
uğramışlardır. Bunlar Trabzon'a gelir gelmez ahâlinin bağırıp çağırmaları ve
tahrikleri altında limana sevk edilmişlerdir. Burada onların üzerinde bulunan
birkaç tabancayı aldılar ve sonra cebren bir motora koyarak denize açıldılar.
Bu motorun arkasından ikinci bir motorda sahilden ayrıldı. Bu motorda silahlı
adamlar vardı. Bizim arkadaşları bağladılar ve süngüleyip denize attılar. Ve
bunların tayfası herkese Türk komünistlerinin denizin dibine gittiklerini
anlatıyorlardı. Rusya Şuralar Cumhuriyeti mümessili, yoldaşlarımızı istikbal
etmek istemiş, fakat vali buna mani olarak mümessilin evinden çıkmamasını
emretmiş. Aksi hâlde halk tarafından parçalanacağını bildirmiştir. Rus
mümessilin bu vak'ayı Moskova ve Ankara'ya haber vermesi ve bizim yoldaşların
cellâtlar elinden alınmasına çalışması lâzımdı. Fakat yazık ki o sırada
Trabzon'daki Rus mümessili cesur bir adam değildi. Trabzon'da bunu bilmeyen
yoktur. Motorlar ve sahipleri malumdur. Bu hadisenin Belediye Reisiyle Millî
Müdafaa Cemiyeti riyaset divanı tarafından yapıldığı söyleniyor. Burada(Rusyada)
ise bu meseleye dair henüz bir karar alınmamıştır. Fakat artık susmak da imkân
haricindedir. En iyi ve cesur arkadaşlarımızdan 16 yahut 17 sini kaybettik.
Bizimle hemfikir olup cellâtların tecziyelerini istemelisiniz. Trabzon'a gelecek
her komünistin öldürülmesine karar verilmiştir. Anadolu burjuvası barbarca
yaptığı cinayetlerden mesul olmadığını gördüğünden komünistleri şiddetle takibe
devam ediyor. Cellatlar tarafından öldürülmüş olan bizim en değerli
yoldaşlarımızı müdafaa etmeyi üzerinize alacağınızı ümit ederim. Komünist
selâmları ve hürmetler.
Ahmet Cevat
Türk Komünist Fırkası Merkezi Komitesinin Harici Büro Azası
Görülüyor ki Giritli Ahmet Cevat, millî ve dinî geleneklerine çok bağlı olan
Trabzon halkının ,din ve mukaddesat aleyhine tahrikat yapan 16 komünisti yok
etmesini "Anadolu burjuvalarının barbarlığı!" diye vasıflandırıyorlar. Bu
hareketi Türk polisi ve Millî Müdafaa Cemiyeti (yani Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti )
yaptırmış diyerek kurtuluş savaşında önderlik eden ve Halk Partisi'nin
başlangıcı olan teşkilâtı tahkir ediyor. l6 serseri gebertildi diye yabancı bir
devleti Türkiye işlerine karıştırmaya kışkırtıyor. Bütün bunları yaptıktan sonra
da yılan gibi Türkiye'ye süzülerek sizin partinize girebiliyor ve geçen devrede
mebusluğa kadar yükseliyor. Şimdi de Türk dilini yaratacak olan Dil Kurumu'nda
bütün dillerin Türkçeden çıktığını ispata yeltenecek kadar milliyetçilik
yapıyor. Biz buna razı değiliz. Siz,demokrat Türkiye'nin cidden demokrat
olduğuna inandığımız başvekili herhâlde milletin arzusunu yerine getireceksiniz.
Buna inanıyoruz.
Sayın Başvekil!
Bu saydıklarım komünist oldukları müspet vak'alar ve vesikalarla bilinen
kimselerdir. Yoksa bunların yanında daha birçoklarını saymak her zaman kabildir.
Boğaziçi Lisesi'nin son sınıfında iken arkadaşlarına karşı komünizmin müdafaa ve
propagandasını yapan,onların millî mukaddesat diye bildikleri şeyleri tahkir
eden, "günün birinde hepiniz komünist zindanlarında çürüyeceksiniz" diye mukabil
tehdit savuran Doğan Aksoy,nihayet Rusya'ya kaçarken yakalandığı,evrakı arasında
Moskova damgalı mektup zarfları bulunduğu, dolabında Lenin vesairenin
fotoğrafları yakalandığı ve millî mukaddesata karşı olan hareketleri
arkadaşlarının şahitliği ile sabit olduğu hâlde maalesef mahkûm edilmedi. Davada
şahit olarak benim de bulunduğum bu komünistin bilakis lise imtihanlarını
vermesine müsaade edildi. Şimdi felsefe talebesi olarak üniversitede bulunuyor.
Esefle söylemek icap edilmesi gereken bu mikrop,serbest bırakıldı. Sayın
Başvekil!
Bunları gören vatanperver Türk çocuklarının kafasından neler geçtiğini bir lâhza
düşündünüz mü ? Bu çocuklar bazen bana: "Testiyi kıranla suyu getiren bir
olduktan sonra niçin çalışalım ? Niçin yurdumuza bağlı olalım ? " diye
sordukları zaman ben makul bir cevap veremedim. Bu cevabı sizden rica ediyorum.
Evet! Komünistler gizli propagandalarla ordumuzun arasına kadar sokulmaya
çalışıyorlar. Yine esefle söylüyorum ki hükûmet bir ordu mensubunu komünistliğe
başlamış gördüğü zaman ciddileşiyor da binlerce maarif mensubunu kıpkızıl
komünist gördüğü zaman aldırış etmiyor. Maarif şurasında "aile bir zehirdir"
diyerek cemiyetimizin temelini yıkmak isteyen bir Sadrettin Celâl'i pedagoji
profesörlüğünde tutmakla bütün alay kumandanlarını komünistten seçmek arasında
ne fark var?
Talim heyeti arasında komünistlerle kaynaşan Dil Fakültesinde solcu doçentlerin
yapacağı zarar iki yedek subay talebesinin komünistliğinden bin kere korkunç
değil midir? Daha birkaç gün önce İstanbul Tıbbiyesi'nde kimya doçenti Halil,
asker talebelere hitaben: "Askerden nefret ederim" diye bağırdı. Bu sözün
altında solcu temayülün açığa vuruşunu sezmiyor musunuz?
Bu solcuların, artık eski fikirlerinden caymış oldukları da müdafaa makamında
söylenebilir. Fakat "sözü namus saymak" hususundaki geleneğimizi "burjuva
budalalığı" diye gören komünistlerin verdiği söze inanmak ,vatan ve millet
karşısında en büyük gaflet değil midir? Dün dönenlerin yarın yine
dönmeyeceklerine hangi teminatla bakabiliriz? Onlar samimî olarak dönmüş olsalar
bile vaktiyle işlemiş oldukları suçtan dolayı, hiç olmazsa bugün millet işlerine
karışmak hakkından mahrum edilmeli değilmi idiler? Tövbekâr olmuş bir fahişe
artık namuslu sayıldığı hâlde, nasıl namuslu ailelerin harimine alınmazsa, eski
düşüncelerinden dönmüş olan komünistlerinde devlet harimine alınmamaları
gerekirdi. Yüz ellilikler de affedildi. Fakat onlara makinesinde en küçük bir
vazife veriliyor mu? Yüz ellikler acaba komünistlere göre daha mı suçludurlar?
Unutmamak lâzımdır ki bu komünistler yurdumuzun içinde kalıp devlette yer işgal
ettikçe yarın sınırlarda yurdu korumaya koşacak olan Türk çocukları kendileri ve
cephe gerilerini emniyette sanmayacaklardır. Acaba hangi düşünce ve hangi taktik
,vatan çocuklarının bu emniyetsizlik duygusunu gidermekten daha üstün
tutulabilir?
Fransa'da olup bitenler, hükûmette yer almış komünistlerin bir vatanı nasıl
batırdıklarını parlak bir örnek hâlinde göstermiyor mu? Bu komünistleri ileride
Türkiye için seve seve can verecek Türkçü gençlerin tutabileceği yerlerden
uzaklaştırmak,farzı muhâl bir mesele doğursa bile, Türk oğullarını ıstırap
içinde bırakmaktan doğacak millî zaaf kadar tehlikeli olabilir mi?
Sayın Başvekil!
Bütün milliyetçi Türkler sizinle beraberdir. Sizden,tarihimizin bu çetin anında
vatan düşmanı komünizmin ezilmesini,bir daha baş kaldıramayacak şekilde
ezilmesini istiyorlar. Mevcut kanunlar kafi değilse bu bozguncular ocağının
kökünü kurutmak için yeni kanunlar yapınız. Kanun, millet vicdanın ma'kesi
olursa manası olur. Millî vicdan vatan düşmanlarının tepelenmesini istiyor.
Yurtsever Türk çocuklarının gözü önünde kötü bir örnek olan "komünistlere mevki
vermek" usulünü derhâl kaldırınız. Yukarıda verdiğim örnekler yarının neslini
yetiştirecek olan maarif sahasının bu mikroplarla nasıl bulaşmış olduğunu
gösteriyor.
Haydarpaşa Lisesi'ndeki son hadise bu bulaşıklığın görülüp bilinen son
delilidir. Bu olaylar karşısında Maarif Vekâletine de bir vazife düşüyor. Bu
vazife klâsiklerin tercümesinden, sanki yabancı dil ve hatta Türkçe öğretimi pek
yolunda gidiyormuş da sıra kendisine gelmiş gibi bazı liselere konulan Lâtince
ve Yunanca derslerinden daha ileri ve üstün bir vazifedir. Bu vazife Türk
maarifini öğretmen olsun,öğrenci olsun,bütün komünistlerden temizlemek
vazifesidir.
Fransa'da olup bitenler, hükûmette yer almış komünistlerin bir vatanı nasıl
batırdıklarını parlak bir örnek hâlinde göstermiyor mu? Bu komünistleri ileride
Türkiye için seve seve can verecek Türkçü gençlerin tutabileceği yerlerden
uzaklaştırmak,farzı muhâl bir mesele doğursa bile, Türk oğullarını ıstırap
içinde bırakmaktan doğacak millî zaaf kadar tehlikeli olabilir mi?
5-4418